Pages

25 Ekim 2013 Cuma

Kitap Yorumu / Önerisi : Tanrıça Serisi 5 - Aşk Tanrıçası


"Sadece aşkla yaşanmayacağını söyleyen her kimse çok fena yanılmış."
Venüs zarafetle burnunu çekti. "Ben olsam asla böyle saygısızca bir laf etmezdim."
Sanırım Tanrıça Serisinin en komik, en eğlenceli ve en akıcı kitabıydı, Aşk Tanrıçası. PC Cast'in hayal gücüne bayılıyorum zaten. Özellikle Mitolojik kavramları kendi hayal gücüyle harmanlayıp, süsleyip bunları kitaplarına yansıtmasına hayranım. Tanrıça Serisini gerçekten severek okuyorum. Çünkü Mitoloji zaten ilgimi çeken bir şey. Seri de bu yüzden ilgi alanımda. Deniz ve Işık Tanrıçası kitapları dışında diğer kitaplarında öyle çok büyük tatlar alamamıştım. Özellikle Gül Tanrıçası kitabından. Ama, Aşk Tanrıçası'yla arayı öyle bir kapattı ki... Mitoloji aşkım debreşti, yine !

"... Aşk'ın belki duyarsız gibi göründüğünü ama bunun çoğunlukla onu tatmayanlar için geçerli olduğunu söylemekte tam yetkiliyim."

Bu seferki Tanrıça kitabında olaylar cidden hem çok eğlenceli hemde karışık. Bu yüzden okurken baya zevk aldım. Resmen kitap bitmesin diye gıdım gıdım okudum. (Eh, birazda derslerin yoğunluğundan olabilir.)  Venüs'ün değişik küfürleri ve kendinden emin halleri beni benden aldı. Ah bir de Venüs'le Vulcanus'un bizim dünyamızdaki bazı şeylere alışmaları ve şaşırmaları baya komik ve oldukça eğlenceliydi. Özellikle sonlara doğru artık kahkaha atmaktan kitabı doğru düzgün okuyamadım. :D Bazı yerleri o kadar çok tekrar okudum ki "Bu kitap elimde kalacak." diye söylendim bile. Ama bunlara değdi mi ? Kesinlikle değdi !

Pea, Tulsa'da yaşayan ve kendine pek bakmayan bir kadındır. Seksi itfaiyeci Griffin'e karşı da bir şeyler hissetmektedir. Fakat onu etkilemek için birinden yardım alması gerekmektedir. Çünkü kendisi içine kapanık, panikli ve kendine güveni olmayan biridir. Pea, kitapevinde rastgele aldığı bir kitap sayesinde Aşk Tanrıçası Venüs'ü yardımına çağırır. 
Aşk Tanrıçası Venüs, Olimpos'da sıradan bir gün geçirmektedir. Ateş Tanrısı Vulcanus ile sahte bir evlilik içerisindedir. Bu evliliğin amacı ; Venüs'ü diğer erkeklerin ilgisinden uzak tutmak ve Vulcanus'un Olimpos'da aşağılayıcı bakışlara maruz kalmamasını sağlamaktır. Ateş Tanrısı'nın minik bir kusuru vardır. Topal olması. Yürürken belli belirsiz topallıyor ve bu Olimpos'daki diğer Tanrılar gözünde aşağılayıcı bir durum haline gelmiştir. 

"Dış görünüşler yanıltıcı olabilir."

Vulcanus, Aşk Tanrıçası Venüs'le evli olduğu için daha çok iyi davranışlarla karşılaşır. Fakat bu iki mükemmel varlık arasında sadece dostluk vardır. Ne yazık ki aşkı tatamamaktadırlar.
Bahar Tanrıçası Persephone ile Venüs, Tulsa'ya alışveriş için gelirler. Ve Pea'nin çağrısıyla artık Venüs, modern dünyaya tıkılı kalmıştır. Pea'ya, gerçek aşkını bulmasında yardım etmeden Olimpos'a geri dönemeyecektir. Bu sırada Vulcanus'da onları Olimpos'dan izlemektedir. Pea'yi öyle dikkatli izler ki en sonunda kendinde onu görür ve tutulur. Venüs ise farkında olmadan Griffin'e karşı bir şeyler hissetmektedir. Fakat Pea da Griffin'den hoşlanmaktadır. Olayların nasıl bir karışık hal aldığını görebiliyorsunuz değil mi ? :D Bu duruma bayıldım. Ve gerçekten çok eğlenceli şeyler oluyor. Konunun bundan sonrasını anlatmayacağım. Merak edenler hemen alıp, okusunlar. Okuduklarına pişman olmayacaklar. Çünkü cidden çok eğlenceli ve anlamlı bir kitaptı.

"Peki ne gördün ?" 
"Sende kendimi gördüm."

PC Cast, bu kitabında gerçek aşkı, ruh ikizleri ve bedenle ruh arasında o ince farkı ortaya koymuş. O yüzden kitap beni oldukça etkiledi. Kitaplığımdan elime sık sık alıp, okuyacağım bir kitabım daha oldu !

Gerçek aşk güzel saçlarda, doğru giysilerde, makyajda ya da ayakkabılarda olmazdı. Gerçek aşk tıpkı bilgelik ve şefkat gibi ruhta yer alırdı.

Ayrıca bu kitap sayesinde çok şaşırtıcı ve büyük bir bilgi öğrendim. Aşk Tanrıçası; İtalya'da Venüs, Yunanistan'da ise Afrodit olarak isimlendirilmiş. Yani Afrodit ve Venüs aynı kişi aslında. :D Sadece Aşk Tanrıçımıza farklı bölgelerde farklı isimler takılmış. Okurken baya şaşırdım ve bunu öğrendiğim iyi oldu.
Bu kitapta Ateş Tanrısı Vulcanus'la tanışmam da çok iyi oldu. Kendilerine bayıldım !!! Bende bir Ateş Tanrısı istiyorum. Çok mu şey istiyorum yoksa ? :D 

Bir sonraki Tanrıça kitabında görüşmek üzere. Umarım Tanrı'nızı / Tanrıça'nızı bir gün bulursunuz.

"Aşkın zaman çizgelgesi yoktur. Aşkı belirleyen zaman değil, aşıklardır canım." -Venüs

Sevgiler, öpücükler ; Jane 

20 Ekim 2013 Pazar

Film Önerisi / Yorumu : Batman Serisi


Herkesin mutlaka hayranı olduğu bir süper kahramanı vardır. Genç kızların aşık olduğu, delikanlı erkeklerin örnek aldığı falan... Eh, benimki de Batman. Ne zamandan beri Batman delisiyim, vallahi bende bilmiyorum, hatırlamıyorum. Ama öyle bir tutulmuşum ki Batman'in her versiyonunu açıp, izledim. Hiçbirinden geri kalmadım yani. :D Ama elbette 2005'te yeniden çekilen versiyonu ile Batman'e tekrardan vuruldum. Bu sevgimi blog'umda paylaşmak için seriyi tekrar izledim. Ve işte üç filmden oluşan yepyeni Batman serisine benimle göz atın, heyecanlanın, eğlenin, şaşırın ve şeey, evet belki Batman'i paylaşabiliriz. :D


 Filmlerden söz etmeden önce kim bu Batman bir tanıyalım. Kendileri Bruce Wayne, aslında milyarder ve playboy bir hayırseverdir. Çok küçük yaşlarda gözleri önünde ailesinin öldürüşünü görmüş ve bundan dolayı bir çok eğitim almıştır. Savaş eğitimi. Daha sonra Gotham Şehri'ndeki kötülükleri yenebilmek için kendine bir kostüm hazırlıyor. En büyük korkusundan ilham alarak bu kostümü hazırlıyor. Yarasa Adam ya da Kara Şovalye diye adlandıralabilir. Ama biz ona Batman diyoruz. :D Diğer Süper Kahramanlar gibi özel güçleri yok. Ama Bruce'un zekiliği ve dedektiflik yeteneği, şirketindeki bilimsel destekleri, serveti ve teknolojisiyle savaşını başlatır ve sürdürür. (Ek bilgi ; yakın arkadaşı Supermandir.)  Elbette kostümlü haliyle, normal evinde yaşamamaktadır. Evinin yeraltındaki mağarada kendine özel bir yer kurmuştur. Son model teknolojisi sayesinde her şey elinin altındadır. Özellikle siyah tank şeklindeki süperötesi arabasını -daha doğrusu kurtarıcısını- görmeniz lazım ! Bruce'un en büyük yardımcı ise kahyası Alfred'dir. Ve şirketinde görev alan Lucius Fox ile polis komiseri Jim Gordon'da Batman'e oldukça yardım etmektedir.

Batman Begins - Batman Başlıyor 

Serimizin ilk filminde Bruce Wayne'in nasıl Batman olduğu ve bu aşamaları göstermektedir. Bruce, küçükken içine düştüğü kuyuda yarasalarla karşılaşır ve bu onun en büyük korkusu olur. Daha sonra ebeveynleri gözü önünde öldürülür. Yıllar sonra yetişkin bir adam olan Wayne, yine yerinde durmaz ve başına bela alır. Bir yandan sıkı bir eğitim alırken bir yandan da düşmanlar edinir. Gotham Şehri'ne geri döndükten sonra da şehirdeki adaletsizlikle savaşmanın yollarını arar ve diğer kimliğini ortaya çıkarır. Batman'le tanışın ! Kahyası Alfred ve şirketindeki adamı Fox ile kostümünü, mekanını ve özel araçlarını hazırlar. Ve Gotham şimdiye kadar ki en büyük kurtarıcısını karşılıyor ! 
Yargılanan suçluları delirten psikaytr Jonathan Crane, Batman'in başına bela olur. Hazırladığı ilaç sayesinde, karşı tarafa sıktığı sprey karşısındaki insana en büyük korkularını halüsinasyon olarak göstermektir. Ve bu ilacı tüm Gotham Şehri'ne yaymaya hazırdır. Kahramanımız ise buna engel olmaya çoktan hazırdır. Ama karşısına çıkan eski bir düşman her şeyi yerle bir eder.Eh bir de çocukluk arkadaşı ve aşkı olan Rachel, Bruce'un en zayıf noktasıdır. Sonrasında bol aksiyon, macera ve heyecan bulmak mümkün. Bazı sahneleri tekrar tekrar izledim. Bazı yerlerde resmen hipnoz olmuş gibi ekrana odaklandım. Açıkçası seriyi yeniden izlerken Batman'i kıskandım. :D Bir aksiyon sever olarak filme de bayıldım. Filmin sonunda zaten asıl adamımızın geleceğinin sinyalini vermişler. Batman'i en zorlayan düşman olacak kendisi. Diğer filmin konusunu merak edenler için yazının devamına alalım sizi. :D 
(Not : Bu Batman kostümlü adama aşık olmamak imkansız ! Siyah zaten favori renklerimden biri. Onu simsyahlar içinde gördükçe benim halimi düşünün bir de...)

 "Neden düşeriz, Bruce?  Tekrar ayağa kalkmayı öğrenebilmek için."  (Thomas Wayne)

"Korkuyu birinin üzerinde kullanmak için önce kendi korkularının efendisi olmalısın. "

Kara Şövalye - The Dark Knight 

Şimdi bu filmin konusunu anlatmak çok zor... Nasıl anlatsam, neleri atlasam, neleri ön plana çıkarsam... Öncelikle şunu belirteyim efsane karakter Joker, bu filmde yüzünü bize gösteriyor. Batman'in en büyük, en güçlü ve en zeki düşmanıdır kendisi. Gotham Şehri'nde hala adaletsizlik ve suçlar devam etmektedir. Teğmen Jim Gordon ve Wayne Şirketi'nin güvenilir adamı Bay Fox hala Batman'in en büyük destekçilerindendir. Ve bu filmde Bölge Savcısı Harvey Dent'te işin içine giriyor. Harvey, kesinlikle bir dost. Aslında aynı zamanda Rachel konusunda Batman'e rakip. Fakat bu konu oldukça karışık. Batman'de aşk konularına girmeyelim. Çünkü hatırladıkça mahvoluyorum... Herneyse. Suç dehası olan Joker, bir çok adamıyla Gotham'ı sarsar. Öyle böyle değil. Ve sonrasında sınırsız aksiyon ve şaşırtmalı sahneler bir biri ardına filmde sıralanır. Konusundan bu kadar bahsetmek yeterli çünkü detaya girersem fena spoiler vermiş olurum. Ve inanın bana bu filmde gerçekten şaşkına uğramak isteyeceksiniz.

İlk filme göre Kara Şövalye gerçekten elmas değerinde. Bu filmi izledikten sonra "İşte, neden Batman'i çok sevdiğimi ve Batman'in baş düşmanı olmasına rağmen neden Joker'i de çok sevdiğimi anladım." demiştim. Ki eminim her izlediğim de aynı tepkiyi vereceğim. Seride benim en en en sevdiğim film bu. Milyon defa bıkmadan izlerim. Her şeyi bilmeme rağmen yine aynı heyecanı yaşar, aksiyon tavan yapar ve ağzım açık bir şekilde izlerim. Çünkü bu film gerçekten ama gerçekten sizi şaşkına uğratacak. Film 145 dakika ve o 145 dakikanın hepsi dolu dolu desem ? Aksiyon, heyecan, gizem, şaşırtıcı, hüzün verici ve eğlenceli. Bu filme ne desem kelimeler yetmez. O derece 'fenaydı'. Zaten Joker karakteri filme öyle bir hava vermiş, renk katmış ki... Seriyi çok üst düzeye çıkarmış. Joker'in tarzına, zekiliğine ve kişiliğine gerçekten hayranım. Belki de bir Batman hayranı olarak bunu söylemek beni de düşman yapar. :D Ama izleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. İlk defa filmi izlediğimde o kadar çok şaşkına uğramıştım ki film sonunda sanki hız treninden aşağıya fırlatılmış gibi hissettim. Toparlanamadım ve tekrar tekrar izlemek istedim. Batman'in gerçek olmasını ve gelip beni bulmasını bile diledim. :D Yani diyeceğim o ki... Bir çok Süper Kahramanın filmlerini izledim. Spiderman, X-Men, Iron Man, Thor ve daha hatırlamadıklarım... Batman'in bu filmi diğerlerini üçe beşe ona katlar, yer bitirir. Evet işte bu kadar iddialıyım. :D Eğer "Uuu Jane beni gaza getirdin, Batman izleceğim" diyorsanız bir diğer ve son filmin yorumu için aşağıdaki yazıya davet ediyorum sizi. Bir Batman delisi olarak bu yorumu yapmam hakkımdı değil mi ?

"Ya kahraman olarak ölürsün yada kötüye dönüşmeni izleyecek kadar uzun yaşarsın. "

"Neden bıçak kullanıyorum biliyormusun? Tabanca çok hızlı. Böylece küçük anların tadına varıyorsun." (Joker)

Efsane Joker Repliği İçin : Tıktıktık


Kara Şövalye Yükseliyor - The Dark Knight Rises

Evet, müthiş serimizin son filmi... Bu sefer Batman'in düşmanı Gotham'ı ele geçirmeyi başarır. Ne Bay Fox ne Jim Gordon ne de kahramanımız Batman buna engel olabilmektedir. Bane, teröritlerin lideridir ve Gölge Birliğinin üyesidir. Aynı zamanda Bruce Wayne'yi de eğiten Ra's Al Ghul tarafından eğitilmiştir. Bane'in gücünün sınırsızlığını düşünün... Filmdeki yeni karakterimiz Catwoman'a, Selina Kyle'e de merhaba deyin. Kendisi başta Batman'e karşı gelmiştir ve resmen Bane'in eline Batman'i teslim eder. Fakat daha sonra inanılmaz bir şekilde Catwoman'la Batman'i sırt sırta izlemeniz mümkün. Ayrıca Catwoman rolünde Anna Hathaway yer almaktadır. Onu izlemeye zaten bayılıyordum. Bu filmde ise resmen gözlerim kamaştı. Kadın, dünyaya Catwoman olmak için doğmuş resmen ! Evet,her neyse. Kara Şövalye ;Batman, belki de ilk kez bu kadar zor durumda kalır. Ben izlerken artık "Yeter, lütfen biri şu Bane'i öldürebilir mi ? Nerde benim Joker'im ?" diye isyanlara bağlamıştım. Gerçekten çok etkileyici bir filmdi ve seriye yakışır bir finaldı. Ve oldukça uzun bir film. :D Kara Şövalye'ye göre bu filmi biraz sönük bulabilirsiniz. Ki zaten Kara Şövalye'den sonra her aksiyon filmi size sönük gelecek. (Belki James Bond filmleri hariç.) Ama bu filmin en etkileyici kurgusu ise Gotham'da gerçek bir savaşı gözler önüne sermek... İzlerken habire "Bunu nasıl yapabiliyorlar ? Aman Tanrım, yok daha neler !" diye kendimce söylendim. Çok şaşırtıcı sahneleri vardı. Ve bu filmde Batman'den çok Bruce Wayne'yi görüyoruz. Yani maskesini takmadan da savaşın içinde yer alıyor diyebilirim. Ama Batman haliyle izlemek bambaşka. Onu her kostümlü gördüğümde sahnede "Adamım sen neredeydin ?" diyerek mızmızlandım. Filmin sonunda zaten arka arkaya şoklara giriyorsunuz. Hatta "Hayır böyle bir final olamaz" bile diyebilirsiniz. Ama sakin olun. Arkanıza yaslanın ve Batman'in güvenilir kollarında filmi izleyin derim.
[ Kara Şövalye'nin sonunda Joker'in en son ki durumunu göremiyoruz. Ve açıkçası ben onu devam filminde görmeyi bekliyordum. Ama sonra şok edici bir haber okudum, resmen dünyam başıma yıkıldı. Joker'i oynayan Heaht Ledger, Kara Şövalye vizyona girmeden altı ay önce vefat etmiş. Detaylı bilgileri Ledger'ın vikipedi'sinden okuyabilirsiniz. ]
"Maske takmadan önce, kim olduğum kimsenin umurunda değildi."(Bane)

Catwoman: Arkanda.
Mercenary: Kim ?
Batman: Ben.

"Kaçamayacağın kimseden bir şey çalma, çocuk." (Kedi Kadın)

Bir film serisinin daha sonuna geldim / geldik. Böyle, serisi tamamlanmış efsanevi filmleri izlemeye bayılıyorum. Batman serisini üç güne bölerek izledim ve o üç gün boyunca resmen bambaşka bir boyutta gibi hissettim kendimi. Bir Batman delisi olarak benim halimi düşünün bir de ! Her filmini izlediğimde "neden kendime bu acıyı yaşatıyorum ki?" diye söylendim. Batman benim için çok önemli. Ve Batman'in yeni versiyon filmini, Christian Bale olmadan izlemek acı verici olsa da merakımdan kesinlikle izleyeceğim. :D
Bir sonraki tatilde, yeni film serimizide görüşmek üzere !

Sevgiler, öpücükler ; Jane


***Batman'in bu serisi dışında 1995 yapımı "Batman Daima" ve 1997 yapımı "Batman & Robin" filmleri de favorimdir. İzlemenizi gerçekten tavsiye ediyorum. O yıllarda bile filmleri mükemmel bir şekilde çekmişler. Efektler çok iyiydi. Batman Daima'da Jim Carrey ve Nicole Kidman gibi efsane isimler yer alırken, Batman & Robin filminde ise Georger Cooleny ve Uma Thurman gibi müthiş oyuncular yer alıyor.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Jane'den Bir Haftasonu Sohbeti : Bir Kitap Okudum...


Geçenlerde Tumblr'da bir cümle gördüm, yine, kendini bir şey sanan ilham perilerim kafama üşüştüler. "Bir kitap okudum, hayatım değişti." Eh, Jane bu sözü okur da yerinde durur mu hiç ? Hazır her hafta yazmak için deli gibi bir şeyler arıyorken bu hafta da bu söze sardım.
Ama o söz beni gerçekten yansıtıyor. Bundan 5 yıl önce Jane diye biri yoktu. Sıradan, utangaç, hatta ezik durumunda biriydim. Sonra arkadaşıma bir eşşek şakası yaptım. Telafi etmek içinde ona "Ne istersen onu alacağım sana." dedim. Canım benim, o da gitti bana bir kitap ismi verdi. Hatta filmi de var, sende izle deyince hayatım 360 derece döndü diyebilirim.
Alacakaranlık'tan bahsediyorum... Orta okul sondayım. SBS telaşı var bende de. Artık son aylardayız bir de... Yine de merak ettim ve açtım, izledim. Ondan sonrasında bende ipler koptu zaten. Filmi o kadar çok sevdim ki direk kitaplarına sardım. Normalde kitapları çok yavaş okuyan ben üç günde bir kitap bitirir oldum. Artık annemle babam isyanda kitap yetiştiremiyoruz diye. Halbuki topu topuna dört kitap. :D Birden onlara ağır geldi demek ki... Bir de babam, serinin diğer kitaplarını alırken "Bu kız ne okuyor böyle de çok sevdi" diyerek arka kapak yazısını okumuş. "Senin ne işin var vampirlerle ?" deyip durdu uzun bir süre. Eh, ondan sonra ailede adım 'vampir kız' oldu ve o gün bugündür hala delicesine vampir kitapları okuyorum. :D
Kanıma işledi resmen !

Alacakaranlık'ı hor görenler var hala. "Ayy, o ergen kitabını okumadım, okumamda. Hele filmi... Cinsellik tavan yapmış." diyenler var ki artık görmezlikten geliyorum. O ergen kitabı dediğiniz seri hayatımı değiştirdi ve bugün ki yayınevlerinin gelirleri vampirler sayesinde gelişiyor. :D Artık 10 kitaptan 7si vampir konulu... Yani burada demek istediğim şu ki ; insanların zevklerine, nefretinizi kusmayın. Kitap okumak için illa bir Dünya Klasiği olmak zorunda değil. Ya da bir siyaset kitabı ya da Türk Edebiyatı'ndan olmak zorunda değil... Bu konuda J.K. Rowling ne güzel söylemiş; "Eğer okumak istemiyorsanız, doğru kitabı bulamadınız demektir." 
Ben neyseki çok geç olmadan doğru kitabımı buldum ve hayatım renklendi. Alacakaranlık sadece kitap tarzımı değil müzik, film, dizi ve aklınıza gelebilecek her tarzımı bulmama, değiştirmeme sebep oldu. 
Hani bana asosyal kız falan derler ama oturduğum yerden kendimi gayet iyi geliştiriyorum. En basitini söyleyeyim, neden yabancı müzikler dinleyip, altyazılı filmler izliyorsun diye soruyorlar. Cevap çok açık değil mi ? İngilizcemi geliştirmek için. :D Şuana kadar hiçbir kursa falan gitmedim ama kendimi anlatabilecek kadar ingilizcem var ve minik çeviriler bile yapabiliyorum. Bu beni nasıl mutlu ediyor bir bilseniz... :D Özellikle Tumblr ve Twitter'da anlamlı sözleri çevirince sanki Hollywood'a ayak basmışım gibi sırıtıyorum. Böyleyim işte, minnacık şeyler mutlu ediyor beni.

Mesela, geçen Cassandra Clare'in Ölümcül Oyuncaklar serisini yeniden okuyorum diye bir heyecan yaptım... Dershaneden eve uçarak geldim resmen. Görende sevgilimle falan buluşacağım sanacak. :D Ya da dün Batman'i yeniden izleyeceğim. Artık nasıl sırıtıyorsam annem "Kim seni bu kadar mutlu etti ?" diye sorunca bir duraksadım. Sonra elimdeki DVD kutusuna baktım. Kara Şovalye sanki beni istemeye gelmiş bir heyecan, mutluluk... :D Yani Jane'in durumu vahim.

Bir de kitap okuyanları çok hor gören mekanlar var. Bkz ; sınıf. Nedense benim her girdiğim sınıf çok haylaz ve hareketli oluyordu. Bende içlerinde sessiz, sakin, kitap okuyan biri olunca inek durumuna düşüyordum. Ama onlardan farklı olduğumu kanıtlıyordu kitaplarım. Ve onların her hareketine bakıp şükrettiğimi bilirim. Onlar gibi basit olmadığım için. Şimdi böyle aşağılayıcı sözler söylüyorum ama siz o anları bir yaşasınız tımarhaneye gönüllü girerdiniz. O derece vahim bir durumdu. :D Bu 'vahim' durumlarda, okuduğunuz kitaplar sayesinde insanları çok kolay analiz edebiliyorsunuz. Kimin nasıl düşünebileceğini, ne yapmak istediğini ve ne yapacağını. O yüzden beni dışardan gören biri "Uuu, çok soğuk ve sert bir kız." diyor. İnsanlarla arama hep mesafe koyarım. Boş konuşmayı sevmem o yüzden hep az konuşan, 'ağzı var dili yok' modunda takılan biri olurum. Bu konuda nam saldım resmen. :D Ne zaman, karşımdakinin kafa dengim biri olduğunu anlarım, işte o zaman asıl Jane ortaya çıkar. :D 

Bir de son olarak, kitaplardan öğrendiğim en büyük bilgi ise insan çeşitleri. Hani bir kitap okuruz, o kitaptaki karşı cins karakterden etkilenir ve sanki gerçek hayatta da varmış gibi onun hakkında konuşuruz falan... (Ya da sadece piskopat Jane böyle bir şey yapar.) Evet, bu sayede bir çok ve farklı insanlar tanımışım gibi hissediyorum. 
Alacakaranlık'ta Edward sayesinde gerçek aşkın nasıl bir şey olabileceğini ve nasıl fedakarlıklar yapılabileceğini; Göçebe kitabında beden ve ruh arasındaki en büyük farkın aşka engel olmayacağını; Ateşböceği Yolu'ndaki Kate ve Tully sayesinde dostluğun gerçek anlamını ; Senden Önce Ben kitabındaki Will ve Aynı Yıldızın Altında'ki Augustus Water'ın yaşamlarını okuyarak her engele nasıl bir çözüm getirelebileceğini; Elli Ton Serisindeki Christian Grey'le her sorunun altında aslında geçmişte yaşanılan kötü anıların zemin hazırladığını; VA ve Kanbağı'ndaki hayali aşkım Adrian Ivashkov'la sorunları atlatabilmek için nasıl kötü alışkanlıklar elde ettiğini; Vampir Akademisi serisi ve Cassandra Clare'in romanları sayesinde ise kime aşık olabileceğimiz ve buna nasıl engel olmayacağımızı öğrendim. Oturduğum yerden okuduğum romanlar hem beni geliştirdi, hem olgunlaştırdı hemde hayatımda karşılaşabileceğim sorunlara, deneyimlere ve kazançlara karşı eğitti.
Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum ? Okuduğunuz kitaplar illa Klasik olmak zorunda değil. Fantastik, Tarihi Aşk ya da Polisiye romanlarından bile kendinize örnekler alabilirsiniz. Yeter ki o kitabı ne amaçla okuduğunuzu bilerek odaklanın ve kendinizden bir şeyler bulmaya çalışın. Yoksa o kitap hiç çekilmez. :D Okuduğum her kitapta mutlaka bir karaktere vurulurum, severim, sözlerini örnek alırım ya da "işte bu benim" derim. O karakter Lux serisinden Katy oluyor. Ama tabii ben henüz Daemon Black gibi birini bulamadım. :D

Evet, bu haftalık saçmalama kapasitem bu kadar :D Bir dahaki ilham perili yazımda görüşmek üzere !

Sevgiler, öpücükler ; Jane

12 Ekim 2013 Cumartesi

Jane'den Bir Haftasonu Sohbeti : Kendin Ol Dediler...


   Geçenlerde Twitter'dan biriyle sohbet ettim. Tek ortak yanımız Supernatural. Ama öyle çok sohbet ettik ki kızla, uzaktan görseniz bizi, bezliyken bile arkadaşmışız gibi falan. :D Sonra bu yazıyı yazmak geldi içimden. Blog'u takip edenler, okuyanlar falan varsa bana ulaşsınlar her şeyden konuşalım, bilgi alışverişi falan yapalım. İnternet ortamındaki böyle sohbetleri çok seviyorum. Çevremdeki insanlarla bile bu kadar samimi, içten sohbet ettiğimi hatırlamıyorum. Çünkü gerçek hayatta insanlar gerçek konulara odaklanıyorlar. İnternet ortamında ise hayal dünyamız da ne varsa ona odaklanıyoruz. Ve inanın bu bana ilaç gibi geliyor.
Zaten hayatımız yeterince gerçek. Biraz da doğaüstü olaylarla takılalım değil mi ? Sadece Supernatural'da değil. Hollywood ünlüleri de olabilir. Tamam onlarda bizim gibi canlı kanlı insanlar ama yaşam tarzları çok farklı ve bu yüzden dikkat çekiyorlar. Ordan oraya ülke geziyorlar, milyonlarca hayranla buluşuyorlar ya da ne biliyim hiç tanımadığınız insanlar fotoğraflarını çekip, imza istiyorlar. 
Bu yazıyı yazma amacım ise ortak yönleriniz çok olan insanları bulun ve bırakmayın. Bu konuda Twitter ve Tumblr benim kurtarıcım. Öyle insanlarla karşılaşıyorum ki, kendi kendime " Allam, böyle düşünen tek değilmişim. Yaşasın." diyorum. Ve bu bana daha çok güç veriyor. :D 
Çevremdeki insanlara göre asosyal bir insan olabilirim. Öyle olmayı da seviyorum. Ama sanal ortamda öyle bir çenem açılıyor ki... Zaten benim sorunum da bu. Kendimi yazarak ifade ediyorum. Normal konuşurken, aklımdakileri aynen karşıma nakledemiyorum. Bir kıtlık geliyor bana, kendimi aciz hissediyorum. Aslında benim yöntemim yazmak. Yazarak kendi terapimi yaratıyorum resmen.
O yüzden internette ortak yönlerim olan insanlara direk yapışıyorum. Çok şükür ki karşımdaki insanlarda benim gibi olup, onlarda bana öyle davranıyorlar ve bir bakmışım yeni dostluklar, mutluluklar, sevinçler... Şimdiki en iyi arkadaşımı bile ben internetten tanıdım. :D İlk blog'um Wampirob sayesinde yüzlerce kişiyle tanıştım. Hatta hala bazılarıyla görüşüyorum ama içlerinden birisi nerdeyse 5 yıldır en en en iyi arkadaşım. Onunla o kadar benzer özelliklerimiz var ki... Fiziksel olarak çok zıtız ama beyinler ortak diyebilirim. :D Aynı tür kitapları okuyoruz, hemen hemen aynı tür müzik dinleyip, film izliyoruz. Zaten izleyecek, dinleyecek ya da okuyacak bir şey bulamadığım da direk ona mesaj atıp "ikiz yardım et" diyorum. Evet, birbirimize ikiz diyoruz. Çünkü resmen ruh ikiziyiz. Artık bu arkadaşlıktan öteye gitti zaten. Özel günlerde birbirimizde kalmalar, hediye almalar, aileler zaten alıştı bize. Bu dostluğun en güzel yanı ise her gün mutlaka konuşuyoruz. Bizde konu bulmak çok kolay. :D Bir karakter ismi, bir film adı ya da en basitinden bir klip izleyerek bile saatlerce konuştuğumuz zamanları hatırlıyorum. Bir gün birbirimize mesaj atmasak içimde kocaman bir boşluk oluyor. Bu kadar çok iyi anlaşmanın kötü yanı ise uzakta kaldığınız da "keşke şuan yanımda olsaydı" dediğimiz zamanlar. Çünkü normalde zaten birbirimizden baya uzak oturuyoruz. Araya bir de üniversite girince daha da uzaklaşıyor her şey. Ama biz klasik geleneği bozduk. "Ah canım benim, şimdi o üniversiteye gitti. Yakın zamanda unutacaksınız, kopacaksınız. Dostluğunuz buraya kadarmış." lafları bize işlemedi. :D En çok buna mutluyum. Bu birazda aradaki bağın gücüne bağlı. 
Şimdi bunları neden yazdım ? İnternetten biriyle tanışıp, görüşmek, yakınlaşmak her zaman "acaba?" sorusunu getirir. Elbette löp diye birine güvenemezsiniz. Ama kaderiniz de var olan şeyi de değiştiremezsiniz. ( Lost'tan John Locke'a gönderme yapıyorum.) Demek istediğim, eğer gerçek hayatta kendinizi yalnız hissediyorsanız sizi anlayan, sizinle eğlenip, sizi güldürebilen, her sohbet ettiğiniz de size güç veren, yeri geldiğinde cesaretlendiren, umudu ve ümidi yanınızdan eksik etmeyen insanları nereden bulursanız bulun onları bırakmayın ve aranızdaki sıkı bağın gevşemesine izin vermeyin. Ben liseden sonra çok sıkı bağlar kurdum insanlarla. Ve lise bitmesine rağmen hala devam ettirdiğim, yeterince dostlarım var. Bunların bazıları çevremden, bazıları internet ortamından. 
Benimle ortak yönlerinizin olduğunu düşünüyorsanız zaten ben burdayım. :D Her zaman hobilerim hakkındaki sohbetlere açığım. Ki sanırım en severek yaptığım şey bu. O yüzden Twitter'dan birini görünce anında sohbete başlıyorum. İçimdeki o açlığı dolduruyorum. Kendinizi yazıyla ifade edin, insanlarla iletişim kurun. Yeni insanlardan yeni şeyler öğrenin. Zaten bu blog'u kurma amacım da bu. Kendimi yansıtan bu blog sayesinde yeni insanlar tanıyıp, yeni şeyler öğrenmek istiyorum. Sanırım bu yazıyı da bu nedenlerden dolayı yazdım. Blog'daki yazılarımı az çok okuduysanız zaten nasıl bir tarzım olduğunu tahmin etmişsinizdir. "Şu kitap hakkında konuşalım mı Jane ?" dediğiniz de emin olun size mutlaka geri dönerim. Zaten çok geniş kitleye hitap eden biri değilim. Diğer blog'lar gibi insanlarla arama mesafe koymayı da sevmem. "Yaş kaç, ne okuyorsun, nerde yaşıyorsun..." gibi klasik sorulara bile içtenlikle cevap veririm. :D Wampirob'da bazı ziyaretçiler uzaktan benim ne kadar soğuk kalpli biri olduğumu daha sonra konuşunca ne kadar sıcakkanlı biri olduğumu farkettiklerini söylediklerin de şaşırmıştım. :D Jane'in yüzünü bu blog'da rahatlıkla görebilirsiniz.
Eh, bu yazımda biraz saçmaladıysam affedin. Arada böyle patlamalar geliyor bana. Ancak yazarak sönüyorum. Bir dahaki "saçmalamamda" görüşmek üzere !

Sevgiler, öpücükler ; Jane 

8 Ekim 2013 Salı

Kitap Yorumu : Güneyli Vampir 3 - Kulüp Ölüsü


 Diğer vampirlerin de bana ihtiyacı vardı. Bu yüzden güvendeydim. Yani bir ölçüde. Genellikle. Bazen.
                                  
Bir Sookie Stackhouse kitabını da bitirmiş bulunmaktayım. Okurken yine çok eğlendim, kahkaha attım, sinir oldum, birilerine kazık saplamak istedim, Sookie'nin çektiği acıları resmen bende yaşadım, Eric'e sulandım falan derken bir baktım kitap bitmiş. Hadi bakalım Jane yine boşlukta süzülsün.
Şanslı ben, daha okuyacak yedi tane Sookie kitabı var. Onları alırsam benden mutlusu olmaz. Bunun için dört gözle fuarı bekliyorum.

Tırnaklarımı kontrol ettim. Gayet iyi görünüyorlardı. Sonra düşündüm de amma duygusuz bir kadındım. Az evvel ölü bir adamı ormana atmıştım ve şimdi tüm düşündüğüm turnaklarımdı. Kendimden nefret ettim.

Kulüp Ölüsü'ne gelirsek... İlk iki kitaba göre çok daha rahat okudum bu kitabı çünkü artık karakterleri çok iyi tanıyorum, yazarın hayal gücüne ve diline alıştım. Ki zaten seri giderek güzelleşiyor. Bu açıkça belli. O yüzden sanırım şuan Kulüp Ölüsü, serideki favori kitabım. Bunun sebebini daha sonra açıklayacağım. :D

"... kavgada mı öldürdün ?" Eric'in yüzündeki sırıtış şimdi daha da genişlemişti. İlk çocuğunun Shakespeare'dan ezbere bir pasaj okuduğuna şahit olmuştu sanki, öyle gururlanmıştı.

Sookie, bu kitapta hem ihanete uğruyor hem dost ediniyor hem dayak yiyor hemde canı çıkıyor diyebilirim. Kitabın arka kapağında kocaman "Bill, onu aldatıyor." yazısı olduğu için burada rahatlıkla nefret ettiğim Bill'in, ihanetinden doya doya bahsedebilirim. Gizli bir iş için eskiden beraber olduğu Lorena'yla yeniden beraber olan Bill, bu sefer cidden başına büyük bir bela alır ve kaçırılır. Bu fırsatı değerlendiren Eric Northman -adamım- ise başrolü kapar. :D Hem Sookie'ye Bill'in ihanetinden bahseder hemde başının belada olduğunu söyler. Benim tatlı, sevimli ve bir o kadar aptal Sookie'm, Bill'in yaptıklarına rağmen onu kurtarmayı kendine görev bilir ve yine ateşe atlar.

"Duygularım olmasından hoşlanmıyorum." dedi Eric. Bu, en sert son söz olmaya adaydı.

Ama bu sefer Eric yerine Alcide yanında olur. Kim bu Alcide ? Hemen seve seve anlatayım. Kendisi bir kurtadam. Bu yüzden uzun boylu, kaslı, iri yarı falan, kıvırcık saçlı tipinde ve yeşil gözlü ! Yeşil gözlü karakterlere ayrı bir takıntılığım olduğu için Alcide'yi resmen koruma altına aldım. :D Alcide, dışardan soğuk biri gibi görülebilir ama sohbet edince ve biraz yakınında olunca aslında ne kadar eğlenceli, düşünceli ve zevkli biri olduğunu anlayabilirsiniz. Ki bunu Sookie'de farkediyor. Alcide, hayır için Sookie'ye yardım etmiyor elbette. Eric'e borcu olduğundan dolayı bu olaya dahil oluyor. Bence çokta iyi oluyor. Çünkü Sookie & Alcide ikilisini sevdim. Dost olarak !
Bill'i kaçıran adamları bulabilmek için Jackson, Missippi'ye gidiyorlar. Ki orada o kadar çok olay oluyor ki... Okurken başım döndü. Ama en çok okurken eğlendiğim yer ise Alcide ve Sookie'nin evlerinde buldukları bir kurtadam cesedini saklama sahnesiydi. Okurken hem heyecanlandım hemde onların o hallerine baya güldüm. :D Bunlar olup biterken tabii Eric hep etraflarında yer alıyor. Her fırsatta Sookie'nin dibindeydi zaten. Sookie&Eric çiftinin olmasını o kadar çok istiyorum ki... Bu gidişle Northman, kızı elde edecek kesin. Bu kitapta neler neler yaptı. :D Meraktan çatlayın biraz.
Sookie, hem kurtadamdan hem Lorena'dan öyle dayaklar yedi ki... Artık "yeter, kızın canını çıkardınız" diye isyana bağladım. O acı çektikçe bende acı çektim. Sookie, iyi dayanıyor yani. İlk üç kitaptır kız hayatında yemediği kadar dayak yedi, acı çekti, süründü... Hemde bunları hep o nefret ettiğim Bill yüzünden yaşadı. Valla, seriyi ilk okumaya başladığımdan beri onu sevemez olmuştum ama bu kitapla beraber nefret eder oldum. Biri eline kazık alıp, benim yerime Bill'e geçirsin. Sookie'nin de kör gözleri sağlıklıya dönüşüp, gözünün önündeki miss gibi Eric'i görsün. Çok mu şey istiyorum, arkadaşlar ? :D

Gözlerimi açtım ve üç endişeli erkek yüzünün üzerime eğilmiş, merakla beni süzdüğünü gördüm. Eric, Alcide, Bill. 
"Üç silahşorlar." dedim.
"Hayal mi görüyor ?" diye sordu Eric.
"Sanırım bize gülüyor." diye cevapladı Alcide.

Herneyse, kitabın sonunda, Sookie öyle bir şey yaptı ki okurken kahkaha attım resmen. Bu kızın zeki ve esprili olmasını ayrı seviyorum. Ve bu kitapta Bubba ve Pam'i daha çok sevdim. İlerleyen kitaplarda daha ön planda olurlar umarım. ( Bubba ; Amerikalı Pop şarkıcısıymış ama vampir olduktan sonra biraz deli tavırlarında doluşan biri olmuş. Yine de çok sevimli ve itaatkar biri. Pam ise beyaz denilecek kadar düz, sarı saçlara sahip ve Eric'in yardımcılarından biri. Bu kızın da espri anlayışını çok seviyorum.) 

"Oraya tekrar gitmek çok aptalca," dedim. "Telefon açmaya ne dersiniz ?" İkisi de sanki aniden kurbağaya dönüşmüşüm gibi bana baktı.
"İyi fikir," dedi Eric.

Gelecek Sookie kitabında görüşmek üzere. O zamana kadar Sookie'yle kanka olmak, Eric Northman'la randevuya çıkmak ve Bill'i kazıklamak istiyorum. :D

Sevgiler, öpücükler ; Jane

3 Ekim 2013 Perşembe

Kitap Yorumu : Gece Avcısı 6 - Şimdi Mezar Zamanı

    Gelmiş geçmiş en uzun sürede okuduğum kitap olarak rekorumu Şimdi Mezar Zamanı'yla kırdım. :D Daha önce Gece Evi serisinin Kader kitabını 10 günde falan okumuştum. Bu kitabı ise yaklaşık iki hafta da falan okudum. Bunun nedeni, yine üniversiteye hazırlık sınav çalışmalarımdan dolayı günde iki bölüm falan okuyordum kitabı. Eh, öyle olunca kitap beni baydı ve uzun sürede bitti. O yüzden ben eski yöntemimi devam ettiriyim.
Bunlar boş laftı. Gelelim Cat&Bones ikilisinin 6.kitaptaki macerasına. (Aslında yan serideki kitapları da sayarsam 8. kitap oluyor.) Bu kitapta bol bol romantizm ya da Bones'un süper çekici yanlarını beklemeyin. Yazarımız olayın macerasına, heyecanına falan odaklanmış. Çiftimizin samimi sahneleri azdı ve açıkçası Bones'un eski hallerini özledim. Bu kitapta aşırı korumacı, sert ve soğuk gibiydi. Ian olmasa kitapta gülünecek bir sahne bile yoktu. O yüzden bu kitabın yıldızını Ian olarak ilan ediyorum. :D

Bones :"Duyduğum tek şey 'şu sarımsakları sarımsaklasak da mı saklasak' tekerlemesiydi. O kadar çok tekrar etti ki kendime kalbime kazık saplamak istedim."

Önceki kitapta Cat, Vuudu Kraliçesi Marie'den bazı güçler alarak, hayaletleri birer mıknatıs gibi kendisine çekmişti. Hayalet dostu Fabian'da bunlardan biriydi. Sorun şu ki Cat nereye giderse gitsin hayaletler peşinde ve yeri geldiğinde ona itaat bile ediyorlar. Bu kitapta, aslında bu güç işe yaradı bile diyebilirim.
Kana susamış bir hayalet olan Kramer, asırlar önce yaşamış bir cadı avcısıdır. Ve her Cadılar Bayramı'nda masum kadınları kurbanları olarak seçip, bir çok işkence ile akıllarını, ruhlarını ve kalplerini mahvedip bundan zevk almaktadır. Bunları yaparken elbette hayalet cisminde olmuyor. Cadılar Bayramı'na özel ete kemiğe bürünebiliyor. Masum kadınları korumak için Cat ve Bones, onu sonsuza kadar öbür tarafa göndermek için bir çok mücadele vermek zorunda kaldı. 

"Beni asıl endişelendiren, son dört saldırısından üçünün öncelikle sana yönelik olmasıydı."
"Ne diyebilirim ki ? Karşı konulamaz biriyim."

Kramer'in izini, Fabian'ın hayalet arkadaşı Elizabeth sayesinde kolayca bulabiliyorlar. Çünkü Elizabeth, o cadı avcısı yüzünden ölmüştür ve intikam almak istemektedir. Hayaleti çağırabilmek için Spade'in önerisiyle bir medyum olan Tyler'a giderler. Adam bildiğiniz eş cinsel ve resmen Bones'a sulandı. :D O sahnelerde sırıtmamak imkansız. Her neyse, ama Kramer o kadar güçlü ki Tyler'ı bile alt etti. Bu yüzden Cat ve Bones başka bir çözüm yolu aramaya başlarlar. Doğaüstü varlıklarla ilgili araştırma yapan bir grubu bulurlar ve nasıl tuzak kuracaklarını öğrenirler. Fakat her şey bu kadar kolay değildir. Kramer'in izini sürebilmek için bu cadılar bayramındaki kurbanlarının izlerini sürerler. Eh, bunları yazmak kolay. Okuması daha çok zordu. Bones ve Cat bu olaya o kadar çok odaklandılar ki birbirlerine vakit ayıramadılar. O yüzden okurken baya bunaldım. Amma, sonlara doğru heyecan, hareketlilik olunca bende de bir okuma isteği arttı ve bir baktım ki kitap bitti.

Bones'un benim için ne anlama geldiğini ifade edebilecek sözcükler vardı ama bin yıl boyunca, şimdiye kadar konuşulmuş bütün dilleri öğrensem de bu hissi tanımlayacak kelimeleri bulamazdım.

Kramer dışında bir de Madigan diye bir adam var ki... Kesin son kitapta başlarına büyük bir bela olucak. Madigan, Cat'in amcasının şirketinin başına gelen yeni yönetici. Ve acaip sinir bozucu, kıl bir adam. Okurken, kitabın içine dalıp Bones'un yapamadığı işlemi yapıp, Madigan'ın boynunu kırasım geldi. O derece sinir etti beni. 
Bunların dışında Ian kesinlikle kitapta en komik, eğlenceli, kafa dağıtan karakterdi. Son sayfalarda hele kitabı bırakıp resmen adamın sözlerine kahkaha attım. :D Beni çok eğlendirdi. O yüzden kitap bitmesin bile istedim bir an. Yazar kesinlikle Ian'a daha çok ağırlık vermeli. Hatta ona bir tane kitap bile yazabilir ama şöyle bol eğlenceli, komik, kahkaha dolu bir kitap olucaksa yazsın.
Kitabın sonunda elbette bizimkiler galip çıkıyor. Gülümseyerek kitabı bıraktım. Artık Gece Avcısı serisinde okunacak son bir kitap kaldı. O da artık taa ne zaman çıkar kim bilir ? (Artemis Yayınevine gönderme yapıyorum. Yurt dışı tarihinden bir altı ay sonra çıkarırlarsa hiç şaşırmam.)

Ian yere inerken toprakta oluşturduğum uzun ize dik dik bakarak, "Şahane iniş," dedi. "Biz dikkat çekmemeye çalışıyoruz, sense buraya meteor çarpmış gibi görünmesine yol açıyorsun."
"Daha ölmeyene dönüşeli iki yıl oluyor, şimdiden uçabiliyorum. Senin kanatlarını bulman ne kadar sürdü güzel çocuk ?"

Her ne kadar bu kitapta Cat&Bones çiftini pek anlamayıp, sevemesem de onlar benim canım ya. Seri bitince yokluklarını çok arayacağım kesin. Umarım son kitapta eski Bones'u okuruz. Yaramaz, yerinde duramayan, esprili ve yeri geldiğinde korumacı olan Bones'u... Cat bu kitapta aynı Cat'di. Cesurca savaşan, hareketli ve alaycı cümleleriyle beni memnun etti. Özellikle mücadele ettiği sahneler muhteşemdi. Okurken "vay be Cat, bu kez kendini aştın" bile dedim ama sanki bir şeyler eksikti... (Jane'de hiçbir şeyden memnun olmuyor di mi ? Çok kitap okumanın dezavantajları işte. :D)
Sevgili Frost, bir sonraki kitabında görüşmek üzere !

"Tanrım Azrail! Kel kafan ve üzerindeki islerle, birinin ateş silahıyla saldırdığı bir mankene benziyorsun."
"Ian, bu pisliği tutuyor olmasaydım şimdi yerde olurdun." dedi Bones, dişlerinin arasından.
"Ben kimseyi tutmuyorum," diyen Spade, Ian'a adamın yalpalamasına sebep olacak kadar sertçe vurdu.

Not: Kitapta bazı yerlerde aklıma Supernatural geldi. Onlar takıntılı ruhlar için tuz kullanırken bizimkiler ada çayı kullandı. Bir hayaletin peşine düşmeleri falan aklıma Winchester kardeşlerini getirdi. :D Paranormal seven bir kızın dramı işte.

Sevgiler, öpücükler ; Jane