Pages

21 Eylül 2017 Perşembe

Kitap Yorumu: Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali

Merhabalar

Bu aralar birbirinden çok zıt kitaplar okuyorum. Bir gün fantastik bir gün şiir bir gün de Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı gibi... Bu kitabı okumayan sayılı insanlardandım sanırım. Ama iyi ki geç okumuşum dedim. Hem yaşımın getirdiği olgunluk sayesinde içime sinerek okudum hem de 'okumuş' olmak için değil anlamak, doymak ve benimsemek için okudum. 
Ve böylece Sabahattin Ali işe tanışmış oldum. Yazarın düşünce tarzına bayıldım. Çünkü bu konuda çok benziyoruz. İnsanları analiz etmeyi, mimiklerinden ya da dış görünüşlerinden hayatlarına dair tahminler yapmaya bayılıyoruz. Sabahattin Ali gibi ben de çoğu zaman sokakta yanımdan geçen bir insanın hayat hikayesini çok merak ediyorum. Makyajın dibine vurmuş bir kadının aslında ne tür acılar çektiğini, kızların peşinde sülük gibi koşan bir erkeğin aslında nasıl bu kadar sevgisiz kaldığını merak ediyorum. Ve bu kitap resmen duygularıma tercüman olmuş. Kitaba birçok yönden bayıldım. 
Öncelikle kitaba başlarken beklentisizdim ve olayların birden farklı bir boyuta geçmesi beni şaşırttı. 

"... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."

Kitabın kahramanı (ismi?) Ankara'da yaşayan biridir ve işsiz geçirdiği bir gün eski dostu Hamdi Bey'le karşılaşır. Hamdi Bey bir şirkette müdür yardımcısıdır ve arkadaşına iş ayarlar. Kitabın kahramanı diğer gün işe gider ve bir mütercimle aynı odayı paylaşmaya başlar. Raif Efendi (mütercim), kendi halinde sessiz sakin bir adamdır. Bir süre sonra yakın arkadaş olurlar. Raif Efendi birkaç gün hastalanır ve evinde dinlenir. Bu sırada kitabın kahramanı sık sık onu ziyaret etmektedir. Bir gün yine gider ve Raif Efendi ondan iş yerindeki eşyalarını getirmesini rica eder. Eşyaların arasında bir defter vardır. Raif Efendi'nin yazdığı... Kitabın kahramanı merakına yenik düşer ve Raif Efendi'den izin alarak bir günlüğüne defteri okumak ister. Böylece sessiz sakin, kendi halinde olan Raif Efendi'nin on yıl önceki hayat hikayesini okumaya başlar.

"Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"

Kitabın bundan sonrası Raif Efendi ile Almanya'da tanıştığı Maria Puder (Kürk Mantolu Madonna) 'ın hikayesini anlatmaktadır. Buralardan bahsetmeyeceğim çünkü okunması gerekiyor. Yazar öyle güzel işlemiş ki konuyu... Dün gece başladım kitaba ve sabah erkenden kalkıp okumaya devam ettim. Kitabı bitirdiğimde böyle göğsüme öküz oturmuş gibi hissettim. Kitabın sonlarına gelirken bazı şeyleri tahmin etmeme rağmen okuması farklı etki yarattı. Romantik seven biriyim ama sonu dramla biten romantik kurguları daha çok seviyorum. Nedense çoğu zaman mutlu sonlar bana yapmacık gelir. Bu kitapta ise her şey doğaldı. Maria Puder karakteriyle o kadar benzeşiyoruz ki... Post-it ile doldu kitap. 👀 Çoğu yerleri fosforlu kalemle işaretledim. Çok eski bir zamanda yazılmış olmasına rağmen günümüzdeki duyguları hala kapsıyor bu kitap. Kesinlikle okunmalı. "Ben o kitabı okudum ya," demek için değil, "Sabahattin Ali ile tanıştım," demek için okunmalı. Kitabı sindire sindire, her sayfasını acele etmeden okudum. Birkaç eski kelime vardı ama takılmadım ona. Zaten günümüz Türkçe sözcük karşılıkları sayfaların alt kısımlarında mevcut. 

"Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati veya bazen derin olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilmediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini de bilemeyiz."

Eh ne diyebilirim? Okuyun, okutun. Kürk Mantolu Madonna'yı Instagram'da 'popi' diye değil edebiyatımızın bir parçası olduğunu bilerek anın. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

17 Eylül 2017 Pazar

Kitap Yorumu: Lonca Avcısı 2- Başmeleğin Öpücüğü

Merhabalar
Süper stresli günlerimde kitap okumayı zar zor becerebiliyorum. Öyle ki bazen bir sayfayı üç dört kez okumak zorunda kalıyorum. 😔 ÖSYM amca sağolsun. Neyse, Lonca Avcısı serisinin ikinci kitabı olan Başmeleğin Öpücüğü'nü çok bekletmeden okudum. Ve size güzel bir analiz hazırladım.

Bu kısım ilk kitabı okumayanlar için SPOILER İÇERİR!

Meleklerin Kanı'nını okuduktan sonra açıkçası pek tatmin kalmadım. Yani seri çok seviliyor, baskılarına özen gösteriliyor ama benim kanım çok kaynamadı. Çünkü:

Ya serinin çevirisi ağır (ki çevirmeninin başka çevirilerini de okudum ve gayet iyiydi) ya da yazarın dili ağır. Okurken bazen başıma ağrılar giriyor. Ya da aklım başka yerde olduğu için odaklanamıyorum. 😒
Karakterler çok ağırbaşlı. Yani böyle espri patlatıp ortamı yumuşatan bir karakter yok. Elena, küçükken yaşadığı olay sebebiyle duvarlarla çevrili ve sert biri. Raphael ise Başmelekler'den biri olduğu için doğuştan otoriter ve soğukkanlı biri. Yan karakterlerden de öyle 'ya komedi, ortamı ısıtıyor' diyebileceğim yok maalesef. Oysaki ben cıvıl cıvıl, rahat ve açık sözlü olan karakterleri çok severim. Bir Adrian Ivashkov tarzı bir karakter olsa efso olurdu! 😎
Elena ile Raphael arasındaki ilişkinin çok hızlı geliştiğini düşünüyorum. Ne ara sevdin, bu kadar bağlandın, onsuz yapamam moduna girdin? Favori çiftim değiller. 😔
Ee, başka olumsuz yorumum yok sanırım. Kitabın genel yorumundan önce de bazı karakterlerden bahsedeceğim. Zira ben resmen ilk kitapta hiçbirini aklımda tutamamışım. Okurken hepsini not ettim. Biliyorum, çok ince düşünceliyim. 👌

Başmelekler konseyi on kişiden oluşuyor. (On'lar Meclisi) Raphael, Uram (ilk kitapta yoldan çıkan ve öldürülen başmelek), Michaela (Uram'ın sevgilisi), Lijuan (Çinli ve en yaşlıları), Elijah, Titus, Charisemnon, Favashi, Astaad ve Neha (Hintli).
Raphael'in Yediler grubu var. Raphael'in vampir yaptığı adamları. Bu kitapta Dmitri, Galen, Jason, Aodhan ve Illium ön planda. Sık sık okuyoruz. Jason, gizli ajanı. Dmitri ve Illium genellikle Elena'yı koruyor. Galen ise Elena'ya dövüşmeyi öğretiyor.
Slater Patalis, Elena'nın ablalarını öldüren ve kabusu olan vampir.
Bu kitapta üç yeni karakter geldi. Keir, Barınak'taki şifacı, doktor. Jessamy ise sakat bir melek olduğu için küçük meleklere öğretmenlik yapıyor. Sam de o küçük meleklerden biri.
Sara, Elena'nın en yakın arkadaşı. Ve son olarak güzel bir bilgi; Raphael, iki Başmeleğin çocuğudur.

