Pages

31 Mart 2015 Salı

Kitap Yorumu: Kıyamet Sonrası - Susan Ee


"Bazen paranoyak olmak, gerçekten de hayatınızı kurtarabiliyordu."

Merhabalar...

Sanırım ilk defa az önce bir kitabı 'sonunda bitirdim' diye dans ettim, mutlu oldum. Hayal kırıklığı, azimle bitirme mutluluğu ve sıradaki kitapların heyecanını yaşıyorum şuan. Siz siz olun, serilerden çok fazla bekletiniz olmasın. Sonra benim gibi tuhaf biri olabilirsiniz.

Susan Ee'nin Meleğin Düşüşü kitabı bir harikaydı. Gerçekten, yazarın ilk kitabına aşık olmuştum. Kitabın kapağına, kurgusuna, karakterine, anlatım tarzına... Her şeyiyle mükemmel gelmişti. Hatta sonu da çok fena bitmişti. Blog'da yazarken bile heyecan yapmıştım. İkinci kitap için çıldırıyordum. Ve sonunda sahafta tam yarı fiyatına aldım. Nasıl mutluyum ama... Okumaya kıyamadım ilkten. Sonra Mart'ın ortasına doğru elime aldım. Sınav başlamadan önce başlayayım diye. Kitaba başladım ve resmen ilerleyemedim. Tıkandım kaldım. Kitap ilerlemeyince kendimi Hannibal'a verdim. Kısa sürede o da bitince kitaba tekrar dönüş yaptım ve gerçekten büyük bir azimle bitirdim. Üstümden yük kalktı.

Şimdi gelelim kitabın içeriğine. Okuyanlar nasıl yorum yaptı bilmiyorum ama açıkçası ben sevmedim ve boş boş okudum. Geneli kötüydü, bir tek sonlara doğru heyecanlı ve akıcıydı. Çünkü Raffe geliyor!

"Silinip giden bir rüya gibi karanlıkta gözden kayboldu."

İlk kitabın sonunda Penryn, akrepler tarafından sokulduğu için kısa süreliğine felç geçirmişti. Raffe de onu öldü sanıp, annesine bırakmıştı. Olaylar aynen kaldığı yerden devam ediyor. Ama biraz sıkıcı... O günden sonra Raffe ortalarda gözükmez. Penryn ise bir süre sonra kendisine gelir. Çatlak annesiyle ve canavara dönüşmüş kardeşi Paige ile ilgilenmeye ve bir yandan da hayatta kalmaya çalışırlar. Melek istilası hala sürmektedir. Direniş ekibi yine iş başındaydı. Dee-Dum ikizleri yine yapacaklarını yapıp, sizi kitapta güldürüyor. Ama bir süre sonra olaylar karışıyor. O kadar çok olay arka arkaya gelişiyor ki bir ara cidden takip edemedim. Ya da bana sıkıcı geldiği için çok odaklanamadım. Penryn, tek başına olayları anlatınca sıkıcı oluyormuş onu anladım. Raffe kurgunun içinde yer almayınca kocaman bir boşluk oluştu ve okumak zorlaştı benim için. Kitabın yarısından fazlası Penryn ve hayatta kalma çabaları ile gelişti. Birkaç sahne akıcıydı. O da kurguya komiklik ve heyecan kattığı için. Taa ki kitabın sonlarına doğru Raffe gelene kadar. Gelişi bile etkileyici, heyecan verici, el çırptıran türdendi. :D Onun olduğu bölümleri okurken daha canlıydım. 

"Kollarında olmak, asla sahip olamadığım yuvada olmak gibi bir histi."

Açık konuşacağım, bir kitapta romantik ya da aşk tarzında minik bir şeyler bile olmadığı sürece o kitap bende gitmiyor. Tıkanıp, kalıyor. Bunu kabullenmek istemezdim eskiden. Kitap illa romantik sahnelerden oluşsun istemiyorum elbette ama iki insanın arasındaki o iç ısıtan bağı okumak bambaşka oluyor. Her şeyi değiştiriyor. Raffe'nin minnacık korumacı hareketi bile kitabı renklendiriyor, daha akıcı yapıyor. O yüzden bu kitabı çok sevemedim. Ana karakterimiz son anda geliyor ve zaten sonra kitap bitiyor. Ne anladım ben bu işten ?

Yine de bu seriyi seviyorum. :D Ben de ayrı dengesizim. Kitap beni günlerce süründürdü ama hala seriyi seviyorum. Son kitabı sabırsızlıkla olmasa da bekleyeceğim ve merakla okuyacağım. Bu arada seri 5 kitaptan oluşacaktı ama yazarımız 3 kitaba düşürmüş ve son kitap da Mayıs ayında yurt dışında çıkacak. Bizde de Dex çok bekletmez ve Haziran sonu gibi çıkar diye umut ediyorum.

Kitabın genelini sevmemiş olsam da bir yerde çok güldüm ve karakterleri sevdiğimi fark ettim. Penryn ve Raffe'nin melek kılıçları hakkındaki komedi sohbetini okumalısınız. Penryn umursamaz davranırken Raffe resmen kılıcı babasıymış gibi koruyordu. Kitaptaki tek favori sahnem o oldu. :D Ve şunu da ekleyeyim, bu kitabın esas odak noktası melek kılıcıydı. Daha doğrusu Raffe'nin kılıcıydı. Size sürpriz şeyler sunabilir. 

İkinci kitap yüzünden ilk kitaba başlamama gibi bir hata yapmayın. İlk kitap cidden çok güzeldi. Seriye başlayamayanlar bu lezzetli kurguyu kaçırırlar.

Şimdilik bu kadar. Bir sonraki kitabım eğlenceli olur diye umut ediyorum. Başladığım zaman fotoğrafını blog'da ve Instragram'da paylaşırım.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

27 Mart 2015 Cuma

Film Önerileri: Sınav Öncesi, Film Geceleri


Selamlar...

Bu aralar kitap okuyamama modundayım. Bir ara ne güzel arka arkaya kitapları okuyordum. Sonra tıkandım. Ki okunacak o kadar mükemmel kitaplar var ki... Resmen vicdan azabı çekiyorum. Ama kitap okuyamadığım zaman da film izliyorum. Ve şey, Hannibal. Ona ayrı değineceğim. 
Uzun zamandır film önerisi yapmadığımı fark ettim. Hazır havalar ısınıyor, dışarı çıkmadan önce ya da sınav öncesi-sonrası kafa dağıtmalık bir şeyler arıyorsanız sizi, özenerek hazırladığım film listesine alayım.

Bitirim İkili serisini aslında baya zaman önce izledim. Ama blog'da önermemişim. Bu seriyi yeni mi izledin Jane diye sakın kafama vurmayın. Elbette yeni izlemedim. :D Çocukluğum aksiyonlu filmlerle geçti benim. TV'de habire izliyordum ama adam akıllı izlemek istemiştim. Sanırım yazın izledim. Ki yine izlerim. Bol aksiyon, kahkaha istiyorsanız bu seriye direk atlayın. Favorilerim arasındadır. Jackie Chan ve Chris Tucker ikilisine bayılacaksınız!

Hansel ve Gretel - Cadı Avcıları filmini vizyondayken gidip izlemedim. Ama sonra tabii baya pişman oldum. 2013 yılında vizyona girdi. Ve bizim masallarda bildiğimiz Hansel & Gretel ikilisinden çok farklılar. Bence devam filmi bile çıkmalı. Ah, bayılıyorum şöyle masalların karanlık yönlerini gösteren yeni versiyon filmlere, dizilere...

Aranızda Aamir Khan'ı tanımayan var mı? Blog'da her fırsatta ismini dile getirdiğim Bollywood oyuncusunu tanımıyorsanız zaten bu yazıyı okumadan 3 Idiots ve Ghajini filmlerini izleyin. Ama zaten Aamir Khan'ı tanıyorsanız ise Dhoom 3'ü izlediniz mi ? İlk çıktığı zaman izlemiştim ve yine her zamanki gibi bayıldım! Bollywood filmleri bir harika. Mutlaka şans verin. Aksiyon, eğlence, drama... Ne varsa bu filmde var.

Şimdi size en bi sevdiğim iki oyuncudan söz edeceğim. Tom Cruise ile Jamie Foxx. Bu adamların filmlerine gerçekten bayılıyorum. Tom Cruise varsa işin içinde mutlaka aksiyon olur. Tetikçinin Gecesi'ni izlemelisiniz! Şaşırtmalı ve gerçekten aksiyon dolu bir filmdi. İkisini aynı filmde görünce balıklamasına atlamıştım.

Yazın D&R'da çalışırken film bölümündeki arkadaştan habire film önerisi alıyordum. Hachito da bunlardan biri. Gecenin bir yarısı izlemiştim. Salya sümük ağladım. Nasıl bir film... Anlatamam. Gerçek hayattan alınmış zaten. Ama fena bir şey. Bu aralar duygusal olanlar izlesin. Ağlayıp, rahatlarsınız. Gerçekten çok güzeldi. Evdeki kızlara da izleteyim ben...

Ve son olarak Aşk ve Para diyorum. Yazın DVD'sini alıp, izlemiştim. Katherine Heigl'in filmlerini gerçekten hiç şüphesiz izlerim. One For The Money yani Aşk ve Para da bunlardan biridir. Yine gülerek ve heyecanla izledim. Aksiyonla beraber sinir edici karakterle harmalanmış komik mi komik bir filmdi. Katherine Heigl hayranı yapacağım sizi de !

Şimdilik bu kadar ama az önce film listeme göz attım da bir sonraki yazıda çok daha fena filmler varmış. Siz bunları izlerken ben de güncel filmlere göz atarım. Yorumlarınızı bekliyorum. Ve elbette önerilerinizi de...

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

13 Mart 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Dört: Bir Uyumsuz Koleksiyon Kitabı - Veronica Roth


"...asıl amaç korkusuz olmak değil. Bu imkansız. Asıl amaç, korkularını kontrol etmek, onlardan bağımsız düşünebilmek."

Koca alkışlar bana gelsin lütfen. Bu aralar kitapları jet hızıyla bitiriyorum. Aslında bunun bir sebebi de kitapların ince olması. Ama önemli olan hızlı bitiriyor olmam, değil mi ? :D Okunacak o kadar müthiş kitaplar var ki artık zaman kaybetmeden elimdekileri sindire sindire okuyup, hiç bekletmeden diğerine geçiyorum. Ve elbette bir yandan yorumlarını yazıyorum ki aklımda daha çok kalsınlar. Balık beyinli ben, beni çok etkilemediği sürece bir süre sonra kitabı unutabiliyorum. Gerçekten.

Gelelim sıradaki kitaba. Bir Uyumsuz koleksiyon kitabı olan Dört'ü yaladım, yuttum resmen. İnce olmasına rağmen dolu doluydu ve seriyi özlediğimi farkettirdi. Kitabın kapağına, adına (Dört uğurlu rakamımdır), içeriğine bayıldım. Ve ülkemizde çıkmasına şaşırdım. Bu yüzden Artemis'e bir teşekkür etmek lazım. Her serinin yan kitapları çıkmıyor ne yazık ki...

Öncelikle şunu belirteyim. Uyumsuz serisini okumadan sakın bu kitaba atlamayın. Müthiş spoiler yersiniz. Hani, Four'u çok seviyorum diye bu kitabı önceliğe alma gibi bir hata yapmayın. Aman diyeyim...

Kitap 7 bölümden oluşuyor. Bölümlere göre yorum yapacağım ve Four hakkında kısa bir dedikodu da yapabilirim.

Transfer, Four'un Fedakarlık'ta olduğu zamanları anlatıyor. Uyumsuz serisinde onun hikayesinin bir kısmını okumuştuk. Cani babası Marcus, karısı onları terk ettikten sonra oğluna her fırsatta şiddet uyguluyor ve berbat bir hayat yaşamasını sağlıyor. Tobias-Four, bu bölümde hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak çok zayıf biri. Annesiz kalması ve cani bir babanın yanında yaşaması sonucu oldukça sessiz sakin ve ürkek biri. Ama Seçim Töreni'ne kadar. O da Tris gibi büyük bir adım atarak Cesurluk bölümüne transfer olur.

"Yeni bir adım var. Yani artık yeni biri olabilirim."

Çömez bölümünde ise adı gibi çömez bir Four'u karşımızda buluyoruz. Eğitmeni Amar'ı daha çok sık görebilirsiniz. Eric'i, Zeke'i ve Shauna'nın ilk zamanlarını göreceksiniz. Ki gerçekten eğlenceli sahneleri vardı. Tobias, korku seanslarındaki başarıları sayesinde yeni bir isim edinir. Four. Çünkü onun sadece dört korkusu vardır. Ki bu diğerlerine göre büyük bir başarı. Four ismi sayesinde gerçek kimliğini saklayıp, yeni bir hayata daha sıkı bir adım atmaktadır. Ayrıca Eric'le aralarındaki sorunun nasıl başladığını bu bölümde daha çok kavrayacaksınız. Four'un ilk defa ne zaman Uyumsuz olduğunu öğrendiğini, ilk dövmesini yaptırışı ve başarılarının çoğunu bu bölümde doyasıya okuyacaksınız. Yazarımız çok güzel düşünmüş ve bize Four'u daha detaylı anlatmış.

"Bir topluluğa katılmak, çömezlik dönemini atlatmaktan çok daha fazlasıdır." -Amar

Oğul kısmı ise Four'un bilmediği gerçeklerin ortaya çıktığı sahne. Kuralsız'ın sonunda sanırım ilk defa Four'un annesini görmüştük. Hatta orada görene kadar ölü sanıyorduk ama aslında Four onun ölü olmadığını biliyordu. İşte bu bölüm Four, annesini ilk ne zaman gördüğünü ve aralarındaki ilişkiyi detaylı anlatan kısım. Ve bu bölümde aynı zamanda Cesurlarla Bilgelerin iş birliği yaptığını, bir şeylerin planlandığını fark ettiği sahneler var. Aslında serinin ana konusu asıl bu bölümde başlamış oluyor. Four, en başından beri bir şeylerin olacağını sezmiş ve hazırlıklara başlamış bile.

"Yaralarım iyileşirken, sonsuza kadar kaybolmadan bana hatırlatacak bir şeyim olsun istiyorum. Yaralar böyledir, daime her yere seninle taşırsın."

Hain bölümü ise en sevdiklerim arasında. Çünkü bu bölümde Four artık bir eğitmendir. Yani Tris'in geldiği zamanı anlatıyor. Bu kısım aslında Uyumsuz'dan bazı bölümlerin parça parça Four'un gözünden okumamızı sağlamış. Bazı olayların kamera arkasını okumak gibi oldu benim için. O yüzden baya sevdim. Her ne kadar Uyumsuz'da sert, asi ve somurtkan bir Four görsek de aslında hiç de öyle değilmiş. İçi içini yiyen, kırılgan ve bazen kendine güveni olmayan bir Four'u karşınızda bulacaksınız. Kimse mükemmel değil ki.

Son 3 bölümde ise Uyumsuz'dan bazı sahneleri tamamen Four gözünden okuyoruz. "İlk Atlayan- Tris!", "Dikkatli ol, Tris" ve "İyi görünüyorsun, Tris" başlıkları altında kısa kısa bölümler okuyabileceğiniz bir final yazısı.

Kitabın geneli güzel, akıcı ve minnacık şaşırtmalarla dolu. Ya da sadece ben şaşırmışımdır. Four'u Yandaş'tan sonra sevmemeye başlamıştım ama bu kitap bir nebze olsun olayları topladı. Bu seriyi okuduysanız zaten Dört'e gömülün. Kitaplığınızda olmalı. Özellikle seriyi benim gibi özlediyseniz...

Bu seri hakkında bir daha yorum yazısı yazar mıyım bilemiyorum. Yazarımız yazarsa okuruz tabii ama şimdilik seri bitti. Gelecek hafta Kuralsız vizyona giriyor. Koşa koşa gideceğim. <4

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

11 Mart 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Tersyüz - Amy Harmon


"Şüphelerimiz haindir. Denemekten çekinmemize yol açarak kazanabileceğimiz pek çok iyi şeyden bizi mahrum ederler." 

Kemerlerinizi bağlayın. Müthiş ötesi bir kitap önereceğim. Hatta hiç yorumu okumadan da gidin kitabı alın. Gerçekten çok güzel ve içinize işleyen bir kitap. Güvenin bana. Ciddiyim!

Uzun zamandır böylesine saf, içime işleyen, elimden bırakmamaya çalıştığım ve beni çok fena etkileyen bir kitap okumamıştım. Fantastikler dışında elbette. Genellikle gerçek hayat kurgulu kitaplar risk altındadır çünkü okurken sizi gerçekten etkilemelidir. Ki bazı kitaplar maalesef böyle olmuyor. Ama Tersyüz... Beni gerçekten tersyüz etti. Uykusuz bıraktı ve bu kitabı hem ucuza kaptığım için hem de kitaplığımda yer alacağı için kendimle gurur duymamı sağladı.

Kitabı nasıl yorumlasam, nereden başlayıp da dikkatinizi çekecek bir konu bulsam diye düşünüp, duruyorum. Bir kere, kesinlikle kitaba şans verin. Bunu her kitaba söylemem ama Tersyüz kesinlikle övgüleri ve okunmayı hakkediyor. Kitabın arka kapağındaki "Modern çağın Güzel ve Çirkin'i" yorumu kesinlikle kurguya uygun bir tanım. Zaten kitabı okuduktan sonra etrafınızda görmediğiniz ama var olan bazı şeyleri fark edeceksiniz. Eh, kitap bunu size sağlıyorsa, yapacağım yorumlar abartı olmayacaktır.

Ambrose Young, Hannah Lake'de çok tanınan, sevilen ve aşık olunan bir genç adamdır. Henüz lisede olmasına rağmen uzun boylu, yapılı ve çok çekici bir yüzü vardır. Aynı zamanda güreşçidir. Bu güzelliğini fark edenler arasında Fern Taylor adında bir genç kız vardır. Kızımız, lise çağında tam bir inek modundadır. Kızıl ve güzel saçları kendi halinde takılan, diş telleri olan ve kalın cam gözlükleri olan kitap kurdu bir genç kızdır. Ve çoğu genç kız gibi o da Ambrose'a aşıktır. Fakat o gerçekten aşık. İçi gidiyor, onu her gördüğünde eriyor ama bir şey yapamıyor. Çünkü dikkatini çekemiyor ve bunun için de çabalamıyor. Taa ki yazdığı mektuplar sayesinde spot ışıklarını üzerinde hissedene kadar...

"...yalnızlık hiç geçmeyecek gibi gelir, oysa kayıplar bulunabilir."

Fern, iyi bir okuyucu olduğu kadar iyi bir yazardır da. En yakın arkadaşı Rita, bir anlık hevesle Ambrose'a tutulur ve Fern'den ona mektup yazmasında yardım etmesini sağlar. Bir süre, Rita adına Ambrose'e romantik ve içinizi eriten mektuplar yazar ve aynı şekilde Ambrose'da karşılık verir. Shakespeare alıntıları havada uçuşuyor bu arada. :D Çok eğlenceli ve gerçekten müthiş mektuplardı. Neyse, tabii bu olay bir süre devam eder ve mektupları Fern'in yazdığı ortaya çıkar. 

Bu olay ortaya çıktıktan sonra Ambrose, birkaç nedenden dolayı dört arkadaşı ile beraber orduya yazılırlar ve savaşa giderler. Bundan sonraki hikaye ise her şeyin tersyüz olduğunu anlatan enfes bir hikaye. Ambrose, kasabaya tek başına döner ama artık her şeyini kaybetmiştir. Yakışıklılığını, benliğini ve dostlarını. Bu açık yaralarını ise ona hala aşık olan Fern iyileştirir. Bu süreci elbette burada anlatmayacağım. Gidin ve acilen okuyun.

Çok güzel ve akıcı bir kurguydu. Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Yurt dışında ve ülkemizde müthiş yorumlar almasına rağmen kendimi kaptırmak istemedim ama kaptırmamak imkansız. Sizi sıkmayan ve daha çok hikayeye çeken bir kurgu ve anlatım var. Dışarı çıktığımda falan 'kitabı okumak istiyorum, hemen eve dönmek istiyorum' modundaydım. Zaten çok kısa bir süre içinde bitirdim. Beni etkileyen çok sahnesi ve alıntıları var. Kitaptaki bölümlerin bir çoğunu işaretledim. Şuan rengarenk karşımda duruyor resmen. :D  

"Sevilmek istediğin biçimde asla sevilmeyeceğin gerçeğini kabullenmek zor." -Bailey

Karakterlerin olgunluğu, komikliği ve düşünce tarzları beni etkiledi baya. Fern, zaten kesinlikle bizden beri. Onla ortak baya özelliğim çıktı. Ambrose ise yakışıklı olduğu zamanlar bile havalı olmayan bir tip. Korumacı ve asi. Dışarıdan soğuk biri gibi olsa da Fern gibi içine girdiğiniz zaman aslında eğlenceli ve romantik biri olduğunu fark edeceksiniz. Ama bunların dışında benim bir favori karakterim var ki... Gerçek hayatta öyle kuzene ya da dosta sahip olmak isterdim. Fern'in hem kuzeni hem de dostu olan Bailey'den bahsediyorum. Kendisinin bir hastalığı var. Her geçen zamanda daha da güçsüzleşiyor ve zaten kitabı okurken onu tekerlekli sandalyede görüyoruz. Ama bu kadar mı hayat dolu olur. En çok onun sahnelerini sevdim. Mimikleri, söylediği sözler, vurdum duymazlığı, esprileri ve daha birçok şey. Kitabı sevmemin en büyük nedeni Bailey'di. Öyle çok güldürdü ki beni. Güldürürken ağlattı da. Kitapta tek bir yerde gözlerim doldu. O da Bailey'in suçuydu. Ve kitabı mükemmel yapan da oydu bence. Fern'le olan ilişkileri, Ambrose'a takılması, kendisiyle çok rahat dalga geçmesi... Mükemmel insan bu olsa gerek diyeceksiniz.

"Kitaplar olmak istediğin kişi olmanı, bir süre kendinden kaçmanı sağlıyor." -Bailey

Anlatmadığım daha birçok şey var ama bunu da kitaba saklayın. Okurken şaşırın, gülün ve ağlayın. Gerçekten çok eğlenceli sahneler vardı. Bu kadar akıcı olmasının sebebi bu sanırım. Burada tüm favori sahnelerimden bahsetsem sanırım blog hayatım biter. :D O kadar uzun bir liste işte. Bana güveniyorsanız mutlaka okuyun. Okuyun, gelin ve dedikodusunu yapalım.

"Bazen güzellik ya da onun eksikliği birini gerçekten tanımanı engeller."

Her şey güzellik değildir. Bazen, bazı şeyleri kendiniz bakış açınızla güzelleştirebilirsiniz. Tek yapmanız gereken 'gözlerinizi açıp' bakmanız. Paket güzel ve çekici olabilir ama içindeki kötü olduğu zaman paketin güzel olup olmamasının ne anlamı var ki ? Kitabı okurken ve okuduktan sonra bunu daha iyi kavrayacaksınız.

Bu kitabı ülkemizde çıkardıkları için Yabancı Yayınları'na ve akıcı çevirisi için de Arzu Altınanıt'a kocaman teşekkürler.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

10 Mart 2015 Salı

Kitap Yorumu: Lux 5 ve Final Kitabı - Direniş


"Kitaplardaki Erkek Arkadaşlar Daha İyidir."

Merhabalar...

Bu yazıyı yazmak benim için çok zor olacak. Şimdiden belirteyim yani. Nasıl zor olmasın ki... En bi sevdiğim karaktere elveda diyorum. Final kitabını okumak için baya bekledim ve zaten çabucak bitti. Bu seriyle o kadar çok şey yaşadım ki... Bir kere bu seriye başlamam bir sürprizdi. En yakın arkadaşım yılbaşı hediyesi olarak Obsidyen'i almıştı. Hayatımın en büyük şokunu o zaman yaşamıştım çünkü böyle bir hediye beklemiyordum. Zaten sonrasında seriyi arka arkaya okudum. Obsidyen, Oniks, Opal, Köken... derken ve Direniş. Ne çabuk geçti zaman yahu. Lise sonda okuyordum bu seriyi ve şimdi üniversitedeyim. Kendimi yaşlanmış hissettim.

Neyse, duygusallığı bir kenara bırakıp serinin final kitabından bahsetmek istiyorum. Her yazımda belirttiğim gibi seriyi okumadıysanız hemen ilk kitabı kapın. Sık sık önerdiğim serilerden biridir Lux. Gerçekten okunmayı ve kitaplığınızda yer almayı hakkediyor. Benden söylemesi. 

Serinin dördüncü kitabı Köken, cidden çok fena bir yerde bitmişti. Açıkçası ben bu kitaba kadar nasıl dayandım, bilemiyorum. Ve inanın bana öyle güzel devam etmiş ki sanki ara vermeden okumuşum gibi hissettim. Köken'in sonunda Daemon ve kardeşleri, diğer taraftan gelen Luxen'lara karşı koyamamış ve onların tarafına geçmişlerdi. Katy, Beth, Luc ve Archer ise öylece kala kalmışlardı. Olaylar aynen şöyle devam ediyor; dünya  Luxen'ların istilasına uğramıştır ve distopya tarzı bir yaşam başlamıştır. Katy de zaten sık sık bu kavramı dile getiriyor. Direniş, hem genç fantastik -uzay- hem de distopya tarzında olmuş. İnsanlar yaşam mücadelesi veriyorlar, Luxen'lardan kaçıyorlar ve gerçekten korkunç olaylar yaşanıyor. Bazı sahneler Meleğin Düşüşü'nü anımsattı bana. Ve bu hoşuma gitti. *Kaşlarını oynatan Jane hayal edin.*

Kitapta olaylar yine hem Daemon'ın hem de Katy'nin gözünden anlatılıyor. Katy'nin grubu Luc'un güvenilir bir evinde kalıyorlar. Luc ve Archer'ı bu kitapta bol bol okuyacaksınız. Ve inanın bana bundan çok zevk alacaksınız. :D Yani, yazar resmen döktürmüş. Okurken o kadar çok eğlendim ki habire geri dönüp aynı yerleri okudum. Ve elbette yeni yöntemimle kitaptaki çoğu bölümü işaretledim. Müthiş bir şey çıktı ortaya. :D 

"Bu dünyadaki, herhangi bir dünyadaki herhangi bir şeyin sana karşı aşkımdan daha güçlü olacağını mı düşündün?" -Daemon

Daemon'ın tarafı ise tam bir muamma. Yeni karakterler vardı ama şuan cidden isimlerini hatırlamıyorum ve kitabı açıp, bakmaya üşendim. Neyse, adı lazım olmayan karakterler elbette kötü ve cani Luxen'lar. Aralarında sürpriz Köken'ler de olabilir. (Köken olayını hatırlıyorsunuz, değil mi? Hani Daemon gibi bir Luxen'in Katy gibi bir Melez'le çiftleşmesi sonucu ortaya çıkacak olan süper yetenekli bir bebek. Luc ve Archer en güzel örnekleri.) Buna çok değinmeyeceğim. Spoiler olabilir. Ama şunu bilin ki Daemon gayet kendinde. Yani kendini Luxen kardeşlerine (?) kaptırmamış. Aynı şekilde Dawson da öyle. Çünkü akıllarında Katy ve hamile Beth var. Odaklanacakları kişilere sahip oldukları için onlar normaller fakat Dee için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kafayı sıyırmış ve bizimkileri öldürmeye çalışan bir Dee ile karşı karşıyasınız. Dikkatli olun!

"Tam şu anda Avengers fena olmazdı."
"Boşver. Bize Loki lazım," diye cevabı yapıştırdı Daemon.

Kitapta çok olay oluyor. Bunları detaylı anlatmak isterdim ama şöyle bir düşündüm de hepsi spoiler niteliğinde. Ama birkaç şey çıtlayabilirim. Lux'ların baş düşmanı Arum'ları yakından tanıma imkanınız olacak. Ki zaten buna ait bir kitap da var. *Saplantı, bu kitapta da adı geçen Hunter ve Serena'nın hikayesini anlatıyor. Bu karakterleri Direniş'de göreceksiniz. Onlar da ayrı sevilesi tipler. :D Arum'ları daha çok sever oldum. Cidden. Hele başlarındaki adama bayıldım. Göbeğine şap şap vurup, sırıtmak istedim. *Ne hayal ama...*

"Hunter mı?"
"Hunter."
"Hani şu senin kulüpteki geri zekalı mı?" 
"Hmm. Orada iki geri zekalı vardı, biri de sendin."
(Luc ve Daemon arasındaki diyalog)


Arumlar dışında elbette Luc'a ve Archer'a bayıldım. Zaten severek okuduğum karakterlerdi. Hatta seriye sonradan katıldılar ama sanki taa en başından beri varlarmış gibi hissettirip, kendilerini sevdirdiler. Şu Luc'a cidden bayılıyorum. :D Kitabı okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ve kitapta Archer'la Daemon'ın komik ve kahkaha attıran diyaloglarını okuyunca bu seriye ne kadar aşık olduğunuzu anlayacaksınız.


Olayları anlatamadığım için serinin nasıl bittiğine dair bir yorum yapamayacağım. Ama şunu belirteyim, tam hayal ettiğim ve tahmin ettiğim gibi bitti ve bu durum hoşuma gitti. Zaten Katy, hem sevdiğim hem de örnek aldığım bir karakter. O yüzden bu mutlu sonda onun istediği hayatı yaşadığını görmek mutlu etti beni. Bir de şöyle bir şey var. Bu seride sizi sıkan bir aşk üçgeni yok. Daemon ve Katy var. Onları zor duruma sokan olağanüstü olaylar var ama sinir bozucu bir durum yok. Daemon, Katy'i saçma sapan şeyler yüzünden kıskanmıyor, söylenmiyor ya da ne bileyim saçma bir hareket yapmıyor. Katy de öyle. Daemon gibi yakışıklı birini kapmış tabii ama öyle güzel ilişkilerine devam ediyorlar ki cidden imrendim. O yüzden bu serinin her karakterini seviyorum. Uçuk halleri yok, can sıkan hareketleri yok. Her şey tam yerli yerinde. Örnek verici şeyler bile var.

"O ağaca sarılsa bile kıskanırsın sen." dedi Archer.
"Böyle de ilgi düşkünüyümdür." -Daemon

Lux serisini kim ne derse desin seviyorum ve bence herkes okumalı diyorum. Genç yetişkin kitabı deyin, ergen kitap deyin ne derseniz deyin bence bu türün en iyi örneği ve saçma sapan bir kurgusu yok. Daemon'dan sonra başka bir uzaylıya aşık olabilecek misiniz merak ediyorum. :D Şaka bir yana, uzay temalı bir seri okuduğum için hala şaşkınım ve yazarın önünde eğiliyorum. Uzay temalı bir seriyi bu kadar eğlenceli, akıcı, komik ve akılda kalıcı bir şekilde yazdığı ve bize sunduğu için. Jenn, gerçekten yetenekli ve hayal gücü renkli bir karakter. En azından bu serisinde öyle olduğu gözüküyor. *göz kırpmalar*

Son olarak... Belki her yazımda 'kitap yorumu' dışına çıkıyorum ama elimde değil. Bu kitaplar benim gözümde sadece 'okunmayı bekleyen ve okunduğu zaman biten kitaplar' değiller. Her fırsatta hepsinden bahsediyorum, haklarında konuşuyorum ve sanki gerçek birileriymiş gibi onlar hakkında dedikodu yapıyorum. Ve bu seriyi özel kılan en önemli şey ise Katy karakteriydi. Onu çok sevmem dışında bana ilham vermişti. Seriye ilk Ocak 2013'te başladım ve Mayıs 2013'te bu blog'u açtım. Daha öncesinde de bir blog'um vardı ama bu blog'un çok farklı bir amacı vardı ve Katy sayesinde oldu. Lux'un bir kız karakteri olması dışında o bir kitap kurduydu, asosyaldi, blog'u vardı ve daha ülkemizde yeni gelişen bir olay olan vlog, onun bir hobisiydi. Hoş hala vlog çekecek kadar kendime güvenim yok ama bu blog'u açma cesaretini Katy'de buldum. Bir karakter olabilir ama şuan burada bu zamanda bu konumda olmama ilham olan kişi de o. Karakter deyip geçmeyin. Hayatınıza bir sihir katabilir. Yeter ki 'içtenlikle' okuyun kitaplarınızı.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Çok önemli bir not: Yazarımızın The Walking Dead'e ve Supernatural'a olan hayranlığı beni benden alıyor. Bu yazar kesinlikle bizden biri millet! Sarılın, bırakmayın.

Diğer bir önemli not: Çok duygusallığa bağlamak istemedim yukarıda ama buraya meraklılar için yazacağım. Daemon Black'i çok fena özleyeceğim. Onun gıcık esprilerini, öküzlüğünü, romantik hallerini, şapşal ve güldüren mimiklerini... Komple Daemon'ı özleyeceğim işte. Yeşil ve enfes gözlerinden bahsetmiyorum bile. Şey, bu kadar. Yazı cidden bitti. XO

6 Mart 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Rüyalar Gerçek Olsa - Julia Quinn


Merhabalar...

Ya, resmen blog'a yazmak için zaman kolluyorum. En sonunda dayanamadım ve oturdum bugün, başladım yazmaya. Şubat ayında hiç yok gibiydim. Başka şeylerle uğraşıyordum ama yok, blog gibisi olmuyor maalesef. :D O yüzden Mart ayında baya verimli olmaya çalışacağım ki gerçekten enfes yazılar arka arkaya gelecek. Eski formuma kavuşuyorum, a dostlar!

Blog'a girmediğim zamanlar iki kitap bitirdim. Yeni bir tanesine de bugün başlayacağım ama ilk önce okuduklarımı bir ballandıra ballandıra anlatayım, sonra yeni maceralara atılırım dedim. Umarım zevkle okursunuz...

Bir kadının hayatında, kalbinin göğsünden fırlayacağını hissettiği, dünyanın birdenbire pembe ve mükemmel göründüğü, kapı zilinin bir melodi gibi duyulduğu anlar vardır.

Beni bilenler bilir, Julia Quinn'in Bridgerton serisine aşığım. Hem de baya seviyorum. İlk okuduğum tarihi aşk romanı olmasa da beni bu türe bağlayan bir seri diyebilirim. Kısaca seriye nasıl başladığımı da anlatayım. Çünkü sonunu bu kitaba bağlayacağım. :D
Lise son sınıftayken sanırım, en yakın kitap kurdu arkadaşımı hep sıkıştırıyordum bana tarihi aşk öner diye. Çünkü kendisi bu türe deli gibi sarmıştı. İlk önerdiği iki kitabı okumuştum ama daha farklı bir şeyler arıyordum ve bana Colin diye bir karakterden bahsetti... Yeşil gözlü, yapılı, komik ve tam senin sevdiğin erkek karakterlerden dedi. O an zaten hiç konusuna bakmaksızın bu kitabı alacaktım ama beni engelledi ve Colin'in olduğu kitabın 4.sırada yer aldığını ve ondan önceki kitapları mutlaka okumam gerektiğini söyledi. İşte o günden beri sabırla ilk üç kitabı okudum ki hepsi enfesti. Sonunda Colin'i okudum ve açıkçası beklediğim gibi değildi. 

Kısaca konusundan bahsedeyim. Bridgerton'un kocaman bir aile olduğunu ve Colin'in 3.sırada yer aldığını biliyorsunuzdur. Bir Bridgerton geleneği olarak, her sene kardeşlerden biri evlilik için zorlanır. Lady Bridgteron -anneleri- bu sefer gözünü Colin'e takmıştır. Çünkü oğlu artık 33 yaşındadır ve ona göre acil evlendirilmesi lazımdır. Colin ise hiç böyle düşünmüyor. O hala tüm dünyayı gezmek, görmek ve bekar hayatı yaşamak istiyor. Çünkü hiçbir zaman kendine göre bir kadın bulacağını sanmaz. Ah bir de şöyle bir şey var. Uzaktan Colin Bridgerton her ne kadar sağlam, güvenilir ve kendinden emin gibi görünse de onun da zayıf noktaları ve kendince sorunları vardır. İşte bunları gören ve ona destek çıkan kadın ise hayatının aşkı olacaktır.

...Colin'in durumunda insanlık tarihinin en güzel yeşil gözleri bu adamdaydı. Bunlar bir genç kızın hayallerini süsleyecek gözlerdi.


Kim bu şanslı kadın derseniz -ki burası kesinlikle spoiler değil- ise oldukça şaşıracağınız biri. Seriyi okuyanlar şaşıracak tabii. :D Partilerin en rüküş kızı  Penelope Featherington, yıllardır gizliden gizliye Colin'e aşıktır. Onu her gördüğünde, onunla her konuştuğunda kendinden geçmekte ama bunu hep kendine saklamıştır. Zaten bir önceki kitapta Colin, yanlışlıkla onun kalbini feci kırmıştı. Bu yüzden Penelope, kaderine razı gelip onu uzaktan sevmeye devam etmektedir. Taa ki sırları ortaya çıkana kadar. Penelope, yıllardır sakladığı sırrı Colin öğrenince aralarındaki sıradan ilişki bambaşka bir boyuta geçti ama bunun süreci öyle komik ve eğlenceliydi ki... Yani aslında şöyle bir düşününce Colin'in başrol olduğu bir kitap elbette komik olur. Çünkü diğer kitaplarda da çok gözükmese de oldukça güldüren sahneleri vardı. Bu kitapta size ciddi ciddi kahkaha attıracak. Güvenin bana.

"Hayatında ilgilendiğin bir şey olması iyidir. Tatmin edici bir şey... Saatlerini anlamlı kılacak bir hedefinin olması. Tembel bir hayatın güzelliklerini hiç anlamamışımdır." -Penelope

Penelope'nin sırrını elbette söylemeyeceğim. Ama yazar çok güzel düşünmüş. Penelope'nin sırrı, Colin'in gizli yeteneği ortak bir yola dönüşmüş. Bu yüzden güzel bir tarihi aşk okuyabileceksiniz. 
Benim hayal kırıklığına uğradığım yerler ise... Bilemiyorum aslında. Belki de Colin'i çok sevdiğim için ve bu kitaptan beklentim çok yüksek olduğu için bazı şeyler hoşuma gitmedi. Olabilir. Ama genel olarak sevdim ve bu çifti onaylıyorum!

Bunun yanı sıra diğer karakterleri de gördük elbette. Anthony ve Daphne de aralarda gözüktüler ki Daphne'nin olduğu sahne çok anlamlıydı. Kitapta geçen her karakteri sevdim ve gülerek okudum. Hatta partilerde hiç istenmeyen kişi huysuz ve yaşlı Lady Danbury bile beni baya güldürdü. Penelople ile resmen kanka oldular. :D Onların sahnesi ayrı komediydi. Ya, cidden okuyun bu seriyi. Stres atıyor insan.

"Kimse bana bakmıyordu, kimse benimle konuşmuyordu. Ben sadece orada durdum, dinledim ve kimse bunu fark etmedi." -Lady Whistledown 

Kitaptaki bir diğer eğlenceli konu ise Lady Danbury'nin ilginç teklifi. Hatırlar mısınız bilmiyorum ama serinin kitaplarında her bölümün başında bir gazete haberi oluyor. Lady Whistledown adındaki birinin dedikodu yazıları. Heh, işte o kişiyi bulana para vereceğini iddia ediyor Lady Danbury ve ortalık karışıyor. Herkes birbirinden şüpheleniyor. Hatta Colin, Eloise'i bile Lady Whistledown olduğunu ciddi ciddi düşünüyor. Bu eğlenceli çekişmeyi okumalısınız!!!

Bunların dışında Colin'in kardeşlerinden biri olan Eloise'e bayıldım! Gelecek kitap zaten ona ait ve yazar resmen bu kitapta karakterin tanıtımını yapmış. O da Colin gibi çok eğlenceli, bilmiş ve tuttuğunu koparan bir kız. Onun sahnelerini okurken çok eğlendim. Bu kitabı okurken gerçekten baya kahkaha attım. :D Sizi sıkmayan, boğmayan ve eğlendiren bir tarihi aşk romanı istiyorsanız işte alın bu seriyi baş ucunuza koyun. En iyilerim dediklerimdendir. 

Son olarak... Penelope'in açık sözlülüğünü ve dobralığını çok sevdim. Colin'i bu yüzden tam tamamlıyor. :D Kitabı okurken bazen onların yanına gidip, sarılasım geldi. Birbirlerini çok güzel betimlemişler. İmrendim vallahi.

Şimdilik bu kadar. Dolu dolu bir tarihi aşk romanı okudum. Bir daha ne zaman seriye devam ederim bilemiyorum ama Eloise'yi şimdiden çok sevdim. :D

Kocaman öpücükler, sevgiler; Jane