Pages

16 Haziran 2019 Pazar

Tom Odell Kitap Kulübü

Merhabalaaar

Karşınıza yeni bir etkinlikle çıkmak istedim. Ta daaa: Tom Odell Kitap Kulübü
Beni Instagram'dan takip edenler bu duruma şaşırmayıp, kahkaha bile atabilirler. Evet, bu çılgınlığı yapıyorum gençler. 
Beni Instagram'da tanımayanlar için gelin size platonik aşkımdan bahsedeyim.

2014'ten beri Another Love şarkısıyla tanıdığım İngiliz şarkıcı Tom Odell'in üçüncü kez İstanbul'a konser için geldiğini duyunca jet hızıyla bilet aldım. Sonra oturdum tüm müziklerini dinleyip, canlı performanslarını izledim. Ekşisözlük'te hakkında şöyle bir yorum okuyunca "biri zamanında çok fena üzmüş çocuğu, başka bir açıklaması olamaz", hayatını daha detaylı araştırıp, dinlediğim şarkılarının sözlerine baktım. Konserini izledikten sonra beni tutabilene aşk olsun. Instagram'ını kaç kere stalkladım bilmiyorum. Kliplerini milyon kez izleyip, anlamlar çıkarmalar... Canlı performanslarını üst üste izleyip mimiklerini ezberlemeler... Röportaj videolarıyla aşk yaşayıp, aksanına tapmak... Ah aslında benim ruh öküzüm Tom Odell'miş de haberim yokmuş. Niye mi? 

Bir kere müzik kariyerinde ünlü olmak için kendini şekilden şekile sokmuyor. On yılı aşkın süredir Hollywood dünyasını bilirim (sanki menajerim he) ve orada neler döndüğünü az biraz bilirim. Tom, tamamen kendi halinde müzikler yapıyor. Şarkı sözlerinin hepsi anlamlı, top list'lere girsin diye kendini kasmıyor. Çağrılan her mekana gitme gibi bir huyu da varmış. "Kulisimde bunlar olmazsa adım atmam!" diyen egoistlerden değil yani. Hatta şu ana kadar takip ettiğim en egoistsiz şarkıcı diyebilirim. Tipik bir İngiliz. Biraz asosyal, alkolik, utangaç, duygusal ve çok zevkli! 

Instagram'ında bol bol müzik ve kitap önerisi yapıyor. Aslında eskiden her ay bir liste yayınlıyordu şimdilerde kafasına estikçe paylaşıyor bu önerilerini. Kitap önerilerini bir sayfada toplayan Instagram hesabı da var. Geçenlerde bu sayfayı keşfetmemle ben neden bunun Türkçe versiyonunu yapmayayım dedim. Hem de önerdiği kitaplar o kadar kaliteli kiiiğ. Kitapların her birini araştırırken adama daha da tutulur oldum. Kalbim bir İngiliz'e ait artık. 💚
Öhöm, konudan sapmadan size ilk listeyi sunuyorum. 39 kitaptan oluşan bu listeye birkaç tane eklemediklerim de var. Çok eski ve orijinal baskısı bile nadir bulunan kitaplar olduğu için onları hiç yazmadım. Aşağıdaki listede bazı kitapları Türkçe bazıları İngilizce olarak yazdım. Türkçe olanlar tahmin edeceğiniz gibi bizde yayımlananlar. İngilizce olanlarsa ya yayımlanmamış ya da benim Türkçe versiyonlarını bulamadığım kitaplar.



  1. Ağaçkakan - Tom Robbinson / Ayrıntı Yayınları
  2. Silahlara Veda - Ernest Hemingway / Bilgi Yayınevi
  3. Maggie Cassidy - Jack Kerouac
  4. Sahild Kafka - Haruki Murakami / Doğan Kitap
  5. In the Cafe of Lost Youth - Patrick Modiano
  6. Kovan - Laline Paull / Martı Yayınları
  7. The Guest Cat - Takashi Hiraide 
  8. Toza Sor - John Fante / Parantez Yayınları
  9. Gömülü Dev - Kazuo Ishiguro / YKY
  10. Yalnız Bir Avcıdır Yürek - Carson McCullers / İş Kültür
  11. Küçük Şeylerin Tanrısı - Arundhati Roy / Can Yayınları
  12. Tavşan Dibe Vurdu - John Updike / Alef Yayınevi
  13. Ses ve Öfke - William Faulkner / YKY
  14. Franny ve Zooey - J.D. Salinger / YKY
  15. Herkes Tek Başına Ölür (Alone in Berlin) - Hans Fallada / Everest 
  16. Tüylü Bir Şeydir Şu Yas - Max Porter / Monokl
  17. Her şeyimle Ben - Anna Funder / YKY
  18. A Moveable Feast - Ernest Hemingway
  19. Beni Aslı Bırakma - Kazuo Ishiguro / YKY
  20. Uzak Tepeler - Kazuo Ishiguro / YKY
  21. Günden Kalanlar - Kazuo Ishiguro / YKY
  22. Travels with Charley - John Steinbeck 
  23. Ölüme Çağrı - John le Carre / Kırmız Kedi
  24. Alıklar Birliği - John Kennedy Toole / Kırmızı Kedi
  25. Bir Son Duygusu / Julian Barnes / Ayrıntı
  26. It Can't Happen Here - Sinclair Lewis
  27. The Only Story - Julian Barnes
  28. İnci - John Steinbeck / Sel
  29. Gölün Evi - Marilynne Robinson / Kyrhos Yayınları
  30. Bayan Jean Brodie'nin Baharı - Muriel Spark / Siren
  31. Geceyarısı Çocukları - Salman Rushi / Can Yayınları
  32. Hayvanlardan Tanrılara Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi - Yuval Noah Harari / Kolektif
  33. Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez / Can 
  34. Brooklyn'e Son Çıkış - Hubert Selby Jr. /Ayrıntı
  35. Bülbül'ü Öldürmek - Harper Lee / Sel
  36. Stoner - John Williams / Koton Kitap
  37. Güneş de Doğar - Ernest Hemingway / Bilgi
  38. Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald
  39. Yaşlı Adam ve Deniz - Ernest Hemingway / Bilgi

Bu listenin hepsini okuyacak mıyım? Yes baby. Sevdiğim insanların kitap önerilerini daha da dikkate alırım. O yüzden yavaş yavaş bu listeyi tamamlayacağım. Belki iki yıl belki beş yıl belki de on yılı bulur, bilemem. Ama hepsini tek tek inceledim ve okumanın zevkli olacağını düşündüğüm kitaplar bunlar. 
Hatta okuduklarımı "Tom Odell Kitap Kulübü" başlığı altında paylaşmaya devam edeceğim. 👀 Bir süredir kitap almama diyetinde olduğum için listeye hemen başlamayacağım ama benim sağım solum belli olmaz, bir bakmışsınız bu listeden birkaç kitabı almışım bile. Böyle bir şey olursa Instagram hesabımda görebilirsiniz.

İster bana çılgın deyin ister zırdeli deyin. Ne derseniz deyin hayatıma böyle renkler katmayı seviyorum. N'apayım, tabiatım böyle. Aşağıya bir Tom Odell bırakıp, kaçıyorum.



Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not 1: Tom Odell enişteniz, ona göre. 👀 
Not 2: Tom'cuğum bir yay burcu olsa da çok seviyorum be! (Evet, erkek yaylara uyuzum.)
Not 3: Gittiğim editörlük atölyesinde Ernest Hemingway'den bahsetmemiz ve Tom'un da bol bol Hemingway okudunu keşfetmem... Kader bizi birleştirmek istiyorum bebeğim. *-*




12 Haziran 2019 Çarşamba

Kitap Yorumu: Titan 1 - Geri Dönüş / Jennifer L. Armentrout


Merhabaaa

Yıllar sonra Jennifer L. Armentrout okumanın mutluluğu var üzerimde. Bir de yaşlandığımı fark ettim. :( Eskiden eleştirmeden, aptal aptal sırıtarak okurdum kitaplarını şimdi cikcikleyerek okudum. Bir yerlere not aldım, bunu blog'da yaz, eleştir!

Gel gelelim bu dünyayı özlemiş miyim? EVEEET! Seth'i hala seviyor muyum? LANET OLSUN EVET! Ee o zaman yorumlayalım bakalım neler oluyormuş bu yeni seride. 😍

Melez Sözleşmeleri'ni en son 2014'te okumuşum. Üşenmedim, blog'taki yazılarımı okudum. Sırıttım. Vay be dedim, zaman ne kadar hızlı geçiyor. Daha sanki dün okuyordum bu seriyi. Sonra öfkelendim. Yazarın Seth'i nasıl çiğ çiğ yediğini hatırladım. Sövdüm. Meh, biz Seth severleri avutmak için Titan serisini yazıyor ama yemezler. Aiden'la Alex sonsuza kadar mutlu olsun diye Seth'i kurban seçmişti. Çocuğum Apollyon olmamalıymış, asıl Apollyon Alex'miş. Tanrı Katili'ni durdurmak için Ares'e yem ettiler kuzumu. Sonra da vay efendim o artık düşmanımız, dediler! Hadi bir şans vermek için şimdi de Apollo'nun yemi olsun, ölünce de ruhu Hades'e ait olsun dediler. Dediler de dediler. Enerjimi emmişti Melez Sözleşmeleri'nin son kitabı... Gel zaman git zaman, yıllar sonra Seth'e kavuştum.

Bu kitabı okumamak için baya direndim. Eh, biraz geciktim. Yaş 24 oldu, olacak (öhhöm 14 Temmuz) ben daha yeni okuyorum. 19 yaşındaki Jane'le 24 yaşındaki Jane aynı olur mu? Olmaz. O yüzden kemerlerinizi bağlayın, eleştirilerime hazır olun. Ama önce şunu söyleyeyim: Seth canımdır. *-*

Kitap, Avcı'dan (MS - 5. ve final kitabı) hemen sonrasını anlatıyor. Tanrılar ne diyorsa onu yapan Seth, bir gün Apollo'dan farklı bir görev alır. Hiç tanımadığı bir kızı koruması ve Güney Dakota'daki Akit'e götürmesi gerekiyordur.
Josie Bethel. Yeni kız karakterimiz. Seth'in yeni kurbanı. Ve, eee, şey, umarım bu spoiler olmaz, Apollo'nun kızı. 😈 Bunu söylemem lazımdı çünkü olaylar bundan sonra şekilleniyor. Apollo'nun nasıl bir kızı olabilir derseniz mesele çok karışık. Okurken biraz esnemiş olabilirim. O yüzden detayları kitaptan alırsınız ama şunu söyleyeyim Josie bir yarı tanrı. Güçleri henüz gün yüzüne çıkmasa da ortalığı mahvedecek bir potansiyele sahip.

Tahmin edeceğiniz gibi Seth ve Josie arasında bir şeyler olacak... *Göz deviriyorum.*

Kitapta sevdiğim şeyler:

  • Seth'i çok özlemişim! Ukalalığını, komikliğini, çapkınlığını, özgüvenini, egosunu... Böyle ilk diyaloğundan son diyaloğuna kadar sırıttım. 
  • Seth ve Apollo sohbetlerine bayıldım! Kahkaha atmaktan durup, tavanı izledim. 
  • Aiden'ın kardeşi Deacon'ı görünce kalkıp oynadım. Mini Ivashkov olduğundan bahsetmiştim daha önce. Bu lafım hala geçerli. <3 
  • Yunan mitolojisinden minik bilgiler okumayı özlemişim. Jennifer bu konuda çok becerikli. İnsanı boğmadan ince ince işliyor konuyu. 
  • Kısacası, bu dünyayı ve karakterleri çoook özlemişim. *-*



Kitapta sevmediğim şeyler:

  • Josie'yi sevdim, şapşal biri. Beceriksiz ama deniyor, çabalıyor. Sadece sıradan hayatına aniden bu kadar değişiklik gelince hemen ayak uydurması gözüme battı. Hemen savaş moduna girdi. Hemen eğit beni Seth havalarına soktu kendini. Bebeğim, sen hayırdır? 
  • Seth'in, Josie'den hemen ama hemen etkilenmesi... Daha iki gün önce Alex diye bir yerlerini yırtıyordu. Şimdi kalkmış diyor ki Alex'e karşı hislerim gerçek değilmiş aslında. BOK! Alex'i sevmem ama onun için yaptıklarından sonra bu söylediklerin yavan geldi kuzum.
  • Josie'nin vücudundan çok etkilenmesi deli etti beni. Bir kalça, iki meme görünce kendinden geçti Seth. Burada feminist duygularım devreye girdi. Her şey kalça ve meme mi? Ya da dudak ısırma? Ruha da aşık olan yok mu yav?
  • Klişeler yok muydu, vardı. Artık onları görmezlikten geliyorum yoksa kitap çöp olur benim için.

Şaşırdığım tek şey, Alex ve Aiden'ı görmememiş olmam. Henüz. Elbet gelecekler ama aniden köşeden fırlayacaklarmış gibime geldi.

Neyse. Valla güzel okudum kitabı. Devamını da alacağım. Son kitap henüz bizde yayımlanmadı ama olsun. O çıkana kadar anca okurum seriyi. Seth ya, sövsem de çok seviyorum bu karakteri. <3

"Tanrı savar diye bir şeyin olup olmadığını ve onu nerede bulabileceğimi merak ettim." Zırt pırt ortaya çıkan Apollo için söylüyor Seth. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

P.s. Bu blog yazısını 10 yıllık yoldaşım Harika'ma ithaf ediyorum. <3 Hem kitabı okumam hem de yorumunu hemen yapmam için başımın etini yedi. Canı sağ olsun. :D

6 Haziran 2019 Perşembe

Kitap Yorumu: Normal People - Sally Rooney

Merhabalaar

Benden henüz bıkmadığınız değil miii? Yemedim, içmedim tatilde taslak blog yazıları hazırladım. Haziran ayı dopdolu olsun istedim. Hazır yazma modundaydım, kim tutar beni??? 

Bu kitabı öyle ya da böyle gördüğünüzü varsayıyorum? D&R'daki indirimlerde bile görmüş olabilirsiniz. 2018 Man Booker Ödüllü Sally Rooney'in ikinci kitabı olan Normal People'ı ilk kez Frankfurt Kitap Fuarı'nda görmüştüm. Başta kurgu dışı bir kitap sanmıştım. O yüzden hiç okumak aklımda yoktu. Sonra yazarın ilk kitabı "Arkadaşlarla Sohbetler" Monokl Yayınları'ndan çıkınca bir araştırma yapayım dedim.
Normal People'ın arka kapak yazısını okuyunca bu hem benim olmalı hem de hemen okumalıyım diyerek tuzlu bir fiyata kitabı aldım. Henüz Türkçede yayımlanmadığı için İngilizceden okudum. Dili ağır değildi. Bazı betimlemeler gözlerimi yordu ama sağ salim bir şekilde kitabı bitirdim.

Kitabı blog'a yazmak istedim çünkü içimi dökmem lazımdı. -.- Kitabın yarısına kadar "Ah, çok güzel. Evet, işte bu. Bu kız bana benziyor. Aaa bu ben," derken sonra baktım hep aynı döngü içerisindeyiz, "Neler oluyor yahu, bi kendinize gelin," demeye başladım. Kitabın sonunda zaten kitabı fırlatmak istedim. Fırlatmadım tabii; hem pahalı hem de kapağı çok güzel be!
Bir de kitabı okurken aklıma hep Bir Gün (David Nicholls / Pegasus Yayınları) geldi. Birebir aynı olmasa da yaşanılan bu döngü bana oradaki kurguyu anımsattı.
Normal People'da durumu çok iyi ama asosyal olan Marianne ile çok zeki olan ama maddi sıkıntılar yaşan Connell'in hikayesini okuyoruz. Ortaokuldan beri birbirlerini tanıyan bu ikili, değişik bir ilişki yaşamaya başlıyor. Connell'in annesi Marianne'nin evine temizliğe gittiği sırada Marianne de Connell'in evine geliyor ve beraber oluyorlar. Bu beraberliklerini herkesten gizli tutuyorlar çünkü Connell okulda ne kadar popüler biriyse Marianne o kadar asosyal ve sevilmeyen biridir. 
Gel zaman git zaman, hayatlarının belirli dönemlerinde hep bir araya geliyor. Kitabın geçişleri şu şekilde oluyor: 3 ay sonra... 5 hafta sonra... 8 ay sonra... 
Bu geçişler biraz kafa karıştırıcı gelebiliyor çünkü bir yandan günümüzdeki olayları anlatırken aniden geçmişe gidip, o geçiş süresinde yaşanılan bir olayı anlatıyor yazar. Ve anlatıcı bazen Marianne bazen de Connell oluyor. Diyaloglar için tırnak işareti de kullanmayan yazarı alkışlıyorum. Kitabı okurken baya meydan okudum kendime. :) Türkçe olsa hadi neyse derdim ama İngilizce okurken kurguyu karıştırmamak için çok dikkatli okudum. (Okumak iki haftamı aldı bu arada.)

Neyse. Konuya döneyim. Hayatlarına sürekli birileri girip çıksa da hep kendilerini birbirlerinde bulan Connell ve Marianne bir süre sonra göz devirmeme sebep oldu. Nasıl bitecek sorusuyla kitabı okumaya devam ettim ve kitabın sonundaki cümleyle kalakaldım: What the fuck??? Durup, yazarı sorguladım. Bu kitabı yazma amacı neydi? Peki ya çok dev bir ödül olan Man Booker'ı alma sebebi neydi? Sorun bende miydi? Kafamda deli sorular...

Aslında biraz durup düşününce farklı anlamlar da çıkarmaya başladım. Marianne, sorunlu bir aileye sahip. Babası ölmüş ama neden öldüğü bilinmiyor. Annesi, çok kendi halinde biri. Abisi denen ahmak kızın üstüne yürümek dışında yaptığı bir şey yok. Yani tamamen sevgisiz olan Marienne'nin kendini sürekli Connell'de bulması beni şaşırtmadı. Onun sevgisi dışında hiçbirinin sevgisi umrunda değil. Ama Connell bunun farkında olmadığı için sürekli ya yanlış bir şey söyleyerek kalbini kırıyor ya da farklı seçimler yaparak yollarını ayırıyor. Şimdi böyle yazınca daha mantıklı gelmeye başladı kitap. Hatta bir bölümde Marianne şöyle diyor: Sorun bende mi? Kimse niye beni sevmiyor?
Connell sürekli dolaylı yollarla sevdiğini belirtiyor ama Marianne'nin istediği bu değil.

Yine de daha başka bir son beklerdim. Açıkta kalmış. Son cümleyle beraber yazar, kurguyu bize bırakmış aslında. "Alın, bundan sonrasını siz hayal edin," demiş de olabilir "Bundan sonrası yine aynı döngü içerisinde olacak, yazmama gerek yok," da demiş olabilir. 

Bakalım, Türkçesi çıksın da gelen tepkileri merakla bekleyeceğim. Bu arada yazarın diğer kitabını da okuyacağım. Anladım ki normal bir yazar değil kendisi. En sevdiğim insan tipi. *-*

Ay, minik bir romantik alıntı bırakayım da öyle gideyim. İçimde kalır... 

Marianne, he said, I'm not a religious person but I do sometimes think God made you for me. (Marianne, inançlı bir insan değilim ama bazen Tanrı'nın seni benim için yarattığını düşünüyorum.)

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

5 Haziran 2019 Çarşamba

Kitap Önerisi: Sabit Hat - Rainbow Rowell

Merhabalaaar

Rainbow Rowell'ı çoook sevdiğimi söylemiş miydim? *-* Sarılmak istediğim yazarlardan biri kendisi. Geçen hafta New York Kitap Fuarı'na katıldığını duyunca ağlayasım geldi. O fuarda olabilirdim ben de ama ekonomik durumlar sağ olsun bu sene her şey yalan oldu. -.-
Neyse, sinirlenmeyeceğim sinirlenmeyeceğim. Güzel günler bizi bekler. La la laa laaaaaağ...

Gelelim Sabit Hat'a... Ya ben basit konulu kitapları ayrı seviyorum sanırım. Klişe olmadığı sürece. :) Böyle saf, sade, kendi halinde olan karakterleri ve akışkan kurgusu olan kitapları herkese önermeden duramıyorum. Hatta kitap şu an bir arkadaşımda, tatilde okuyor. *-*

Sabit Hat da sırıtarak ve "yiaa" diyerek okuduğum bir kitaptı. Kitabın arka kapak yazısındaki şu cümle direkt beni kendine çekmişti zaten: Aşkta ikinci şansı yakalasaydınız, aynı kararları mı verirdiniz? Yani böyle bir şey yaşamadım özel hayatımda ama kurgu olarak nasıl işlenmiş çok merak ettim.

Evli ve iki çocuklu Georgie, çok önemli bir dizinin senaryosu için Noel'de çalışması gerekir ve bu da ailesiyle olan planını iptal etmesi anlamına gelmektedir. Bu duruma çok bozulan eşi Neal, kızları alıp annesine gider. Georgie bir yandan senaryo üzerinde çalışırken diğer yandan her gün eşine telefonla ulaşmaya çalışır. Ama ya çocuklar ya da kayın validesi telefona çıkar. Morali bozulduğu ve yalnız kalmak istemediği için annesinin ve kız kardeşinin yanına gider. Ergenliğinde kaldığı odasına gidip, oradaki sabit telefondan tekrar eşine ulaşmaya çalışır. Ve bam! Neal'le telefonda konuşmaya başlarlar. Fakat telefondaki Neal, 17 yaşındadır.

Ahhhh, şimdi yazarken bile içim kıpır kıpır oldu. Çok eğlenceli diyaloglara şahit olacaksınız. Georgie'nin baştaki şaşkınlığı, sonra olayları toparlayışı, kız kardeşinin her şeyi yanlış anlaması... Hem komik hem dram hem de fantastik bir hikaye! Rainbow ne yazsa gözüm kapalı alırım artık.

Okumadığım son bir kitabı (İlişkiler) kaldı, onu da alıp okuyacağım en kısa zamanda.

Ne olur okuyun bu kitabı. <3 Duygusuz gibi duran ama aşka aşık olan bir yengeç öneriyor bu kitabı size. 💚

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane 

4 Haziran 2019 Salı

Dizi Önerisi: Chernobyl


Bayramın ilk gününden herkese merhaba!

Jane ortalarda yok dediler, nerede bu blog yazıları dediler. Sahalara geri döndüm. Bir ara yazmayı bıraktım çünkü ne zamanım ne de sabrım vardı. Günlük bile yazmaz oldum. :( Yetişkin mi oluyorum ne?!
Konuyu saptırmayacağım. Hayatımda artık tatil günleri altın değerinde. Çünkü hobilerime vakit ayırmak için bu zaman dilimlerini kovalıyorum. Bu tatilde HBO'nun yeni mini dizisi Chernoybl'i izledim. 
Lisedeki tarih derslerimde genellikle uyuklarken bazen ilginç konular konuşulduğunda kulak kesilirdim. Bunlardan biri de Çernobil olayıydı. Kimyasal, patlama, insanlık tarihi, radyasyon... Çernobil'i bu kelimelerle hatırlıyordum ama tam olarak ne olduğunu bilmiyordum açıkçası.
Sonra mini dizisi yapıldığını duyunca açtım, okudum tüm haberleri. Dehşete düştüm. 
İnsanlık tarihinin en büyük olaylarından biri sayılıyor! 

Ukrayna'nın Çernobil şehrindeki nükleer santralinde bir deney sonucu patlama gerçekleşir. (Nisan 1986) Bu patlamayla beraber çok yüksek oranda radyasyon yayılır. Sadece Ukrayna değil Avrupa ve Türkiye'nin Karadeniz bölgesi de etkilenir. Patlamadan sonra önlemler alınırken birçok insan (sayı belirtilmiyor) ya yaralanıyor ya ölüyor ya da çok fazla radyasyona maruz kaldığı için haftalar, aylar hatta yıllar sonra ölüyorlar. 
30 yıl geçmesine rağmen günümüzde de patlamanın etkileri görülüyor. O bölgedeki insanlar kansere yakalanıyor, doğan çocuklarda kalıtsal hastalıklar meydana çıkıyor. Ve bu durum en az 100 yıl daha devam edecek gibi duruyor. (Belki de daha fazla...)
Çok değil, sadece 30 yıl önce gerçekleşmiş bu felaketin belgesel-dizi olarak beyaz perdeye yansıtılması çok iyi olmuş. Bilmeyenler de öğrenmiş olacak.

Diziye gelirsek... Korkunç bir şeydi. 5 bölümden oluşan bu dizi, Çernobil'in bilinmeyenlerini gün yüzüne çıkarmış. Hem gerçek hikaye hem kurgu çok güzel harmanlanmış. Gerçekteki insanları canlandıran oyuncu seçimleri de titizlikle yapılmış. Adeta Çernobil'i yeniden yaşatmışlar.
Tırnaklarımı kemirerek izledim. Hayatını bile bile tehlikeye atan işçiler, imha edilen hayvanlar, geçici bir süreliğine diyerek insanları evlerinden tahliye etmeleri, radyasyona maruz kalan insanları tek tek yok oluşları, şehrin terk edilişi... Sadece üç ahmağın verdiği bir kararla tüm dünyayı etkileyen bu dehşeti izlemenizi öneririm. Daha da bilinçlendim. Mesela, bu Çernobil'deki nükleer santralini kuran firmanın şu an Mersin'de çalışmalar yaptığını ve şimdiden zeminde iki çatlak oluştuğunu biliyor muydunuz? Kim bilir, bu dehşeti izliyorken belki de gelecekte aynı şeyleri biz yaşayacağız.

Son olarak; Çernobil terk edilen bir şehir olsa da günümüzde ziyarete açık bir yer. Tabii elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz. Maske takmak ve özel kıyafet giymek zorundasınız. Açık alanda yemek yemek yasak. Yere bir şey düşürürseniz geri alamıyorsunuz. Aynı şekilde oradan bir şey alamıyorsunuz. Radyasyon ölçer bir alet veriyorlar, bu aletle gezerken aşırı yüksek radyasyon içeren yerlerden uzak duruyorsunuz. Bu geziyi bir rehber eşliğinde yapıyorsunuz. 
Sanırım bir de birkaç yıl önce bu gezi sonrası saç, sakal kesimi zorunluymuş. Yani şehirden çıktığınız an saçlarınızı kısacık kestirmeniz gerekiyormuş. Ama günümüzde öyle bir zorunluluğu yok. Yine de girerken ve çıkarken bir kontrol makinesinden geçiyorsunuz. Ve tüm riskleri aldığınıza dair bir belge de imzalamanız gerekiyor. Bu geziyi gerçekleştiren Orkun Işıtmak'ın Çernobil videosunu izlemenizi de tavsiye ederim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane