Pages

25 Kasım 2017 Cumartesi

Kitap Yorumu: Bronz Atlı - Paullina Simons

Merhabalar
Şimdi size yorumunu yazarken aşırı zorlandığım bir kitaptan bahsedeceğim: Bronz Atlı. Yorum konusunda beni çok zorladı çünkü hem kalın bir kitap hem de kendi içinde de iki kısımdan oluştuğu için spoilersiz bir şeyler yazmak imkansızdı. Bir şeyler yazdım umarım kitabın hakkını vermişimdir. 👀
Bronz Atlı buram buram tarihi aşk kokan bir kitap. Sayfa sayısı -823- sizi hiç korkutmasın çünkü çok akıcı. Bunun sebebi elbette yazarın dili ve çevirmenin (Leyla İSMİER ÖZCENGİZ) çevirisi kesinlikle. Savaş terimleri, uzun betimlemeler o kadar güzel çevrilmiş ki kitap cidden su gibi akıp gidiyor. 👌
Gelelim hem karakterlere hem kurguya... Olaylar Rusya'da geçiyor. Yıl 1941 ve tam savaşın patlak verdiği zaman. Baş karakterimiz Tatyana, henüz on yedisinde çok güzel, sempatik, saftirik ama aynı zamanda çok cesur bir kız. Kalabalık ailesiyle (anne-baba, ablası Daşa, ikiz erkek kardeşi Paşa, büyük anne-baba) beraber kutu gibi bir evde yaşamaktadır. Bir gün savaş haberi radyodan duyulunca babası, Tatya'yı erzak almaya yollar. Pek yiyecek bir şeyler bulamayan Tatya en sevdiği dondurmadan almaya karar verir. Bir yandan dondurmasını yiyip bir yandan bankta otobüsünü beklerken birinin onu izlediğini fark eder. Uzun boylu, yapılı, pek Rus erkeklerine benzemeyen ama çok yakışıklı üniformalı bir genç adam karşı yoldan Tatyana'yı izlemektedir. Sonrasında genç adam yanına gelip kendini tanıtır. Alexander Belov, 22, Kızıl Orduda subaydır. 😍
Gel zaman git zaman bu ikili Tatya'nın iş çıkışlarında buluşup eve yürüyerek giderken sohbet etmeye başlarlar. Savaş iyice yüzünü göstermeye başlamıştır. Orduya alınmaması için Paşa başka bir yere yollanmıştır. Bu sırada Alexander'ın emrinde olan ama aynı zamanda yakın arkadaşı olan Dimitri de kıza vurulmuştur. Açlık, kıtlık sorunları derken bir gün şaşırtıcı bir şey olur. Bu üçlü beraber Tatya'nın evine erzak taşımaya giderler. Kapıdan içeri adım attıkları an Daşa, Alexander'ın boynuna atlar. Ta ta taaam! Çıkmaza hoşgeldiniz. 😒

"Aşk, sevdiğin kişi tarafından sevilmektir."

Yani bundan sonrasını anlatmayayım gidin, okuyun kafayı yiyin demek isterdim. Ama yo, daha durun. Kurguyla ilgili daha fazla bir şey söyleyemem çünkü kitabın ikinci kısmı spoiler kaynıyor. Şunu söyleyebilirim; yazar savaş olayını öyle gerçekçi anlatmış ki... Adeta o sahneleri yaşadım. Sanki Rusya'dayım ve savaşın içindeyim. O açlık sorunları, karneyle yemek sırasına girişleri, kışın getirdiği buz gibi havayı, imkansızlıkları, zorlukları... Müthiş ötesi anlatmış. Yok böyle bir şey. Savaşın masumlar üzerindeki etkisini sayfalarca okumak tüylerimi diken diken etti. Çaresizliği iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Kesinlikle tam bir tarihi aşk romanıydı! 👍
Şimdi gelelim karakterlere... İki baş karakter de süper dengesizdi. Yani Tatya'yı çok sevdim. Böyle kıpır kıpır ama aynı zamanda çok saf bir kız. Ailesi onu zayıf halka olarak görse de en güçlüleri oydu. Ki zaten kitabın ikinci yarısında da Tatya'nın farkını anlayacaksınız. Mücadele etmeyi, sevdikleri için kendini paralamayı çok seviyor. Şey böyle, kölelik ruhu var kızda resmen. Herkes her işini ona yaptırıyor ve onun gıkı çıkmıyor. Bu durumlara sinir olsam da Tatya baya halinden memnundu. Ona dengesiz dememin sebebi de şuydu; Alexander'a deli gibi aşık ama ablasının da ona aşık olduğunu bildiği için uzak durmaya çalışıyor. Sonra yapamıyor, kendini salıyor. Sonra vicdandan geri çekiliyor. Öyle böyle derken kitabın sonuna kadar böyleydi. Hep aklında Daşa vardı. Bırak ya, ablası süper uyuzun tekiydi! 😔

"Benim senden öte bir dünyam yok," dedi Tatyana kırgın bir sesle. "Ne oyun oynamayı bilirim ne de numara yapmayı. Yalan söyleyemem, içim dışım birdir."

Alexander yakışıklısına gelirsek... Ya dehşet-ü-l vahşet bir çekiciliği var adamın. Tatya'ya olan ilgisini okurken erimek mümkün. Ama Daşa'yı bırakmaması çok uyuzuma gitti. Sen ne iş? Böyle bazı yerlerde çok pasif geldi. Sonra baktım ooo erkek olmuş, tavır koymalar falan. Tamam, dedim oluyor bu iş. Ama o kadar dengesiz davranıyor ki... Dimitri salağı Tatya'nın ağzının içine girecek hiç tepki vermiyor. Neymiş, Daşa öğrenmesin. Dimitri de bilmesin yoksa Tatya'ya daha çok bağlanır. Bazen cidden kafayı yedirtecekti. Kitabın ikinci kısmından bahsetmeyeceğim ama Alexander'ı o zaman göreceksiniz... Neden gerçek değilsin sen! diye isyan edebilirsiniz. 😃 
Dimitri isminden soğutan bu karakteri bir kaşık suda boğmak isteyebilirsiniz. Alexander'ı sürekli kıskanan, ne yapsa taklit eden, Tatya'yı da sırf Alexander kapmasın diye gözüne kestiren pisliğin tekiydi. Alexander'ı son ana kadar fena süründürüyor çünkü onun büyük ve etkileyici bir sırrını biliyor. Bunu sürekli koz olarak kullanıyor. Ay popişimin kenarı. Ölse de kurtulsak diye söylendim ama mübarek dokuz canlı. 😒
Kitabın sonu ayrı bir işkenceydi. Fuarda ilk kitabı alırken 'bence ikincisini de alın' diyen kadını dinlemeyen bendeniz, sürünüyor şuan. Alexander'ı, Hulk'ın Loki'yi yerden yere vurduğu gibi vurasım geliyor. Ya fedakarlık yapmasan ne olur? Gerçek aşkı bulmuşsun dibine kadar yaşasana! Şimdi ikinci kitabı okuyana kadar yerimde duramayacağım. O yüzden en kısa zamanda kitabı alacağım. Bronz Atlı'yı okumaya karar verdiyseniz ikisini birlikte alın. 3.kitabı da çok bekletmezler diye umuyorum. 😪

"Avucunu aç, içine benim için bir öpücük kondur ve sonra elini kalbine bastır."

Bronz Atlı, dolu dolu aşkı ve savaşı anlatan, Tatyana ile Alexander'ı unutulmaz kılan, fedakarlıklarla dolu ve heyecanı hiç bitmeyen bir roman. Okurken gerçek hayattan kopacaksınız, karakterleri benimseyip sanki aralarında yaşıyormuşsunuz gibi hissedeceksiniz. 💚

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Kasım 2017 Cumartesi

Dizi Önerisi: Stranger Things

Merhabalar
Hazır kış kapımıza dayanmışken, yorgan altında izlemelik bir dizi önerisi yapmaya geldim. Eminim Stranger Things'i duymayan kalmamıştır. Hem çok reklamı yapıldı hem de baya izleyici kitlesi var. Eh, haksız değiller. Hele de ben öneriyorsam kesinlikle izlemelisiniz demektir. Çünkü Jane bir oturuşta bir diziyi löp diye bitirmez. Lütfen yorumumu dikkate alınız. 😃
Şaka bir yana cidden diziye b-a-y-ı-l-d-ı-m! Her şeyden bahsedeceğim. Çünkü bu zamanda kaliteli yeni dizi bulmak zordur. Özellikle Netflix beni şaşırtmaya devam ediyor. Sanırım bu Netflix'ten izlediğim dördüncü dizi ve gram hayal kırıklığı yaşamadım. Hatta eski günlerime geri döndürdü. Bir diziye başlayınca bitirene kadar başka bir işle uğraşmazdım. Stranger Things'te de öyle oldu. Diziyi sanırım 3 günde bitirdim. Fena bir şey! Okul, yurt ve sosyal hayatım yerlerdeyken resmen kurtarıcım oldu. Bitince cidden ağlayacaktım. Yapayalnız bıraktı beni. 😢

Neyse, şimdi gelelim konusuna. Başta bana sıradan bir şeymiş gibi gelmişti: Sevimli ve sıradan masum bir çocuğun ortadan kaybolmasıyla birden işler değişir. Çünkü çok gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Diğer üç arkadaşı ve annesi ile ağabeyi Will'i aramaya başlarlar ama ortada hiç ipucu yoktur. Will'i aradıkları sırada yine gizemli bir şekilde ortaya bir kız çıkar. Will'in arkadaşları Mike, Dustin ve Lucas bu kızı ilk önce herkesten saklarlar. Daha doğrusu Mike, bu kızı saklamakta ısrar eder. Nereden geldiğini, kim olduğunu, ailesinin nerede olduğunu öğrenmeye çalışır ama kızdan bir tepki alamaz. Çünkü kız, Eleven, aslında çok fazla deneye mahrum kalmış ve özel yeteneklere sahip biridir. İlerleyen zamanda Eleven'ı daha fazla tanıyan bu çocuklar dünyada 'olağan' şeyler olduğunu keşfetmeye başlarlar ve Will'in kaçırılmasına da bununla bağlantılıdır. 80'li yıllarda geçen dizi gizem, gerilim ve fantastik türlerini bir araya getirerek ortaya enfes bir kurgu çıkarmış.
Konuyu çok mu karışık anlattım, bilemedim. Ama genel hatlarıyla kurgu bu. Daha ilerisini anlatmıyorum yoksa bir heyecanı kalmaz.

Dizideki karakterler muazzam! Yani hem karakterler hem de karakterleri canlandıran çocuk oyuncaklar efsaneydi. Hatta genel olarak ekip çok iyiydi. Her birinin oyunculuğunu hayranlıkla izledim. Mike, Dustin, Eleven, Will ve Lucas, çocuk oyuncu olmalarına rağmen dizinin direği olmuşlar resmen. Bu kadar mı güzel oynanır ya! Bayıldım cidden. Çoğu kişi gibi Dustin'e ayrı hayran kaldım. Çocuk inanılmaz komik. 😄

Çocuk karakterler dışında diğer karakterlere de bayıldım. Will'in annesi Joyce, cidden tam bir anne gibiydi. Kadının duygularını iliklerime kadar hissettim resmen. Oğluna ulaşabilmek için elinden gelen her şeyi yapan bir karakterdi. Joyce'a her zaman destek olan kasabının polis şefi Jim Hopper'a ayrı bir hayran kaldım. Adamın kendinden emin oluşu, cool tavırları, yani sigara içişi bile 'yav yıkılıyor ortalık' dememe sebep oldu. Ve kesinlikle 2.sezonda daha da sevdim. Of, burada anlatamıyorum ama kesinlikle izleyin. 2.sezonun ana karakterlerinden biriydi Hopper. Will'in ağabeyi Jonathan'a kalpler atıyorum buradan. İçine kapanık, pısırık gibi dursa da bu karaktere vuruldum! Böyle cidden 80'lerden fırlamış gibiydi. Mike'ın ablası Nancy'i bir kaşık suda boğmak isteyen bir ben değildim herhalde? Hele Nancy'nin erkek arkadaşı Steve'e ne demeli? İlk sezonda bu iki karakteri cidden dövesim geldi. Ama 2.sezonda tüm düşüncelerim değişti. Özellikle Steve kendini sevdirdi. Kereta ya! (Hele o saçları...)

Ah bu arada dizinin şuan 2 sezonu mevcut. Hatta 2.sezonu çıkalı daha bir ay bile olmadı. İlk sezon 8, ikinci sezon 9 bölüm olmak üzere toplam 17 bölüm yayımlandı. İlk sezon, tanıtım sezonu olmasına rağmen baya akıcıydı. Yani ben bir bölüm bitince aralık vermeden diğerine geçiyordum. Bunu yaptıran çok az dizi vardır. Ve inanın bana 2.sezon çok daha fenaydı. Yani konu olarak çok gelişme yoktu ama çok daha derin bir konu işlemişler. Onu çok sevdim. Karakterler artık tam oturmuş, dizinin gidişatı belli olmuş. Birkaç yeni karakter de gelmiş ama bazıları hiç gelmese de olurmuş. Hatta 2.sezonda hangi bölüm tam hatırlamıyorum (7.olabilir) çok gereksizdi. Yani izledim sonra dedim ki ne alakaydı? Onun dışında enfes iki sezon sizi bekliyor.
Dizinin müziklerine de aşık oldum. Olaylar 80'lerde geçtiği için efsanevi şarkılar kullanılmış. Diziyi daha da yüceltti gözümde. 
Ay daha fazla beni yormayın. Direk başlayın. Gerilim var dedim ama süper korkunç değil. Bence gayet izlenebilir. Fringe ve X-Men havası bile verebilir size. Stranger Things'i izleyin ve yapılan esprilerden geri kalmayın derim. 😘

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

13 Kasım 2017 Pazartesi

Kitap Yorumu: Edip Cansever - Yerçekimli Karanfil

Merhabalar
Kasım ayı şiir kitabımı İstanbul Kitap Fuarı'nda seçtim. Ama sanırım aceleye getirdim bu işi çünkü sadece şairin adına göre aldım. Keşke içeriğine de baksaydım. 😢 Oysaki Edip Cansever benim ruhuma işler diyordum. 
Aslında baya hevesle okudum. Sevdiğim birkaç şiiri oldu ama genel olarak bana hitap etmiyordu. Keşke başka bir kitabını alsaydım. Bazen bir şairin ilk kitabını okuyacağınız zaman yaptığınız seçimler çok önemli oluyor çünkü ilk kez bir şairi, kitabı vesilesi ile tanımış oluyorsunuz. O yüzden keşke biraz araştırıp da alsaydım dedim. Hem kitap inceydi, hemen bitti hem de istediğim tatmini alamadım. Ama olsun. Kitabın kapağı bile çok çekiciydi. Ki arka kapak yazısına vurulmuştum. O yüzden sevdiğim birkaç şiiri buraya bırakıyorum ve Aralık ayı için daha kapsamlı bir şiir kitabı arayışına giriyorum. 😃 Elbette önerilere açığım!

Biliyor musun? az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
...
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu? bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele..

Aşk iyidir bak
Duyumunu arttırır insanın
...
Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille
Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın.

...
Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk;
Birleyip salıverelim iki tek gölgeyi..

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

12 Kasım 2017 Pazar

36. İstanbul Kitap Fuarı - TÜYAP

Merhabalar

Size tam bir hafta gecikmeli olarak İstanbul Kitap Fuarı maceramı anlatacağım. Geçen hafta bugün, yani fuarın 2.günü koştur koştur kitapların arasına daldım. Instagram'dan gideceğimi bildirmiştim ve birçok kişi görüşmek istediğini de yazmıştı ama hiç öyle bir fırsatımız olmadı ne yazık ki. İstanbul'da çok kısa bir süreliğine kaldığım için fuarda da çok oyalanamadım. Ki zaten dediğim saatten tam üç saat sonra fuara gelebildim. Düşünün bendeki tembelliği... 😃 Neyse, keyifli maceramı anlatayım.
Fuara adım atar atmaz Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'na uğradım çünkü çok yakın arkadaşlarımdan biri orada çalışıyordu. Başı çok kalabalık olmasına rağmen kitap kurdu arkadaşımla ayaküstü sohbet ettik ve bir tane klasik almaya karar verdim. Gurur ve Önyargı'yı sonunda aldım! Başka bir yayıncıdan almayı planlıyordum ama sonra vazgeçtim ve en iyisi klasikleri Türkiye İş Bankası'ndan okumaya devam edeyim dedim. Bir Uğultulu Tepeler faciası da yaşamak istemiyorum.
Efenim, sonra Yabancı Yayınları'na uğradım. Sırf Merve Özcan'ı ve Thpensieve'yi görmek için. İkisiyle de yüz yüze tanışabildim sonunda. İkisi de birbirinden sempatik ve sıcakkanlı insanlardı. Çok yoğun oldukları için ayaküstü sohbet ettim onlarla da. Ama o bile yetti. Oradan kitap almadım çünkü listemde Yabancı'ya ait bir kitap yoktu. Sonrasında Pegasus'a gittim. Esra Nazenin'i orada görünce baya şaşırdım çünkü çalışacağını bilmiyordum. Onunla da yüz yüze tanışmış oldum. O zaten her daim sempatik bir blogger. Pegasus'tan Bronz Atlı'yı aldım. Bu fuarda kayda değer indirimleri vardı cidden. İnternetteki fiyatlarıyla hemen hemen aynıydı.
Uzun aramalarımdan sonra Artemis Yayınları'nı bulabildim. Bu sefer fuar nedense çok karışık geldi. 😃 Olsundu, İpek Ongun imzalı Bir Genç Kızın Gizli Defteri'nin 100.baskını ve tabii ki Cassandra Clare'in yeni kitabı Gölgelerin Lordu'nu aldım. Artemis beni hep mutlu eden indirimler yapıyor. Canımsınız.
Sonrasında YKY'dan Kasım ayı için şiir kitabı aldım. Edip Cansever'in Yerçekimli Karanfil'ini aldım okudum bile. Yorumu gelecek. Bir de Can Yayınları'ndan George Owell'ın 1984 kitabını aldım. Bu yıllardır aklımdaydı ama nedense geçen gün sınıfta bir çocuk bu kitabı öyle ballandıra ballandıra anlattı ki fuarda alacağım dedim ve aldım.
Son olarak Arkadya Yayınları'na uğradım. Çünkü orada benim canım stajyer amirim Yasemin hanım vardı. Onu görmeden gidemezdim. Kısa ama çok keyifli bir sohbet ettik. Yasemin hanımı gördükçe bana ilhamlar geliyor çünkü resmen hayal ettiğim hayatı yaşıyor. Tüh tüh nazar değmesin. 😃 "Bana hangi kitabı önerirsiniz?" diye sordum ve direk "Kelebek ile Keman" kitabını hediye etti. Acayip merak ediyorum çünkü Arkadya'nın tarzı bana baya baya uyuyor. Dram, aşk, tarih...
Bunların dışında... Valla ilk defa jet hızıyla alışveriş yaptım. İnsanın alacakları belli olunca baya hızlı geçiyor fuar. Bir de artık insanlar fuara sadece gezip, blogger'larla tanışmak için geliyor bence. Çünkü internette fiyatlar çok daha uygun. Özellikle Pegasus'un. Çok nadir alıyorum ama alınca tam alıyorum. O yüzden bu seneki fuar hem bütçeli hem çok keyifli hem de sakindi. Resmen üç yıl sonra fuara gidebildim. Sözde İstanbul'da yaşıyorum ama okul için sürekli evden uzak olduğum için bu sene anca gidebildim.
Eğer Ankara'da olursam Ankara Kitap Fuarı'na da katılacağım. İzmir Kitap Fuarı'na da katılmak istiyorum nedense orası daha eğlenceli gibi. Ve Sevinç ablayı görmek istiyorum deli gibi. 😃 Bakalım, ben böyle diyorum ya illa bir aksilik çıkar.

İlerleyen günlerde kitaplarımı sakin sakin okuyup, enfes yorumlar gireceğim. Hazırlıklı olun!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

11 Kasım 2017 Cumartesi

Kitap Yorumu: Sempre - J.M. Darhower

Merhabalar
Merak etmeyin, yaşıyorum. 😃 Ama hayatım komple değiştiği için bazı şeylere ayak uydurmaya çalışıyorum. O yüzden Sempre tam 3 hafta elimde süründü. Kitabı bitirdikten sonra da yorumunu yazmam 2 haftamı aldı. En sonunda blog'a girebildim. Şuan Ankara'dayım ve sevdiğim cafe'ye gelip, blog yazıları yazmaya karar verdim. 
Aslında Sempre'ye ilk başladığımda kitabı çok sevmiştim. Hatta ilk 100 sayfasını otobüs yolculuğum sırasında okudum. Baya baya akıcıydı. Metroda her fırsatta kitabı okudum ama öyle yanlış zamanda okudum ki... Kitaba tam odaklanamadım. Ve kitapta da sorun vardı bence. Şöyle açıklayayım:
Kitabın başlangıcı çok güzeldi. İnsan dışı bir şekilde yetiştirilen Haven adında bir kız karakterle tanışıyoruz. Kendini bildi bileli köle gibi yaşamış, dış dünyadan habersiz biri. Bir gün aniden biri ona kaçma fırsatı verir. Daha ne olduğunu anlamadan Haven, Dr. Vincent DeMarco tarafından koruma altına alınır. Vincent, İtalyan ve aynı zamanda mafya işleriyle uğraşan bir adamdır. Eşi yıllar önce öldürülmüştür. İki oğluyla beraber yaşamaktadır. Asıl kimliği doktor olarak görülse de çoğu zaman 'kirli' işler yapmaktadır. 
Haven yepyeni hayatına alışırken elbette ister istemez ürkek davranır. Doktor'un oğullarından biri olan Carmine başlarda süper uyuz davrandı. Ama Haven'ı dış dünyaya açan da oydu. Carmine'nın da ciddi sorunları var. Ve bir şekilde beraber üstesinden geliyorlar. Bu kadar basit anlattığıma bakmayın. Aslında baya uzun bir yol katediyorlar. Carmine cidden baş belası biriydi Haven'la iletişim kurdukça kendi hayatı da düzeliyor. Haven zaten o kadar zorluklar çekmiş biri ki, düzelip normal hayata ayak uydurmasına şaşırdım. Hatta bir ara bence çok hızlı ayak uydurdu. Oralar pek inandırıcı gelmedi. 
Haven ve Carmine dışında mafya olayları oluyor. Aslında Carmine'nin annesinin neden öldüğünü öğreniyoruz. Bazı şeyler baya bağlantılı çıkıyor. Açıkçası okurken pek dikkatimi veremedim. Kitabın yarısından sonra ben koptum. 😒 Neden bilmiyorum. Karakterleri de öyle aşırı sevmedim. Hatta Carmine'nin sürekli belden aşağı vurucu laflar etmesine sinir oldum. Sen daha 18'lik bebesin ne bu tavırlar? Baya abartı bir karakter geldi. Ay ya da ben yaşlanıyorum! 

Kitabı pek sevemedim yani. Bitince 'hmm, tamam' deyip kenara koydum. İkinci kitabı için deli gibi beklemem sanırım. Öyle merak edici bir şekilde bitmedi.
Eğer sadece ilk 100 sayfasını okuduktan sonra yorum girseydim kesin okuyun derdim ama kitabın sonrası bence biraz klişeydi. Orijinal bir konusu var ama ne karakterler ne de gelişen olaylar bende bir etki yarattı. Üzgünüm, J.M. Darhower, Sempre bana göre değildi. 😞
Yazarın başka bir serisi daha var. Gözlerindeki Canavar diye ve o seri için daha çok olumlu yorumlar okudum. Bir de o seriye göz atacağım. Yine de Sempre'yi merak edenler varsa okusun derim. Belki ben odaklanma sorunu yaşadım o yüzden kitaba ısınamadım. Farklı yorumlarınızı beklerim!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane