Pages

19 Eylül 2016 Pazartesi

Kitap Yorumu: Ölüm Serisi 5 - Büyülü Ölüm / Nora Roberts


Merhabalar


Enfes bir kitap daha okudum. Nora Roberts okudukça mutlu oluyorum. Çünkü bu yazarın kitaplarını bulmak zor. (Giderek daha da zorlaşıyor. Epsilon yeni basım yapmadığı için, sağolsun!) O yüzden sahaflarda karşıma Nora Roberts kitapları çıkınca -özellikle Ölüm Serisi kitapları- adeta elmas bulmuş gibi atlıyorum. Ölüm Serisinin şu ana kadar beş kitabını buldum. Zaten en son da beşinci kitabı, Büyülü Ölüm'ü okudum. Daha fazlasını istiyorum!


Roberts'ın Ölüm Serisi cidden çok güzel ve etkileyici. Sıkmayan, boğmayan bir polisiye kurgusu var. Özellikle karakterleri çok sağlam ve bağımlılık yapıyorlar. Serinin her bir kitabında farklı cinayetlere tanık olup, Eve Dallas ve ekibinin olayı çözmesini ve aşamalarını okuyoruz. Büyülü Ölüm'de de durum böyle. Fakat sanki yazar çıtayı bir tık düşürmüş. Neden mi?


  • Önceki kitaplara göre bu kitapta katilin kim olduğu bariz belli. Yani açık açık o kişinin cinayetleri işlediğini biliyorsunuz. Ama yeterli delil olmadığından Dallas, oradan oraya savruluyor. 
  • Kitabın sonu ve davanın kapanması çok basite kaçmış. Son on sayfaya her şeyi sıkıştırmış yazar. Oldu, bitti. Böyle 'ha' diye kalıyorsunuz. Sonu beni tatmin etmedi.
  • Ama bu kitabın diyalogları kalp ben derim. Diğer kitaplara oranla Büyülü Ölüm'de daha çok sohbet ve polisiye dışı bir diyalog vardı. Eve ve Roarke çiftine artık baya alışmış oluyorsunuz. Roarke'ın yaptıklarını böyle içiniz eriye eriye okuyorsunuz. Yok mu bize de bir İrlandalı serseri ama aslında süper zeki biri? Eve o kadar şanslı ki... Bazen sarsmak istiyorum. Şu adama değer verdiğini daha fazla göster diye. Neyse ki bu kitapta daha renkli bir çift olmuşlar.
  • Bir de geçici yeni bir karakter vardı. Jamie. Adeta Roarke'ın ergen hali ve çok fena bir karakterdi. Hem komik hem zeki hem de Roarke'a kafa tutmayı cesaret eden biriydi. Sırf şu ikisinin komik diyalogları için bile seriye başlayıp, bu kitabı okuyun derim. En favori sahnelerim onlara ait.

Kitabın diğer karakterleriyle de tam gaz devam. Eve'nin çılgın arkadaşı Mavis; iş ortağı ve dostu Feeney; cinayetlerden gelişmeler alıp, haber yapmaya çalışan Nadine ve en bir sevdiğim karakter ise Eve'nin yardımcısı Peabody. Kitapta her karşıma çıktığında 'go my girl' diye bağırasım geliyor nedense. :D

Ve bir şaşkınlığımı dile getireyim. Nora Roberts bu seriyi yazmaya 1995 yılında (doğum yılım) yazmaya başlamış. Tuhaf olan seri 2058 yılında geçiyor. Ve yazarın inanılmaz bir hayal gücü var. Taa 1995 yılında droidleri, uçan arabaları, robotları, ileri teknolojiyi ve lazerli silahları düşünüp, kurguyu bunun üzerine kurmuş. Zaten seriyi bu kadar ilgili çekici yapan da yazarın farklı düşünmesi. Kim 90'larda droid'leri düşünür ki? Hatta hala dönemimizde olmayan uçan arabaları? Gerçekten ilginç. Kitaplarını okudukça arada sırada, "nereden aklına geldi acaba yoksa kadın cidden geleceği mi görüyor" diye mırıldanıyorum.

Okuduğum tek polisiye serisi. Okuyun, okutun. Nora Roberts candır.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

16 Eylül 2016 Cuma

Dizi Önerisi (xoxo): Gossip Girl


Yıl 2007. Entrika kelimesinin ün saldığı yıllar... Çok nostaljik bir giriş yapamadım ama Gossip Girl denince aklıma ilk 'entrika' kelimesi geliyor. Karakterler birbirlerinin arkasından o kadar iş çeviriyor ki... Böyle çekirdeği, gazozu al saatlerce otur izle. Aynen böyle bir dizi. Ve ben de aynı şekilde izledim. Laptop ya kucağımda ya yatağın içinde gözlerimi kırpmadan, 'neler olacak, dur şunu da izleyeyim' derken diziyi sezon sezon yedim bitirdim. 

Gossip Girl ile ilk kez 2009 yılında tanıştım. Aslında bir kitap serisi. Artemis Yayınları'ndan çıkmıştı. İlk üç kitabını alıp, okumuştum. Sonra dizisine başlamıştım. 2.sezondan sonra diziyi bıraktım. O zamanlar sıkmıştı. Nedenini bilemiyorum sanırım pek yaşıma uygun değildi. Sürekli yetişkin olayları falan... Sonra geçen dönem okul zamanı baya bunaldım. Ne izlesem ne izlesem... Bir de ben dizileri yarım bırakamıyorum. Sıkıcı da olsa sonu kötü de bitse o dizi bitecek! Bitirdiğim ve yarım kalan dizilerimin bir listesi var hatta. Bir ara paylaşırım. Neyse, baktım Gossip Girl bana oradan göz kırpıyor. Hemen sezonları indirip, izlemeye başladım. Her bölümü izledikten sonra 'ben nasıl yarım bırakmışım yea' modundaydım. Ama iyi ki şimdi izlemişim dedim. Hem yeni bölüm derdi yok hem de bazı şeyler yaş ilerledikçe oturuyormuş onu fark ettim. Diziyi boş boş izlemedim. Yaş 21 olunca artık sadece alt yazı takibinde olmuyor insan. :D Oyuncuların saç şekilleri, kıyafetler, mimikleri, kurgunun asıl yönleri... Resmen diziyi yedim bitirdim.

Şimdi gelelim asıl konumuza. Gossip Girl izlediğim diziler arasında en mükemmeli, en izlenesi dizi diyemem ama kesinlikle izleyin derim. 6 sezonu üst üste izleyince inanılmaz etkileneceksiniz. Karakterlerin hem fiziksel hem duygusal açıdan gelişmeleri, kültürel farklılıklar ve daha niceleri.  


Artık ismi ün salmış Chuch Bass'ın inanılmaz değişimine pörtlemiş gözlerle bakabilirsiniz. İlk iki sezonda süper itici iken birden aşk dolu, duygularını hiç belli etmese de yumuşak kalpli birine dönmesi? Chuck Bass'ın büyüsüne kesinlikle kapılacaksınız. Blair Waldorf nam-ı diğer Kraliçe B. Her sezonda illaki hırçın hallerini göreceksiniz. Ama dizideki en bukalemun karakterdi. Neden böyle söylüyorum çünkü gerçekten her zorluğun altından kalkıyor ve hiç ummadığınız anda karşınıza çıkıyor. Yani Blair başlarda gereksiz yere kötü olsa da sonrasında mutluluğu hakkeden tek karakter oluyor. Şu an gözümün önünden resmen kızın başına gelen geçti de... Team Blair. 

Serena van der Woodsen. Klasik sarışınlara taş çıkartan hatunumuz. Diziyi ilk kez 2009 yılında izlediğimde Serena'yı deli gibi seviyordum. Blair de kimmiş? Meh... Ama en son izlediğim zaman Serena'dan ölümüne nefret ettim. Ya bir insan bu kadar mı ayran gönüllü olur? İzledikçe göreceksiniz ve tipik sarışın demekten kendinizi alamayacaksınız. Ama şu da bir gerçek ki gerçekten moda ikonu. Serena'yı canlandıran Blake Lively hala moda ikonu. Kadın adeta özel yaratılmış. O saçlar, o kıyafet seçimi... Blair'in sempatikliği Serena'nın seksiliği. Nokta.


Serena'nın etrafında pervane olan erkekler... Nate Archibald. İlk izlediğimde resmen çocuğu gözlerimle yiyip, bitiriyordum. Hoş, son izlediğimde de içimdeki yağlar eridi adeta. Kabul edelim Nate süper yakışıklı biri. Ama o kadar çok aptallık yapıyor ki... Serena'dan sonra resmen toparlanamadı. Serena bir Nate iki... Bir ara 'yuh ama artık dur bir be' dedirtti. Dan Humphrey'in de ondan farkı yoktu. Aslında tüm sezon boyunca Dan'i ayrı sevdim. Biraz saftı, sonra gözü açıldı ondan sonra kimse onu tutamadı. Özellikle sonlara doğru baya büyük hatalar yaptı ama seviyorum keretayı. En başından beri sanırım gönlüm ondaydı. Chuck-Blair-Serena-Nate grubunda sırıtan bir isim olsa da aslında hepsini nasıl parmağında oynattı. :D 


Gossip Girl izlemeniz için gereken sebepler;
  • Blair ve Serena her ne kadar birbirlerinin kuyularını kazsa da bu ikisinin BFF'liğini (best friend forever/en bi en yakın arkadaş) görmelisiniz. İkisinden biri kötü durumda olduğu an ne olursa olsun hep birbirlerinin yanındalar.
  • Spoiler vermeyeceğim ama bu dizide çok güzel aşklar da yaşanıyor. Kim kiminle acaba? Hem şaşırtıcı hem de kalp ısıtan aşklar var. Eninde sonunda mutluluğu buluyorlar.
  • Sırlar. Dizinin alt yapısı sırlarla dolu. Herkese bir şüpheyle bakıyorsunuz. 'Ne, yoksa sen de mi?'
  • Aile bağları çok kuvvetli. Hatta aileden olmayanlar bile sımsıcak karşılanıyor. 
  • Ölümlerle ağlatan bir dizi değil. Geneli zaten romantik-komedi. Araya biraz dram serpiştirilmiş. Tadından yenmeyen bir dizi. Hamhumhim. 


Ve dizinin ekibi cidden süper. Hepsi çok renkli ve değişik. Ana karakterler dışında daha birçok karakter var. Onlardan pek bahsetmeyeceğim. İzledikçe keşfedin. Bunun yanı sıra gerçekten New York kültürüne şaşırabilirsiniz. Soylu bir aileden geliyorsanız her gece bir partiye ya da etkinliğe katılıyorsunuz. Dizideki bölümler bunlardan ibaret aslında. Her bölümde bir parti, davet, etkinlik oluyor. Karakterler işlerine geldiği gibi planlar yapıp, entrikalar çeviriyorlar. İnanılmaz bir yöntem. Bol şaşırtmalı ve uyuz etmeli. :D Ay izleyin, beni fazla yormayın. Dizinin müzikleri de on numara. Daha ne istiyorsunuz? 

xoxo (Dizide kim Gossip Girl bulmaya çalışın bakalım. Bulunması imkansız. Önünüze çıkan ipuçları yanıltmaca. Son bölüme kadar kim olduğunu tahmin edemeyeceksiniz. Lütfen spoiler almadan izleyiniz.)

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

14 Eylül 2016 Çarşamba

Kitap Yorumu: Tanrı ve Canavarların Düşleri


Merhabalar

Bir seri daha bitirdim! Her bir seri bitirdiğimde onlardan ayrılmak, bir daha okuyamayacağımı bilmek... Ne bileyim sanki bebeklerimi evlendiriyormuş gibi hissettiriyor. Ama aynı zamanda yeni seriler için de avuçlarım kaşınıyor. :D

Canlarım, öncelikle eğer hala Duman ve Kemiğin Kızı'nı okumadıysanız hemen ama hemen okuyun. Bu ay okuoku.com'da 10 TL. Ve serinin diğer kitapları da bu fiyatta. Bunu kaçırmayın. Çünkü gerçekten çok sağlam bir kurgusu var.

Serinin ilk kitabına göre diğer iki kitabı karşılaştırırsam... Duman ve Kemiğin Kızı hepsini sollar. Çünkü o çok ayrı, çok farklı ve çok daha güzeldi. Ama yine de bu seriyi çok seviyorum. Yazarın karakterlerini, kurgusunu, dolambaçlı anlatımını dahi seviyorum. O yüzden Tanrı ve Canavarların Düşleri'ni kalın ve yorucu bir anlatımı olmasına rağmen hemen okudum. Buradan sevgili yazarı Uğur MEHTER'e saygılarımı iletiyorum. Ben bile okurken başım ağrıdı, kim bilir çevirirken en akıcı halini ortaya koymaya çalışırken çevirmen ne ruh hallerine girmiştir...

Kitap 647 sayfa ama inanın bana ilk 300 sayfa çöp. At gitsin. Yani çok gereksiz betimlemeler vardı. İlk 300 sayfa içinde çok az diyalog vardı. Yazar daha çok karakterlerin iç dünyasını ve etrafında olan bitenleri anlatmış. Buna gerek var mıydı? Hayır. Ben asıl Akiva ve Karou'nun geleceğini görmek istiyordum. Yazarımız dolandırmış dolandırmış en sona bırakmış. Kitabın son 200 sayfasına kalp kalp kalp. Hızlı okumamın sebebi bu yüzdendi sanırım. Bana Zuzana, Mik, Ziri, Liraz verin... Kitabın en renkli karakterleriydi. Akiva ve Karou adeta siyah-gri renklerini size doğru üflüyordu. Depresyon, depresyon ve depresyon...

"...bazılarımız arzularımızın efendisiyken bazılarımız heveslerimizin kölesiyiz." 

Kitabın konusuna gelirsek. Kurgu çok güzel bağlanmış ama dediğim gibi gereksiz detaylarla doluydu. Kimeralar ve melekler en sonunda birlik içinde olup, dünyayı Akiva'nın amcası Jael'den ve Razgut'tan kurtarmaya çalışmalarına başlamıştır. Bunun en büyük sebebi ise Beyaz Kurt'un bedenine giren Ziri'dir. Çünkü eski Beyaz Kurt olsa melekleri anında öldürürdü. Tabii bedenin içinde Ziri olduğunu Karou ve dostları dışında kimse bilmiyor. Planlar yapılıyor, ihanete uğruyorlar, ölümler olmazsa olmaz ama neyse ki seri mutlu son ile bitiyor. Akiva ve Karou bile en sonunda harekete geçti. Kitap boyunca birbirlerine bakıp, iç çekmeler... Dokununca elektrik kapılmış gibi çıldırmalar... Ben aşırı romantikliğe gelemiyorum sanırım. :D

Ama Zuzana ve Mik çiftine hayranım. Doğallar, sempatikler, renkliler... Kitabın akıcılığını bu çift yapıyor zaten. En severek okuduğum çiftlerden biriydi. Akiva'nın kardeşi Liraz başlarda uyuz olsa da bu kitapta kızı çok sevdim! O da biraz inkar etse de mutluluğu buldu. Yuppi!

Çok uyuz olduğum bir karakter vardı. Hatta onun varlığını unutmuştum bile. Karou'nun üvey büyükannesi Esther! Kadın resmen nankör ya. Bu kadar mı çakal olabilir? Kitabın içine girip boğazlayasım geldi. Neyse ki Mik benim yerime hıncını aldı. Hıh...


Son kitapta yeni bir karakter daha vardı. Eliza. Adeta sürpriz yumurtadan çıkmış gibiydi. Onun pek amacını anlamadım ama bizimkilerle yolları kesişince baya yardımı dokundu. O yüzden sevdim onu da...

Seri gerçekten çok orijinal. Yani böyle kitaplar var mı dedirten cinsten. Yazarın hayal gücü, karakterleri, kurgunun oluş şekilleri çok ilginç. Mavi saçlı bir Karou, hakkında çok az şey bildiğimiz ve nadiren duygu belirtisi veren Akiva, sıradışı bir hayata çok güvendiği dostu için gözü kapalı atlayan Zuzana, onu çok sevdiği için peşinden giden Mik ve daha niceleri... Serinin kurgusunu da karakterlerini de ama en çok kitap kapaklarını seviyorum. :D Okuyun, bir şans verin. Deneyin. Gerçekten hayatınıza farklılık katacak. Özellikle Prag'ı çok merak edeceksiniz. Bekle beni Prag!!!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

9 Eylül 2016 Cuma

Dizi Önerisi (Şiddetle): Game of Thrones


Merhabalar

Uzun zamandır dizi önerisi yapmıyordum. Aslında iki güzel dizi bitirdim. Yani biri sezon arasında ama neyse... Gossip Girl ve Game of Thrones birbirlerine çok zıt olsalar da ikisi de enfesti. Ama öncelik Game of Thrones. Neden mi?


Efenim, ben bu dizi başladığından beri, "Hayatta izlemem. Zaten çok popüler bir şey olandan uzak dururum. Zaten dizide hep kadınları aşağılıyorlarmış. Gözünüze meme sokulmasından mı hoşlanıyorsunuz?" diye söyleniyordum. Hatta okulda izleyen arkadaşlarıma, "ben izlemiyorum, izlemem de o yüzden spoiler verebilirsiniz" diyordum. Hatta onların bilmedikleri şeyleri biliyordum. (Facebook sayfaları, tweet atanlar ve Onedio sağolsun.) Sonra okul bitti. Stajımın başlamasına bir hafta var. Bir can sıkıntısı ki sormayın... Kendimi Game of Thrones'a başlamış buldum. İlk sezon sanırım üç günde bitti. İlkten, "başım ağrıyor ne kadar ağır ve uzun bir dizi" diye yakınırken sonra izlemeden duramaz oldum. Hatta ilk sezondan sonra kardeşimle beraber izlemeye başladık. Staj sonrasında yorgun olmadığım zamanlar izliyorduk ama hafta sonları resmen sezon gömüyorduk. Ve sonra durdum, "Lanet olsun manyak bir şey bu!" dedim. Cidden beni tokatlayın. Özellikle 6.sezonun son iki bölümü... Dehşet-ü-l vahşetti. Bunları yazan, çeken, oynayan insanlar gerçek olamaz. Cidden ününün hakkını veren nadir dizilerden biri. Team Arya bu arada...


Sezonlar 10'ar bölümden oluştuğu için sizi hem sıkmıyor hem de kurgu gereksiz yere saçmalamıyor. Cidden çok sağlam bir kurgusu ve kadrosu var. Konusundan bahsetmeyeceğim. Çünkü hem karışık hem de nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Birçok karakter ve yer adı var. Ama sezonları arka arkaya izleyince her şey öyle mantıklı geliyor ki... Bir yapboz parçası gibi kafamda yer edindiler. Aslında bir yandan iyi ki beklemişim dedim. 6 sezonu arka arkaya izleyince hem çok zevkli oldu hem de kafa yaptı. Bir süre sonra "shame shame, confess confess" demeye başladım. :D İzleyenler anlayacak. 

Karakterleri çekiştirmek istiyorum. En sevdiğim kısım! (Ve bol spoiler ile...)

Stark ailesine bayılmayan yok değil mi? Bu aileyi çok sevdim ve üzüldüm. Abi resmen yazar bir parmak bal çalmış ağızlara. Kimi sevdiysek ölüyor be. Diziye başlamadan önce bunu biliyordum ve "ehehe ben kimseyi sevmicem. nötr izlicem." dedim. Evet, demekle kaldım. Birçok karakterin ölümünde gözlerim donuklaştı. Acımasız yazar ve uyarlayan senaristler... 
Stark ailesinden açık ara farkla Arya'yı çok seviyorum. Zaten kendini geliştireceği belliydi ama son sezondaki performansı ile resmen ayaklanıp, "TEAM ARYA" diye bağıracaktım. Arya'yı oynayan Maisie Williams'ı tebrik ediyorum. Geleceğin oyuncularından.


Sansa, başlarda süper uyuz olduğum bir karakterdi. Bu kadar aptal olamazdı yani. Ama sonrasında şaşırttı. Ve baya üzüldüm. Resmen ailesinin ismi altında ezildi. Bran'i hala çözebilmiş değilim. İlk sezonda seviyordum ama sonrasında olsa da olur olmasa dedim amma resmen dizinin dönüm noktalarından biri sanırım. Robb Stark, kalbimi fethediyordu. Ölümü çok acımasızdı. Sanırım en dehşetle izlediğim ölümlerden biriydi. Aynı şekilde annesi Catelyn için de öyleydi. 
Jon Snow ismini daha diziyi izlemeden önce bellemiştim. Jon Snow... Bir piç olarak anılmasına rağmen yükselişe geçen karakterlerden biri. Senaristler de bunun bilincinde olmalı ki ilk -ve son- kez bir karakteri geri getirdiler. Fena da olmadı. O savaş sahnesi neydi öyle dostum!

Lannister ailesine gelelim. Yemin ederim yok böyle bir aile. Gözlerim yerinden çıkarak izledim. Tyrion açık ara farkla en sevdiklerim arasında. Arya gibi. Hatta bir ara diziyi sırf onun için izlemeye başladım. Bu kadar mı sempatik ve pozitif bir insan olur... Dizinin en sağlam karakterlerinden biri. Cersei, gelmiş geçmiş en acımasız karakterlerden biri. Ve çok acayip biri. Yani izlerken hem hayran kalıyordum hem de"yılaaaan" diye söyleniyordum. Kardeşi Jamie ile aralarındaki ilişki zaten iğrenç. Üstüne üç çocuk... Yani ben şok. Eskilerde neler oluyormuş neler... Ama oyuncunun son sezondaki performansı... Lena Headey'i ayakta alkışlıyorum. Kadın bir harika. Jamie karakteri başta çok sinir bozucuydu. Ölse de kurtulsak diyordum. Ve sonra sevdim ben bu keretayı dedim. Dedirtti yani. Kral Katili. Adı bile cool... Bir de bunların iki oğulları tahta geçti. Joffrey desem... Dizinin en psikopat isimlerinden biriydi. Ben bu kadar pislik biri görmedim. Ölümünün aniliği hem şaşırtı hem de bi oh dedirtti. Tommen, Joffrey'nin tam tersiydi. İyiydi, saftı ama aşkı onu öldürdü. O atlayış ne öyle. :D Aklıma geldikçe nedense hala gülüyorum.


Ramsay Bolton... Game of Thrones'un Joker'i resmen. Ben böyle deli bir adam görmedim. Theon'a yaptıkları... Ve daha niceleri. Hem seviyorum keretayı hem de kıl oluyorum. Çok da yakışıklı be! Yani sempatik en azından. Ağzına vura vura sevmelik.
Theon dediklerinde otomatik gülesim geliyor. Bu kadar salak bir karakter yok. Rahatlık battı resmen. Ama hala yaşıyor. Hmm. Onun sonunu çok merak ediyorum


Gelelim Daenerys Targaryen'e... İsminin en kısa hali bu. En bilinen ismiyle Khaleesi. The Mother of Dragons. İsimleri ne kadar havalı ya. Her kendini tanıtışında böyle ağzım açık izliyordum. Kadın adeta alevlerinden doğdu. Bir hatun-u ateş oldu. (Kendim uydurdum bunu.) Gerçekten böyle hayranlıkla izlettiriyor kendini. Utanmasam saygı duruşunda olup, önünde eğileceğim. .
Lord Baelish ve Lord Varys eğlenceli karakterler bence. Ve oldukça şaşırtıyorlar. 


Margaery Tyrell sanırım dizide en çekici karakterlerden biriydi. Konuşması, hareketleri... Tabii çakal olması da ayrı bir konu. Ama izlerken nedense hipnoz oluyormuş gibi hissediyordum. Çok çekici bir kadın yahu.

Daha çok karakter vardı. Aklıma ilk gelenler bunlar nedense. Khaleesi'nin eşi Khal Drogo mesela. Çok yakışıklı bir adamdı. Ölümü saçma ve kötü oldu. Ve Khaleesi'nin ekibini komple seviyorum. Yanındaki çevirmeni, danışmanları, şu robot gibi olan savaşçıların lideri... Cidden güzel karakterler var. 

Diziyle sınırlı kalmayacağım. Güzel bir anda serinin kitaplarına başlayacağım. Toplu alacağım. Sindire sindire okuyacağım. Kitaplar her zaman önceliğim olmuştur ama bu sefer biraz değişiklik yaptım. Yine de diziden bağımsız olarak kitapları okuyacağım. 

Son olarak... 7.sezonu beklerken kök salmayız umarım. Haziran 2017'de başlayacak. Bu sefer 7 bölümcük. Sonra zaten 8.sezonda final yapıyorlar. Tadında bıraktıkları sürece sorun yok. En azından kitaplarını okuyacağım. :D 

Efenim, böyle güzel dizileri keşfetmemi beklemeyin. Önerin. Şiddetle ısrar edin. Ben seviyorum sezon sezon izlemeyi. Şimdilik bu kadar. Yeni dizilerle görüşmek üzere!

Not: Her bölümün başında o theme song dinlenecek! 1.30 dakikalık ama olsundu. İnsana huzur veriyor. Özledim, gidip bir kez daha dinleyeyim.

Not 2: Şimdi son okumayı yaptım da... Ne çok karakter varmış ya. Daha da isimlerini hatırlayamadıklarım var. Bi rahat 20-30 karakteri ezberimde tutmuşum. Ki ben karakter isimlerini çok çabuk unuturum.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Eylül 2016 Pazar

Kitap Yorumu: Ay Günlükleri 3 - Cress / Marissa Meyer


Merhabalar

Sanırım bu yaz okuduğum en akıcı kitaptı Cress. Hem komik hem heyecanlı hem de cidden müthişti. Eğer hala Ay Günlükleri serisine başlamadıysanız şiddetle ilk kitabı Cinder'ı öneriyorum. Hemen okumaya başlayın. Yazar öyle bir yazıyor ki serinin bir sonraki kitaplarında çıtayı giderek yükseltiyor. Cinder'ı çok severek okumuştum. Bir serinin ilk kitabının olabileceği en iyi kıvamdaydı. Başlangıç karakterleri çok güzel tanıtılmıştı. Hemen ardından Scarlet geliyor. Olaylar bir seviye daha artıyor. Tabii karakterlerde... Scarlet ve Wolf karakterine alışıp, Cinder, Iko, Throne ve Kai karakterlerini daha da çok severken şimdilik son durağımız Cress'deyiz. AMAN TANRIM! Serinin şu ana kadarki en en en iyi kitabıydı. 

Bir önceki kitapta Throne karakterini gözüme kestirmiştim. Bu kadar mı eğlenceli bir karakter olur! Cinder'ın yoldaşı olmakla kalmadı şimdi bir de çapkınlıklara başladı. Bu kitabın ana karakteri Cress. Kendileri aslında şu meşhur Rapunzel. Yazarımızın hayal dünyasında ise Levana'nın sadık Sihirbazı tarafından uzayda bir uyduya hapsedilmiş karakter. Cinder gibi Cress de bir Aylı. İlk doğduğu zaman ailesi tarafından terk ediliyor. (Aslında olay öyle değil ama okuyunca göreceksiniz.) Sihirbaz, Cress'in bazı yeteneklerini keşfedince onu özel hizmetkarı gibi bir şey yapıyor. Cress internet ve teknoloji konusunda bir uzman. Kaldığı uyduda tek uğraşısı bunlar zaten. Sihirbaz tarafından Cinder'ı bulmak için görevlendirilir ama o özgür bir hayat yaşamak için Cinder'a yardım etmeye karar verir. İşte olaylar bundan sonra başlıyor efenim.

Cress'de durumlar böyle iken gelelim diğer ekibe. Cinder, Iko, Throne, Wolf ve Scarlet kendi uydularında diğerlerinden saklanmaya devam ediyorlar. Ama aynı zamanda Kai ile Levana'nın düğün günü yaklaşmaktadır. Onu engellemek için planlar yapılırken Cress ile iletişime geçerler. Elbette arkasından bir sürü sorun gelmektedir.

Dr. Erland'dan da bahsedeyim. Kendileri Cinder'ı keşfeden bir karakter. Daha ilk kitapta onun Prenses Selene olduğunu anlamıştı. Kaçmasına yardımcı olmuştu. Şimdi bir kaçak olarak Afrika'da araştırmalarına devam etmekte ve Cinder ile yoldaşlarının gelmesini beklemektedir. Aslında onunda bir sırrı varmış. Hepsi açığa çıkacak.

Şimdi bir de bu üç kız karakteri karşılaştırmadan olmaz. Cinder'ı ilk okumaya başladığımdan beri çok seviyorum. Nedense çok doğal ve olması gerektiği gibi davrandığını düşünüyorum. O yüzden onunla bir sorunum yok. Scarlet'a da okuduğumdan beri ısınamadım. Nedense hep bir soğukluk var kızda. Sadece aşk insanıymış gibi. Wolf da Wolf. Yemedik canım aa! Cress ise içlerinde en saf olanı. Gerçekten çok saf ve sempatikti. Böyle kollarımın arasına alıp sarılasım geldi. Throne'la ikisi komediydi. Cress çok saf, Throne çok çakal... Gerisini siz düşünün.

"Kaptan," diye mırıldandı. "Ben size aşığım."
"Bunu iki koca günde mi fark edebildin? Dokunuşlarım sihrini yitirmeye başladı galiba." (Cress&Kaptan Throne)

Kitapta bomba üstüne bomba patlıyor. Cidden inanılmaz akıcı bir kitap olmuş. Gözümü kırpmadan okudum. Çevirisi de enfesti. Yani cidden serinin göz bebeği olmuş. :D

Öyle olaylar oluyor ki... Özellikle Throne'a biteceksiniz! Çok komik ve şaşırtıcı sahneler vardı. Bu kitapta Throne'nun yanı sıra Cinder ve Iko karakterlerini daha çok sevdim. Wolf ve Scarlet karakterlerine hala pek ısınamadım. Öyle kenarda dursunlar şimdilik. Sonracığıma... Serinin son kitabına dair bir ipucu vardı. Kraliçe'nin üvey kızı Winter gözüküyor ama bir bilgi vermeyeceğim. Anlaşılan onun hikayesi bambaşka.

Tadından yenmeyen bir kitaptı. Cidden okuduğunuza pişman olmayacağınız bir seri. Özellikle günümüzde istifini bozmayan, sıradanlaşmayan nadir serileri biridir. İyi okumalar!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 Eylül 2016 Perşembe

Mimlendim: Yaz Sonu Mimi


Merhabalar

Sanırım bu yıl ilk kez mimlendim. Bu etkinlikleri çok seviyorum. Geldikçe hemen yapıyorum. O yüzden Khaleesi'nin Güncesi'ne çoook teşekkür ederim. 


Yaz bitti. Bitiyor gibi. Geceleri üşümeye başlamışsam bitiyor demektir. Yaşasın soğuk havalar. Temmuz'un ortasında doğmuş biri olarak kış mevsimine aşığım. O yüzden gelsin kahveler, kitaplar ve tabii ki hırkalar!

1)Bu yaz okuduğun en güzel kitap: Geceyarısı Leydisi - Cassandra Clare (Aslında Cress diyecektim ama daha bitirmedim. Yine de onun da hakkını yememek lazım. Dehşet-ü-l vahşet güzel!)
 
2)Bu yaz keşfedip okuduğun en güzel kitap: The Bunker Diary (İngilizce bir kitap ama hem dili kolay hem de 'uuu' dedirten. Yorum gelecek. Coming soon...)
 
3)Bu yaz okuduğun ve sana en büyük hayal kırıklığını yaşatan kitap: Rüya Ateşi (Favori serimin 4.kitabı pısırıktı. Olmamış be yazar abla!)
 
4)Bu yaz izlediğin en güzel film: Suicide Squad (Aklıma geldikçe bi 'puddinn' diyesim geliyor.)
 
5)Bu yaz dinlediğin en güzel şarkı: You Don't Own Me - Grace (Şarkılarla evlenebiliyor muyuz?)
 
6)Bu yazı bir kelimeyle tarif et: Süper yoğun! (Anlatsam roman olur. O derece... Aa aklıma bir fikir geldi. O da coming soon...)

Sizin de cevaplarınızı okumak isterim. İyi eğlenceler efenim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu: Karanlık Zihinler 3: Ateş Çemberi - Alexandra Bracken


Merhabalar

Bir seriyi daha sonlandırdım. Karanlık Zihinler serisine geçen yaz başlamıştım. Distopya türünü en güzel yansıtan serilerden biri olmaya adaydı. Çünkü cidden ilk kitap enfesti. Okurken adeta büyülenmiştim. "İşte bu... Distopya... Sıradaki kitap..." Böyle etkilemişti beni. Sonra ikinci kitabı Buz Kapanı büyük bir merakla okumuştum. İlk kitap kadar olmasa da o da çok iyiydi. Yeni karakterler resmen ortama renk katmıştı. Ve ikinci kitabın sonunda olaylar yine karman çorman olmuştu. Şimdi ise serinin son kitabı Ateş Çemberi'ni okudum. 587 sayfalık kitabın sadece son 100 sayfasından çok zevk aldım ve şaşkınlıklara uğradım. Yani yazar dolandırmış, gereksiz betimlemeler yapmış. Final kitabı elle tutulur bir şey olsun diye çabalamış ama asıl hünerlerini sona saklamış.

Son sayfaya gelmeden önce kurguda oradan oraya savruluyorsunuz. Ruby ve inanılmaz ekibi yine iş başındaydı. Cole karakterine ba-yı-lı-yo-rum! Liam gibi aşk çocuğu değil ama ayrı bir sempatisi ve çekiciliği var. Stewart kardeşlere kalp kalp. Vida ve Chubs karakterleri zaten serinin en renkli karakterleriydi. Ruby ve Liam'a olan dostlukları inanılmaz güzeldi. Zu'ya gelirsek... Ekibin en küçüğü ve en sevimlisi. Günü kurtaran isimlerden biri diyebilirim. Zaten seriyi sevdiren de bu ekibin üyeleriydi.

Her distopya serisinde olduğu gibi bunda da kurallara uymama, kötü adamlar ve günü kurtaran iyiler vardı. Clancy kötü karakterdi falan ama nedense severdim keretayı. Az biraz uslu dursaydı ekiple çok güzel anlaşırdı. Ama neyseki yazar seriyi cidden güzel bitirmiş. Böyle minik bir kapı bile aralamış. Bakarsınız, parası falan biterse bir ek kitap daha yazar. :D Şaka bir yana hayal gücü güzeldi. Şekillendirmesi biraz boğucuydu ama nedense bu yazarın kaleminde bir çekicilik var. Kitabın geneline bakınca sevdim diyorum. O baştaki dolambaçlı diyaloglar, sahneler aklıma geldikçe de ilk kitap en güzeliydi diyorum. Ki öyle. Bu serinin en iyisi Karanlık Zihinler idi. Tartışmasız.

Aslında seriyi bitirdim diyorum ama okunacak bir kitabı daha var. Karanlığın İçinden adlı kitabından yazarın parça parça yazdığı kısımlar varmış. Liam ile ilgili sanırım. Kitap elimde değil ama okuyacağım. Merak etmiyor değilim.

Son olarak... Distopya tarzını cidden çok seviyorum. Bu seride türünü güzel yansıtanlardan biri. Ama keşke hepsi aynı kalıpta kalmasa ve farklılıklar yaratsalar... Yine de seriyi cidden öneririm. Kurguyu geç karakterleri çok sağlam. Bir şans verin derim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 1 - Geceyarısı Leydisi


Merhabalarrrr

Yaklaşık bir ay önce sabırsızlıkla beklediğim kitabı okudum! Hatta onu beklerken hiçbir kitaptan zevk alamadım. Son kitap yorumundaki yazıdan anlaşılacağı üzere... Gönlümün Leydisi geldi. Karşınızda Cassandra Clare'den yepyeni bir seri: Karanlık Sanatlar ve serinin ilk kitabı Geceyarısı Leydisi!

Artemis Yayınları'nın önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabı bu kadar erken beklemiyordum açıkçası. Sonra bir baktım benim bebeğim kucağımda... Bayram tatilim boyunca onu okudum. Allah'ım yok böyle bir mutluluk. Cassandra Clare kesinlikle benim yazarım. Benim, benimmm! Adeta susamış gibi içtim, aç kalmış gibi yedim kitabı. Okumaya kıyamamazlık olmadı valla. 800 küsürlük kitabı yayıla yayıla okudum. Zaten her bölümünden ayrı zevk aldım. Müthiş bir kurguyla geri dönmüş Kraliçe. Bayıldım! Cehennem Makinaları ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra çıtaları yükseltmişti. Hayal kırıklığı olmadı valla. Yeni favori serim Karanlık Sanatlar oldu bile!

Yepyeni karakterlerin yanı sıra eski karakterleri de görüyoruz. Az ama o bile yetiyor. Zaten Ölümcül Oyuncaklar'ın son kitabında Emma'yı, Julian'ı ve onun kalabalık ailesini tanımıştık. Orada daha küçüklerdi. Şimdi bu serinin baş kahramanı oldular. Aradan beş yıl geçti. Büyüdüler ve o felaket dolu savaştan sonra ayakta kalmayı başardılar. Los Angeles Enstitüsü'nde koca bir aile olarak yaşarlarken tekrardan esrarengiz olaylar başlar. Şimdi ona değinmeden önce karakterlerden bahsedeceğim.

"Aşk birini görmen demektir." -Julian

Emma Carstrairs adeta Will Herondale'ın küçük kız versiyonu. Kendinden emin halleri. Bildiğini okuyan. Hırslı. İntikamcı. Aynı zamanda rengarenk bir karakter. Zıpzıp yerinde duramıyor resmen.
Julian Blackthorn ise Emma'nın zıttı. Sakin, kontrollü, sorumluluk üstüne sorumluluk alan biri. Küçük yaşta kardeşlerine hem ağabeylik hem de ebeveynlik yapmaya başladığından sanırım çok ağırbaşlı biri. Kendine vakit ayırmaktansa kardeşlerine daha fazla ilgi göstermeyi seçen biri. Aslında çok örnek alınası biri. Kim bu zamanda Julian gibi biri olabilir? Ayrıca Emma'nın parabatai'si. Yani bir de Emma'ya göz kulak olmak zorunda. İşi zor vallahi.

Julian'ın kardeşlerine gelirsek... En büyük ağabeyi Mark periler tarafından kaçırılmıştı. (ÖO son kitabında Peri Halkı, Mark peri kanı taşıdığı için ele geçirip, bir yere kapatmışlardır. Jace ve Clary kurtarmaya çalışmıştı fakat ne yazık ki Mark teslim olmamıştı.) Ablası Helen ise Konsey tarafından başka bir yerde görevlendirilmişti. (Bu arada Helen ve Mark, aslında üveyler. Anneleri bir periydi. Andrew Blackthorn daha sonra Julian'ların annesiyle evlenmiştir.) Geriye minik kardeşleri kaldı. Tiberius, Livia, Drusilla,Octavius. Sıralanış aynen böyle. İnanın bana ilk okuduğunuzda kim neydi falan diyeceksiniz ama sonra alışıyorsunuz. Keretalar sık sık karşımıza çıkıyor.
Yeni karakterler ise daha da eğlenceli ve akılda kalıcı. Emma'nın yapmacık ve geçici sevgilisi Cameron. (Acayip uyuz bir tip.) Enstitü'ye Meksika'dan gelen ve konuşmalarıyla insanı güldüren Christina; LA Enstitüsü'nde çocukların eğitmeni olan Diana Wrayburn. Bir de Julian'ların yarım akıllı bir amcaları var. Arthur Blackthorn. Hmm son bir karakter de Magnus Bane gibi büyücü olan Malcolm. Kitaptaki karakterler böyle. Elbette birkaç tane daha var ama asıl ön planda olanlar bunlar.

"Herkesin korktuğu şeyler vardır, insanın olmanın bir parçasıdır bu." -Emma

Kitabın konusundan nasıl bahsetsem bilemiyorum. Çünkü karmaşık. Eminim bir sonraki kitap çıkmadan önce bu kitabı tekrar okurum. Ama şöyle söyleyeyim. Tüm olaylar birbirleriyle bağlantılı. Yani Cassandra klasik kurgu biçimini uygulamış. Sizi yine ters köşeye yatıracak. Ben birini suçlarken hiç ummadığım bir kişi suçlu çıktı. Ve bu sefer kurgu daha da sağlam. Yani olayların gerçekleşmesi ve gerçekleşme nedenleri çok mantıklı. Bu konuda bir bilgi veremem. Spoiler olur. Tek diyeceğim aksiyon da var. Duygusal bağlar da var. İhanet, hüzün, mutluluk... Ne ararsanız var. Yok yok!

"Çok kahve içiyorsun, yeterince krep yemiyorsun." -Emma
"Umarım bunu mezar taşıma yazarlar." Julian

Bu kitaptaki Parabatai konusuna değinmek istiyorum. Önceki kitaplarda genellikle kız-kız erkek-erkek parabatailer gördük. (Will-Jem, Jace-Alec ve istisna olarak Clary-Simon) Bu kitapta da Emma ve Julian Parabatai. Gerçekten birbirlerini koruyan, değer veren, anlayan... İnanılmaz bir çift. Ama tahmin edeceğiniz gibi bir süre sonra bağları aşka dönüşüyor. Gizli saklı bir şeyler yaşasalar da bunun yasak olduklarını biliyorlar. Parabatai'lerin birbirilerine aşık olması... Ölümden bile beter bir şey. Bunu kitapta öğreneceksiniz. Ve bu yüzden Emma bir şey yapıyor. O kadar can acıtan bir şey ki... Sırf bu yüzden bir sonraki kitabı istiyorum. Julian'ın tepkisini görmek istiyorum. Tanrım! Cassandra bize ve karakterlere acı çektirmeye bayılıyor. Uyuz kadın...

"Aşkın yasak olduğunu bilmek aşkı öldürmez. Daha da güçlendirir." -Tessa

Neyse. Eski karakterlere gelirsek... Sonlara doğru onlar da maceraya katılıyorlar. Kitabın sonunda zaten onlara özel bir sahne var. Cassandra bizim gibi sıkı fanları unutmamış. Valla doyasıya okudum kitabı. Müthişti!

Kitap kalın, evet ama süper akıcı. Gözünüzü korkutmasın. Çeviri de güzeldi. Betimlemeler tam Cassandra tarzındaydı. Sonracığıma... Ben bayıldım. Diğer kitabı sabırsızlıkla bekliyorum!

Bir sonraki kitaplarda görüşmek üzere o zaman. *-*
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Sürpriz Gelişmeler Yükleniyor...


Merhabalar...

Ya resmen blog'umu çok özlemişim. Sımsıkı sarılacağım o derece... İki aydır başıma gelmeyen kalmadı. Bilgisayarım beni yarı yolda bıraktı. Beni beni Jane'i... Ben bilgisayarsız nasıl Jane olurum!!! Şu an kardeşimin yepyenisi bilgisayarından yazıyorum. Ona yeni alındı yani bana değil... Neysem. Öyle mutlu haberlerim var ki şu an bilgisayarsızlık hiçbir şey.

Neredeyse 1.5 aydır yoktum çünkü stajımı tamamlıyordum. Bünye sabahları kalkmaya, 9 saat çeviri yapmaya, bu yetmezmiş gibi akşamları staj defteri için özel haber çevirisi yapmaya hiç alışkan değil. Daha kendime yeni geldim. Gelir gelmez blog'a yazmaya başladım. Stajımı bir yayın evinde yaptım. Şimdi hangisi olduğunu söylemeyeceğim. Gıcıklığından değil, ne olur ne olmaz diye. Ama baya bilindik bir yayın evi ve 6 haftalık stajımda baya deneyim kazandım. Gerçekleştirdiğim hayallere bir tik daha attım. *-* 

Düzenli bir şekilde kitap okuyamadım. Bayram tatilinde Geceyarısı Leydisi'ni okudum. Ona apayrı bir yorum yazısı gelecek zaten. Bunun dışında ön okumalarını çevirdiğim kitapları yarım bırakmamak için orijinal dillerinde okuyorum. Bir tane bitmek üzere. Baya da güzel. Bitince yorum yazacağım.

Gossip Girl bitti. Bu dizi efsane gençler. Kim ne derse desin... Yıllar önce yarım bırakmıştım ama iyi ki şimdi devam etmişim dedim. Bu yaşımda izlemek daha iyi oldu. Her şey cuk oturdu. :D Ve yılın bombası: Game Of Thrones'a başladım. Yediğim tüm spoilerlere rağmen... Okulda ve iş yerinde o kadar çok muhabbeti döndü ki artık başlıyorum gençler dedim. Şu an 4.sezondayız. Dedikleri kadar varmış. Ölen ölene... Her bölümde ağzım açık kalıyor. Ben böyle dizilere alışkın değilim. Kim ölse bir şok bir üzüntü... Tabii bir karakter hariç :D Ay bunun da ayrı muhabbetini yapacağım.

Sıradaki asıl bomba... Bunu uzun zamandır duyurmak için sabırsızlanıyorum ama bir aksilik çıkacak diye üç buçuk atıyordum. Daha yeni yeni bu habere alıştım. İnanın bana son ana kadar da inanamayacağım. Ehem, biricik Jane'niniz Erasmus'u kazandı. Ekim'de Polonya yolcusu. Kaçış biletlerini hala hazırlama sürecinde. Pasaport çıkarttığımda bile "Ben hala gideceğime inanamıyorum," diyordum. Sonra biliyorsunuz ülkemizde bir darbe girişimi oldu. O zaman cidden "Ahaa lanetliyim kesin," dedim. Cidden hala gideceğime inanamıyorum. Türkiye dışında bir yere gitmek bana hep imkansız geliyordu. Erasmus süreci bende adeta "silik" durumda. Kendime gelmem için o uçağa binmem lazım. O zaman dank edecek her şey... Erasmus için ayrı bir bölüm açacağım. Aslında ayrı bir blog açacaktım. Sonra dedim ki, "Saçmalama. Jane varken nasıl başka bir blog! Seni tanıyanlar bu macerana ortak olsun." O yüzden blog'da Ekim sonrası Erasmus ağırlıklı olacak. Zaten bunun için de apayrı bir yazı yazacağım. Bu yazıda şöyle bir genel göz atmak istedim konulara. Ve yazmayı cidden çok özledim. *-* Dur konu dağılmasın. O Erasmus bölümündeki yazılarda merak ettiğiniz her şeye yetişeceğim. Başımdan geçen her şeyi anlatacağım. (Daha gitmeden milyon sorunla uğraştım, uğraşıyorum.) Ve sosyal medyadan uzak durmaya çalışsam da bu süreçte hepsini devreye sokacağım. İstesem de Instagram'dan kopamadım. Snapchat açıp, nasıl kullanacağımı bilemediğim için silmiştim. Şimdi onu öğreniyorum. Zamanı gelince linklerini vereceğim. İsteyen oradan da takip eder. Ask.fm her daim var. O göz bebeğim... 

Bunların dışında böyle işte. Jane oraya buraya savruluyor ama geri döndüğü yer hep blog oluyor. *-* Jane olmayı, blog'a yazmayı çok seviyorum. Umarım sizleri de sıkmıyorumdur. Hoş, şu ana kötü bir tepkiyle karşılaşmadım. Hatta staj döneminde bir tatlı takipçiyle mailleştik. Önerdiğim serileri okuyor ve karşılıklı yorumlaşıyoruz. Yani ben ulaşılmaz biri değilim. Hiçbir zaman da öyle olmak istemedim. Burnu hava biri değilim. Bir soru bin defa aynı şekilde sorulsa da bıkmadan cevaplarım. Çekinmeyin, sorun, ısrar edin. :D Gizlim saklım da yok diyeceğim ama var aslında. Ailemde kardeşim dışında kimse Jane'i bilmiyor. Arkadaş çevremde de çok nadir biliyorlar. Ve genellikle onlarla Jane üzerine konuşmam. Jane buraya ait. Gerçek hayatımla karıştırmam. 

Ve konu böyle uzar. Ehem. Gelecek günlerde enfes yazılar gelecek. Süprüzler de olabilir. *-* O zamana kadar kendinize cici bakın.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Haziran 2016 Cumartesi

Kitap Güncellemeleri 3 - Kanım Kaynamadı Bu Sefer


Merhabalarrr


Bu aralar nedense okuduğum kitaplarda hep kusur bulur oldum. Okuyorum ama böyle göz devirmekten, ne zaman bitecek diye düşünmekten kitabı tam anlamıyla sevemiyorum. Ve bu okuduğum son üç kitap da öyle bilinmeyen kitaplar değil. Serilerinin birçok hayranı olan, karakterleri insana kendine aşık ettirecek türden kitaplar... Neden böyle oldu bilemiyorum. Bence artık kurgular 'sıradan' olmaya başladı. Özgünlükler yok oluyor. Neler oluyor böyle? Kendinize gelin ey yazarlar! Oluşturduğunuz karakterler ve kurduğunuz hayal dünyanız çok güzel ama bazen cidden kurguyu hiç edebiliyorsunuz...

İlk kurbanım Usta serisinin son kitabı Ateş Ustası. Bu seriye çok heyecanla başlamıştım. Zehir Ustası bir harikaydı. Okumaya kıyamamıştım resmen. Valek karakterinin gizemliliği bile çekiciydi. Yelena karakteri de gıcık etmeden kendini sevdirmişti. Sonra Büyü Ustası'nı okudum. Böyle yazar çıtayı bir tık düşürmüştü. 'Olsun ya her şeyi son kitaba saklıyordur.' diyerek Ateş Ustası'na büyük beklentilerle başladım. Ama yok fiyasko çıktı. Kitabı okuyalı 1 aydan fazla olmuştur ama buraya hiç yorum yazasım gelmemişti. Şimdi toparlayayım artık dedim. Seri umduğum gibi gitmedi ama güzel bitti. Son kitapta ana karakterlerden çok yan ve yeni karakterleri gördüm. Valek'i bol bol okuyacağım diye sevinmeyin öyle bir şey yok. :D Yelena ve onun maceraları üzerine kurulu olmuş. Etrafındakiler, gerçekleşen olaylar falan filan. Çok severek okuduğum söylenemez. İlk kitap nasıldı son kitap nasıldı... Arada uçurum farkı var resmen. İlk kitabı okuyun sonrasını boşverin. Şaka yapıyorum elbette. Tarihi fantastik bir şeylere 'yeni' başlayanlara öneririm. Yoksa bu türün hayranıysanız başlamayın. Hayal kırıklığı olur.

Gelelim en büyük umutlarımı çalan seriye. Ateş serisinin 4.kitabı Rüya Ateşi beni resmen sarhoş etti. Kötü anlamda. Şimdi şöyle bir şey var. Ben bu seriye başladığımdan beri her kitaptan sonra 'kesinlikle bir sonraki kitap efsanevi olacak. Dehşet-ü-l Vahşet etkisi bırakacak bende!' diye diye artık nefesim tükendi. Yok annem. Yazar tam adım attırıyor sonra karşınıza arada bir uçurum olan yeni bir yol çıkarıyor. Ya uçuruma atlayacaksınız ya da beklentiyle karşı yola geçmeye çalışacaksınız. Ömrümden ömür çalacak artık o kıvama geldik. Kitabın başları cidden güzeldi ama bir süre sonra takılı kalmış gibi bazı olaylar tekrarlanmaya başladı. Barrons, hala gizemli adam ve her şekilde Mac'e karşı çıkıyor. Mac, her ihanete, işkenceye, düşmanına rağmen çok etkileyici bir şekilde ayakta kalıyor ama Barrons'un tavsiyelerini dinlemiyor ve belanın içine atlıyor. Böyle bazı sahneler var. Okurken gözlerim döndü. Beynim alev almaya başladı. Okuyorum ama böyle anlamıyorum. 'Nasıl ya, ne oluyor, nasıl bitecek bu kitap?!' Kitap bitti. Şaka gibiydi. O nasıl son öyle kadın! Yemin ederim bu kadın sizi hasta eder. Yazdığı kitapla okuyucularını delirten yazar diye tarihe bile geçer. Anlatabiliyor muyum ? :D Sonraki kitabı da heyecanla okuyacağım ama bu kitap hem etkileyici hem iticiydi. Bilemedim...

Son olarak geçmişe döndüm. E.L. James sanırım paranın suyu çekmeye başlayınca hemen 'Aaa canlarım ben size Grey'in gözünden anlatmadım mı? Alın bakalım, ilk kitabın neredeyse aynısı olan araya biraz Christian Grey bakış açısı eklediğim ticaret amaçlı kitabı kucağınıza fırlatıyorum.! demiş. Valla Grey kitabı aynen bu şekildeydi. Okumadan duramazdım sonuçta bir ara fena ünlü olan seriyi okumuştum ve erkek karakterin gözünden anlatılan her olaya balıklama atlarım. Ama bunda yüzmeyi unuttum. Evet, Grey'i özlemişim ama serinin kurgusunu unutmamışım. Ve çoğu sahnede sıkıldım. Aynı diyaloglar, aynı olaylar... Tabii farklı ne bekleyebilirim ki ? Daha fazla Grey düşüncesi olabilirdi. Bir şey oluyor, 'Siktir. Kendine gel Grey. Onu kaybetme.' Her olaydan sonra bu düşünceyi okuyorsunuz. Çok fazla beklentiniz olmasın. Akşamları uykum gelene kadar bana eşlik eden bir kitap oldu. Ama favorim değil kesinlikle. Grey seviyorsanız okuyun. Ama cidden bir süre sonra fena sıktı...

Şimdilik bu kadar. Artık böyle inanılmaz, değişik, kendine aşık ettiren kitaplarla karşılaşmak istiyorum. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

7 Haziran 2016 Salı

Deneyin: Okur mu Okumaz mı...


Merhabalar


Bu aralar o kadar yorgunum ki sürekli uyuyasım geliyor. Bu ruh halindeyken aklıma bir fikir geldi. Bir kitap kurdu olarak sevgilinize (hayatınızın aşkına, ruh ikizinize, bir tanenize ve daha binlerce sevgi sözcüğünü hakkeden hayatınızdaki özel insana) hangi kitapları okutturmak isterdiniz ? Sizi daha iyi tanıması ve anlaması için mesela hangi kitapları önüne koyardınız. Karşınızdaki bir Türk erkeği olacağı için (istisnalar dışında) sunacağınız kitaplar zorlu olabilir. :D Şimdiden bazı tepkileri hayal bile edebiliyorum. "Ya kızım ne kitabı ? Bunun filmi varsa hiç okumayayım direk filmi izleyeyim. Sen bu karakterden mi hoşlandın ? Vampir sevgili ne demek! Çok kalın kitapmış, sen özet geç ben de seni dinleyerek uyuyayım..." ve daha niceleri. 

Evet, durumların benzerlerini yaşamayı göze alarak benim aklıma birkaç kitap geldi. X kişisi zamanı gelince okur mu bilemiyorum ama tepkilerini şimdiden merak ediyorum!

Öncelikle eline Sadece Bir Gün'ü verirdim. Çünkü bu kitap beni öyle etkiledi ki... Çok fena motivasyon oldum. Yaklaşık bir yıldır hayallerim gerçekleşsin diye çabalıyorsam sebebi bu kitaptır. Bana ilham verdi. O yüzden kesinlikle okumasını isterim.



Hayal dünyamla tanışsın istersem Cehennem Makineleri serisini kucağına bırakırdım. Bu seriye bayılıyorum! "Neden fantastik ? Neden bu türü okuyorsun?" sorularına çok güzel bir cevap olacağına inanıyorum. Okursa tabi... Kitaplar gözüne kalın gelebilir. :D Yapacak bir şey yok arkadaş!


Ve son olarak (şu anki ruh halime göre seçiyorum) Tarryn Fisher'ın Fırsatçı, Tehlikeli Kızıl ve Hırsız kitapları okuttururdum. Dedikoducu ve entrika seven yanımı da görsün diye. Çünkü bu seride neler olmuyor ki! Okusun da kadınların intikam için nasıl da cadıya döndüğünü görsün bir. Bilsin yani masum kediden hırçın bir kaplana dönüşümümüzü. :D 

Şimdilik aklıma bunlar geliyor. Halbuki kitaplığın karşısına geçip, her kitap için yorum yaptım. "Hmm şunu versem kesin böyle der. Ya okur ya okumaz. Grinin Elli Tonu'nu direk es geç. Hatta kitaplıkta göz önünde olmasın dalgasından geçilmez... Gece Evi'ni versem hayattan soğur. Richelle Mead okumasın, Adrian Ivashkov'la yarışmaya kalkar falan... " 

Şu an başıma gelecekleri sadece tahmin ediyorum ama olur da ileride bu etkinliği gerçekleştirirsem direk size anlatacağım. :D Siz de seçimlerinizi bana bildirin. Ask.fm 'e de yazabilirsiniz. Merakla bekliyorum!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

24 Mayıs 2016 Salı

Dizi Önerisi: Marvel Şeytanı 'Daredevil'


Merhabalarrr

Bu aralar sınavlara odaklanmış olsam da bu yazıyı artık yazmalıydım. Yaklaşık 10 gün önce sınavlar başlamadan önce Daredevil'ın 2.sezonuna başladım. Marvel amcamız bu dizisinde şöyle bir güzellik yapıyor; sezonu bir anda komple yayımlıyor. Yani her hafta yeni bölümü beklemek zorunda kalmıyorsunuz. Ki bilirsiniz, dizileri sezon sezon izlemeyi severim. O yüzden başladım 2.sezona...

Şöyle de acı bir gerçek var ki az daha izlemeyecektim. Nedeni ise ilk sezonu beni çok boğmuştu. 13 bölümlük sezon resmen bana upuzun gelmişti. Bölümler bitmiyor, ilerlemiyordu. Cidden ilk sezonu çöpe atın. Aksiyon sahneleri dışında... Ama durun! Sezon 2'deki aksiyon sahnelerine cidden aşık olacaksınız. Aksiyon delisi biriyimdir (her ne kadar uygulamasam da izlemeye taparım) ve cidden bu dizinin aksiyon sahneleri bir başkaydı. Görevimiz Tehlike de neymiş (?) diyeceksiniz! 

Eğer Daredevil'a hiç başlamadıysanız, ilk sezonu mecbur izleyeceksiniz. Sabırla 13 bölümü bitirin. Matt'e odaklanın. Karen'ı görmezlikten gelin. Kötü adamları da gözünüzde çok büyütmeyin. Elbet o sezon bitecek. Ve gelsin 2.sezon! Eğer ilk sezonu izlemiş ama umudunuz yoksa lütfen blog'umu kapatın ve bölümlere başlayın!


Minik bir uyarı; 2.sezonun ilk 4 bölümü "ama ama ama bari bu sezon güzel olsaydı..." dedirtebilir. Ama sonra Punisher (Karakteri canlandıran oyuncumuzu The Walking Dead'den çok yakın tanıyoruz.) geliyor. Hem de nasıl gelmek! Daha da sonrasında Electra (Hatun fena özellikle aksanına bayılabilirsiniz.) geliyor. Oy dağlar taşlar... Bu sezonun ekibi bir harika dostum! Matt yani Daredevil bile inanılmaz biri oluyor. Böyle bölümleri izliyorum ama kafam yerinde değil. "Bu adamlar nasıl böyle bir şey yapabiliyor?" kafasında oluyorsunuz. Abartmıyorum yahu. Hayatımda izlediğim en sağlam sezonlardan biriydi.

Yapmacıklık yok. Cıvık cıvık aşk sahneleri yok. (Thanks God!) Vurdulu kırdılı sahneleri eksik etmemişler. Kurgu deseniz bu sezon gümbür gümbür gelmiş. Oyuncular öyle güzel canlandırmış ki karakterleri, birine aşık olup diğerine ölesiye nefret duyuyorsunuz. Sonracığıma, bir kitap kurdu olsanız dahi kitapları elinize alamaz oluyorsunuz. Taa ki sezon bitene kadar. Şimdi kara kara düşünüyorum gelecek sezon çekilecek de tanıtımları yapılacak da aniden yayımlanacak. Daha 1 sene var! Oy, ben oyalanacak bir şeyler yapmaya gidiyorum. Siz de dizi önerisi aramayın. Daredevil izleyin. İnsanın maske takıp, adalet arayası geliyor. -.-

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Gözümü Açtım, Kapadım: Hooop 3 Yıl Olmuş !


Merhabaaa


Bugün 14 Mayıs. Yaaaniii bu blog'umun 3.yılı! İnanılmaz. Koca bir 3 yılı devirdik. İlk yazdığım yazıyı daha dün gibi hatırlıyorum. İlk üniversite sınavıma hazırlanıyordum ve resmen kafayı yemek üzereydim. Hangi bölümü seçeceğimi, hangi şehre gideceğimi bilmiyordum. Şimdi ise hayallerime adım adım ilerliyorum. En çok istediğim bölümdeyim: İngilizce Çevirmenlik. Bölümü bitirmeme bir yıl kaldı. Planladığım şeyler var ve bunlar olursa size güle oynaya haber vereceğim. 


Blog işine 2009'da başladım. Her iki blog'um da bana inanılmaz deneyimler kazandırdı. Şu sıkıcı hayatımda en gurur duyduğum şey belki de blog dünyasında yer almamdır. Düşüncelerimi şekillendirmeyi öğrendim, inanılmaz eğlenceli insanlarla tanıştım, gelecekteki mesleğimi buldum ve hayallerimi gerçekleştirmem için birçok insandan ilham aldım. Tüm bunlar blog dünyam sayesinde oldu. Blog'ları küçümsemeyin arkadaşlar. Bir klavye uzağınızdayız. 


Ben blog dünyasına bağımlı bir insanım. Kitap zevklerim bile gelişti. Diğer sosyal medyalardan uzaklaştım ama blog'dan kopamam. Okul yoğunluğundan pek yazamasam da sorular geldikçe yanıtlıyorum. Bilginize.

Bu koca 3 yılda;

  • 214 yazı yayımladım.

  • 310.000+ tıklanma sayısına ulaştık.

  • Ve 144 kişi takipte. 


Sayılar benim için çok önemli değil. Önem verdiğim şey insanlarla iletişim kurabilmem. Her soru geldiğinde zevkle cevap veriyorum. Yardımcı olabiliyorsam ne mutlu bana.

Daha nice yıllara ! Buralardayım uzun bir süre daha. Jane olmayı, başka yönlerimi keşfetmeyi ve blog'umda bunlardan bahsetmeyi seviyorum. Her zaman dediğim gibi;

Kocaman sevgiler ve öpücükler: Jane

24 Nisan 2016 Pazar

Kitap Yorumu: Usta Serisi 2: Büyü Ustası - Maria V. Snyder


Merhabalar !

Bu haftasonum resmen dolu dolu bir şekilde Yelena Zaltana ile geçti. Uyudum, kalktım, yemek yedim ve kitap okudum. Döngü aynen bu şekildeydi. Bir daha bu fırsat ne zaman elime geçer, bilemiyorum. 

Usta serisine geçen ekim ayında başlamıştım. Zehir Ustası beni benden almıştı. Çünkü tam sevdiğim türde bir kitaptı. Tarihi, aşk ve entrika dolu bir kurgusu vardı. Aynı zamanda fantastik de! Hal böyle olunca seriye baya bağlandım ve artık devam etmeliyim dedim. Zehir Ustası'nı ilk okuduğum gibi hatırlamıyorum elbette ama Valek, Yelena, Ari ve Janco karakterlerini unutmak imkansız. İlk kitabın sonunda bu karakterlerin yolları ayrılıyordu. Çünkü Yelena'nın bambaşka bir meselesi vardı. Büyü yeteneğini keşfetmek ve ailesine ulaşmak. Akıl hocası Irys ile Zaltana çiftliğine giderek yıllardır görmediği annesini, babasını ve dengesiz ağabeyi Leif'le tanışır. Leif cidden dengesiz ve bir o kadar itici bir karakter. Şahsen kitap boyunca ona sinir olarak okudum. Ve her Yelena'yla yalnız kaldıklarında tedirgin oldum. Adamın ne yapacağı belli olmuyordu ki zaten başına süper bir bela açtı. Yeni, dost mu düşman mı belli olmayan Cahil'e merhaba deyin! (Adı cidden Cahil...) Bu karakteri de çözmek çok zor. Bir öyle bir böyle. Ben bile ne tepki vereceğimi şaşırdım. Yelena n'apsın! 
Bu kitapta baya yeni karakterler ortaya çıktı.Çoğunu sevdim. Yelena'nın annesi özellikle komedi. Kadın canı sıkıldıkça ağaç tepelerine çıkıp, saklanıyor. Babası süper yaratıcı biri. Hoş, bulduğu bir karışım yüzünden ortalık karışmıyor değil. Kitabın kurgusu böyle başlıyor aslında. Yelena'nın büyü yeteneği sayesinde Irys, bu olayı çözmesi için ondan baya yardım alıyor ama Yelena henüz yeteneğini nasıl kullanacağını bilemediği için kızımız yine oradan oraya savruluyor. Kaçırılıyor. Dayak yiyor. Atağa geçiyor. Ve bir ata sahip oluyor. Evet yanlış duymadınız. Yelena tam bir kahraman olma yolunda. Atı Kiki'yi çok seveceksiniz. Sizden benden zeki yahu. :D 

Konuyu Valek'e getireyim. Bu kitaba başlamamın sebebi Valek'ti açıkçası. Acaba Barrons mu okusam dedim. Sonra yok ya Valek'i bayadır okumuyordum dedim ve başladım. Ama beyimiz 285.sayfada geliyor. (Merak edenlere bildiriyim.) Geliyor ama beni hayal kırıklığına uğrattı. Nerede o ilk kitaptaki Valek? Ya da kitapta az yer aldığı için ben pek şeey edemedim. Böyle geliyor, Yelena'yı ya zor anlardan kurtarıyor ya da kızı yiyip, bitiriyor. Ay bir de papağan gibi 'aşkım' demeye başladı. Ki o kelimeden nefret ederim. Valek söyleyince sanki karşımda da bana söylemiş gibi yağlarım eridi. Ama yine de bu kitapta pek tatmin olamadım. Dediğim gibi az yer almasından kaynaklı olabilir. Kitabın spot ışıkları hep Yelena üzerindeydi ve üçüncü kitapta da öyle olacağı kesin. Çünkü kitabın sonunda olaylar hem tatlı bir olaya bağlandı hem de süper karıştı. Final kitabı aksiyon dolu olmazsa ben de neyim!

Ve tek diyebileceğim kesinlikle okuyun bu seriyi. Hiç sıkıcı bir sahnesi, anı yok. Karakterler yerinde durmuyor. Her yeni gelen karakter ya sizi şaşırtıyor ya da nefis bir şekilde etkiliyor. Bayılıyorum bu seriye! Ateş Ustası'na kadar şimdilik yorum burada bitiyor. Valek'i bol bol görme dileği ile...

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane