Pages

27 Ekim 2018 Cumartesi

Ekim 2018: Son Zamanlarda Neler Okudum?

Selamlar efenim
Beni bir süredir takip ediyorsanız aslında ne kadar üşengeç biri olduğumu keşfetmişsinizdir. Yazacağım şeyler ya yoldayken ya işteyken ya da biriyle sohbet ederken (insanları dinlemeyi çok severim ama bazen sohbetten kopup başka şeylere süper dalarım) aklımda tıkır tıkır işlerken, bunları klavyeyle buluşturmak istediğimde ya tıkanıp kalıyorum ya da "of şu an yapamayacağım" diyerek erteliyorum. Ama blog'a yazmayı gerçekten çok seviyorum! Benim sığınağım burası diyebilirim. Yüz yüze bu kadar konuşkan olamam. O derece...
Gelelim bunu neden açıkladım. Bu ay en az iki kitap yorumu gireceğim demiştim. Sonra listeme baktım. (Okuduklarımı yazdığım uzuuuun bir liste var. Goodreads bu konuda sağ kolum olsa da eski kafalıyım, kağıtlara not almayı seviyorum.) Ben baya kitap okumuşum. Üşendiğim için blog'a yazmamışım. Hepsini bir yazıda toparlayayım dedim. Haa, şöyle de bir şey var; eğer bir kitaba taptıysam kesinlikle ona özel bir yorum yazarım.😍
Hadi bakalım, listemde neler varmış.

Daha bugün bir kitap bitirdim. Onunla başlayayım. Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe, Genç Timaş tarafından bu ay yayımlandı. Yazar Paola Peretti, kendi yaşam hikayesinden esinlenerek küçük bir kızın görme yetisini kaybetme sürecini anlatıyor. Okumak için can atıyordum. Kitabı okuduktan sonra mahvolurum diye düşünmüştüm ama o kadar da etkilenmedim. Evet, çok etkileyici ve burun sızlatan bir kitap. Minnacık bir kızın gözünden nasıl görüşünü kaybettiğini okumak biraz da korkutucuydu. İster istemez empati kuruyorsunuz ve etkileniyorsunuz. Fırsatınız olursa okuyun derim.




YKY tarafından yayımlanan Doppler & Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Norveçli yazar Erlend Loe'nun kaleme aldığım harika bir seri. Çok naif ve kendi halinde bir seri. Keşfedenler enerjisine kapılıp gidiyor. Umarım benim aracılığımla siz de kitabı okursunuz. Çünkü gerçekten çok güzel. Evli, iki çocuk babası olan Doppler, bir gün yolda bir geyiğe rastlar. Ve onun peşinden ormana dalar. Sonra çok radikal bir karar alır; işinden istifa edip evini, ailesini terk ederek ormana taşınır. İlk kitap Doppler'de ormandaki yaşam maceralarını okuyoruz. İkinci kitap Bildiğimiz Dünyanın Sonu'nda ise eve geri dönüşünü ve tekrar hayata tutunmasını okuyoruz. Çok anlamlı bir seri. Yazar nereye atış yapacağını iyi biliyor. Özellikle ikinci kitabı çok sevdim. Erlend Loe okumanızı öneririm. :) (Bu ay başında İstanbul'a geldi ve Taksim'deki YKY Kitapevi'nde imza ve söyleşi günü yaptı. Katılıp, tanışma fırsatım oldu. Doppler = Erlend Loe diyebilirim! Oh, imzamı da kaptım. Hava atmak gibi olmasın da...)


Ah, gelelim Can Yayınları'ndan çıkan Ağaçtaki Kız'a... Bu sene kalemi sağlam birçok Türk yazarla tanışma fırsatım oldu. Bunlardan biri de Şebnem İşigüzel. Kendisiyle yüz yüze tanışma fırsatım da oldu. Hanımefendi, kendi halinde ve sıfır egoya sahip bir insan. O yüzden Ağaçtaki Kız'ı okumak için can atıyorum. Sonunda okudum! Değişik bir kurgusu var. Kitabın sonuna kadar baş karakterin ismini öğrenemiyoruz. Kendisi bir ağaçta yaşıyor. Evet, yanlış duymadınız. Herkese, her şeye tavır alıp ağaçta yaşamaya başlıyor. Kitapta zaman geçişleri oluyor. Gezi zamanına gidip, o dönemdeki aile ve arkadaş ilişkilerini okuyoruz. Sevdiği insanlarla olan anılarını ve acılarını anlatıyor. Kitapta ipuçlarını yakalayacağınız çok güzel vurgular var. Ve tam bir ergen kızın ağzından okuyorsunuz kurguyu. İnanılmaz! İşigüzel'in de bir genç kızı olduğu için bu dili çok rahat kullandığını fark edebilirsiniz. Kitap su gibi akıp gidiyor. Okuyun, pişman olmayacaksınız. 

Ve gelelim sona sakladığım kitaba... Taa yıllar önce Pegasus'un yayımladığı Bir Gün'ü anca okuyabildim. Filmi çıktığı zaman kitabından habersiz ilk olarak filmini izlemiştim. Ay nasıl etkilendim! Salya sümük ağladığımı hala hatırlıyorum. Gidip DVDsini bile almıştım. (O günden sonra izleyemedim ama olsun.) Nasıl sevmiştim, nasıl Dexter'a sövmüştüm. Of, adeta Emma'da kendimi görmüştüm. Gel zaman git zaman kitabı indirimde yakalayınca aldım. Hiç zaman kaybetmeden okudum. Filmi güzel uyarlamışlar. Tebrikler! Film daha iyi bile diyebilirim. Belki filmi izlemeseydim kitabı anlayamazdım. Yazarın değişik bir yazı tipi var. Şöyle; Emma ve Dexter 15 Temmuz 1995 yılından beri birbirilerini tanırlar. Her yıl 15 Temmuz'da bir şekilde bir araya gelirler. Sevgiliden çok arkadaş kalmayı tercih ederler ama aralarındaki çekim hissedilir bir şekilde göz önündedir. Mutluluk, üzüntü, acı, kayıp, başarı, ayrılık derken yıllar yıllar geçer ve en sonunda evlenmeye karar verirler. Dile kolay, yirmi yıl... Hayatlarında neler neler yaşarlar. Kitabın sonunda duvara toslayacaksınız. Sonunu bildiğim halde kitabın son sayfası gözlerimi doldurdu. :( Çok güzel bir hikaye. Kitabı okumanızı gerçekten çok isterim. Ama mutlaka filmini de izleyin. Benim gibi psikopatça mutsuz sonları seviyorsanız tam size göre bir kitap. 💚

Aslında okuduğum birkaç kitap daha var ama bahsetmeyeceğim. Çünkü hiç sevmedim... Goodreads'te bulabilirsiniz. Kitapları burada yerden yere vurmak istemiyorum. O yüzden onları es geçiyorum.
Ay, umarım arayı çok açmadan tekrar blog'a yazarım. Kasım'da özel Twilight yazısı gelecek. Ona hazırlık yapıyorum. Beklemede kalın. :)

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane