Pages

28 Mart 2020 Cumartesi

Kitap Yorumu: Cam Şato 3 - Ateşin Varisi

Herkese merhaba!

Yıllar yıllar sonra Cam Şato serisine devam etmeye karar verdim. Çünkü Dex yepisyeni kapaklarıyla devam ediyor seriye. Eh, sonunda hakkını verdiler şu serinin.

Tabii en son serisiyi 2015'te okuyunca neler olduğunu unutmuştum. Üşenmedim ilk iki kitabı tekrar okudum. İkinci kitabın sonundaki heyecanı tekrar yaşadım ve gaza gelip 3-4-5.kitapları alıp ara vermeden seriyi okuyacağıma and içtim. 

İyi halt yedim. Ya beklentim çok yüksekti ya da araya zaman girdiği için üçüncü kitaptan pek zevk alamadım. Karakter yoğunluğu yokmuş gibi yeni karakterler eklendi. Olaylar bambaşka boyuta geçti ve hiç de tahmin ettiğim gibi ilerlemedi. Hayal kırıklığı yaşadım ama bunun geçici bir şey olacağını umuyorum. Çünkü olaylar cidden bambaşka bir boyuta geçiş yaptı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. :(

İkinci kitabın (Karanlık Taç) sonunda Chaol'un planıyla Celaena bir gemi yolculuğuna çıkarılıp Wendlyn'e gönderilmişti. Tabii ikinci kitapta neler olmuştu neler: Nehemia korkunç bir şekilde öldürülmüştü. Celaena aslında Terrasen'in kayıp varisi olduğunu ve gerçek adının Aelin Galathynius olduğunu öğrenmiştik. Bu kadar sırdan ve olaydan sonra müthiş ötesi bir gemi yolculuğu okuyacağımızı sanmıştım ama yanılmışım. :)

Bir anda hayatımıza Rowan girdi. Kendisi bir Fey bir Prens, bir ölümsüz ve savaşçı. Daha da önemlisi; yeşil gözlü! Ama daha ilk sahnelerde onu ketum, huysuz, katı, acımasız ve dik başlı olarak tanıyoruz. Celaena'ya inatla gerçek ismiyle hitap ediyor: Aelin. Sabah akşam antreman yapıp birbirilerine satışıyorlar. (Ne kadar tanıdık sahneler değil mi...) 

Celaena'nın (inatla bu isimle hitap edeceğim bu yorumda) geldiği topraklar teyzesi Maeve'e ait; aynı zamanda Fey Kraliçesi. Süper acımasız ve suratsız bir kadın gerçekten. Tabii onun hikayesini ayrı merak ediyorum. Wyrd Anahtarlarını bulması için yeğenine zorbalık yapan bir teyzeye de empati beslemek elbette imkansız. 

Bu kitabı bir de bir cadının gözünden okuyoruz: Manon Siyahgaga. Bir cadı olmasına rağmen büyü gücünden mahrum kalmış, üç cadı klanın üyelerinden ikincisidir. İntikam için yanıp tutuşsa da anlattığı sahnelerde çok boğuldum. Adeta zorla okudum onun bölümlerini. Ama kesin bir sonraki kitapta bizimkilerine başına çok fena bela olacak. Öyle böyle değil hem de. Çünkü ejderha eğitiyor!!!

Chaol ve Dorian ne boklar yiyor diyecekseniz hemen özet geçeyim: Al birini vur ötekine. :) Bunlardan bir cacık olmayacağına inanmaya başladım. Chaol zaten Celaena'nın sırrını öğrenince pısırık olup hemen kızı gönderdi ve şimdiden onu unutmaya başladı. Hatta arkasından kötü bile konuşur oldu! Dorian ise kendi büyü gücünü iyice keşfedip bunu kontrol etmeyi öğrenmeye çalışıyor. Bir yandan hem Chaol'la didişip hem de beraber işbirlikleri yaparak gizli saklı işlere burunlarını sokuyorlar. Valla Kral baba o burunları cart keser, aman dikkat diyeyim. 

Ama haklarını yemeyeyim. Celaena'nın dönüşü için hazırlık yapıp büyünün tekrar serbest olması için hazırlık yapıyorlar. Tabii en büyük desteği ise yeni karakterden alıyorlar: Aedion Ashryver. Kral'ın çağrısı üzerine Adarlan'a gelen kötü şöhretli Terrasen Generali kendisi. Ve aynı zamanda Celaena'nın kuzeni. Aedion ilk başlarda tam bir baş belası gibi görünüyor. Kaba, sorumsuz, umursamaz, tehlikeli, arkadan iş çeviren biri gibi gözükse de aslında Chaol ve Dorian'ın kurtarıcı meleği rolünde. Celaena'nın ailesi yok edilene kadar beraber büyümüşler ve Kraliçe'nin özel koruması olmak üzere müthiş bir eğitim almış. Bu karakterden çok umudum var, çok!

Daha bahsetmediğim birkaç karakter daha var ama son olarak Sorscha'dan bahsetmek istiyorum. Kral'ın emrinde yaşayan ve çalışan bir şifacı. Ama sıradan bir şifacı değil. Neler olup bittiğini bilen biri ama bunu sır olarak saklamakta da usta. Zamanla Dorian'la dost oluyorlar. Şaşırtmalı sahneleri olacak. Bu da minnak bir spoiler olsun. :)

Aslında karakterlerin üzerinden geçerken genel olarak konuya şöyle bir değinmiş oldum. Celaena, teyzesinin emriyle anahtarları bulmaya çalışırken Rowan tarafından acımasız bir şekilde yeniden eğitiliyor. 
Chaol ve Dorian, Aedion'ın da gelmesiyle beraber gizli kapılar ardında asilerle işbirlikleri yapıp büyünün serbest olması için çalışmalara devam ediyorlar.
Manon cadısı ise kendince hazırlanıyor ama dediğim gibi bu karakter büyük bir yıkım getirebilir. Ejderhası var yahu! Yakar geçer azizim.

Tamam, başta biraz sövdüm ama kitabı elbette heyecanla ve severek okudum. Benim beklentim farklı yöndeydi ama ne olacak diye de sabırsızlanıyorum. Rowan'ı daha yakından tanımak istiyorum ama Chaol'un ve Dorian'ın dönekliğini unutmayacağım... Celaena'yı nasıl hemen unuttular, vay arkadaş.

Dördüncü kitapta aksiyonun hiç durmayacağını umarak yorumu burada sonlandırıyorum.

Ciao adios,
Jane

23 Mart 2020 Pazartesi

Kitap Yorumu: Last Hour 1 - Chain of Gold / Cassandra Clare

O M G! Bakın kim döndü.
Uzuuuun zamandır yazmaya üşendiğim için sahalara yeni döndüm.
Öncelikle umarım herkes iyidir. Aman lütfen çok dikkat edin kendinize. Hatta bu yazıyı okumaya karar verdiğinize göre bir bardak da su bulundurun yanınızda. Hem sağlık için hem de içinizi yakacağım biraz. :)

Efenim, biliyorsunuz Cassandra Clare’in yepisyeni serisi The Last Hour’un ilk kitabı Chain of Gold bu ayın başında yayımlandı. Hemen okumaya başladım ama işe git gel, yorgunluk, araya başka şeylerin girmesi derken anca bitirebildim.
Dün kendimde değildim zaten zira gözlerim pörtlemiş bir şekilde bitirdim kitabı. Oku oku bitmiyor anam babam. Neyse şikayet yok. Kraliçem yazmaya devam etsin.
Şimdi gelelim bu seri nereden çıktı? Cehenneme Makineleri serisini okumadıysanız sizi pistten alalım. Yoksa bol bol spoiler yemiş olacaksınız ki Jane spoiler vermez! Bazı okurlar hiç Shadowhunter okumamış birinin direkt bu kitapla başlayabileceğini söyleyerek yanlış yapmış. Siz beni dinleyin.

Last Hour, yine 1900’lü Londra’sında geçiyor. Bu sefer Will ve Tessa’nın çocukları ön planda. Tabii diğer ailelerin çocuklarını da bol bol görüyor, birçok eski dostla karşılaşıyoruz ve içimizin yağları eriyor…
James ve Lucie Herondale, canım Will’imin çocukları. (Tessa da anaları işte.) Okurken bunu çok benimseyemedim ama James’in bazı salaklıkları aynı Will. (Bir sahnede I LOVE TEA diye bağırıyor. Şu an bu cümle çok saçma gelecek ama o sahnenin uyumuyla James'i öyle bağırırken hayal edince daha sever oldu.) Lucie, Tessa’nın kopyası diyemem ama sevdim bu karakteri. İkisinin kardeşlikleri ise göz yaşartır. Aile bağlarını Cassie yine döktürmüş. 

Bu ikiliye eşlik eden diğer karakteri ise şöyle:
Cordelia ve Alastair Carstairs - Sona ve Elias’ın çocukları. (Bunlar kimdi diye sormayın gram hatırlamıyorum ama Cordelia -ki kendisi baya baş karakterimiz- Jem’in etrafında sürekli amca amca diye dolanıyor. Jem’in kardeşleri yoktu ki nasıl yeğenleri oldu, Carstair soyadı nasıl devam etti biraz irdelemem şart.)
Christopher ve Anna Lightwood- Gabriel ve Cecily (Will’in kız kardeşi)’nin çocukları
Thomas ve Barbara Lightwood - Gideon ve Sophie’nin çocukları
Matthew ve Charles Fairchaild - Konseyin başındaki Charlotte’nin çocukları. (Matthew, James Herondale’ın parabataisi)
Grace ve Jesse - Tatiana Blacktorn çocukları (Burada azcık beynim yanıyor. Grace, üvey evladı. Jesse ise tuhaf bir şekilde ölen ama hayalet şeklinde ortalarda gezen oğlu Tatiana, yanlış hatırlamıyorsam evlenmeden önce Gideon & Gabriel ikilisinin kız kardeşiydi. Sallıyorsam söyleyin.) 

Falan filan. Daha yazmadığım birkaç karakter var. Onlara değinirsem alev alırız. (: Konuya giriyorum.
Efenim, kitabın başında küçük Lucia ormanda biriyle karşılaşır. Yeşil gözlü bir çocuk. Lucia’nın onu görmesine çok şaşıran evladımız ise Jesse Blackthorn, kendisi bir hayalet. Herondale’ların da kimsenin göremediği şeyleri görmesi bilinen bir şey. Gel zaman git zaman Lucie ve Jesse böyle iletişimde kalırlar.
James’in ise derdi bambaşkadır. Kontrol edemediği bir gücü vardır: Gölgeler diyarına gidip gelmektedir. Hem de beklenmediği anlarda. Bu gücünden başı yanacağı kesin. 
Bu sırada Londra’ya iki kız gelir: Cordelia ve Grace. Cordelia, Lucie’nin yakın arkadaşı ve gelecekte parabataisi olacak, güzeller güzelimiz. Kitabın kapağındaki de ta kendisi. İran kökenlerine sahip Cordelia, elbette James’e vurgundur. James ise kime vurgun? Grace Blackthorn, sinsirille adeta. Bunun detaylarını vermeyeceğim, kitabın kırmızı noktasını vurgulayan bir mesele.
Böyle kanı kaynayan bir arkadaş grubu, bir gün piknik yaparken saldıraya uğrarlar. Ortalık karışır. Hemen tüm gölge avcıları toplanır, deli planlar yapılırken bizim veletler de “biz dünyayı kurtaracağız” moduna girip kendilerince birkaç işe kalkışırlar. Koskoca Tessa ve Will’in bile ruhu duymaz. Bak sene hele. Boynuz kulağı geçiyor desene. 
Saldıralar peşi sıra devam ederken James birkaç gerçekle yüzleşir. Kayıplar olur. Şaşırtmalı ilişkiler ortaya çıkar. (Baya şaşırtmalı.) Aile bağlarının önemi savunulurken final bölümde tam her şey tatlıya bağlanacakken Will gibi James de koca bir salaklık yapar. Püüüh sana diyecektim ki çocuğun büyülendiği aklıma geldi. Evet, lanet bir büyü altında dehşet bir karar alarak herkesi şaşırtır ve bir sonraki bölümde Cassie neler karıştıracak bakalım diye kara kara düşündürtür bizi…

Şimdi diyeceksiniz neden alaylı anlattın. Efenim, Cassie’nin kölesiyim, ne yazsa okurum, Will’i bir kez daha sahneye çıkarttığı için eteğini öperim ama salak değilim. Mükemmel karakterlerine sığınarak konu tekrarına gidiyor ve bazı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze başka nesille sunuyor. Ne yazık ki “dev kurgusu” etkilemedi beni. Beni etkileyen karakterlerin diyalogları ve aralarındaki bağdı. Hepsini ön plana çıkarmaya çalışmış. Mesela Matthew’ü  ve Jesse’yi ayrı ayrı çok sevdim! Onları daha fazla okumak isterim. Anna süper dominant biri ve eğlenceli bir karakter. Alastair’i ve Thomas’ı birbirine çok yakıştırdım nedense. Grace’i yerden yere vurmak, Tatiana’yı boğmak, Charles’ı yok etmek istedim. :) Karakterlere böyle duygular besliyorsam yazarın yeteneğinden ama konu olarak leş ilerleyeceğine eminim.
Eh bir de finalin nasıl olacağını tahmin edebiliriz çünkü bir kitabında (hangisi hatırlamıyorum) Shadowhunter aile ağacını ortaya çıkarmış, kim kimle evleniyor, çocukların adları falan yer alıyordu. O yüzden bu seriye dair teoriler löp löp çıkar. Tabii Cassie bu, öyle olmaz böyle olur diyerek her şeyi sil baştan bile yazabilir.
Velhasıl, ben yine de gözlerim pörtleyecek 600 küsur sayfayı bıkmadan İngilizceden okudum. Arada Magnus’u görünce mayışmış bir kedi gibi mırladım. Seviyorum be bu dünyayı. Seviyorum tüm karakterlerini. Özellikle Will Herondale’ı! Onu baba rolüyle görmek… göz yaşı pıt. 


Spoiler vermemek adına burada bitiriyorum yorumumu. Ekstra merak ettikleriniz olursa mesaj atın hemen detay vereyim. Size birkaç alıntı çevirdim, iç sesimi de ekledim. Umarım beğenirsiniz. 

Ciao adios,
Jane

Lucie ve Jesse’in ilk karşılaşmasından
“Aptal olma,” dedi Lucie, “Ben Lucie Herondale'ım. Babam Will Herondale, çok önemli bir insandır kendisi. Beni kurtarırsan, ödüllendirilirsin.” (Ayağını denk al koçum demek istiyor…)

“Jem amcayla parabatai olduktan sonra daha iyi bir gölge avcısı olduğunu hissettin mi?” diye sordu Lucie.
“Daha iyi bir gölge avcısı ve adam oldum. En iyi yanlarımı Jem’den ve annenden öğrendim. Cordelia ve senin için istediğim şey de bu; ömrünü geçirebileceğin bir arkadaşlık. Asla ayrılmadan.” (Göz yaşı pıt pıt.)


“Aşk ne kadar acıtır?” dye sordu James babasına. “Ah, dibine kadar.” dedi Will ve gülümsedi. “Aşk için acı çekeriz çünkü buna değer.” (As bayrakları as!)