Şimdi gelelim Başmeleğin Öpücüğü kurgusuna ve yorumuna. 👿 Efenim, ben sıkılarak ve çok uzatarak okudum. Ama aslında fena değildi. Önceki kitapta Elena'nın gizli ve büyük görevi baştan çıkan Başmelek Uram'ı yakalamaktı. Ve sonunda yakalayıp, öldürdüler ama bu sırada Elena yüksek bir yerde aşağıya düşüp, ölme riskiyle burun buruna gelmişti. Raphael, avcısının ölmesine dayanamayacağını düşünerek onu mucizevi bir şekilde melek yaptı! Bu kitapta Elena'nın melek vücuduna alışmasını okuyoruz. Kanatlarına alışmaya çalışıyor, Galen'den dövüş dersleri alıyor, Raphael ona uçmayı öğretiyor ve Jessamy'den meleklerin tarihi hakkında dersler alıyor. Çünkü en yaşlı başmelek Lijuan bir balo düzenliyor ve Elena'yı da davet ediyor. Asıl amacı onu öldürmek. Çünkü daha önce görülmemiş bir şey. Aynı zamanda Lijuan ölüleri diriltiyor. Baştan çıkan bir başmelek daha...

Bunlar yetmezmiş gibi Michaela, Elena'yı kıskanmaya başlıyor. Öyle böyle değil. Her fırsatta Elena'ya saldırmaya çalışıyor. Falan filan. Konu dağınık ama sonunda toparlanıyor. Güzeldi ama ben parça parça okuduğum için pek keyif alamadım. Onun dışında Dmitri'nin sivri dilini sevdim. Sürekli Elena'ya laf sokup, baştan çıkarmaya çalışıyor. Illium ise Elena'nın kardeşi gibiydi. Galen nedense çok seksiydi. 😄 Bunların dışında beklenmedik şeyler de oluyor. Diğer Başmelekler'e dikkat edin!
Ve bu kitapta Elena ve Raphael hakkında birazcık daha bilgi alıyoruz. Elena'nın sürekli gördüğü kabusun hikayesini tamamen öğreneceksiniz. Raphael'in iki başmeleğin çocuğu olduğunu öğreniyorsunuz ama daha gizemli olayları var sanki. 👀

Yani demem o ki seri yavaş yavaş yerine oturuyor bende. Ama seriyle ilgili bir şey öğrendim... Bunu üçüncü kitabın yorumunda yazacağım. Umarım yazar çizgisini bozmaz. 😐

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

15 Eylül 2017 Cuma

Kitap Önerisi: Lavinia - Özdemir ASAF

Merhabalar

Ben yine bir şiir kitabıyla geldim. Ay, ne yapayım? Aşkı seven bir insanım. Bir kitapta ya da filmde romantiklik olunca ayrı bir tat alıyorum. Hayatıma renk katılıyor sanki. Ama gelin görün ki bu aşkı en güzel şiir kitaplarında yaşıyorum.
Şimdi İstanbul'da yaşayanlara çok güzel bir yer önereceğim. Taksim'e gidiyorsunuz ve İstiklal Caddesi'nin biraz aşağısında, Galata yoluna sapmadan karşınıza koca bir bina çıkacak. Yapı Kredi Yayınları'nın yeni binası. Hemen girin ve iki katlı, müthiş ışıklandırılmış mekana göz atın. Süper bir yer olmuş! Aşk yaşadım. Ve oradan kitap almadan çıkamazdım... 
Yaz başından beri şiir merakım ve aşkım ortaya çıktı. O yüzden her ay bir şiir kitabı okumaya özen gösteriyorum. Belirlediğim bir liste yok. Gidip bakıyorum, inceliyorum ve alıyorum. Şiire ilk kez Cemal Süreya ile başladığım için kendisinin bendeki yeri ayrı. Dün aslında onun bir şiir kitabını alacaktım ama sonra Özdemir ASAF gözüme çarptı. Lavinia, birkaç aşk şiirinin toplandığı bir kitap. 78 sayfacık ama dolu dolu. Az önce kitabı elime aldım ve bitiverdi. Aslında doya doya okudum. Bazı şiirleri birden fazla okuyup, sindirmeye çalıştım. Ama şiire olan açlığım bitmiyor. Öyle güzel yazıyorlar ki...
Bazen bu şiirleri yazdıkları insanları kıskanıyorum. Bu kadar mı sevilir bir insan? Şiir yazan ruhları seviyorum. Aşkın en güzel hallerini yansıtıyorlar. 
Ve Özdemir ASAF hayranlığım başladı. Öncesinde Duman'ın şarkısında tanımıştım onu. (Bekle dedi, gitti.) Ama şimdi Lavinia'yı okuyunca ruhuma dokunduğunu hissettim. Şu ana kadar üç şairi okudum (Cemal Süreya, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Özdemir Asaf) ve üçüne de hayran kaldım. Bana aşk dolu şiirler lazım. O yüzden önerilerinizi de beklerim efenim. 👀
Size birkaç alıntı bırakıyorum. Söylememe bile gerek yok ama; ısrarla alınız!

Bir kelimeye
Bin anlam yüklediğim zaman
Sana sesleneceğim.
👇
Her seven
Sevilenin boy aynasıdır.
Sevmek
Sevilenin o aynaya bakmasıdır.
👇
Sen bana bakma,
Ben senin baktığın yönde olurum.
👇
...
Bir kitap okuyordun, dalgın...
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın.
O ölen ben değildim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

5 Eylül 2017 Salı

Film Önerileri: Fosforlu Kalemlerle İşaretli Film Listem

Merhabalar

Size son zamanlarda izlediğim ve listeme eklerken fosforlu kalemimle işaretlediğim filmleri önermek istedim. Böyle bir filmi ya da dizi çok severek izlemedikçe ya da 'kesinlikle bir kez daha izlerim' demedikçe önermem. Yani bu yazdıklarım kesinlikle bayıldığım filmlerdir. Önerilerime güveniyorsanız, boş zamanlarınızda izleyin derim. 😈

Öncelik olarak dün izlediğim filmden başlıyorum. Hangi tür film seversin diye sorsanız ilk aklıma gelen aksiyon-komedi olur. Çünkü cidden sağlam aksiyon sahneleri olan ve bir de üstüne beni güldüren filmlere ayrı bir bağımlıyım. Kim oynuyormuş diye bakmadan filmi izlerim. Fragmana göz atmam yeterlidir. The Hitman's Bodyguard da bunlardan biriydi. Dün gece canım çok sıkılınca bir film sitesi açtım. Amacım Baby Driver'ı izlemekti ama internete daha düşmemiş. 😔 Ben de bu filme denk geldim. Fragmanın da bile krize girdim. Üstüne Ryan Reynolds ve Samuel L. Jackson'ın başrollerde olduğunu görünce kimse beni tutamazdı. Film hem acayip komik hem de bazıları aşırıya kaçsa da süper aksiyon sahnelerine sahip. Ay, bir de film Amsterdam'da geçiyor. Nasıl sevmeyeyim? Resmen büyülenerek izledim. Kesinlikle izleyin. Konusundan bahsetmiyorum bile direk öneriyorum. Çünkü; aksiyon-komedi + Amsterdam + Ryan & Samuel ❤ ben.


Şimdi önereceğim film beyin yakabilir. Çünkü film çok kişilikli bir karakteri konu ediniyor. Split filmini izledikten sonra kendinizi bile sorgulayabilirsiniz. Kelimenin gerçek anlamıyla çok değişik ve etkileyici bir filmdi. Ve yine çok sevdiğim oyunculardan biri olan James McAvoy başroldeydi. Ben çok etkilenerek izledim ve bazı sahnelerde tırsmadım da değil. Yanlış hatırlamıyorsam gerçek bir olaydan esinlenilmiş. Yani aslında çoklu kişiliklere sahip insanlar var ve çoğu zaman bu durum iyi yönde olmuyor. Eğer değişik bir şeyler izlemek istiyorsanız kesinlikle öneririm!

Yeri geliyor film izlerken kendimi bir kategoriye sokuyorum. Nasıl mı oluyor? Ya bir oyuncunun tüm filmlerini izliyorum ya aynı tarzda ya da klasik ve eski filmleri izliyorum. Amelia ve Leon (the Professional) filmleri de arka arkaya izlediğim ve mest olduğum iki filmdi. Aslında Leon'u çok küçükken izlemiştim ama hatırlamıyordum. O yüzden tekrar izledim. Kesinlikle unutulmayacak filmlerden biri. Jean Reno ve Natalia Portman ikilisinden etkilenmemek imkansız. Özellikle Portman'ın o yaşlardaki performansı insanın tüylerini diken diken ediyor. Milyon kez bıkmadan izleyebilirim. Leon, aksiyon filmlerini sevmemin kaynağı bile olabilir. Amelia zaten 'daha öncen neden izlememişim' pişmanlığını yaşattı. Bir Paris aşığı olarak bu filmi daha önce nasıl izlemem?! Audrey Tautou'yu bu filmle tanıdığıma da çok memnunum. Artık onun filmlerini de izleyeceğim. Ve tüm içtenliğimle söylüyorum ki Amelia'yı çok severek ve etkilenerek izledim. Bazen izlediğim filmler çok boş geliyor ve zaman kaybı yaşatıyor. Ama bu iki film kesinlikle zamanımı daha da dolu dolu hale getirdi. İzlemeyeni taşlıyoruz! 😍

Biraz da modern zamanda geçen ama eskiler tarzında olan bir film önereceğim: La La Land. Bu yıl Oscar'ları toplayan ve hakkında çok konuşulan filmlerden biriydi. Açıkçası Oscarlı filmler izleyeceğim diye kendimi kasan biri değilim. İşin içinde Emma Stone ve Ryan Gosling olduğu için ve müzikal tarzda olduğu için izlemek istedim. Ve tam bir aşk insanı olarak filmi izlerken mest oldum. Aşk dolu biriyim ama sonu acıklı, dram ya da böyle kalp kırıcı bir şekilde biten her şeyi de severim. Böyle boğazımı düğümleyen, yatağıma kıvrılıp hayallere dalmamı sağlayan her şeyi severim. Böyle de cins bir insanım. Sanırım bu yüzden La La Land'i çok sevdim. Filmi izledikten sonra kendi etrafımda dönerek dans edesim gelmişti. Kesinlikle tüm ödülleri hakkediyor. Ve müzikal hayranlığımı daha da arttırdı. İzleyin canlar. Yerinizde duramayacaksınız. 😘

Ve şimdi de genel bir şey diyeceğim. Tüm bu filmlerin soundtracklarını kesinlikle dinleyin. Ben filmlerin müziklerine ayrı ilgi duyarım. Çünkü bence filmleri tamamlayan özelliklerden biri de çaldıkları şarkılardır. İstinasız bu yazdığım tüm filmlerin müziklerine göz atın. Özellikle La La Land'in bir ara bağımlısıydım. Onu dinlemeden ne ödev yapabiliyordum ne de çeviri. Yani gerisini siz düşünün... Filmleri izledikçe, müzikleri de dinledikçe yorumlarınızı bekliyorum. 👀

Not 1: Uzun zamandır film önerisi yapmamışım. Halbuki ben izlediklerimi yazdım sanıyorum. 😔 Bir sonraki film önerisi yazısını çok bekletmeyeceğim.

Not 2: Aksiyon-Komedi tarzında önerileriniz varsa tamamen açığım! Ah bir de animasyon. Instagram'dan da buradan da mail üzerinden de önerebilirsiniz. 👊

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

3 Eylül 2017 Pazar

Kafama Göre: Her Şey 2009'da Başladı...

 Yıl 2009. Her ödül töreninde Twilight ekibini görmek mümkündü. Her dergi kapağında, gazetelerin sinema eklerinde ve hemen hemen her yılın kasım ayında Twilight posterlerini de görmeniz mümkündü. Deli gibi koleksiyon yapanlar burada mı?

Bende her şey 2009 yılının yaz döneminde başladı. Öncesinde Kavak Yelleri (Evet, yanlış duymadınız. Tam bir Pelin Karahan ve dizideki Deniz karakteri hayranıydım.) için bir blog kullanıyordum. Sonra tam 4 Temmuz 2009 (ABD bağımsızlık gününe denk getirmem?) tarihinde 'wampirob' adında bir blog açtım ve Jane tarafım o zaman ortaya çıktı. İngilizce merakım ve giderek geliştirmem de bu sayede gelişti. Yabancı kaynakları keşfedip oradan haber çevirmem (Google Translate ilk hocamdır.), Kristen Stewart ve Robert Pattinson (RobSten) başta olmak üzere Twilight ekibinin çıkan her fotoğrafını bilgisayara kaydedip, en güzellerini blog'umda paylaşmam, sitenin altına bir 'chat-sohbet' kutucuğu koyup her cuma orada kendimizce 'partiler' vermem, tanımadığım insanların hiç bıkmadan aynı sorularına cevap vermem, Comic Con zamanları, Coachella keşfim, Amerika'nın hemen hemen her eyaletini ezberlemem, Avrupa'daki ülkelerin başkentini öğrenmem... Ve daha hatırlamadığım bir sürü şey... 2009 yılı benim için resmen zirve noktasıydı. 

Hele ödül törenlerinin olduğu geceler... Hiç üşenmeden uykusuz kalırdım. Gece 2'de başlayan kırmızı halı ile beraber soluksuz canlı yayında ödül törenini izlerdim. Hatta okul zamanı ödül törenleri (MTV Film-Müzik, Oscar, Grammy...) olduğu zaman uykusuz giderdim. Ve hiç de pişman olmazdım. Beyonce'un canlı performansları, Twilight ekibinin sahneye çıkıp ödül alması, Lady Gaga'nın enteresan gösterileri, kamera arkası görüntüleri... Resmen o günlerde benim için dünya buydu. Diğer her şey sıkıcı ve boş gelirken Hollywood dünyasını deli gibi takip etmek hayatıma renk katıyordu. Ki hala bu alışkanlığımdan vazgeçmiş değilim. Evet, eskisi gibi takip etmiyorum ya da gece yarısında kalkıp izlemiyorum ama neler olup bittiğini ya eski yabancı kaynaklarımdan ya da Instagram'dan doyasıya takip ediyorum. 😄

O zamanlar hayat cidden güzelmiş. Lise hayatım boyunca en büyük odam noktam blog'um oldu. Dört sene dolu dolu haberler yayınladım, dilimi geliştirdim ve bir de baktım ki üniversite yolundayım. İşte o zaman 'wampirob' dönemini kapattım. Ki blog'u bıraktıktan sonra Twilight da bitti ve ekip de dağıldı. Sonra baktım böyle olmuyor, süper boşluktayım. Bu seferde kitap, film, dizi ve genel hobilerimi içeren bir blog açmaya karar verdim. Resmi olarak Jane Wampirob oldum. 👀

Eski zamanları özlüyor muyum? Hem de deli gibi! Twilight'ın her çıkan yeni filmi için ilk günden sinemaya koşuşturmayı, şimdiki gibi yaygın olmadığı için internet sitelerinden değil de kitap fuarlarından almayı beklediğim kitapların listesi, Artemis Yayınları'nın yılbaşı çekilişleri, Gece Evi macerası, her ay 'acaba hangi posterleri verecekler' (Heygirl, Blue Jean, Go Girl) heyecanı ile dergilerin takibi, Starbucks keşfim ve diğer tüm şeyler. ❤ 

Öyle böyle derken zaman geçiyor. En çok istediğim bölümü (İngilizce Çevirmenlik) bitirdim. Planlarım arasında olmasa da hayatıma büyük yenilik getiren Erasmus'u gerçekleştirdim. Şimdi de deli gibi istediğim bölümü okuyup okuyamayacağım belli olacak. (4 yıllık tamamlama meselesi.) Bana şans dileyin. Bu sefer ÖSYM lanetimi kırmak istiyorum ve sorunsuz bölümümü kazanmak istiyorum. Boşuna 'bu dünyaya okumak, yazmak, izlemek ve dinlemek için gelmişim' demiyorum. 😄 2009 yılında başlayan bu maceram umarım hep devam eder. 2012 sonrası her şey değişti gibi ama aslında alt yapıyı oluşturmuşum. Daha nice 2000'li yıllarda görüşmek üzere!

Not 1: Şaka maka bu blog'u da açalı tam 4 sene oldu. Beklediğimden daha da güzel gelişti. Sessiz sedasız takip ettiğinizi biliyorum. Kendi kendime konuşmuyorum, değil mi? 👀

Not 2: İyi bayramlar diyemeyeceğim çünkü hiç sevmediğim bir bayramdayız. Et yemeyenler el kaldırsın! 👋

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane