Pages

31 Ağustos 2017 Perşembe

Kitap Yorumları: Eğer Yaşarsam 1-2 / Gayle Forman

Merhabalar

Size şimdi 'bu seriyi okumayacağım' deyip de arka arkaya iki kitabını da okuduğum serinin yorumunu yazacağım. Gerçekten Eğer Yaşarsam serisini okumayacaktım. İlk kitabıyla karşılaştığım zaman filmi de çıkmıştı ve merak edip fragmanını izlemiştim. Konusu bana çok tanıdık geldiği için kitabı da filmi de es geçtim. Sonra, kader işte, Gayle Forman'ın Sadece Bir Gün kitabını okudum. Açıkçası Eğer Yaşarsam'ın, Gayle Forman'a ait olduğunu bilmiyordum. Ve Sadece Bir Gün kitabının bendeki yeri çok ayrıdır. Kitabı o kadar çok sevdim ki yazara bir şans daha verdim ve Eğer Yaşarsam serisini okudum. İyi ki de okumuşum. Ön yargılarım boşunaymış. Yazar hiç çizgisini bozmamış. Romantiklik konusunda tam bir uzman. Klişelerden süper uzak duruyor ve tam kendi tarzında yazıyor. O yüzden bu seriyi de sevdim. 😍

Eğer Yaşarsam, Mia adındaki bir genç kızın ailesiyle beraber trafik kazası geçirip, hastaneye kaldırılmasıyla olaylar başlıyor. Başta size sıradan bir kurgu gibi gelebilir. Evet, aslında öyle. Kaza olur, kız çok ağır yaralıdır ve kaza anından sonra olayları dışarıdan izlemeye başlar. Bir nevi ruh-beden ayrımı yaşar. Ama yazar kurguyu öyle dolu dolu yazmış ki... Hastanedeki zamanında sadece oradaki olayları anlatmıyor Mia, aynı zamanda kazadan önceki yaşamından da bahsediyor. Geçmiş ve şimdiki zaman arasında süper bağlantılar kurmuş yazar. Mia'nın ailesiyle olan iletişimi, çellist olmaya karar vermesi, onun tam tersi bir müzik anlayışına sahip ve bir rock grubunda olan erkek arkadaşı Adam ile tanışması ve devam eden ilişkileri, yakın arkadaşı Kim'le olan diyalogları, aile yakınlarıyla olan anıları ve daha aklıma gelmeyen bir sürü güzel sahneler vardı. Yazar bir insanın hayatta kalması için gereken en güzel anıları bu kitapta toplamış. Mia komada ama etrafında onu sevenlerinin olduğunun farkında. Aslında kitap güzel bir ders veriyor; hayatınız yokuş aşağı yuvarlanabilir ama yolun sonunda sizi güzel şeyler de bekleyebilir. Kısa ve basit bir anlatımı olduğu için rahatlıkla okuyabilirsiniz kitabı. Gayle Forman'ın daha da hayranı oldum.🙌 (Ve filmi de izlemeyi düşünüyorum. İzleyenler varsa yorumlarını bekliyorum.)

Sen Gittiğinde, serinin ikinci kitabı. Bu yorum ilk kitapla ilgili SPOILER içerebilir. Çok detay vermeyeceğim ama yine de siz bilirsiniz. Sen Gittiğinde'yi Adam'ın gözünden okuyorsunuz. Mia komadan çıkmıştır ve bir yıl geçmiştir. Bu süreçte çok farklı olaylar gerçekleşiyor. Mia kendini tamamen çellosuna odaklıyor ve New York'a taşınıyor. Adam ise bir süre içine kapansa da sonrasında harika şarkılar yazarak grubuyla başarıdan başarıya atlıyor. Dünya turneleri, albüm tanıtımları falan derken Adam da baya değişiyor. Hayatında başkası vardır ama Mia'nın yeri hala ayrıdır. Derken kader Adam ve Mia'nın yolunu kesiştiriyor. Yazar yine bir geçmişten bir de şimdiki zamandan sahneler yazarak ortak noktalar oluşturuyor. Yazarın bu anlatış şeklini çok sevdim çünkü çok başarılı! Adam ve Mia'nın bir gecelik New York maceralarını okumanızı çok isterim. Hem eğlenceli hem buruk hem de heyecanlıydı. Yani Gayle Forman'a bir kez daha hayran kaldım. Kadın kesinlikle nasıl etkileyici bir kurgu yazacağını biliyor. Ve bu kitap ilkinden çok daha iyiydi. Hatta ilk kitap da neymiş falan oldum ama tabii olaylar birbirleriyle süper bağlantılı. Bir de Adam'ın ünlü olma yolundaki anıları bana nedense One Direction grubundan bir üyeymiş hissini verdi. 😄 Yazar öyle bir anlatmış ki acaba dedim 1D üyelerinden birini mi örnek aldı? Ama yok, Adam çok farklı bir karakter ve kesinlikle çok sevdim. 👌

Kitabın sonunda yazar, kitabı yazarken dinlediği birkaç şarkıyı da eklemiş. Bu yorumu yazarken de onları dinliyorum. Ne diyebilirim ki? Gayle Forman tamamen favori yazarlarım arasında ve bir sonraki romanını okumak için cidden sabırsızlanıyorum!!!

"New York'ta yaşayan herkes bu şehri farklı sebeplerden seviyor. Sahip olduğu kültür. İnsan çeşitliliği. Koşturmacası. Yemekleri. Ama ben burada kendimi bir masal aleminde Paskalya yumurtası arıyormuş gibi hissediyorum. Her köşede karşına küçük sürprizler çıkıyor." -Mia

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

29 Ağustos 2017 Salı

Kafama Göre: Ben Neler Okumuşum Be!

Merhabalar

Uzun zamandır aklımda yazmak istediğim bir yazı vardı. Bakalım içinizde benim gibiler var mı? Ortaya çıkma zamanı. 😄 Klasik bir soru ile başlayacağım. Kitap kurdu olmanıza vesile olan kitap/kitaplar hangisi? Ya da kitap okuma alışkanlığınızı kazandıran kitap da olabilir. 

Benim maceram çok eğlenceli bir şekilde başladı. Ortaokul 2.sınıfa kadar açıkçası kitaplarla çok iç içe değildim. Daha çok dergi okuyordum. Ya da teyzemin aldığı kitapları (Alice Harikalar Diyarında, Şeker Portakalı) okuyordum. Ama asıl okuma alışkanlığımı ortaokulda kazandım. Bazı sebeplerden dolayı okulumu değiştirmiştim ve iyi ki o okula gitmişim dedim. Bana kitabı sevdiren ve şu anda da en yakın arkadaşlarımdan biri olan dostumla tanıştım. Beni İpek Ongun'la tanıştıran oydu. Bir Genç Kızın Gizli Defteri'ni bence tam okumam gereken dönemde okudum. Tüm seriyi arkadaşımdan ödünç alarak okudum. Bu hem kitap okuma alışkanlığımı başlattı hem de arkadaşımla aramızda inanılmaz bir bağ yarattı. Hatta geçen gün yine konuştuk. Kendisi Türk Dili ve Edebiyatı'nı bitirdi. Ondan daha fazla mutluyum bu duruma. Ayrıca Bir Genç Kızın Gizli Defteri'nin 100.baskısına özel bir basım olacak. Artemis Yayınları'nı takip edin derim. 😍

İpek Ongun ve Reşat Nuri Güntekin sonrası yabancı yazarları keşfetmeye başladım. Sevgili Salak Günlük serisine başladım. 😄 İnanın şu an kurguyu hiç hatırlamıyorum ama her çıkan yeni kitabını hemen alıyordum. Ve arada sırada yazdığım günlüğüme daha da çok bağlanıp sürekli yazmaya başlamıştım. Okuduğum kitaplar sağolsun... Sonrasında zaten bir baktım ki sayamayacak kadar çok kitabım olmuş. Okulda yemek yemek yerine ya da ne bileyim başka bir şey almak yerine harçlıklarımı biriktirip kitaplar almaya başladım. Hala da öyleyim. Tek hayıflandığım tarafım; keşke ortaokulda okuduğum o kitapları sahafta değiş-tokuş etmeseydim. Canan Tan'ın kitapları (Piraye, Eroinle Dans) Aziz Nesin'den Şimdiki Çocuklar Harika, Beyaz Balina Yayınları'ndan gelen hediyeler ve benim aldıklarım (Zodyak Kızları, Beacon Caddesi Kızları serisi, Kamp Arkadaşları), beni salya sümük ağlatan Mavi Saçlı Kız, ağzımı açık bırakan Ölü Oyuncaklar ve daha niceleri! Hepsini şu an deli gibi özlüyorum. Ve sanırım düzenli bir iş hayatım olduğunda bir kısmını alacağım. 😃

Ve gelelim meşhur döneme: Alacakaranlık Efsanesi. Liseye geçmek üzereydim ve bu seriyle tanıştım. Blog hayatımın ve çevirmenlik merakımın başladığı nokta diyebilirim. Kitap kurdu unvanına sahip olmama vesile olan, inanılmaz dostluklar kurmamı ve hayatımın en renkli dönemini yaşamamı sağladı. Alacakaranlık sonrası Vampir Günlükleri, Gece Evi, Açlık Oyunları derken baya baya aştım kendimi. Şu an tamamen yabancı yazarlara odaklanmış durumdayım. İpek Ongun, PuCCa ve birkaç şair dışında Türk Edebiyatı'ndan okumuyorum ama yavaş yavaş o sahalara geri döneceğim. 

Nedense geçen gün bunları düşündüm. Okuduğum kitapların bir listesi var, onu açıp hangi yıl neler okumuşum onlara baktım. Hala da bıkmadan yeni maceralara atılmak istiyorum. Lise zamanlarında teneffüslerde Canan Tan okuyup, kimseye yakalanmadan gözlerimi kuruladığım zamanları hatırladım da ne güldüm kendime. 😃 Ya da vampir romanları okuduğumda milletin, "aa ne okuyorsun, ıyy vampir mi?" dediklerinde ölümcül bakışlar attığım sahneler gözümde canlanıyor. Evet, vampir okuyoruz. Ne olmuş? 👊 

Ama en çok İpek Ongun'un dünyasını özledim. Bir Genç Kızın Gizli Defteri'ni okurken adeta Serra oluyordum. Oktay'ı hem seviyor hem dövesim geliyordu. Özgür ortaya çıktığında 'ama bununla olamaz yaaa' diye isyan ediyordum. Nedense Team Oktay'dım. Ayyy, fena özledim. Kitabın yeni versiyonu çıkınca alacağım ve okuyacağım. Serra dönemlerinden gelenler bir el kaldırsın bakiyim. 👋

Anıları depreştirip kaçıyorum. Daha sonra da 2009-2012 yılları arasında neler yaşadığımı, hangi günlerden geçtiğimi anlatacağım. Biliyorum, siz de aynı şeyleri yapıyordunuz. 👀

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu: Fangirl - Rainbow Rowell

Merhabalar

Size şimdi pamuk şekeri tadında bir kitabı anlatacağım. Rainbow Rowell'ın okuduğum ikinci kitabı ve yazarı giderek sevmeye başladım. Özellikle de Fangirl kitabı ile daha da kanım kaynadı. Aslında Fangirl'i İngilizce olarak okumak istiyordum ama sevdiğim bir çevirmen (Müge KOCAMAN ÖZÇELİK) tarafından çevrildiğini duyunca Türkçe olarak pdf formatında okudum. Ve kesinlikle en kısa zamanda alıp, kitaplığıma koyacağım. O yüzden pdf yerine bence direk kitabı alın derim. 😻

Fangirl, dediğim gibi tam pamuk şeker tadında. Kendimle süper özdeştirdiğim bir baş karakter var: Cath. Bu sevimli karakterimizin bir de ikiz kız kardeşi (Wren) var. Beraber üniversiteye başlarlar ama ikizi farklı ortamlarda takılmaları gerektiğini düşündüğü için ayrı yurtlarda kalırlar. Böylece Cath'in hayatına biraz renk gelir. Başta kendi kabuğundan çıkmaz ve yıllardır hayranı olduğu bir kitap serisinin 'hayran yapımı hikayelerini' yazmaya devam eder. Aynı zamanda bunları internette yayınlamaktadır ve bir sürü okuyucusu vardır. Ama bu 'yazar kimliğini' ikizi dışında kimse bilmemektedir. Müthiş yazarlığı dışında Cath çok kendi halinde biri. İkizi gibi alkol kullanmaz, gece dışarılara akmaz ya da arkadaş ortamlarına girmez. Bu demek değil ki tamamen yalnız. Yeni oda arkadaşı Reagan ve onun arkadaşı (aynı zamanda eski erkek arkadaşı) Levi daha ilk günden Cath'le tatlı tatlı uğraşmaya başlar. 


Kitabın genel hatları böyle ama inanılmaz sevimli sahneler vardı. Cath'in yazı yazmak için yalnız kalmaya çalışmaları, Simon Snow (hayranı olduğu kitap karakteri) takıntılığı, Levi ile olan komik diyalogları ve yazarlık dersindeki partneri olan Nick'le geçirdiği vakitler kesinlikle kitabın dolu dolu olmasını sağlamış. Böyle çok eğlenceli bir şekilde okudum. Elbette drama şeklinde birkaç daha olay vardı. Onları anlatmak istemiyorum, okudukça kendiniz keşfedin. 😊 

Cath'te kendimi çok gördüm çünkü; bir zamanlar ben de Alacakaranlık için hayran hikayeleri yazardım. Baya baya takıntılıydım ve hala benim için yeri çok ayrıdır. Yazarlığa merakım var ama daha çok okumayı seviyorum. Edebiyat okumak hayallerimden biri. Gözlük takmayı da seviyorum. Alkol alışkanlığım ve merakım yok. Doğal olarak gece dışarıya akmalar gibi bir olayım da yok. İçimin çok ısınmadığı insanlar dışında çok nadir birileriyle takılırım. Arkadaş ortamı yapmak için kendimi kasmam, genellikle kendiliğinden oluşur. Sonracığıma ilişki konusunda da çok benzerdik. Birini gerçekten sevmeden, benimsemeden ilişki yaşamayı sevmiyoruz. Öpüşmek, elele tutuşmak gibi şeyler çoğu insan tarafından sıradan bir şey gibi görünse de biz o anları özel olarak, taa içimizde hissederek yaşamak istiyoruz. Sıradanlığı sevmiyoruz. Makyaj yapmak ya da sürekli podyuma çıkıyormuş gibi giyinmeyi çekici bulmuyoruz. Ne bileyim, Cath resmen ben. Yazara gidip sarılasım geldi. Böyle karakterler bulunmuyor çünkü. Ya vahşi olacak, ya ağzı iyi laf yapacak ya da ne bileyim ilişkide uzman olan karakterler ön planda bu tarz kurgularda. Gözlüklü, balık etli, ilişki konusunda süper seçici olan kızlarımız nerede? İşte Cath onlardan biri ve onu çok sevdim. Favorilerim arasına girdi bile!

Levi'yi de çok sevdim. Genelleme yapacağım ama günümüz erkeklerinden çok farklı. Eğer üniversitede okuyorsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız. 20'li yaşlardaki erkeklerden uzak durun. Levi gibiler hariç. Eh onlar gibisini bulmak da şu an yeni bir kıta keşfetmek gibi bir şey. Günümüzde artık yapay ve çıkarcılık içeren ilişkiler var. Açık konuşacağım erkeklerin tek derdi oranızı buranızı mıncırmak. Ben eski kafalıyım. O yüzden de Levi'yi çok sevdim. Pes etmiyor. Erkeğin yapması gereken şeyleri yapıyor. Çabalıyor, değer verdiğini farklı yollarla göstermeye çalışıyor. Böyle resmen "ah işte aklımdaki tanıma uyan"erkek figüründeydi. Ne demek istediğimi kitabı okuyunca çok iyi anlayacaksınız. Şu an spoiler vermeden ya da sürprizleri bozmadan detay veremiyorum ama okuyun. Bana kitap konusunda güveniyorsunuz, okuyun! 😃

Kitap yorumu diye başka konulara da saptım ama bakmayın bana. Bazen okuduğum kitaplar resmen güncel hayatımdaki olayların eleştirisi gibi geliyor. O yüzden yorumda da araya katabiliyorum. Kısacası demek istediğim; içimi ısıtan bir kitap okudum ve yine okurum. Fangirl'ü çok sevdim. Ben yazsam anca bu kadar sevebilirdim. 💚

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

27 Ağustos 2017 Pazar

Kitap Yorumu: Lonca Avcısı 1- Meleklerin Kanı


Yeni bir seri ile merhabalar!

Yerimde duramadım ve daha bitirilmemiş kitap serilerim varken içlerine bir tane daha ekledim. Uzun zamandır elimde olan ama nedense okumadığım Meleklerin Kanı'nı birkaç hafta önce okudum. Yabancı Yayınları, bu seriye öyle değer veriyor ki alıp okumamak imkansız. O yüzden önce kitabın fiziksel özelliklerinden bahsedeyim. Serinin kapakları İngiltere versiyonu ile basılıyor ve ciltli! Daha önce Artemis Yayınları'ndan çıkmıştı ilk kitap ama şu an tüm seri Yabancı'ya ait. Ve okuyucuları çok bekletmeden de kitapları yayınlıyorlar.

Gelelim Lonca Avcısı nasıl bir kurguya sahip. İşin içinde melekler ve vampirler var. Fakat bu seride değişik olaylar oluyor. Yanlış hatırlamıyorsam yedi tane baş melek var. Ve bu baş melekler vampir yaratıp, sahip oldukları bölgelerde hakimiyet sürüyorlar. Lonca Avcısı ise baştan çıkan vampirleri avlıyor. Ya da özel bir görev gelirse onu yerine getiriyor. Elena Deveraux da bir avcı. Hem de baya tecrübeli bir avcı. Artık vampir avlamak onun için çocuk oyuncağı gibi bir şey. İsmi bu kadar ünlüyken ona özel bir görev gelir. New York baş meleği Raphael, Elena'ya çok zorlu bir görev sunar. Ve açıkçası Elena bunu geri çeviremez. Sonuçta koskocaman baş melek sana özel bir görev veriyor! İşte bundan sonra olaylar başlıyor.

Diğer baş meleklerin isimlerini ezberlemek imkansız şu an. Hepsi bambaşka bir karakter. Elena dışında diğer avcıların da isimlerini pek hatırlamıyorum ama olsundu. Nasılsa doya doya okuyacağım seriyi. 😃 Elena deyince de aklıma Vampir Günlükleri geliyor. Umarım ilerleyen kitaplarda bu isim kafamda tam oturur. Şimdi gelelim karakter analizine. En sevdiğim kısım! Baş melek Raphael'i sevdim ama henüz bayılmadım. Başta böyle esrarengiz biri gibiydi ama sonra sert görünümünde yumuşaklıklar oluştu. Eh tahmin edersiniz ki Elena ile aralarında bir çekim var. İlk kitapta bu elektrik çok şiddetli hissedilse de bir şeycik olmadı. Ama ilerleyen kitaplarda patlamalar olabilir, aman dikkat! 😄 Elena'yı da henüz tanımış değilim. Hayatı sırlarla dolu. Bazen geçmişe dair sahneleri vardı ama parçalar tamamlanmadı. O yüzden etrafı duvarlarla çevrili bir Elena karşımızda. Birazcık sinir bozucu geldi ama çetin ceviz bir karakter. Baş melek Raphael'i bile süt dökmüş kediye çevirebilir.

Birkaç melek kitabı okumuştum ama bu serinin kurgusu baya orijinal geldi. Umarım ilerleyen kitaplarda yazar baştan çıkmaz. Şimdilik sevdim. İkinci kitabı çok ara vermeden okuyacağım. Serinin ilk dört kitabı ülkemizde yayınlandı. Seri toplam on kitaptan oluşuyor. Bakalım bizi daha neler bekleyecek?

Son olarak, bunu demeden geçemeyeceğim, Anita Blake serisini bilir misiniz bilemem ama biraz onunla bağdaştırdım. Neden bilmiyorum belki de yetişkinlere hitap eden bir seri olduğu içindir. Ama kesinlikle ikisi de çok farklı kurgulara sahip. Sadece Elena'yı okurken aklıma Anita geldi. 😏

Şimdilik bu kadar. İlk kitap olduğu için çok fazla detaya giremiyorum. Okumak isteyenlere başlayın derim. Hem akıcı hem komik hem de özgün bir kurguya sahip. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Kitap Yorumları: Yorumlarını Yazmaya Üşendiğim Kitaplar


Merhabalar

Bu yaz, 'tatil yapmıcam beeen' deyip de tatil yapanlardanım. Her şey aniden gelişti zaten. O yüzden blog'a giremedim. 😊 Bir aylık anneanne tatilinden sonra eve döndüm, kitaplarımla özlem giderdim ve işte blog'uma kavuştum. Bu arada ilerleyen günlerde ilginç bir duyurum olacak. Daha önce böyle bir şey denemedim. Bakalım nasıl olacak? 😉 Ama onun öncesinde yorumlarını yazmaya üşendiğim üç kitap var. Onlardan sonra da iki mükemmel kitap yorumu gireceğim.

Tatile çıkmadan önce Ay Günlükleri serisinin yan kitabı olan Uzak Yıldızlar'ı okumuştum. Kısa zamanda ve hiç sıkılmadan okudum. Çünkü Marissa Meyer nasıl harikalar yaratacağını biliyor. Yazar artık kendini oturtmuş. Bu serinin kurgularını resmen döktürüyor. Bence gözü kapalı bile yazıyor olabilir. 😈 Uzak Yıldızlar'da baş karakterlerimizin merak edilen geçmişleri hakkında kısa hikayeler var. Yazar serinin açıkta kalan her bölümünü bu kitapta tamamlamış. Çok severek okudum. Son bölümde de çok renkli bir macera vardı. Böyle kitabı okurken içiniz sımsıcak oluyor. Sanırım şu ana kadar okuduğum en saf seriydi diyebilirim. Pamuk şeker tadında ve bu sizi hiç sıkmıyor. Yazar her duyguya yer vermiş, can sıkmayan karakterler yaratmış ve heyecanı hiç eksik olmayan bir kurgu yazmış. Her zaman önereceğim serilerden biri. Hiiiç çekinmeden alın alın okuyun.

Tatile çıkarken yanıma iki kitap almıştım. Bunlardan biri Trendeki Kız idi. Uzun zamandır polisiye okumadığımı fark ettim. Ve bu kitabın inanılmaz reklamı yapıldı. Filmi de çıktı sanırım. Hal böyle olunca baya meraklandım. Polisiye kurgusu bence en zorlu kurgulardan biri. Baya kafa patlatmak lazım. Yani ben en azından okuyunca ağzım beş karış açık kalsın istiyorum. Fakat ne yazık ki Trendeki Kız beni hiç şaşırtmadı hatta okurken yordu. Başta büyük beklentilerle başladığım için kitabın yarısına kadar okumak için direndim. "Allasen nasıl bitecek süper merak ettim!" diye diye olayı çözdüm ve "mehh bu muydu ya" moduna girdim. Yazarın acemi olduğu bariz belliydi ama keşke biraz daha üstünde dursaydı kurgunun. Kitabı bitirene kadar süründüm. Polisiye kitaplarında olayı çözünce bir anlamı kalmıyor zaten. Esrarengiz olmalı! Yani canlarım, benim gibi polisiye meraklısı iseniz bu kitabı önermiyorum. Nora Roberts'ın kitaplarına kurban olayım. 😢

Yanıma aldığım bir diğer kitap ise Alaska'nın Peşinde idi. 😎 Söz konusu John Green olunca ister istemez "bu kitapta ne ile karşılaşacağız acaba" diyorum. Çünkü yazarın mizah anlayışı çok farklı. Değişik karakter seçimleri oluyor ve bunun sonucunda da farklı diyaloglar ortaya çıkıyor. Nasıl desem, John Green ismini marka yapmasının sebebi bu bence. Gençlik üzerine yazıyor ama her zaman karşımıza çıkan gençleri konu edinmiyor. Farklı tarzları olan, özgür ruhlu ve absürt diyalogları olan gençleri kitabında ağırlıyor. Alaska'nın Peşinde de aynı bu şekildeydi. Üç ana karakter var. Olaylar genellikle bunlar arasında geçiyor. Alaska bu karakterlerden biri ve göz önünde olan da o aslında. Her şey Alaska ile bağlantılı. Başta kurgu çok hoşuma gitti. Sonra dönüm noktası tarzında bir şey oldu ve ne olacağını tahmin ettim. Hatta yazar biraz gizem katmak istemiş ama onu bile çözdüm. Kitabı dikkatle okuyanlar zaten John Green'in leb demeden leblebi diyeceğini anlar. Ama kitap güzel miydi? Güzeldi, ben beğendim çünkü yazarın dünyasını seviyorum. Okuduğum üçüncü kitabıydı. En güzeliydi diyemem ama farklı bir tarzı olduğu için seviyorum. Öneri seçeneğini size bırakıyorum. 😏

Yorumlarını yazmaya üşendiğim kitaplar bunlardı işte. Diğer iki kitap yorumu yayınlanmayı bekliyor.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane