Pages

27 Temmuz 2014 Pazar

Film Yorumu: Uyumsuz (2014)


Müthiş bir kitaptan uyarlanan ve kitabı kadar muhteşem olan bir film için kolları sıyırma vakti ! Uyumsuz'u fena kafaya taktım. İki gündür sanki Uyumsuz'da yer alıyormuşum gibi hissettim. Kitaptan hemen sonra filmi izlemek... Süperdi! Resmen kitabı izliyormuşum gibi oldu. Belki de yılın en iyi kitap uyarlamalarından biri olabilir.

Dün akşam kitap yorumunu yayınladıktan sonra direk filmi izlemeye başladım. Yaklaşık 2,5 saat sürdü. Ama o kadar saat nasıl geçti bilmiyorum. Her zaman dediğim gibi; 10 sezonluk dizi izliyormuşum tokluğu veren filmlerin yeri bende çok ayrıdır. Uyumsuz da bu filmlerden biri oldu. Cidden, sanki film değil de dizi izliyormuşum gibi oldu. Dolu dolu, heyecanı hiç sönmeyen, müthiş akıcı bir filmdi.

Konuya değinmeyeceğim. Kitap yorumumdan bakabilirsiniz. Ve benden söylemesi; kitabı okumayanlar bu yazıyı okumasın. Spoilerleri yersiniz. :D

Öncelikle şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kitaba çok sadık kalınmış. Repliklerden tutun da kitaptaki çoğu sahne filme aynen yansıtılmış. Filmin %96'sı sırf kitaptan alınmış. Diğer %4'lük kısmı ise sanırım Hollywood film tarzına ayak uydurmak için değiştirilmiş fakat bu göze batmıyor. Tam tersine kitaptan farklı, özgün bir özellik sunmuş. Yani ben değiştirilmiş yerlere bile bayıldım.


Oyuncu seçimlerine gelirsek... Tris'i oynayan Shailene Woodley, cidden süper bir performans sergilemiş. Tam hayal ettiğim gibi bir Tris olmuş. Her hareketine, mimiklerine, ses tonuna bile hayran kaldım. Karaktere cuk oturmuş. Gerçekten, filmi izlerken ona hayran kaldım. Hem güzel hem oyunculuk konusunda etkileyici hem de Tris'i çok güzel yansıtmış. 
Four karakterini canlandıran Theo James ise idare ederdi, sanırım. Adamın oyunculuğuna bir lafım yok. Hakkını vermiş. Aynı Four'un hareketleri, mimikleri falan... Görüntü olarak pek içime sinmedi. :D Zaten kitaptan uyarlanan filmlerde mutlaka uymayan birini bulurum. Bu seferki kurbanım Theo oldu. Yine de hakkını yememek lazım, filmde döktürmüş. Özellikle ses tonuna aşık oldum. Onun sahnelerinde kulaklarım şenlikte gibiydi. Gür ve tok bir sesi var. Tüm gün onu dinleyebilirim. :D 
Tris'in abisi Caleb'i ise Ansel Elgort canlandırmış. Bunu önceden biliyordum ama izleyince bir tuhaf oldum. Daha geçen gün Ansel ve Shailene'i Aynı Yıldızın Altında'da izledim. Orada müthiş bir çiftlerdi. Bu filmde ise kardeş olmaları... Açıkçası tuhafıma gitti. :D Tamamen benim düşüncelerim. Yani mesela Jeanine karakterini canlandıran Kate Winslet'i de izlerken bazen o bakışları, duruşu falan bana Titanik'teki hallerini hatırlattı. Kısacası bu filmi izlerken hem mest oldum hemde oyuncuları öyle dikkatli izledim ki çoğu zaman aklım başka yerlere uçtu. :D

Bunların dışında... Diğer karakterlerin oyuncuları cuk oturmuş. Özellikle Christina'yı ve Eric'i canlandıran kişiler karakterlere tam bürünmüşler. O konuda bir sıkıntı yok. Kitap da olduğu gibi filmin sonlarına doğru aksiyon tavan yaptı. Hemen hemen her sahne aynıydı. Bi son sahne değiştirilmiş. Ama güzel değişim olmuş. Açıkçası Tris ve Four'un dövüşmesini izlemek çok heyecan vericiydi. :D

Kitap yorumumdan bahsettiğim gibi Tris'in değişim süreci aynen filme yansıtılmış. Bu durum çok hoşuma gitti. İlk saniyedeki Tris ile son saniyedeki Tris arasında kocaman bir değişim vardı. Filmde bu çok güzel belirtilmiş.

Hmmm. Filmin müzikleri konusunda bir şey diyemeyeceğim. Bence çoğu sahnede müzik seçimleri uymamış ama bu beni çok ilgilendirmedi. :D 

Ve son olarak... Kitabı okurken hayal etmesi biraz zor ve açıkçası pek zevkli olmayan bir sahne vardı. Tris'in bayrak yarışmasını kazanıp da, Cesurlarla birlikte adrenalini sonuna kadar yaşadığı bir uçma sahnesi vardı. Onu filmde izlemek dehşetti ! (İyi anlamda.) Kesinlikle o sahne filmde daha iyi yansıtılmış. İzlerken mest oldum, oturduğum yerden kudurdum "Bende istiyorummmm" diye. O sahneyi mutlaka görmelisiniz. Film bittikten sonra bile birkaç kere izledim. Gerçekten o anı yaşamak isterdim. Şanslı Tris... Yoksa Shailene mi demeliyim ? :D

Uyumsuz'la bu kadar içli dışlı olduktan sonra hayata nasıl devam edeceğim bilmiyorum ama en kısa zamanda seriye geri döneceğim. O zamana kadar kitabı okuyup, filmi izleyin. MUTLAKA. Ve kesinlikle kitabı okumadan filme balıklama atlamayın. Haksızlık olur. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

25 Temmuz 2014 Cuma

Kitap Yorumu: Uyumsuz - Veronica Roth


Nereden başlasam acaba ? Kitabın müthiş akıcılığından mı, etkileyici kurgusundan mı yoksa beni hiç hayal kırıklığına uğratmadığından mı ? Hepsine tek tek değineceğim. Ama şuna şüpheniz olmasın ki bu yaz okuyacağım en iyi seri olacak gibi gözüküyor. Diğer kitaplar için şimdiden sabırsızlanıyorum!

Uyumsuz, ilk çıktığı zaman pek ilgimi çekmemişti. Özellikle yeni "Açlık Oyunları" etkisi yaratan yorumları okudukça iyice uzak durdum. Sonra filmi çıktı. Herkes bir telaş, heyecanlanmalar falan... Neler oluyor dedim. Filmden çıkan kesinlikle kitaptan daha iyiydi demeleri ilgimi çekti. Sonra baktım Artemis Yayınevi seriyi tamamlamış. Beklemek için bir sebep yok dedim ve kitabı sipariş ettim. Kitabı elime aldığımda "Vay be sonunda kavuştum" dedim. Çünkü film yüzünden tüm baskılar bitmişti ve bir ara ilk kitabın baskısı bile yoktu. O kadar ulaşılmaz gelmişti. Sonra panik yaptım. Ya hayal kırıklığına uğrarsam ? O kadar heyecan yaptım, okunacak bir sürü kitap varken bu seriyi ön plana aldım. Acaba hata mı yaptım diyordum ki... Hayır. Kesinlikle değmiş. Bu kitaba bayıldım. Bilerek yavaş yavaş okudum. İş yerinde bile molalarda okudum. Sırf kitap için yemek yemediğimi bilirim. :D Ve kitap dün gece bitti. Uyku gözlerimden akıyor ama ben "Ayyy dur acaba şimdi ne olacak" modundaydım. Bitirince 32 diş sırıtıp, kitabı göğsüme yasladım ve uyudum. (Uyurken ezmemişim neyseki.) 

Kitabı anlatmak zor gelecek. Nereden başlasam cidden bilemiyorum. Bir kere serimiz distopya. Yani tamamen yazarın hayal dünyasından oluşuyor. Hiçbiri gerçek değil. Karakterlerinden tutun isimlerine, özelliklerine kadar her şeyi çok güzel düşünmüş. Bazı yerlerde cidden şaşırttı. Ki beni şaşırtabilen çok az kitap vardır. Çoğu zaman tahmin ederim. Ama bu sefer ters köşeye yatırıldım. :D Açıkçası bu durumlar hoşuma da gitti. 

Baş karakterimiz Tris (Aslında Beatrice), 16. yaş gününe bastığı zaman bir topluluk seçmek zorunda. Bu kendi topluluğu Fedakarlık da olabilir. Ya da diğerleri; Cesurluk, Bilgelik, Dürüstlük ve Dostluk da olabilir. Bu seçimi yapmadan önce bir test yapılıyor. Ve bu test sonucunda Uyumsuz olduğunu öğreniyor. Yani hiçbir topluluğa ait değil aslında. Ve hiçbir şey onun üstünde etki yaratamaz. Ama Uyumsuz olduğunu kimseye de söyleyemez. Anında öldürülür. Bu yüzden bir risk alır ve kendi topluluğu dışında bir topluluk seçer: Cesurluk. Bu bilgi belki spoiler oldu ama bunu söylemeden konunun devamını da anlatamazdım. :D Ailesi şoktadır. Abisi Caleb de başka bir topluluğu seçmiştir. Yani ailedeki şoku bir düşünün. :D

Tris, Cesaurluk yerleşkesine gider. Daha ilk günden yeni arkadaşlar edinir. Christina, Will, Al... Hepsi daha ilk günden cesaretli olduklarını göstermeleri için çatıdan atlarlar, dövüşürler ve kendilerini kanıtlarlar. Ama bunlar yetmez. Önlerinde daha çok yol ve engel vardır. (Özellikle korkularıyla karşılaşma sahneleri beni fena etkiledi. Resmen ben yaşıyormuşum gibi hisettim. Yazar, kitapta Tris'in duygularını çok güzel ve etkileyici bir şekilde yansıtmış. İliklerime kadar işledi.) Bu sırada Tris göze batmaktadır. Fedakarlık'tan transfer olduğu için herkes ona "Kasıntı" gözüyle bakar. Özellikle Bilgelik, Fedakarlık'ları ezmeye çalışmaktadır. Bu durumda Tris yeni bir düşman da edinir: Peter. (Bu isimleri özellikle yazıyorum. Çünkü ilerleyen zamanlarda sık sık göreceğiz.) Tüm bunlar gerçekleşirken Cesurluk eğitmenlerinden ve liderlerinden Eric ile Four karşımıza çıkar. (Kitapta Dört olarak ismi geçiyor ama ben Four demeyi tercih ediyorum.) Eric, cidden sinir bozucu ve itici biri. Onu boşverin. Four'a değinmek istiyorum. Soğukkanlı, güçlü, otoriter, zeki ve bir o kadar incinmeye meyilli ne yapacağı belli olmayan biri. İlk sayfalarda bana Dimitri Belikov'u hatırlattı. Ama Four'un kendine has özellikleri var. Ve bunları cidden sevdim. :D Gerçek ismi elbette Four değil. Ama ona neden Four dediklerini ve gerçek isminin ve aslında gerçekte kim olduğunu kitabın sonlarına doğru öğreniyorsunuz. Ve cidden şaşırabilirsiniz. Ben ağzım açık birkaç saniye kitaba bakakaldım.

Favori repliğim !
Four'dan bu kadar bahsettim. Bari Tris'le ne alakaları var ondan söz edeyim. Four, en başından beri Tris'i göz hapsinde tutar. Eğitimlerde daha çok üstüne gider. Bunu bilerek yapıyor çünkü onun farklı olduğunu biliyor. Uyumsuz olduğunu öğrendiğinde bile elinden geldiğince saklamalarını sağlıyor. Ama bir süre sonra işler ters gitmeye başlıyor. Bazı sırlar ortaya çıkıyor. Tris ve Four bunun peşini bırakmıyor. Sırrın gücü sonunda büyük bir felaket ortaya çıkıyor. Kitabın sonlarına doğru heyecan, aksiyon cidden durmuyor. O yüzden geceyarısı elimden bırakamadım. Durmadan okudum. Yazar hem şaşırtıp, hem sürükleyici bir şeyler yazmış. Gerçekten güzeldi. Çok severek ve isteyerek okudum. Kitaplığımın baş köşesini kazandı. :D

Biraz da Tris'den bahsetmek istiyorum. Aslında kitap öyle güzel gelişiyor ki Tris'in hem beden hem ruhen değişimlerini okuyup, fark ediyoruz. Tris bir Fedakar'dı. O yüzden hiçbir zaman söz hakkına sahip değildi. Gri giyinir, saçlarını toplar, aynaya hiç bakmaz ve kendini şımartacak bir şeyler yapmazdı. Hayatı yaşamıyordu resmen. Sonra Cesaret'e gelince tamamen değişti. Dövmeler yaptı, kendini savunmayı öğrendi. En önemlisi sevdikleri için savaşmaya başladı. Küçük ve kırılgan bir Kasıntı'dan müthiş savaşçı bir kıza dönüştü. Tüm duyguları yaşamaya başladı. Kısacası Tris, hepimize örnek olacak bir gelişim gösterdi. Bu konuda yazara hayran kaldım. İmrendim. Tris karakteri o yüzden oldukça özel.

Bunların dışında... Kitapta cidden şaşırtmalı sahnelere hazır olun. Bazı sahneler de çok komikti. Okuyup, okuyup baya güldüğüm yerler vardı. Romantik sahneler olmazsa olmaz. Ne aşırı ne az. Tam tadında olmuş. :D Aksiyona hiç girmiyorum bile. İşte, kitabın genel hatları bunlar.


*Diğer kitapları en kısa zamanda alacağım. Cidden merak edici bir seri. :D Four'u ve Tris'i çok sevdim.
*Yazarın dili akıcı ama bir tuhaf. Ben ilk başta garipsedim ve açıkçası kitaba başlayamama nedenlerimden biri de buydu. Şimdiki zamanlı yani -yor'lu bir anlatımı var. Bu bana biraz sıkıntı oldu ama çabuk toparladım.
*Büyük ihtimalle siz bu yorumu okurken ben filmi izliyor olacağım. :D Film yorumu da bir aksilik olmazsa yarın gelecek. Fragmanlarından bile aşık olunmaya değer.

Şimdilik bu kadar. Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Film Yorumu: Aynı Yıldızın Altında


Birkaç saat önce merakla beklediğim ve tam bir sene önce okuduğum; beni mest edip, boğazımı düğümleyen kitabın filmini izledim. İnanılmaz bir şey. Kitabı okuyorsunuz, karakterleri hayal edip sanki onlarda sizden biriymiş gibi davranıyorsunuz. Sevip, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz. Sonra o hayal dünyanızı sinemada farklı bir biçimde izliyorsunuz. Her zaman dediğim gibi; sanki senaryoyu önceden okumuş gibi... Oturduğum yerden replikleri dudaklarımı oynatarak söylüyorum. Hangi sahnenin geleceğini bilip ya heyecanlanıyorum ya da "Lanet olsun, şimdi gözlerim dolacak!" diye söyleniyorum. İşte bu yazdıklarımı az önce aynen tekrardan yaşadım. Yaşamaya da devam edeceğim. Müthiş bir şey.

Aynı Yıldızın Altında'nın (TFIOS demeyi tercih ediyorum.) yeri ben de çok ayrı. Geçen sene reşit olduğum zaman annem hediye almıştı. Ve 3 günümü dolu dolu okuyarak geçirmiştim. Kitap bitince zaten gerçek hayatın tokatını yemiş gibi olmuştum. Affallayıp, birkaç gün kendime gelememiştim. Bir de şimdi filmi izleyince iyice tuhaflaştım. Beni dengesiz yaptı bu kitap ve film. Resmen içime bir ayı oturdu kalkmıyor. Öyle bir ağırlık oluştu içimde. Boğazımdaki düğümden bahsetmiyorum bile... "Augustussız bir dünya görmek istemiyorum." - Isaac

Filmle ilgili ne söylesem bilemiyorum. Her şeyiyle bana mükemmel geldi. Hani şu sahne kötüydü, gereksizdi, farklı ama olmamış diyebileceğim bir şey yoktu. Kusur aramıyorum o yüzden. Çünkü izlerken hiçbir şey umrumda değildi. Saate bakmadım, ara verildiğinde "zaman ne çabuk geçti" dedim ve en önemlisi kitabı okurken neler yaşadıysam filmi izlerken de aynı şeyleri yaşadım. İlk yarısında baya güldüm. Kahkaha atmaktan çenem ağrıdı. Ansel Elgort'un oyunculuğuna hayran kaldım. Sırf mimikleriyle bile güldürdü, aşık etti. Onun suratına bakmaktan alt yazıya odaklanamadım. Ki bu da sorun olmadı çünkü resmen filmi ezbere biliyormuşum. Çoğu zaman cidden alt yazıya bakmadım. Ne diyeceklerini biliyordum. Doğru da çıktı. :D Bu yüzden kendimle gurur bile duyuyorum. Neyse.

Filmin ilk yarısı cidden güzeldi ya. Tüm sahneler, replikler... O kadar uyumluydu ki. Tüylerim diken diken oldu. Sonra ikinci yarı başladı. Zaten o zaman koltuğuma gömüldüm. Neler olacağını biliyorum ya... Augustus'un kanser olduğunu söylediği sahneden sonra koptum. Gözlerimi tavana dikip, "Sakın ama sakın ağlama. Aynı şeyleri okudun ve yeterince zırladın zaten. Hepsi yalan, altı üstü bir film. Ağlanacak bir şey yok. Çıkışta kıpkırmızı gözlerle çıkmak istemezsin herhalde. Hayır, o sahneye bakma yoksa sümüklerin şimdi fırlayacak!" modundaydım. Cidden ağlamamak için zor tuttum kendimi. Boğazım isyan etti resmen ağla diye. Ama ciddiyim, ağlamaya başlasaydım duramazdım. İzlemesi daha farklıydı. Augustus'un kanser olduğunu söylemesi, kendi cenazesini prova etmesi, çaresiz hissetmesi... Tanrım! Gerçekten kaldıralamayacak bir gerçek acı. Film ve kitaplarda böyle ama ya gerçek hayatta ? Şuanki halime tekrar şükrettim, her şeye minnettarım dedim. Bu kitabı o yüzden seviyorum. Her hatırladığımda bulunduğum konuma bir kez daha sımsıkı sarılıyorum.


Hazel Grace rolündeki Shailene Woodley'e gelirsek... Kadının oyunculuğunu cidden seviyorum. Hazel karakterini hem çok güzel oynamış hem de eksik oynamış. Özellikle acı çektiği ve ağladığı sahneler cidden müthişti. O duyguları bana hissettirdi. Gerçekten yaşıyormuş gibiydi. Bazı sahneleri gözümün önünden gitmiyor. Ama bazen de hiç Hazel değilmiş gibiydi. Bilemiyorum. Elbette oturduğum yerden onun oyunculuğunu eleştirecek değilim. Beni filmde ağlatacak duruma getirdiyse bu karaktere cuk oturmuştur.

Filmdeki replikler resmen kitaptakilerin kopyasıydı. Cidden çok güzel uyarlamışlar. Ayakta alkışlıyorum. Ama tek hayal kırıklığına uğradığım sahne, Augustus'un kanser olduğunu açıklarken söylediği bir replik vardı: "Taramada yılbaşı ağacı gibi ışıl ışıldım, Hazel Grace. Göğsüm, sol kalçam, ciğerim, her yer." Bu repliğe cidden aşığım. Ciddi bir şeyi esprili bir şekilde söyleyebilen biri varsa bu Augustus Waters olur zaten. Bu replik filmde yoktu ama ben o sahnede kendimce mırıldandım. Sonrasında zaten gözlerim doldu. Kitabın kopyası resmen. Tuhaf bir deneyim oldu cidden.

Bunların dışında... Filmin soundtrack'ı mükemmel! Film çıkmadan önce dinlemeye başlamıştım. Filmdeki sahnelerle daha da uyumlu olmuşlar. Eve gelir gelmez indirdim ve şuanda dinliyorum. Kesinlikle dinleyin. Kitabı okumayanlar varsa (ki şuan bu yazıyı okuyorsa feci spoiler yedi.) okurken soundtrack'ı dinlesin.

Film hakkında söylenecek milyon şey var. Cidden beynim durdu. Filme girmemle çıkmam bir oldu sanki. Hala etkisindeyim. Sarhoş gibiyim. Kitap okuyacak halim kalmadı. Geçen seneki ruh halim geri gelmiş gibi. :D Augustus'u hatırlamak...


Bunu söylemek ne kadar doğru ya da gerçek bilemiyorum ama bu kitabı okuduktan sonra yaşanılan "çoğu" ilişkinin, aşkın aslında hiçbir şey olmadığını ve cidden sıradan olduklarını anlıyorsunuz. Elbette burada aşk dersi verecek değilim. Hiçbir zaman öyle bir insan olmadım. Fakat bu kitabı okuyunca gerçekten hiçbir şeyin sağlıktan önemli olmadığını anlıyorsunuz. Delice sevin, aşk için sürünüp, mahvolun ama sağlık olmayınca olmuyor. Bu ikilinin aşkı belki sonsuza dek sürecek. Ama işte, kanser her şeyi yerle bir edebiliyor. 

Son olarak; kitabı okumayanlar çok şey kaçırıyorlar. Okuyun, okutun. Başucu kitabınız olsun. Mutlaka sizi etkileyecek. Film için ön yargılı olanlar direk o yargılarını bırakıp sinemaya koşsun. Kitap kadar etkileyecek bir film sizi bekliyor.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane


Not: Kitabın sonundaki Augustus'un etkileyici ve beni mahveden mektubunu aynen filme yansıttıkları için tüm film ekibine hayran kaldım. Ayakta alkışlamak bile yetmez. 

22 Temmuz 2014 Salı

Jane: "Sohbet, Muhabbet"

Merhaba !

Delicesine yazmak istediğim için kendimi blog'da buldum. Aslında yazacak birkaç şey fark ettim. :D Değişik bir yazı olabilir. Eren'deki (SaklamaKabı) cesaret bende de olsa Vlog (Video) yapar yayınlardım ama hayır, henüz ona hazır değilim. :D

Öncelikle, blog'a bu aralar çok olumlu yorumlar geliyor. İnanın bana 32 diş sırıtarak tek tek yorumları ve notlarınızı okuyorum. İyi ki Ask.fm açmışım dedim. Oraya baya ilgi var. Hatta buradan link vereceğim. Hücum edin, aklınıza ne geliyorsa sorun. Gerçekten eğlenerek cevap veriyorum. Link: JaneWampirob

Ask.fm'e bu aralar en çok Ölümcül Oyuncaklar ve Cehennem Makineleri serileri hakkında sorular geliyor. Bu ilgimi çekmedi değil. Ve açıkçası mutlu da oluyorum. Favori iki serimdir. :D Sorulara gelince... Aslında oradan elimden geldiğince açıklamaya çalışıyorum fakat burada detaya girip, akıllardaki sorulara cevap vermek istedim. Sorular genellikle, ilk önce hangi seriyi okumalıyım oluyor. Ben ilk Cehennem Makineleri'nin kitabını okumuştum ama hiçbir şey anlamamıştım. Sanırım o dönem "anlayamama" sorunum vardı. :D Daha sonra Ölümcül Oyuncakları okuyunca her şey yerine oturmuştu. Ama şimdi şöyle söyleyeyim, bence ilk Cehennem Makineleri'ni okuyun. Seri zaten 1800'lü yıllarda geçiyor. Yani Ölümcül Oyuncaklar'daki karakterlerin ataları diyebilirim. O yüzden ilk o seriyi okuyun. Zaten oradaki bazı karakterler *spoiler olmasın diye fazla detaya girmiyorum* Ölümcül Oyuncaklar'ın final kitabında da yer alacakmış. (Camlar Şehri'nde ve Kayıp Ruhlar Şehri'nde de görünüyorlar.) Artık rahatlıkla Cehennem Makineleri'ni okuyun diyebilirim. :D Serilerin müthişliğinden, akıcılığından ve aşık olunası karakterlerinden bahsetmiyorum bile. Blog'u alt üst edin ve serilere olan bağımlılığımı fark edin. :D


Bir diğer konu ise favori kitap serilerim. Zaten bir kitap blogger'ı olmanın en büyük zorluğu bu tip sorulara cevap vermektir. :D Yani ben sayamadığım kadar seri okuyorum. İçlerinden favorin hangisi, sorusu gelince löp diye kalıyorum. Evlat ayrımı nasıl yapayım ki ? :D Öhööm, elbette gözdelerim var. ( Resmen döneklik yaptım. Yapılacak bir şey yok. :D) Şiddetle, mutlaka, kesinkes okuyun dediğim serileri gözüm kapalı sayarım.

Cehennem Makineleri ve Ölümcül Oyuncaklar - Cassandra Clare: Genç Fantastik/ Romantik/ Aksiyon

Vampir Akademisi ve Kanbağı - Richelle Mead: Genç Fantastik/ Romantik/ Aksiyon

Lux ve Melez - Jennifer L. Armentrout: Genç Fantastik/ Romantik/ Aksiyon

Dönüşüm - Rachel Vincent: Fantastik/ Romantik/ Aksiyon

Sookie Stackhouse - Charlaine Harris: Fantastik/ Aksiyon/ Romantik

Düşmüş Melekler - Becca Fiztpatrick: Genç Fantastik/ Romantik (Final kitabı baya kötü.)

Açlık Oyunları - Suzanne Collins: Distopya/ Aksiyon/ Romantik

Travis Maddox ( Tatlı ve Ayaklı Bela kitapları) - Jamie McGuire: Gerçek Hayat/ Romantik

Bridgerton - Julia Quinn: Tarihi Aşk Roman

Kocaman bir not: Bu söylediğim serilerin hepsinde komik ve eğlenceli sahneler mevcut. Çoğu zaman kahkaha atararak okumuşumdur. Kahkaha attırmayan kitapları sevmem zaten. Ve elbette salya sümük de ağlayabilirsiniz. :D

Şuanki listem bu. Elbette daha okuduğum seriler var ama "favorim" olması için henüz o sınıra gelemedim. :D

Sıradaki konum ise müzik ve film önerilerim. Açıkçası bu aralar önerecek ne film ne müzik listem var. Bayadır film izleyemiyorum. Ki bu yaz film-dizi konusunda uçmayı düşünüyordum. Artık üniversite yaşamına kaldı. :D Müzik desen... eskileri dinlemekten kusacağım yakında. Yeni şarkı önerileri alabilirim her zaman.


Bir de "şu kitabı okudun mu" sorularında bazen takılıp kalıyorum. Çünkü okumamış oluyorum. Eğer okuyup da soruyorsanız lütfen bilgi verin ve almam gerekiyorsa "Janeeee kesinlikle al" deyin ki ben sıradaki maaşımı yine kitaplara yatırayım. :D

D&R da bazılarınızın ilgisini çekmiş. :D Çekmemesi tuhaf olurdu. Her gün aşk yaşıyorum resmen. Yeni kitap, albüm ve DVD konusunda yardımcı olabilirim. Her gün elime neler geçiyor bir bilseniz... :D

Bunların dışında... Beni merak edenler oluyormuş. Eskiden olsa hiçbir yerde fotoğrafımı göremezdiniz ama şimdi çat çat çekiyorum. Instagram'a birkaç tane koydum. Oradan bakabilirsiniz. Ayrıca Instagram hesabımdan okuduğum kitapları ya da aldığım yeni kitapların fotoğraflarını naklen orada canlı yayın yapıyorum resmen. :D


Son olarak okuyacaklar listemi ve şuan okuduğum kitapların fotoğrafını çektim. Yaz bitmeden bitireceğim inşallah. Ve bu ay cidden baya kitap aldım. Parayı bulunca gözüm döndü. Ki gelecek ay da böyle olacak gibi. :D Kitap önerileriniz falan varsa beklerim. Listem ne hikmetse küçülmeye başladı. :O

Şimdilik bu kadar. Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Müthiş serilerle ve kitaplarla döneceğim. En kısa zamanda. Cooooming soooon!

17 Temmuz 2014 Perşembe

Kanbağı 4 - Ateşli Kalp / Richelle Mead


Bazen kusurlar göze daha sevimli görünür.

Hmm. Nereden başlasam acaba ? Öncelikle, neredeyse bir aydır blog'a hiçbir şey yazmadım. Eğer uzun bir yazı olursa mağdur görün beni. Resmen yazmak için gün sayıyordum. Blog'a yazmaya aç kaldım. :D Bir diğer mevzu ise yorum yapacağım kitap çok fena! Zaten hem yazarına hem serisine hayran olduğum bir kitap... Eh biraz tuhaf bir yazı olacak. Benden söylemesi.

Kanbağı serisini en son geçen yaz okumuştum. Yayınevimiz sağolsun serinin yeni kitabını baya geç çıkardı ve ben de bazı nedenlerden dolayı geç alıp, okudum. İyi ki geç okumuşum! Yoksa yeni kitabı beklerken şekilden şekile girebilirdim. (Yeni kitap bu ay sonunda yurt dışında çıkıyor. Biz de herhalde yeni yılda çıkar!) 

Öncelikle, eğer bu seriyi okumayan varsa direk gidip ilk kitabı alsın. Okumaya kıyamadığım, okudukça elimden bırakamadığım bir seri. Adrian Ivashkov'un başrolde olması zaten gözü kapalı okumama sebep oluyor. Eh bir de Richelle Mead'in müthiş hayal gücü ve komik yazım tarzı da işin içinde. Ama bu kitapta her şey daha farklı. Kitabın geneli karanlık sahnelerden ve romantik dolu sürprizlerden oluşuyor.

Aşk her zaman bir imzaya bağlı olmuyor. Bence seks, değer verdiğin biriyle yapılmalı. Boş ve anlamsız bir şey olmamalı.

Bir önceki kitapta en sevdiğimiz Simyacı Sydney Sage, Simyacılara karşı çıkan bir grupla karşılaşmıştı. Ve onlara destek olmasının en büyük etkini elbette Adrian. Bu kitapta ilişkileri dolu dolu diyebilirim. Okurken kıskançlık krizlerine girdim ama eli mahkum okudum. Hem sevimliler hem uyuzlar... Ne biliyim kızamadım da çok sevinemedim de. :D Hepsi Ivashkov'un suçu ! Onu bir tek kıza bağlı görmek tuhaf oluyor. Neyse, bu kitapta Sydney iyice Simyacılar'ı yerle bir etmenin yolunu bulma çabasındaydı. Bir yandan dibinden ayrılmayan kardeşi Zoe'ya bir şeyler çaktırmamaya çalışıyordu. Diğer yandan arada kaçamaklar yapıp, Adrian'la buluşuyorlardı. Hep bir döngü içerisindeydi. Yeni bir dövme buldu ve uygulamalara başladı. Kız gerçekten zeki ve dediğim dedik biri. Açıkçası bu kitapta Sydney'e hayran kaldım. :D

Adrian'a gelirsek... Beyefendi mutluluktan havaya uçacak durumda. Bir tek kanatları eksik. O kadar mutlu ki artık alkol ya da sigara kullanmıyor. Sydney'le anlaşmaları bu. Ama bunları kullanmaması onda kötü bir etki yapmaya başlar. Biliyorsunuz, her Moroi'nin özel bir gücü olur. Adrian'ın ise ruh gücü var. Ruh'u kullanmak basitmiş gibi görünse de büyük bir sorumluluğu var. Vampir Akademisi serisinde bu yan etkileri görmüştük. Lissa, Ruh'a dayanamayıp kendini kesiyordu. Sonya ise delirmek üzereydi. Bu kitapta ise Ruh'un yan etkilerini Adrian'ın üzerinde görüyoruz. Uyuyamıyor, ölen teyzesinin sesini duyuyor, bitkin düşüyor... Resmen dengesizleşiyor ve karanlık bölüme daha da yaklaşıyor. Açıkçası bu sahneleri okumak dehşete düşürdü beni. Uzaktan Adrian'ı serseri tipli, çapkın, ayyaş ve umursamaz biri gibi görebilirsiniz. Ama onun gözünden okuyunca aslında her şeyin çok farklı olduğunu ve neden böyle yaptığını anlıyorsunuz. Richelle Mead, Adrian'ın gözünden olayları çok güzel bir şekilde aktarmış. Tam hayal ettiğim gibi. O yüzden hiç hayal kırıklığına uğramadım. Tam tersine kitabı sırıtarak okudum.

Kendimi birine bağlayıp dünyadaki bütün kadınları hayal kırıklığına mı uğratacağım ? Ben bu kadar zalim biri miyim?

Elbette olaylar bunlardan ibaret değil. Kitapta baya şeyler oluyor. Ruh'la ilgili de gelişmeler oluyor. Hatta bunun sonucunda Sydney ve Adrian saraya gidiyor. Saraydaki sahneleri okumak, beni eskiye götürdü diyebilirim. VA serisini okuyalı baya oldu ama eski karakterleri görmek, okumak... Ne bileyim sanki eski dostlara kavuşmak gibiydi. Biraz saçma bir cümle oldu ama benim için öyle. Rose, Dimitri, Christian hatta Lissa bile özlediğim karakterlerden biri. :D Bu kitapta onları kısa bir şekilde de olsa gördük ve içim ısındı. 
Kitap fantastik olmasına rağmen macera ya da aksiyon sahneleri yoktu. Şöyle söyleyeyim, son sahnelere doğru heyecan tavan yaptı ve birkaç aksiyon sahnesi vardı. Ki yazar öyle bir hayal gücü kurmuş ki "Eh biraz çıldırın ve sonrasında daha sabırsız olun" mesajını vermiş. Ben çok şaşırmadım son sahneye ya da "çıldırmalık" olaya... Richelle bu. İlla bir dönüm noktası yaratıyor serilerinde. O yüzden merakla yeni kitabı bekliyorum. :D

Sydney'i yüzüne ve saçlarına vuran ışıkta izlerken, insanların güneş için yaratıldığından bir kez daha emin oluyordum.

Bunların dışında... Spoiler vermemek için Sydney'in neler çevirdiğini ya da planlarını anlatmayacağım. Ama Adrian'la yaşadıkları romantik anlardan bahsedebilirim. (Bana işkence gibi gelse de...) 
Serinin başında hatta daha VA serisinde Sydney, bizimkilerden yani Moroi ve Dhampir topluluğundan olabildiğince uzak duruyordu. Daha sonra Adrian'la ve diğerleriyle dip dibe kalınca bu duruma giderek alıştı. Özellikle bu kitapta Sydney'de büyük değişiklikler olduğunu fark edebilirsiniz. Adrian'la geçirdikleri zamanlar cidden çok güzel. Ne çok detaya girip, boğuyor ne de kısa geçiyor. Okurken mest olabilirsiniz. Açıkçası Adrian'ın gözünden böyle romantik sahneler okumak daha da hoşuma gitti. Yazar cidden cuk diye oturtmuş seriyi. Ve bu ikilinin birbirleri için çabaladıkları gözler önündeydi. Sydney her zaman Adrian'ın iyiliğini ve sağlığını düşünüp, durdu. Adrian ise habire "Acaba Sydney'i nasıl mutlu edebilirim?" çabalarındaydı. Hoş, Sydney sadece Adrian'ın varlığı ile mutlu olabilen biri. :D Yani kısacası hem sevimli hemde örnek verici bir çift olmuşlar.

Aşk, karanlıkta bir ateştir. Bir kış gecesi ılık bir nefestir. Sana evinin yolunu gösteren bir yıldızdır.

Kitap elbette Sydney ve Adrian'dan oluşmuyor. Yan karakterlerden kısaca bahsedersem; bu kitapta yan karakter olarak Angeline favorimdi. Kızın anormal hareketleri, davranışları... ne bileyim diyalogları bile komiğime gitti. Gerçekten çok doğal bir karakterdi. Trey'le aralarındaki sorunu bi an önce halledip, beraber olsunlar istiyorum. :D Jill ve Eddie çiftine gelirsek... Son ana kadar birbirlerinden çok uzaklardı ama yazar son sahnede gülümseten bir kurgu yazmış. Artık şu Eddie'nin de yüzü gülsün! :D

Hayal gücümü asla dönemeyeceği bir yere gönderdiğin için teşekkürler.

Son olarak tek söyleyebileceğim şey; muhteşem diyaloglarla dolu dolu olan ve inanılmaz kurgusuyla baş döndüren bu seriye sıkıca bağlanın, sevin, bırakmayın. Favorilerimden biri ve kesinlikle okunmaya değer bir seri. :D

Sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Bu kitapta Sydney'in en sevdiği tatlının baklava olduğunu öğrendim. Adrian sırf baklava için Yunan lokantasına gidiyor. Açıkçası o sırada Abe'nin oraya basıp, "Baklava bir Türk tatlısıdır!" demesini bekledim bile. :D

Not2: Bu kitapta Adrian'daki değişiklikleri fark edebilirsiniz. Mesela eskisi gibi zevk düşkünü ya da elmaslar yağdıran bir adam değil. Maddiyattan önce maneviyatın geldiğini düşünmeye başladı.