Pages

28 Şubat 2014 Cuma

Canlı Performanslar: Konsere Gidemeyenler Topluluğu

Birinin çok hayranı olup da konserine gidememe gibi bir durumunuz oldu mu? Benim o kadar çok oldu ki... Resmen en berbat zamanlarımda konser vermeye geliyorlar. Rihanna, Justin Timberlake... Daha bir çoğu var ama en çok bunlarda üzülmüştüm ki Timberlake için hala yastayım. :D En azından bir kere de olsa yabancı bir şarkıcının konserine gitmiştim. Jessie J ! O anı unutmak imkansız. Neyse, benim bu yazımdaki amacım konserlere gidemesem de evde resmen konser havasına bürünüyorum. Bayılarak izlediğim canlı performansları indiriyorum. Her yeri karanlık yapıp, bilgisayar başından son ses tek tek izliyorum. O kadar güzel ve etkileyici oluyor ki... Tabii gerçeği gibi olamaz. Böyle idare ediyorum işte.

Takıntılı olduğum çok performans var. Bu aralarda bir kaç tanesine fena halde taktım. Resmen her gün açıp, izliyorum. Bir de blog'da paylaşayım dedim. Normalde bir şeyi beğenirsem herkese izlettiririm. Bu huyumu blog'da da belli edeyim. :D Şarkıları bilmiyor olabilirsiniz ama mutlaka izleyin. Ben bazı şarkıları sırf canlı performanslar sayesinde seviyorum. Ve işte bu aralar takıntılı olduğum canlı performanslar ;


İlk olarak idollerimden biri olan Demi Lovato'dan başlıyorum. 2012 yılında Brezilya'da Z Festivali'ne katılmıştı. Oradaki performanslarından hepsine aşığım. Tarzından tutun da canlı sesine kadar... Sahne gösterisi yok ama canlı sesi yeter resmen. Ve bu konserinde ikinci albümü Here We Go Again'den Got Dynamite'ı o kadar müthiş söylemiş ki...  Orijinalinden daha çok sever oldum. Pop-rock şarkılarından en iyisi diyebilirim. İsteyen izlesin. :D


Yıllardır hiç sıkılmadan dinlediğim ve sevdiğim nadir şarkıcılardan biri Beyonce. Kendimi bildim bileli dinliyorum. Resmen aşığım kadına. Gerek sesi, gerek kişiliği... Bir çok performansı beni büyülüyor. Zaten Beyonce denince akla sahne performanslarının mükemmelliği geliyor. Ben ki bir konser sırasında dans edilmesini ya da başka gösterilerin yapılmasını sevmeyen insan Beyonce'un tüm konserlerini büyülenmiş gibi izliyorum. (Bence konserlerde şarkıcılar, izleyicilerle iç içe olmalı.) 2011 yılında, katıldığı Jimmy Fallon Show'da dördüncü albümü 4'den Countdown'ın canlısını söylemişti. Video'yu o kadar çok izledim ki artık her hareketini ve sesinin tınısının bile nerelerde yükselip, alçaldığını ezberledim. :D O derece sevdim. Beyonce severler izlesin !


Çok geç keşfettiğim bir grup olan Imagine Dragons'a şuan aşık durumundayım. Ciddiyim. Şaka yapmıyorum. 2013'de TV'de Demons şarkıları sayesinde tanıdım. Hem şarkıya hem gruba tutuldum.  Radioactive şarkılarını biliyormuşum da sonradan çaktım. :D Ve geçen kasım ayında American Music Awards'da canlı performans olarak hem Demons hemde Radioactive şarkılarını söylemişler. Ben izler izlemez daha da aşık oldum. Zaten solistlerine hayranım. Eh bir de bateri çalan erkeklere karşı bir zaafım var. Gerisini siz düşünün... Bu performansı çok yakın bir arkadaşıma da izlettirdim. Resmen solistine göz koydu. Ama sakin olun hanımlar. Adam evli ve bir kızı var. :D Kesinlikle izleyin. Gelmiş geçmiş en iyi Rock grubu diyebilirim.


Hazır Jessie J'den bahsetmişken onun videosunu koymamak olmazdı. :D Bir de şöyle bir şey var. Bu canlı performansını konserine gitmeden önce izledim. Nasıl canlı sesi var falan diye... Kadın resmen canlı sesiyle X-Factor yarışmacısı Vince'ı ezmiş geçmiş diyebilirim. İlk albümünden Nobody's Perfect'i düet olarak söylemişler. Her izlediğimde istemsiz Vince'e gülüyorum. Jessie'nin ses tonu o kadar müthiş ki adam yanında resmen sönük kalıyor. Jessie J'nin favori canlı performansım bu kesinlikle. Zaten şarkıyı sevmemin nedeni de bu. :D


Sahne gösterilerini sevmeyen ben P!nk'in bu performansına bağımlıyım. 2010 yılında en sevilen şarkılarının bir arada toplayıp yeni şarkılarda eklediği The Besties albümünden Raise Your Glass şarkısı favorilerimden ve bu canlı performansı daha da sevmeme sebep olmuştu. Ki P!nk o yıl 3 ya da 4 aylık hamileydi. :D Yine de çılgın kadın yerinde durmamış ve müthiş bir performans sergilemiş.

Şimdilik bu kadar. Durmadan izlediğim performanslar olursa yine paylaşım yaparım. Şahsen ben Youtube'da böyle keşifler yapmayı seviyorum. :D Bazen tanıdığım şarkıcıların bile izlemediğim, görmediğim videoları oluyor ve açıp izlediğim de "ben bunu nasıl görmem!" diye triplere giriyorum. :D Ve her zaman dediğim gibi ; önerilere açığım.

Sevgiler, öpücükler: Jane

21 Şubat 2014 Cuma

Kitap Yorumu: Ayaklı Bela - Jamie McGuire


"Bir erkeğin aşkı için verdiği mücadeleyi kendi ağzından, tüm içtenliğiyle dinlemeye hazır olun..."

Hani ben alışmışım, habire kadın karakterler tarafından kitap okumaya. Birden erkeğin gözünden kitabı okuyunca "Ohooo neler oluyormuş." dedim. O kadar fark var ki... Okuyup, görmek lazım.

Hiçbir kadın, onu kaybettim diye içip içip salya sümük ağlamama neden olamaz. Eğer benimle kalmadılarsa zaten beraber olmaya değmezlermiş, demektir.

Bu kitabımı okumamam imkansızdı. İşin içinde Travis Maddox var. Odun değil, kas bebeği resmen. :D Tatlı Bela'da Abby'nin gözünden Travis'i tanımış ve acaip çok sevmiştim. Resmen böyle yeryüzünde bir Maddox arar olmuştum. Bu kitabı okuyunca zaten acilen bir Maddox bulmam gerektiğini fark ettim. Cidden bir yerlerde Travis Maddox gibi birileri var mıdır ?

Tatlı Bela'da ne okuduysak aynı sahneleri Travis'in bakış açısıyla okuyoruz. O yüzden bazı yerlerde sıkılmış olabilirim. Aynı kurgu ama bakış açıları farklı. Aslında benim için bir ilk bu. Daha önce bir kitabı hiç erkeğin gözünden okumamıştım. Travis bir ilk oldu. Memnun kaldım mı ? Off, hemde nasıl ! Her zaman bir erkeğin gözünden nasıl kitap anlatılır diye merak etmişimdir. Twilight'ta biraz Edward'ın, Lux serisinde az biraz Daemon'ın gözünden de sahneler okudum ama bir kitabı baştan aşağı erkek karakterin gözünden okumak... değişik ve etkileyici bir deneyimdi.

...Senin son ilk öpücüğün.

Konusundan bahsetmeme gerek var mı ? Travis, hayatını dövüşerek kazanan, üniversitede playboy ve babyface olan, asi, kaslı ve dövmeli, serserinin önde gideni bir taş. Kuzeni Shepley'le beraber kalıyorlar. Babası ve dört erkek kardeşi daha var. Annesi ise küçük yaşta ölmüş. Aslında kitap annesinin ölümüyle başlıyor. Başta, o kadar anlamlı bir sahne var ki... Travis, tüm hayatını etkileyecek bir nasihat alıyor. Sonrasında "o" kişiyi bulana kadar hayatını yaşıyor diyebilirim. Yani zaten Tatlı Bela'da Travis'in o acaip sahnelerini okumak bir tuhaftı, kendi gözünden okumak dehşetti. :D Erkekleri az biraz tanırım diyordum ama allasen bu kadar da uçuk olduklarını bilmiyordum. Yazarımız, eşinden baya yardım almış olabilir bu konuda. Neyse.

Evlenmek isteyebileceğim tek kadın az önce kalbimi kırdı.

Travis, yine bir dövüş sırasında Shepley'in sevgilisi America'nın en yakın arkadaşı Abby ile karşılaşır ve nedensizce ona Güvercin demeye başlar. Neden Güvercin diye seslendiğini burada söylemek olmaz. Çok anlamlı ve güzel bir şey. Kitabı okurken, anlayıp eriyebilirsiniz. :D 
Abby ise geçmişindeki deneyimlerinden dolayı Travis'e "o" anlamda karşılık vermez. Ama bir süre sonra yakın arkadaş olmaya başlarlar. Yine de Travis yerinde durmaz ve onu elde etmek için elinden gelen her şeyi yapar. Cidden bu kadar çabalaması beni şaşırttı. Çünkü Travis kitabın başında atıp, tutuyordu. Yok bir kız için ağlayıp, zırlamazmış, bir kız için çabalamak ya da ciddi bir ilişki yaşamak hiç ona göre değilmiş... Büyük konuşma Maddox ! :D Eh bir de karşısındaki tarafın uğraştırması olayın etkileyici bir tarafı. Hangi genç kız Travis'e karşı koyar ki ? İşte, Abby karşı koydu ve öyle sağlam bir ilişki yarattılar ki... Ne yalan söyleyim, imrendim. :D Şimdilerde Abby&Travis gibisi yoktur herhalde. 

Kadınları bildiğimi sanırdım ama sen o kadar kafa karıştırıcısın ki, bana sağımı solumu şaşırttın.

Kitapta argo kelimelerle karşılaşabilirsiniz. Travis'den normal bir konuşma beklemek olmazdı. :D Yine de hakkını vermek gerek, çok etkileyiciydi. Hiç pes etmedi ve neler neler yaptı. Cidden hiç mi Travis Maddox yok ? Hiç mi ? Peh.
Travis'in beni bu kadar etkilemesi ise ilk'lerini farkında olmadan Abby'le yaşıyor olmasıydı. Hani uzaktan erkekler umursamaz, sorumsuz gözüküyor ya. Aslında onlar bizden beter dikkat edip, değer veriyor. Bunları yansıtmaları biraz uzun sürüyor ama cidden büyük bir aşamadan geçiyorlar. Travis sayesinde bunu öğrendim. Tabii her erkek öyle mi bilmiyorum. Bu yüzden Maddox, beni hem şaşırttı hem de kendine hayran bıraktırdı.


Kitaptaki favori sahnelerimden biri kesinlikle  Abby'nin Maddox ailesiyle tanışmasıydı. Maddox kardeşler çok fena. Abby'nin sırrını öğrenince herkes bir şoka uğruyor. Travis'de dahil. Bu sırrı ise Thomas Maddox -en büyükleri- ortaya çıkarıyor. Ve yazar olayları öyle güzel bağlamış ki Epilog -son bölüm- bölümünde büyük bir bomba patlatmış. Thomas'ın aslında ne iş yaptığını, 11 yıl sonraki Travis Maddox'un halini ve Abby'nin gülünesi hallerini çok güzel yansıtmış. Kitabı okurken arkadaşımdan az biraz spoiler yemiştim ama okurken şaşırmamak imkansız. Travis Maddox'u daha çok istememe sebep oldu. :D En sevdiğim ve en merak ettiğim mesleklerden birini yapıyor. Söylemiyorum. Merak edin ve okuyun.

Kapıyı onun için açık tuttum. "Sana bir şey olmasına izin vermem Güvercin." Centilmence hareketimi görmezden geldi ve kızgınlıkla yanımdan geçip restorana girdi. Yazık olmuştu; kendisi için kapıyı açık tutmak istediğim ilk kızdı. O anı iple çekmiştim ve o farkına bile varmamıştı. (En favori repliğim.)

İşte böyle. Bir kitap maceram daha bitti. Aslında bu kitap elimde resmen süründü. Çünkü çok yoğun ve riskli bir zamanda okudum. Geceleri gıdım gıdım okuyup, bitirdim. Sanırım bundan sonra kitap okumaya mola. Ben sınav için ineklerken sizlerde hemen Travis'i kapın ve okuyun ! Pişman olmayacaksınız. Ama şunu söylemem gerek ; bu kitaplarda edebi bir değer beklemeyin. Çerezlik, kafa dağıtmalık ve romantik severler için bir kitap. Yazarın dili basit ve bazı bölümlerde gözlerinizi devirebilirsiniz ama okumaya değer, bence.

Travis Maddox'u görürseniz, bana da haber verin. Sevgiler, öpücükler: Jane

Not : Bu kitabın kapak fotoğrafına aşığım !!!

14 Şubat 2014 Cuma

Film Yorumu : Vampir Akademisi


Bir kitap kurdunun en acı verici olayı; kesinlikle, favori kitap serisinin, filme dönüştürülmesi ve her ne kadar sıfır umudu olsa da merakından kendini sinemaya sürükleyip, hayal kırıklığı ile geri dönmesidir. Aslında Kemikler Şehri'nden sonra ön yargılı olmamaya çalıştım kitaptan uyarlanan filmlere. Ateşi Yakalamak'a öyle gittim ve gayet de memnun kaldım. Ama Vampir Akademisi... Yapmayın, cidden. Daha ilk oyuncuların seçiminde hayranları hayal kırıklığına uğratan ve Mean Girls'in yönetmenin üstlendiği bir filmden bekletimin olması imkansızdı. 

VA kesinlikle favorilerimden. O serinin yeri bende çok ayrı. Feci hasta olduğumda bile elimden bırakmadığım bir seri ki karakterlerinin hepsine ayrı bir hayranlığım var. Team Ivashkov'um diye Belikov'u görmezlikten gelenlerden de değilim. O yüzden serimi mahveden filme burada rahat rahat sövebilirim. Benim işim bu. Ya filmi yükselteceğim ya da yerden yere vuracağım. Ve şeey, bu sefer yerden yere vurma zamanı.

Filmin konusundan bahsetmeyeceğim çünkü kitaba çok sadık kalınmış. Her sahne hemen hemen vardı. Hatta çoğu replik bile vardı. Ben izlerken "Heh evet şimdi bunu söyleyecek." diyordum. :D Her zaman dediğim gibi ; sanki senaryoyu önceden okumuş gibiydim. Amaaa bazı sahneler vardı ki "ciddi misiniz ?" dedim. Hani senaristler kurguya biraz yenilik katalım falan demişler ama resmen batırmışlar. 
Şunu itiraf edeyim ; dünden beri bir heyecan vardı içimde. Sonuçta VA'nın filmi ya ! Ben bu seriyi lise hayatım boyunca okudum. Resmen onunla beraber büyüdüm. Heyecanımın olmaması imkansızdı. Hatta filme, seriye başlamamı sağlayan en yakın arkadaşımla gittim. Sinemadaki o koltuklara oturunca bir heyecanlandık ki... Hem stres hem heyecan. Film başlarken biz çikolata kemirmeye başladık. :D 

Filmle ilgili diyecek çok şeyim var. Bir kere ben oyuncu seçimlerinde sadece Christian Ozera rolünü üstlenen Dominic Sherwood'u çok uygun bulmuştum. Onun yüzünden filmde Team Ozeracıyım. Diğer oyuncuları karakterlere yakıştıramadığım için bir türlü ısınamamıştım. Ama Rose'u oynayan Zoey Deutch'a haksızlık yapmışım. Fiziksel yönden olmasa da tipik bir Rose Hathaway olmuş. Filmdeki esprileri ve mimikleri çok hoşuma gitti. :D Lissa'yı oynayan kızı hiç mi hiç sevmedim. Kızın ses tonu bile itici. Daha sempatik, sevimli bir Lissa bulamamışlar mı ? Bayan Karp'ı oynayan kadına hayran kaldım. Ve onun Claire Foy olduğunu öğrenince ayrı bir şok yaşadım. Karaktere cuk oturmuş.  Dimitri Belikov'a gelirsek... Sanırım bu konuda acımasız olacağım. Seriye başladığımdan beri aklımda hep Belikov olarak Ben Barnes vardı. (Arkadaşım sağolsun.) Ama seçtikleri oyuncu, Danila Kozlovsky bir karakteri bu kadar mı berbat oynar ? Zaten adama uzun saç hiç yakışmıyor. (Kısa saç cidden yakışıyor.) Oradan kaybetti. Mimikler desen... Benim tanıdığım Dimitri çok sırıtan biri değildi. Sert yapılı ve soğuk tipli biriydi. Danila hiç spor salonuna gitmiş mi acaba ? Kol kasları tamam da, sırt kısmını n'apcaz ? Çok detaya girdim biliyorum ama kitapta Dimitri öyle bir anlatılıyor ki insan ister istemez Tanrı gibi bir adam bekliyor karşısında. Danila çok iri yarı kalmış. O iriliği kaslardan oluşsaydı çenemi kapalı tutardım, cidden. Ama ne yazık ki Danila karakterimizin içine etmiş. Ben Barnes olmadı ama daha uygun birini bulabilirlerdi. Yapımcılara, yazara ve yönetmene söylenecek çok söz var ama burada bitireceğim. :D

Filmde çok itici, alakasız ve 'sırıtan' sahneler vardı. Onları izlerken habire gözlerimi devirdim. Mean Girls yönetmeninden ne beklenebilir ki ? Oraya bir aksiyon veya fantastik yönetmeni koyulsaydı bambaşka bir film izliyor olurduk. 

Filmin ilk yarısında zaten habire içimden söylendim. "olmamış, ah hayır, bu böyle miydi, cidden itici..." Sonra ikinci yarıda dik oturmaya başladım. Çünkü cidden heyecanlı ve güzeldi. Bu sefer haklarını yiyemem. Son dakikalarda resmen bombaları patlatmışlar. Son sahnede kahkaha bile attım. Ve Zoey'i çok daha sever oldum. Rose'u bu kadar mı güzel oynar bir insan ya... Filmin sonunda zaten devam filmin geleceği bariz belirtilmiş.
Benim aklım hala son sahnelerde. Her ne kadar olayları bilsemde izlemesi çok farklı geldi. Asıl ironik olan ise ; ilk kitap benim için vasattı, baya okumamak için süründüm. Sonlara gelirken elimden bırakamamıştım ve serinin bağımlısı olmuştum. Aynı şeyi, farkında olmadan filmde de yaşadım. İlk yarısından sinirden delirecektim ama ikinci yarıda filme bağlandım. Ve son sahnede zaten olmuş gibi falan dedim. Umarım ilerleyen filmlerde toparlarlar ve kurgunun daha karanlık taraflarını görürüz. Çünkü cidden değeri hakkeden bir seri. Filmin geneli vasat olsa da dediğim gibi son sahne dengeleri değiştirdi. Hatta biterken falan "ııı biraz daha devam edebilirdi" bile dedim içimden. Tabii devam etmesi için diğer karakterlerin oyuncu seçimleri olacak. Ve ben Adrian Ivashkov'u filmde görmek istemiyorum ! Yapımcılar Belikov'u bu kadar berbat seçtilerse Adrian'da ne yaparlar... bilemiyorum ve görmek de istemiyorum.

Filmi çok mu yerden yere vurdum, bilemiyorum. Benim görüşlerim bunlar. Bir VA delisi olarak bunları söylemem hakkım. Hoş, zaten filmden beklentim yoktu. Tek sevdiğim sahneler Ozera'nınkilerdi. Onun rolünün hakkını vereceğini biliyordum ve beni hayal kırıklığına uğratmayan tek oydu. Ah, bu arada dövüş sahnelerine bayıldım. Rose'un hareketlerine aşık bile oldum diyebilirim. The best gurl !
 Filmde Team Ozera, kitapta Team Ivashkov. Sevdim bu işi. :D


Filmi bir daha izler miyim ? Valla, sinema koltuğunda otururken "bu filme nasıl para verdim ben, paramı geri istiyorum" diye mızmızlanıyordum ama çıktığımda "hmm internete düşsün de şu son sahneleri bir kere daha izleyeyim" dedim. Çok çelişkili bir durum. :D Umarım'lı bir yorum yapmayacağım. Her şeyi akışına bırakıyorum. Ben kitaplarımla mutluyum. Bir kitap kurdu, sevdiği kitabın filmine sıfır umutla da gidebiliyormuş. Bunu kanıtladım.

Şimdilik bu kadar. Adrian Ivashkov oyuncusu açıklanana kadar rahat rahat uyuyabilirim. :D

Sevgiler, öpücükler: Jane

8 Şubat 2014 Cumartesi

Tatili Tekrardan Yaşayabilir miyiz ? Hiç mi ? Peki.


Bu tatili bir daha baştan yaşayabilir miyiz ? Gelmiş geçmiş en iyi yarıyıl tatilimi geçirdim diyebilirim. Benim için çok verimliydi. Gündüzleri inekledim, geceleri film izledim. Hiç mi hiç kitap okumadım. Sağolsun Cassandra Clare, Mekanik Prenses'ten sonra ne bir şeyler okumak istedim ne de romantik bir şeyler görmek istedim. :D Bu yüzden bende bol bol macera, aksiyon, komedi ve fantastik filmler izledim. Yazarken bile içim kıpır kıpır oluyor. Şansıma hep iyi ve kaliteli filmler izledim. Eh, izlediğim filmlerin adlarını ve ekibini görünce zaten kalitesiz bir yapım olmalarının imkansız olduğunu anlayacaksınız. :D 

Tatilin ilk günü Frozen'ı ve We're The Millers'ı izledim. Frozen, bir animasyon filmi. Oscar'a aday. Ve bir Disney filmi olduğu için hemen izledim. Tahmin edebileceğiniz gibi bayıldım ! Gelmiş geçmiş en iyi animasyonlardan biriydi. Cidden Oscar'lık. :D Kurgusu ve sahneleri çok anlamlı, eğlenceliydi. Kesinlikle izleyin derim. Film bitiminde zaten habire "Do you wanna build a snow maaan ?" şarkısını söyler oldum. Let It Go'yu çok uzun zamandır dinliyordum. Her ikisini de dinleyin ve filmi kesinkes izleyin diyorum.

We're The Millers'ın fragmanını daha önce TV'de görmüştüm. Eh, kadrosu güzel olunca izleyeyim dedim. Jennifer Aniston, Emma Roberts ve Jason Sudeikis başrollerde. Biraz küfür içerikli bir film. Yani beni rahatsız etmedi ama burada uyarayım. Yine de çok komik ve eğlenceli bir filmdi. Kurgusu hoşuma gitti. Birbirinden bağımsız dört kişi bir araya geliyor ve aile gibi gözükerek Meksika'ya bir "iş yapmaya" gidiyorlar. Uyuşturucu kaçakçılığı... Ama öyle komikler ki... izlerken habire sırıttım. Benim çok hoşuma gitti. :D Komedi severler izlesin kesinlikle.

Çok küçükken TV'de Mr & Mrs Smith'i izlemiştim. Ama hiç hatırlamıyordum. Bu tatilde filmi yeniden izleyeyim dedim. Demez olaydım. Bu filmden sonra kendime gelemedim resmen. :D Aksiyonun dibine vurmuş adamlar. Resmen filme aşık oldum. Ki ben Brad Pitt ile Angelina Jolie'yi pek seven biri değilim. Aslında hiç ilgimi çekmezler. Bu filmden sonra çifti bir sever oldum ki... Anlatamam. Öyle böyle değil. Film zaten her zaman izlenecekler listeme eklendi. Geç izlediğim için kendime baya söylendim. Çünkü cidden müthiş bir film. Aşık oldum resmen. :D Bu filme kelimeler yetmez. Gidin izleyin, tekrar tekrar...

Büyük bir aksiyon filminden sonra yine komedi tarzına döndüm ve Horrible Bosses'ı izledim. Bizdeki adı ile Patrondan Kurtulma Sanatı. Şans eseri filmi izledim ve burada da karşıma Jennifer Aniston ile Jason Sudeikis çıktı. :D Filmi ilk başta pek anlamadım. 3 kafadar patronlarından şikayet edip durmakta ve patronlarından kurtulmak için kiralık bir katil tutmak isterler. Fakat bu kiralık katil bunlara ne yapmalarını anlatır sadece ve bu üç şapşal öyle karmaşık ve eğlenceli bir plana atılırlar ki izlerken acaip eğlendim. :D Olayların oluş biçimi bile çok güzeldi. Bu film sayesinde Jamie Foxx'u tanıdım. Jason Bateman'ı daha da sever oldum. Kadrosu on numara yani. :D Komedi severler için ayrı bir öneririm.

White House Down'ı izler izlemez zaten blog'da detaylı bir yorum yazısı hazırladım çünkü cidden filme hayran kaldım. Gerek oyuncuları gerekse kurguları falan... Hatta hızımı alamadım. Aksiyon sever bir arkadaşım var. Onu aradım ve "kesinlikle bu filmi beraber izlemeliyiz" dedim. Onunla da tekrar izledim. Tek diyebileceğim bu haftasonu kesinkes izleyin ! Detaylar için ; White House Down 

Ve şimdi geldik, bu tatilde izlediğim en mükemmel film serilerini anlatmaya. Her tatilimde bir film serisi izlemeye çalışıyorum ama bu sefer kendimi aştım ve Görevimiz Tehlike ile Karayip Korsanları serilerini peşpeşe izledim. Pişman mıyım ? Deli miyim ben pişman olayım. :D Keşke daha fazla zamanım olsaydı da diğer film serilerine de gömülseydim.


Karayip Korsanları'nı inadımdan geç izlediğim için kafamı duvarlara sürtmek, kendimi camdan aşağı atmak ve gözlerimi oymak istiyorum. Hangi akılla ben bu filmi izlememişim, bilmiyorum ! Bir de seriyi izlerken aklıma habire ; 2010'da TTS- Eclipse'ı sinema salonunda izlerken yan salondan Karayip Korsanları Gizemli Denizlerde'yi izleyenlerin seslerini duyuyordum. Habire bir gürültü, kahkaha falan. Eclipse'ı doğru düzgün bile izleyememiştim. O anlar aklıma geldi de... Nasıl pişman oldum anlatamam. Neyse, filmden söz edeyim. Son pişmanlık fayda etmez. :D

Sonunda Kaptan Jack Sparrow ile tanıştım. Bu kadar sempatik, eğlenceli, umursamaz ve sarhoş tipli birini daha tanımak çok iyi geldi. :D Filmin neden bu kadar çok tuttuğunu anladım. Böyle sağlam bir karakter ile değil dört film milyon film çekilir. Johnny Depp yine oyunculuğunu konuşturmuş. Adamı zaten çok seviyorum. Gerek kişiliği gerekse oyunculuğu... Ama Kaptan Jack Sparrow sayesinde aşık oldum. Filmdeki konuşmaları, aksanı, hareketleri... Her şeyi etkileyiciydi. 

Orlando Bloom'u daha da sever oldum. Onun karakteri de çok etkileyiciydi. Keira Knigtley'i ilk bu filmde gördüm. Oyunculuğu çok hoşuma gitti. Film serisinin kadrosu zaten çok sağlam. Son filmde Sam Claflin ile Amanda Seyfried'i görünce kalp krizi geçirecektim. :D Sam'e bayılıyorum çünkü. Amanda da favorilerimden. Bu yüzden bu film serisine tutuldum. Favorilerimden oldu kesinlikle. Aslında bir bakıma iyi ki geç izlemişim dedim. Çünkü filmlerin arasında uzun bir zaman var. Özellikle Ölü Adamın Sandığı 'nı-ikinci film- izledikten sonra diğer filmi nasıl izledim hatırlamıyorum. Çünkü çok heyecanlı bir yerde bitti. Ki zaten ikinci film favorim. :D Son filmde merak edici bir şekilde bitti. Artık 2016'da sinema salonunda kamp kururum. 

Müthiş kadro, eğlenceli karakterler, komik sahneler, heyecanlı bölümler ve Kaptan Jack Sparrow, Karayip Korsanları'nı başka türlü nasıl anlatırım bilmiyorum. Artık her fırsatta filmlerini izlerim. :D 
Minik Not : Sparrow'un çığlığını mutlaka duymalısınız. :D Filmde, her çığlığında kahkaha krizine giriyordum. Bu kadar komik biri olamaz ! Adamın ses tonu bile bazen komik geliyor. Aksanına kalp kalp kalp.


Görevimiz Tehlike  filmlerine gelirsek... Adeta benim için yapılmış filmler sanki. :D Aksiyon'u ayrı bi seviyorum filmlerde. Durmadan aksiyon sahneleri olsun, hiç sıkılmadan izlerim. Bu film serisini de o yüzden izledim. Ki zaten uzun zamandır bildiğim bir seri. Sinema salonlarında kocaman afişlerini görüyordum ama izleme fırsatım olmadı hiç. Geçen TV'de Görevimiz Tehlike 4'ü veriyorlardı. Bir göz atayım dedim. Elimde kumanda, gözlerim hipnoz olmuş, ekranın karşısında heykel gibi kalmışım. O kadar heyecan verici bir sahne vardı ki... Sonra durdum ve dedim ki "TV'yi kapat. Seriyi baştan izle. Böyle olmayacak !" Ve dediğimi yaptım. İlk film açıkçası pek hoşuma gitmedi. Ki bu normal. 1996 yapımı, ne bekleyebilirim ki ? Yine de Ethan Hunt'ın peşini bırakmadım ve peşpeşe filmleri izledim. 

İlk filmden sonra diğerlerinde zaten aksiyon tavan yaptı. İkinci film çok iyiydi, cidden. Ama benim favorim üçüncü film. Film bitiminde detaylı bir araştırma yaptım ve karşıma yapımcı ve yönetmen koltuğunda J.J. Abrams çıktı. Bu adama kesinlikle bayılıyorum. Lost, Fringe ve Once Upon A Time dizilerinde beni kendine hayran bıraktı. Bu adamın her projesini gözüm kapalı izlerim. Tom Cruise ile mükemmel bir iş çıkarmışlar. O kadar güzeldi ki... Romantik bir şey falan görmek istemiyordum ama bu filmde romantik ve aksiyon çok uyumluydu. Bitmesin istedim. Tom Cruise neden babam yaşında diye bile söylendim. :D Ethan Hunt karakterine çok uymuş. Ve bu filmde geçen günlerde vefat eden Philip Seymour Hoffman ile City of Bones'dan tanıdığım Jonathan Ryhs Meyers vardı. Kadrosu harikaydı.

Son filmde ise karşıma sürpriz bir isim çıktı. İzlerken bir an kalbim durdu zaten. Yok canım, o olamaz falan derken Josh Holloway olduğunu kabul ettim. J.J. Abrams yine yapımcı olur da eski oyuncularını geride bırakır mı hiç ? İkili Lost'tan sonra bir araya gelmiş yine. Tabii filmde umduğum kadar yer almadı ama olsun. Jeremy Renner'ı doyasıya izledim. Bu adamı bu sene çok sever oldum. :D O yüzden son filmi de çok sevdim. Artık bir diğer filmi 2015'te sabır küpü olup, beklerim.

Benim tatilim böyle geçti işte. Cidden kurguları, oyuncuları ve efektleri müthiş olan filmler izledim. Hayatıma renk, aksiyon ve yenilik kattılar. Frozen'dan Anna ve Olaf sayesinde baya eğlendim, Millers ailesi ile kahkahalar attım, Smith'lerle aksiyona doydum, üç kafadar ile patronlara karşı yapılan planlarda yer alarak yeni şeyler öğrendim, John Cale ile dövüş teknikleri öğrendim, Kaptan Jack Sparrow ile hayatın tadını çıkardım ve Ethan Hunt sayesinde birkaç pratik şey öğrendim. 

Artık gelecek tatilimde -sanırım yaz tatili oluyor o- diğer film serilerini izlerim. Öneri de istiyorum. Az biraz film zevkimi anlamışsınızdır. :D Umarım iyi bir tatil geçirmişsinizdir ve bu yazım ile film konusunda yardım edebilmişimdir. Şimdiden iyi seyirler, iyi eğlenceler !

Sevgiler, öpücükler : Jane