Pages

28 Haziran 2013 Cuma

Kitap Yorumu : Senden Önce Ben - Jojo Moyes


 

 Pegasus Yayınları'ndan çıkan ve okuyucular tarafından çok beğenilen bir kitap daha... "Senden Önce Ben" ülkemizde çıkar çıkmaz büyük bir ses getirdi. Okuyan herkes olumlu yorumlar yaptı. Ki okuyanların çoğu ağlamakla meşguldü. Benim okuduğum yorumlarda, kitabı okuyan sarsılmış ve etkisinden çıkamamış bir kitle vardı. O yüzden bu kitabı okurken hep bir korku içerisindeydim. Aniden bir şey olucakmış gibi diken üstünde okudum. Neyseki, kitap sonunda salya sümük ağlamadım. Sadece boğazıma kocaman bir yumruk takıldı ve nefes alamadım. İşte en fenası oydu.
     Aslında çok tuhaf bir okuyucuyum. Bazen kafam eser kendimi fantastik dünyaya kapatırım. Bazen ağlamak istediğim için Kristin Hannah tarzı kitaplar okuyup,kendime işkence ederim. Bu kitabı okumamın sebebi de hem çok beğenilmesi,hem konusu dikkatimi çekmesi hemde kitabın kapağı...


Kitabın arka kapak yazısını okuduğunuzda "Hmmm.Klasik bir aşk hikayesi tadında. Deli dolu bir kız, kaza geçiren adamla dramatik bir şekilde karşılaşır ve yakınlaşırlar. Sonu mutlu biter. Böylece klasik bir aşk romanı okumuş olurum." diyebilirsiniz. Şahsen ben öyle algıladım ilkten. Ama okudukça hayatın diğer gerçekleriyle yüz yüze kaldım... Kitaplarda sık sık tekerlikli sandalyede yaşam mücadelesi veren bir erkek karakteri, ailesinin durumu çok iyi olmadığı için ne iş bulursa çalışması gereken ve renkli bir kişiliği olan ama hayatını doğru düzgün yaşamayan bir kadın karakteri maalesef okumuyoruz. Bu yüzden kitabı okurken arada tuhaf hissettiğim zamanlar oldu.

Will; yakışıklı bir iş adamı, her fırsatta her şeyin tadını çıkaran varlıklı ve mutlu bir adamdır. Ama kaderin karanlık yüzüyle karşılaştığında hayatı tepe taklak olur. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Evet,bu konuyu hemen herkes düşünüp,yazabilir.Trajedi tarzında bir kaza ve klasik olay işte... Ama karakterin iç dünyasını okumak bir başkaydı. Yanınızda biri olmadan yemek yiyemiyorsunuz,yatamıyorsunuz,gezemiyorsunuz.Hiçbir şey yapamıyorsunuz. Çünkü tekerlikli sandalyeye bağlısınız. Empati kurunca gerçekten berbat bir his olduğunu anlıyor insan.



Lou ; ufak tefek yirmi yedi yaşında bir kız. Ailesiyle yaşıyor ve onlara bakabilmek için çalışıyor. Kendinden küçük kardeşi Katrina ise hamile kalıp eve dönmüştür. Her şey daha zorlaşıp,tüm yük Lou'nun üstüne kalır. Sporlar kafayı yemiş sevgilisi Patrick'le ilişkisi yolunda gibidir. Zevkle çalıştığı Cafe kapanınca ne yapacağını bilemez. Önüne gelen her işi kabul etmek zorundadır... Lou karakteri çevremizde karşılaşabileceğimiz türde. Çok renkli biri ama hayatını yaşayamıyor. Çünkü bambaşka sorumlulukları var.

Ve kader onları birleştiriyor.Lou,Will'e bakıcılık yapmak için iş görüşmesine gidiyor. İşe ilk başladığı zamanlar Will, Lou'ya gerçekten çok kaba davranıyor. Neyseki Lou çok sabırlı bir kız. Kardeşinin desteğiyle  işe devam ediyor. Bir süre sonra Will'le iyi kötü anlaşmaya başlıyorlar. Birbirleriyle uğraşıyorlar,Lou tekrardan Will'i hayata döndürüyor. Saçını,sakalını kesiyor.Bu basit,küçük bir şey gibi gözükebilir ama Will için büyük bir adım oluyor. Ama Lou, berbat bir şey öğreniyor. Will, daha fazla yaşamak istemiyor ve kendi isteği ile Dignitas'a* gitmeye karar alıyor. Ailesi bunun üzerine ondan altı ay daha zaman istiyor. İşte bu zaman içinde Lou, onu bu fikirden vazgeçirmeye çalışıyor. Will'in bakıcılarından biri olan Nathan'da yardım ediyor. Bir çok yeri geziyorlar. Hatta Will kaza geçirdikten sonra eski sevgilisi ve en yakın arkadaşının evlendiğini duyunca ilk önce çok sinirleniyor ama Lou ile yakınlaştıkça bu düğüne gitmeyi bile kabul ediyor.

Kitabın sonunu mutlu bitmesini beklemiyordum zaten. Ama yinede okurken bambaşka oluyor. Beni asıl etkileyen ise son sayfalardaki Will'in mektubu. İnsanın hem gözlerini dolduran hemde gülümseten bir mektuptu. Gerçekten çok anlamlıydı.


Neden böyle mutsuz sonla biten kitaplar okuyorsun diye soranlar oluyor. Bazen gerçek hayatı konu alan kitaplardan da yardım almak gerek. Hayatta her zaman güzel,mutlu ve iyi şeyler olmuyor. Diğer tarafıda görüp,öğrenmek lazım.Bu kitabı okuyunca hayatta "her an her şey" olabileceğini anlıyorsunuz. O yüzden yaşadığımız hayatın değerini bilmek lazım. Belki de nefret ettiğimiz hayat bir başkasının hayalindeki yaşamdır.Bunu bilemeyiz.


*Dignitas : İsviçre'de intihar etmek isteyen insanlara yardım eden (?) bir yer. İlaçlarla ya da iğnelerle acı çeken hastaların ölümlerini gerçekleştiriyorlar.

|||||

"...Sana bu parayı veriyorum, çünkü beni artık mutlu eden pek bir şey yok, sadece sen varsın.
 Beni tanımanın sana acı ve hüzün getirdiğinin farkındayım. Umarım bir gün bana daha az öfkeli ve kırgın olduğunda sadece bu yaptığımdan başka yapacak bir şeyim olmadığını, bunun gerçekten iyi bir yaşama sahip olmana, benimle tanışmasaydın sahip olacağın hayattan daha iyi bir hayata sahip olmana yardımcı olacağını da anlarsın.
... İşte böyle. Kalbimde bir iz bıraktın Clark. Komik kıyafetlerin, kötü esprilerin ve en küçük bir duygunu bile saklamak konusundaki beceriksizliğinle odamdan içeri girdiğin ilk andan itibaren bende bir iz bıraktın. Sen benim hayatımı, bu paranın senin hayatını değiştireceğinden çok daha fazla değiştirdin.
Beni o kadar sık düşünme. Seni sulu gözlü bir şekilde hatırlamak istemiyorum.Sadece iyi yaşa."

27 Haziran 2013 Perşembe

Albüm Önerisi : P!nk - The Truth About Love



 

2012'nin en en en iyi albümü diyebileceğim ve Eylül ayından beri hala sıkılmadan dinlediğim bir albüm olan The Truth About Love'ı size önermek istedim.
  Bu aralar etrafımda çok sık P!nk dinleyen insanlarla karşılaşıyorum. Bunun nedeni ise yeni albümünden yayınladığı birbirinden özel,bağımlayıcı single'ları. Neyseki ben radyolarda keşfetmek için beklemedim ve albüm çıkar çıkmaz hepsini tek tek değerlendirdim. P!nk'in geri dönüşümü bu albümle muhteşem olduğu belli oluyor.


Bazı şarkılar vardır sadece çıktığı zaman belli bir zaman dinlenip,unutulanlardır.Ki bunlar genellikle dans müzikleri oluyor. İlkten insanı coşturuyor,eğlendiriyor. Sözleri saçma sapan oluyor ama müziği ilgi çekici olduğu için gündemin şarkısı oluyor. Ama sonra değeri kayboluyor. Ama bazı şarkılar var ki... Sanki kendi hayat hikayenizi,hayallerinizi ve düşüncelerinizi dinliyormuşsunuz gibi hisler veriyor. İşte bunlar hiçbir zaman unutulmayan,her bir zorlukta sığındığınız şarkılar. Bunlar,sözlerinde hayatın içinden izler taşıyan ve bizim üstemizde kocaman bir etki yaratan şarkılar...

P!nk'in albümü aynen bu durumda. O yüzden favorilerim arasında. Şarkıların sözleri birbirinden etkileyici,iz bırakıcı. Albüme detaylı baktığınız zaman zaten şarkıların hepsinin P!nk'in yazdığını öğrenmiş olucaksınız. 

P!nk'i ilk "So What" şarkısıyla tanıdım.O müthiş sesi ve şarkılarıyla beni kendine bağladı ve favori şarkıcılarımdan biri oldu. Dönüşüm Serisi'ni okurkende "U+Ur Hand" şarkısını dinleme fırsatı bulmuştum.


Bu albümde şu şarkı favorim diyebileceğim şarkı yok çünkü hepsi favorim.Seçimi size kalmış.İyi dinlemeler.

Just Give Me a Reason (Nate Ruess ile düet)
True Love (Lily Allen ile düet)
Here Comes the Weekend  (Eminem ile düet)

Canlı performanslarını izlemeden olmaz ! Umarım bir gün İstanbul'da muhteşem bir konserini izleme fırsatı bulurum. :D

Sevgiler,öpücükler ; Jane

25 Haziran 2013 Salı

Kitap Yorumu : Melez Sözleşmeleri 1 - Melez



   Lise bittiğine göre ve en riskli sınavımı atlattığıma göre artık kitaplarıma yumulabilirim ! Okunacaklar listesi çok uzun ama yine  Yorumbazz 'ın yolladığı bir kitap olan ve benim uzun süredir çok merak ettiğim Melez Sözleşmeleri serinin ilk kitabı Melez'e başladım ve kitap bitti. Yazarın daha önce LUX serisini okuduğum için anlatım tarzını yadırgamadım. O yüzden kitap çok hızlı bitti. Ve "sonunda beni gerçek hayattan koparan nefis bir kitap" diyebildim. Kitaptaki karakterler,olaylar,maceralar ve sürprizler beni gerçekten hayattan soyutladı diyebilirim. 

Kitaba başlamadan önce bir çok yorum okudum. Çoğu yerlerde Vampir Akademisi'ne çok benzediğini ama daha sonradan kendi özüne döndüğü yazılıyordu. Ki haklılar. VA serisiyle çok benzerlikleri var. Yine de kitabı sevdim ve bayılarak okudum.
İlk Kitap Melez

4.Kitap Apollyon
Konusundan bahsetmek gerekirse ; Seride tıpkı VA serisinde olduğu gibi bir çok yeni terimler var. Tek farkı bu terimler mitolojiden geliyor. Yani kitapta mitolojik kavramlar ağır basıyor. Hematoi ırkı, tanrılarla yaratıkların soyudur. Safkanlar ise iki Hematoi çocuğu olan ve tanrısal güçlere sahip olan bir ırk. Melezler ise safkanlar ile insanların birleşiminden doğan ve değersiz olan bir ırk. Melezlerin yaşamlarında iki seçenekleri var ;  ya eğitimli bir Avcı olup baş düşmanları,iblisleri avlayacaklar ya da Safkanların evlerinde kölelik yapacaklar. Durum bu kadar ciddi ve acımasız. Baş karakterlerimizden biri olan Alexandria ise bir Melez. Kendinden emin,güçlü ve hırsılı biri olan Alex kararını vermişti ; Avcı olup iblis avına çıkacaktı. 
Her kitapta bir yasak,imkansız olaylar olur.Bunda ise öyle bir yasak ilişki var ki... Safkanlar ve Melezler arasında ilişki kesinlikle yasak ! Yakalandıkları zaman Safkanlardan çok Melezler acısını çekiyor. Direk köle oluyorlar. Ama ne yazık ki bizim çılgın kızımız bir Safkan olan Aiden'e aşık olmuştur. Şimdiden heyecanı hissedebiliyor musunuz ?

İkinci Kitap Safkan
Kitapta bir çok karakter var. İlk kitap olduğu için hepsini arka arkaya tanıyoruz ama benim kafam resmen karışmıştı. Bazı yerleri tekrar tekrar okudum ve bir süre sonra isimler aklımda kaldı zaten. Ah bir de Apollyon var. Çok özel bir şey Apollyon olmak. Ve herkes Apollyon olamıyor. Seçilmiş kişiler 18.yaş gününde Apollyon olduklarını öğreniyorlar.Ve herkesten güçlü olabiliyorlar. Normalde Safkanlar dört elementi ( su,hava,ateş ve toprak ) kullanırken Apollyon beşinci ve yeni bir elementide kullanabiliyor. Serimizde Apollyon olan kişi Seth. O da ayrı bir çekici ve etkileyici bir karakter. Ve ilk kitap olmasına rağmen işler gerçekten çok fena karışıyor. Okurken şoklardan şoka girdim. 331 sayfacık kitapta neler olmuyor ki...

  

Üçüncü Kitap Tanrı
İkinci kitabı okumak için gerçekten sabırsızlanıyorum. Bu seriyi çok sevdim. Şanslı ben ilk 3 kitabı ülkemizde yayınlanmış durumda ve 4.kitap ise yolda ; Temmuz gibi çıkması bekleniyor. Yunan Mitolojisi seven, aksiyon,macera ve yeni bir hayal dünyası ile tanışmak isteyenleri şiddetle bu seriyi öneriyorum.

Her seride mutlaka bir tutulduğum karakter olur. İşte favorim bu dediğim karakter henüz bu seride belirlenmedi. Safkan Aiden mı yoksa Apollyon Seth mi insan karar veremiyor. İkisinin kişiliğide etkileyici. Sanırım ilerde Alex'de bu çelişkinin içinde kalacak.

Son olarak ; baş kız karakterimiz olan Alex'i gerçekten çok sevdim. Bazen çok bilmiş oluyor ama hırsını, gücünü, düşüncelerini sevdim. Henüz eğitim görüyor olmasına rağmen 3 iblis öldürdü. Avcı olunca kim bilir kaç tane katleder... ( İblisler, bizimkilerin baş düşmanı. İblisler, Safkanları kendi ırkına dönüştürebiliyor. Melezleri ise dönüştüremiyorlar diye biliyorlardı. Ama bazı sürprizler ortaya çıktı.)

 Alıntı ;

....Havluyu sıktım. "Bir daha bu kadar salakça bir şey söylersen seni uykunda boğarım."
Altın kaşları kalktı. "Küçük Alex, birlikte yatmamızı mı teklif ediyorsun?"
O sonuca nasıl vardığına hayret etmiştim. Havluyu indirdim. "Ne? Hayır !"
"Yatakta yanımda yatmadıkça beni nasıl boğabilirsin ki ?" Pis pis güldü. "Bir düşün bakalım."
"Öff,kapa şu çeneni."

| Apollyon ve Alex arasında geçen eğlenceli bir konuşma.|

Sevgiler,öpücükler ; Jane

23 Haziran 2013 Pazar

Film Yorumu / Önerisi : Ben Dört Numara


  

İki sene önce Ben Dört Numara vizyona girdiği zaman pek ilgimi çekmemişti. Daha sonra kitabı olduğunuda öğrendim. İlk iş kitabını okumak oldu. Bilim kurgu kitapları okumak benim açımdan biraz yorucu oluyor. Kitaptaki olayları hayal etmek çılgınca. Ve bilim kurguda öyle imkansız şeyler gerçekleşiyor ki okurken bunları hayal etmek oldukça zor oluyor. Ama yinede kitabını sevmiştim. Sonra filmini izledim... İlk defa kitaptan uyarlanan bir filmi, kitabından daha çok sevdim. Gerek karakterleri canlandıran oyuncular gerek kitaptaki olayların çoğunun filmde yer alması gerekse bol aksiyon,macera ve müthiş efektler ! Kesinlikle hayran kalmıştım filme.

Dün akşamda rastgele TV'ye bakınırken filmi görünce şaşırdım ve yine izlemeye başladım. Ve bu filmi ne kadar çok sevdiğimi farkettim. Zaten işin içinde oyunculuğuna hayran kaldığım iki müthiş oyuncu var ; Alex Pettyfer ve Teresa Palmer. Böylece sıradaki film önerisi yazımda yer almasını istedim.


Konusundan bahsetmek gerekirse ; Dünya dışında bir başka gezegen olduğunu düşünün. ( zaten var ama bu gezegende özel güçleri olan kişiler var ) Burada yaşayanlar, gezegenleri yok edilirken son anda kaçarak kendilerini kurtaran gençlerin hikayesi anlatılıyor. Bu gençler bizler gibi. Anormal bir görünüşleri,sesleri ya da yaşamları yok.Ayrıca numaralandırmışlar. Bir numara, iki numara... gibi. Gezegenlerini yok eden düşmanları gençleri numara sırasına göre öldürmek zorundalar. Yoksa hiçbir şekilde bir numarayı atlayıp altı numarayı öldüremezler. Serinin ilkinde Dört Numara (John) ile karşılaşıyoruz. Yanında kendini eğiten ve büyüten Henri ile dünyayı dolaşıyorlar. Gittikleri yerde çok fazla kalamıyorlar çünkü düşmanları yerlerini bulabilirler.


   Bir gün yine yepyeni, kimsenin onları tanımadıkları bir kasabaya gidiyorlar. Oraya geldikleri zaman ilk üç numaranın öldürüldüklerini öğreniyorlar. Bir Numara, Malezya'da ; İki Numara,İngiltere'de ; Üç Numara ise Kenya'da avlanmış durumda. Bu yüzden Henri, Dört Numara'yı daha çok eğitmeye devam eder. Yeni okula başlayan Dört Numara hem yeni bir kızla -Sarah- hemde olağandışı olaylara meraklı olan Sam ile tanışır.

Ve işler daha çok karışır. Çünkü düşmanları onu kasabada bulmuştur. Bundan sonra bol macera bol aksiyon var diyebilirim. Özellikle Altı Numara'nın -Teresa Palmer- ilk gözüktüğü sahne çok etkileyici ve ihtişamlıydı. Bir çok kez bizim oğlanı kurtardı zaten.Gerçekten inanılmaz özel güçleri var. O yüzden favori karakterim kesinlikle o oldu. Filmin sonu devam edecekmiş gibi bir şekilde bitmişti. Fakat henüz ikinci filmden bir gelişme yok. Ama merak edenler için ; Altı Numara'nın hayatını anlatan 2.kitap ülkemizde yayınlamış durumda. Kitapları da okumanızı öneririm.


 Bilim kurgu, fantastik, macera ve aksiyon severlere önerdiğim bir film. Şimdiden iyi seyirler !

Sevgiler,öpücükler ; Jane

21 Haziran 2013 Cuma

Kitap Önerisi : Vampir Akademisi / Richelle Mead

   
 Şu ana kadar blog'um da hep çok sevdiğim ve favori olan kitapları ve kitap serilerini önerdim,yorumladım. Bunlardan biri de Vampir Akademisi. Bu seriye tapabilirim,bayılabilirim ve kitapları için çıkarmayacağım cazgırlık olamaz. Çünkü seride aşırı çok sevdiğim,sanki gerçekmiş gibi kıskandığım,hayaller kurduğum bir karakter var.Ona daha sonra tekrar geleceğim.Şimdi seriyi tanıtıp,içimdekileri dökmem lazım.Anlat anlat doymam bu seriye.

Orijinal kapağı

   Etrafımda, vampir romanları okuduğum içinde dalga geçen benle uğraşan milyon insan var diyebilirim. Hatta normal konulu bir roman okuyunca şaşırıyorlar bile. Ama bilmiyorlar ki bu vampirler ne çekici, ne maceralı ne  feci ! Onlar bunlardan mahrum ola dursunlar ben favori serimi doyasıya anlatayım. Vampir konulu seriler denilince akla ilk Alacakaranlık, sonra Gece Evi ve sonra da Vampir Akademisi geliyor. Hem dünyada hem ülkemizde çok ses getiren, birbirinden nefis seriler zaten. Ama huyum kurusun bir seriye başladığımda ilk kitabında sıkıldığımda bir kaç ay ( 3-4 ay olabiliyor ) ara verip tekrardan şans vererek o seriye devam ederim ve bilin bakalım ne olur ? O seriye tutulmuşumdur. V.Akademi serisinde de aynen böyle oldu. İlk kitabı bitirmek bir işkenceydi zaten. Kapak fotoğrafları bile tiksindirici geliyordu.Ama sonra seriyi öneren arkadaşımın ısrarıyla devam ettim ve 2.kitaba başladım.Sonrasında bende ipler koptu. 5.kitaba kadar jet hızıyla okudum.O sırada 5.kitap yeni çıkmıştı fırlayıp,gidip onu okudum. Tam 1 sene işkenceli bir şekilde 6. ve son kitabı  bekledim ve sonunda onu da okuyarak kendimi boşluktan aşağı fırlattım. Sanırım duygularımı yeterince anlatabildim. Çünkü aynen öyle oldu. Seriyi okuduğum zamanlar aklıma geldikçe sarhoş gibi oluyorum. Vay be diyorum, nasıl okumuşum öyle. Sonrasında zaten karşıma biri çıkıp,vampir olmak ister misin diye sorsa boynumu uzatıp hadi  bitir şu işi bile diyebilirdim. O gün bugündür vampirler ve ben mutluyuz.Ayırmasınlar bizi. :D

Ülkemizde bu kapakla yayınlandı

2 seneye önce göre konusu çok dikkat çekiciydi. Bir akademi düşünün. İçinde farklı türlerden vampirler var. Moroi ( zengin , özel yetenekli ve değerli üst kademeli vampirler ) , Dampir ( Moroi ve insan birleşiminden doğan değişik bir tür ) , Strigoi ( Kötülük dolu,kırmızı gözlü,vahşi ve düşman vampirler ) gibi değişik isimlerden oluşan bir tür. Bir de gardiyanlar var.Bunlar Moroi'leri koruyan özel eğitimli Dampirler.Zaten akademinin amacıda bu. Dampirleri yetiştirmek ve Moroi'leri koruma altına almak. Serimizde,yerinde duramayan,en yakın arkadaşının gardiyanı olmak isteyen asi güzel Rose Hathaway ; Moroi olan ve Rose'un en yakın arkadaşı olan sarışın güzel Lissa Dragomir ; sert yapılı,çekici bir gardiyan olan Dimitri Belikov ve son olarak Moroi olan fakat alaycı bakışlara maruz kalan feci yakışıklı Christian Ozera gibi ilerde kendi arkadaşlarınızmış gibi benimseyeceğiniz mükemmel karakterler var.



Vampir Akademisi : İlk kitaptan olaylar genellikle bu dört karakter arasında geçiyor ama yan karakterlerde var elbette. Konusu kısaca şöyle ; Rose ve Lissa 2 yıl önce akademiden kaçmışlardır.Nedeni ise Lissa'nın bazı sorunları ve korkularının olması.Rose'da en yakın arkadaşını korumak için onunla beraber kaçıp,hayatını riske atmıştır.Çünkü Strigoiler her an karşılarına çıkabilirler. Ama buna gerek kalmadan Dimitri Belikov onları buluyor ve tekrardan Aziz Vladimir Akademisine geri dönüyorlar. Lissa, daha sıkı korunurken ve Christian Ozera ile yakınlaşmaya başlarken Rose'da kendisinden 7 yaş büyük Dimitri Belikov'dan özel dersler alıyor.Çünkü eğitiminde geri kalmıştır.Gardiyan olmak istiyorsa,acımasız Belikov'a katlanmak zorundadır. Bu sırada ona hayran olmamak ya da etkilenmemek mümkün değil. Rose onu "Tapılası Tanrı" olarak nitelendiriyor. Ama aşkları yasak. Bir öğretmen ve öğrenci ilişkisi olmamalı.Ve Lissa'yı korumaya odaklanmalılar.Ama işler iyi gitmiyor ve sürpriz olaylar oluyor...


İlk kitabı okurken sıkılmıştım çünkü bilmediğim yeni ve karmaşık terimler vardı. ( Yukarda açıkladığım Moroi,Strigoi ve Dampir gibi...) Ve bir serinin ilk kitabı her zaman riskli olur. Çünkü karakter tanıtımları, olayları anlatma şekli ve seriye alıştırma çabaları dikkat dağıtabiliyor.. Bazı yazarlar bunu çok sürükleyici yapıyor bazıları ise kendilerini daha sonraki kitaplarda belli ediyor. Richelle Mead'de öyle yapmış anlaşılan. Yine de müthiş bir hayal dünyası,gücü ve kurgusu. Karakterlerin kişisel özelliklerinden,isimlerinden tutun olayların değişim süreci ve şaşırtıcı olaylara kadar okuyucuyu şekilden şekle sokuyor. Ki bu daha ilk kitap. Sonraki kitapların yorumlarını yaptığımda kendimden geçebilirim.Onları da detaylı anlatmak için sabırsızlanıyorum. Ama şimdilik seriyi buraya kadar anlatıyorum. Yoksa tüm blog bu yazıyla dolabilir. :D

Serimizin biricik yazarı :)

Hayal dünyalarını kıskandığım yazarlardan biri olan Richelle Mead'in bu müthiş serisini gerçekten okuyun derim. Bu seriden mahrum kalmanızı istemem. Hem şanslısınız ki seri tamamlanmış ve hepsi ülkemizde yayınlanmış durumda. 6 kitaptan oluşuyor ve bir de yan serisi var. Yan serisi derken ; Vampir Akademisinde ilerleyen kitaplarda tanıyacağımız Adrian Ivashkov, Sdyney Sage ve bir kaç karakterin ağırlıklı olduğu bir seri. Ona daha sonra geleceğim.Kalbim yeterse tabii :P

Bu daha başlangıç, diğer kitapların yorumlarında benimle birlikte uçuşa geçebilirsiniz. Yaz tatilinizi iyi değerlendirin ve ilk kitabı kapın derim.

Not : Vampir Akademisi de film olan serilerden biri.Şu an henüz ilk filmi çekim aşamasında. 14 Şubat 2014'de vizyona girecek.Kitabı okumadan önce, karakterler için seçilen film oyuncularını görmeyin derim. Sizin hayalinizdeki karakter görünümleri daha önemli ve değerli. :D




Alıntılar

...Bizden daha yaşlıydı. Yirmili yaşlarının ortalarındaydı ve düşündüğüm kadar uzundu. En azından iki metreye yakındı. Farklı koşullar altında, mesela çaresiz kaçışımızı engel olmadığı bir durumda, oldukça çekici olduğunu kabul edebilirdim. Omuzlarına gelen kahverengi saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Gözleri koyu kahverengiydi. Uzun,kahverengi bir pardösü giymişti, uzun bir elbiseyi andırıyordu.
(Rose'un Dimitri'yi ilk gördüğüm zaman, onu tarif edişi.)

***

...Keyfim yerine gelmiş gibi davranarak "Okuldan sonra programın var mı?"
    Yüzünden hayaletimsi bir gülümseme geçti. "Bu kadar piskotik olmasaydın, seninle vakit geçirmek eğlenceli olabilirdi."
"Bende senin için aynısını düşünüyordum." Başka bir şey söylemedi. Sadece gülümsedi ve gitti.
( Rose ile Christian Ozera arasında geçen bir konuşma.)

***

...Yutkunarak bir kere daha sordum. "Sence ben güzel miyim?"
   Beni her zamanki gibi büyük bir ciddiyetle izliyordu."Bence çok güzelsin.
"Güzel mi?"
"O kadar güzelsin ki bazen içim yanıyor."

( Rose ve Dimitri'den romantik anlar. :D )

Sevgiler,öpücükler ; Jane


19 Haziran 2013 Çarşamba

Sevimli Canavarlar - Monsters / 2001 Animasyon




   


Gelmiş geçmiş en iyi animasyon filmi olarak Sevimli Canavarlar'ı gösterebilirim.Disney yapımcılığından ve Oyuncak Hikayesi yaratıcısından çıkmış bir animasyon film nasıl kötü olabilir ki ? 2001 yılında vizyona girmiş olmasına rağmen hala sıkça izlediğim bir filmdir.Eğlenceli,komik,macera dolu bir animasyon.
  Animasyon delisi olarak,filmi ilk TV'de izlemiştim.O kadar çok hoşuma gitmişti ki arka arkaya kaç kere izlediğimi hatırlamıyorum.Tembel kardeşime de izlettirerek, onayı aldıysam...herkes bu filmi sever diyorum.

Bir canavarlar dünyası düşünün...Kendilerine ait bir yerde yaşıyorlar ve enerji toplamak için insanların korkularından besleniyorlar.Her gün bir çocuğun odasına gidip onu korkutuyorlar ve enerji almış oluyorlar.Ne kadar çok çığlık o kadar çok enerji. Gerçekte kötü niyetli olmayan canavar Sully, bir gün yanlışlıkla küçük bir kızı da Canavarlar Dünyası'na getiriyor.En yakın arkadaşı,tek gözlü Mike başta olmak üzere tüm canavarlar dehşete kapılıyorlar.İnsanları korkutuyorlar ama canavarlar,onları baş düşmanı olarak görüyorlar.Bu yüzden ortalık fena karışıyor.



 İlk başta Sully, tek gözlü arkadaşı Mike'la minik kızı saklamaya çalışıyorlar ama yaramaz kızımız yerinde durmuyor.En sonunda bizimkiler,minik kızı evine götürebilmek için binbir türlü maceraya atılıyorlar.Eminim izlerken çok eğleneceksiniz. 90 dakika boyunca gerçek hayattan soyutlanmış gibiydim.Bol kahkaha bazen biraz hüzün ve sınırsız macera !










   Veee bu haberi duyunca şahsen ben resmen havalara uçtum. Serinin 2.filmi 21 Haziran'da vizyona giriyor ! Bu sefer bizimkiler üniversitede.Kim bilir bu filmde hangi maceralara atılacaklar. :D

Sevgiler,öpücükler ; Jane

17 Haziran 2013 Pazartesi

PuCCa Serisi

Seninle ilk tanıştığımızda iyiliğine inanmıyordum,ayrıldığımızda ise kötülüğüne.Şimdi,sanki seninle büyümemiş,onca şeyi yaşamamış,hatta hiç tanışmamış gibiyim.... 


PuCCa - Allah Beni Böyle Yaratmış 

PuCCa adıyla tanınan,dizüstü edebiyatında yeni bir çağı başlatan blogger yazar,3.kitabıyla yine kitap listelerinde bir numaraya ulaştı.O halktan biri.Bu kadar sevilmesinin ve okunmasının nedeni ise insanların -özellikle bayanların- dile getiremediği sözleri tatlı diliyle,sempatik halleriyle ve açık sözlülüğü ile kitaplarına yansıtmasıdır. Kitabını elinize aldığınızda sanki kendi hayat hikayenizi anlatan bir romanı okuyormuşsunuz hissini veriyor.Aslında günlük yaşantımızda o kadar benzer olaylar yaşıyoruz ki...Bazen "acaba bu sadece benim başıma mı geliyor,benim suçum ne" dediğiniz oluyordur.İşte PuCCa bu benzer olayları dile getirdiği için daha çok okunuyor.Ortak meselelerimiz,sıkıntılarımız,dertlerimiz...Her şeyi bir arada bulabileceğimiz kitap -blog- yazmış. Normalde çik-lit tarzı kitapları sevmem.Aslında PuCCa için tam çik-lit tarzıda denilemez.Fakat kitap resmen hayatımı değiştirdi.Daha doğrusu hayata bakış açımı değiştirdi. Sakın ola bu seriden edebi değerler,özellikler beklemeyin.Tamamen hobi olarak yazılmış,eğlenceli, yeri geldiğinde ağlatan yeri geldiğinde gülmekten karın ağrıtan bir seri. Türk okuyucuların -özellikle kitap okuma alışkanlığı çok olmayan ve bir kitaptan çok çabuk sıkılanlar- rahatlıkla okuyabileceğinden,tavsiye ettiğim bir seridir.Yaş kitlesi sınırlı değil. 7'den 70'e herkes okuyor.Hele ki erkekler okuduğunda aslında bayanların nasıl bir düşünce yapılarına sahip olduğu hakkında fikir ediniyorlar. Biz bayanlar çok güçlüyüz. Elimizdeki değerleri,kozları kullanmayı çok iyi biliyoruz. Özellikle bu seride erkekler hakkında daha çok bilgi öğreniyoruz.Aslında bildiğimiz hatta uyguladığımız şeyler fakat bunları bir başkasından okuyunca daha da farkına varıyoruz. Bu yüzden PuCCa hayatımızda önemli bir yer edindi. Onun kitaplarını okuyan insanları otobüslerde,duraklarda,okullarda hatta iş yerlerinde bile görebilirsiniz.



  PuCCa'yı bu kadar anlattıktan ve bazılarınız için tanıttıktan sonra gelelim 3.kitabın konusuna...Birinci kitabında 'Küçük Aptalın Büyük Dünyası' 'nda ilk anlattığı erkek arkadaşı Ankaralıyı bu kitapta daha yakından ve hayat hikayelerini en baştan okuyoruz. İlk kitabı okuyanlar bilir. Kızımız,Ankaralıyı zorla terk edip İstanbul'a geliyordu ve ondan intikam almak için blog yazmaya başlıyordu.Aralarda ondan kısa kısa bahsediyordu ama hepimizin kafasında soru işareti oluşmuştu. 'Kim bu Ankaralı?' PuCCa'nın tabiriyle "Ayaklarına kadar uzanan simsiyah montu ile Kenan İmirzalıoğlunun içerisine bisiklet pompasıyla hava basmışlar gibi duruyor." diye tanımladığı bu adamı bir ilk yaparak baştan sona tüm kitapta onunla olan geçmişini anlatıyor.Daha önceden merakla beklediğim için kitabı sabah elime aldığımda taa akşam gözlerim şiş bir şekilde yerine,bitirerek bırakmıştım.Olayları anlamlı,eğlenceli başlıklar altında oldukça akıcı ve sıkmayan bir dille yazmış.PuCCa yine döktürmüşte döktürmüş...Ve aslında kitapta verilen mesaj şuydu "Ön yargılarınızı kaldırın,bazen nefret sevgiye hatta en büyük acıya ; aşka dönüşüyor." Yine yeri geldiğinde kahkaha attırıp yeri geldiğinde de gözleri yaşlarla dolduran bir kitaptı.Okumalısınız.Sıkılmayacağınızı düşünüyorum.İlk defa okuyacak olanlar şanslılar ki arka arkaya 3 kitabını birden okuyabilirler.Aman dikkat ! Kitaplar kısa sürede bitebilir.Bu yüzden ya haftasonlarında ya da boş zamanlarınızda rahat rahat,sıcak kahvelerinizle/çaylarınızla beraber okuyun derim... İyi Okumalar !

1.Kitap : Küçük Aptalın Büyük Dünyası
2.Kitap : Ve Geri Kalan Her Şey
3.Kitap : Allah Beni Böyle Yaratmış.

Kitaplardan kısa kısa ön okumalar  :


Küçük Aptalın Büyük Dünyası : Mutlu son diye bir şey yoktu,mutluluk sonsuza kadar da sürmeyecekti,beyaz atlı prensesim şuan kim bilir hangi kızları götürüyordu.O o....çocuğunu beklerken başıma gelmeyen iş kalmadı,artık ondan da bir umudum kalmadı bu yüzden...

Ve Geri Kalan Her Şey : İki gündür evde Lost izliyorum.O adadaki mistik esrarı çözerken dizideki belli detaylara takılı kalarak,kafa dağıtıyorum.Mesela,şu kızlar kaş,bıyık,ağda,dip boyası gibi şeyleri nasıl yapıyorlar ? Onu da gösterip aradan çıkarsınlar bence.Hiç mi koltuk altı uzamaz anacım bir insanın ? Hadi elin Amerikalısının diyelim ki kılı uzamaz,o dip boyasını nasıl hallediyorlar ? O adaya sadece ve sadece ondan gitmek isterdi,yemin ederim. Bir de diziye kendimi öyle kaptırmışım ki rüyalarım bile alt yazılı olmaya başladı.Adam konuşuyor rüyamda,altta bir yazı beliriyor,onu okuyorum.Rüyanın sonunda da 'Pınar Batum' yazıyor.
Allah Beni Böyle Yaratmış : Tam karşımda,öylece duruyordu ya öylece,sanki o kadar acıyı bana yaşatmamış gibi,sanki onca seneyi onunla geçirmemişim gibi bakıyordu bana. Tanımış mıydı ? Muhakkak,boru mu beraber büyüdük,dört sene beraber yaşadık,beraber yapmadığımız tek şey unutmak eylemi olmuştu.Karşımdaydı şimdi,yaşlanmış epeyce.Kaşlarının ortasını hala alıyor ve hala aynı gülümsemeyle,gözleri küçülerek bakıyor.Hep merak ederdim, çok çok çok büyük aşklar seneler sonra birbirleri hakkında neler düşünürler diye.Ona sarılıp uyurken,ya bir zaman sonra başka birileriyle olursak,birbirimizi nasıl hatırlayacağız diye.Meğerse böyleymiş...


15 Haziran 2013 Cumartesi

Hayatın İçinden Replikler


 
Yaşamamın %80'i film izleyerek,kitap okuyarak ve müzik dinleyerek geçiyor. ( Diğer %18si ise yemek yemek,uyumak,arada ders çalışmak. %2si ise sosyal hayatımı geliştirme çabaları.) Bu yüzden sayamadığım kadar film izlemişimdir.Kendimi bildim bileli habire bir şeyler izliyorum zaten.Ailemde çok film seyreden bir tiptir.Özellikle annemle her fırsatta korku filmi izleriz.Ama genel olarak her türden film izleyebilirim.

    Yazıya böyle kendi bilgilerimle başladım ama amacım film replikleri paylaşmak.Filmleri boş zamanımı doldursun,beni eğlendirsin diye de izlerim elbette ama genellikle o filmler bana yol gösterir.Bazılarında öyle çok anlamlı replikler,alıntılar oluyor ki... Vay be diyorum,resmen düşündüklerimi yansıtmış bu replik. O yüzden favorilerimden bir kaçını paylaşmak istedim. Ve sanırım ilerde bu replikleri bir kağıda geçirip,gözümün önündeki bir yere asacağım. Hayatın gerçekleriyle yüzleşmek gerek,değil mi ?

İşte başlıyoruz !

"Dünya,biz çok uzakları göremeyelim diye yuvarlak yapılmış." (Benim Afrikam)

"Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir." (Özgürlük Yolu)

      


"Bazen doğru olanı yapmak için, en çok istediklerimizden vazgeçmemiz gerekir.Hayallerimizden bile." (Örümcek Adam 2)

"Sevdiğin tek kişiyle olamadığında,seni seven tek kişiyle kalabilir misin ? (Alacakaranlık  2 - Yeni Ay)

"Mutlu sonlar,sadece bitmemiş hikayelerde olur." (Bay ve Bayan Smith)


 "Hayallere bağlanmak ve yaşamayı unutmak iyi değildir." (Harry Potter ve Felsefe Taşı)

"Birisiyle mühürlenmek onu gördüğünde her şeyin değişmesi gibidir.Bir anda seni gezegene bağlayan şey yer çekimi değil, o olur." (Alacakaranlık 3 - Tutulma)

"İmkansıza ulaşmanın tek yolu, onun mümkün olduğuna inanmaktır. (Alice Harikalar Diyarı)


"Birine karar vermek,diğerini kaybetmektir." (O Kadın)

"İçindeyken rüyalar gerçek gibidirler ama uyandığımız da bir gariplik olduğunun farkına varırız." (Başlangıç)


11 Haziran 2013 Salı

Film Önerisi: Bay Evet ( Yes Man ) / 2008 - ABD Yapımı




   
Filmlere daldığım zaman kitapları ; kitaplara daldığım zamanda izlediğim dizileri ve izleyecek filmleri unuturum.O dengeyi bir türlü tutturamadım.Beynim,hayal dünyama öyle bir sınır koydu herhalde. :D Nora Roberts'ın Gelin Serisini bitirdikten sonra filmlere sarmış durumdayım.Ve bugün keyfim yerinde olduğu için komedi tarzında film izlemek istedim.Komedi filmleri deyince aklıma gelen ilk isimlerden biri Jim Carrey oluyor. ( Neden acaba...) Adamın çoğu filmini izlemişimdir.Hatta bir kaç kere üst üste izlediklerimde olmuştur.Ama "Bay Evet ( Yes Man ) " filmiyle ne kadar karşılaşırsam karşılaşayım bir türlü izleyememiştim.Ve bugün karşıma aniden çıkınca ( film sitelerine göz atarken ilk karşıma çıkan o oldu ), pekala başlayalım dedim. Jim Carrey dışında çok sevdiğim ve filmlerini takip ettiğim mükemmel iki oyuncu daha varmış. Zooey Deschanel, acaip sempatik bir kadın ve oyunculuğu gerçekten harika. Bradley Cooper zaten romantik-komedi ve dram filmlerin baş yıldızlarından biri diyebilirim. Süper 3'lü aynı filmde olunca izlememek olmazdı elbet.
Zooey Deschanel
Bradley Cooper

 

Konusundan bahsetmek gerekirse ; Carl ( Jim Carrey ) bir bankada çalışan,eşinden ayrılmış ciddi bir asosyal kişi.En yakın arkadaşı Peter ( Bradley Cooper ) bile onu dışarı çıkarmaya , davetlere gelmesini zorla sağlıyor.Ki çoğu zaman arkadaşıyla karşılaşmamaya çalışıyor.Ve her şeye hayır diyerek reddeden bir insan.Bir süre sonra karşısına eski dostlarından biri çıkıyor ve ona "Yes Man" adlı bir etkinlikten bahsediyor.Basit ve tek bir ilkesi var "Her şeye evet demek !" Carl ilkten yapamam edemem falan diyor ama programı sunan kişi onu anlaşmaya zorluyor."Ve evrenle anlaşma yaptın,bu binadan çıkar çıkmaz her şeye evet demek zorundasın" demesiyle macera başlıyor.


Müthiş oyunculuklar,komedi olaylar,espriler,eğlenceli sahneler...Ne ararsanız bu filmde var diyebilirim.Carl,binadan çıkıp birinin sorusuna "evet" demesiyle Allison ( Zooey Deschanel ) ile karşılaşıyor.Çok güzel bir ikili oluyorlar.İkiside gerçek anlamda hayatı yaşamaya başlıyorlar diyebilirim.



Bir de Carl'ın her şeye "evet" demesi arkadaşlarının işine gelir.Ve onu içmeye davet ederler.O kadar çok içtiler ki... Adamın başı belaya girdi en sonunda.En güldüğüm sahnelerden de biriydi. :D

Özellikle son sahnedeki yaptıkları maceraya bayıldım ve "kesinlikle bende yapmalıyım !!!" dedim. Filmin konusu çok güzel düşünülmüş.Çünkü ilk sahnelerde hem izleyip hem kendimle konuşmaya başladım."Aynı ben, mecbur olmasa dışarı çıkmayan, habire film izleyen ve her teklifte ık mık edip reddeden insan.İşte bu benim." dedim.Kesinlikle asosyal bir kızım.Belki üniversite sınavından falan olabilir.Ama normalde de zorla dışarı çıkan bir insanım.Ve bu film o yüzden beni hem etkiledi hemde eğlendirdi.Sanırım bundan sonra "evet" deme zamanı. Yaş 17 ( 1 ay sonra 18 :D ) ve yaşanılacak mükemmel bir hayat oluşturabilirim.İyi ki filmi izlemişim dedim. Bazı filmler gerçekten insanı harekete geçiren bir etken olabiliyorlar.


Filmde bir çok favori sahnem var.Özellikle bankada çalışan bir arkadaşı "Harry Potter" kostümlü mini bir parti veriyor.Partide herkes bi karaktere bürünmüş,serinin filmlerini falan izliyorlar...Acaip hoşuma gitti ve öyle bir kostüm partisine katılmak isterdim. :D

Ve Jim'in sesini ne güzelmiş öyle dedim...Filmde bir kaç yerde şarkı söyledi.Adam çok yetenekli :D Ve çılgın !

Boş bir zamanı doldurabilecek en iyi şeylerden biri film izlemek.İşin içinde Jim Carrey varsa gözü kapalı ( yani ön yargısız,pişman olucak mıyım duygusu olmadan ) o filme yumulun derim.


Son olarak,filmde çok anlamlı sözlerde vardı.İşte bir tanesi ;



Sevgiler,öpücükler ; Jane

Film için link : Yes Man - Bay Evet

10 Haziran 2013 Pazartesi

Film Yorumu : Talaash - 2012

     
Üniversite sınavına sayılı günler kala ben yine yerimde duramadım ve Nora Roberts kitaplarından sonra bir boşluğa düştüğüm için film izlemeye karar verdim. Ne izlesem,hangi yapımı izlesem diye düşünürken yine kendimi Aamir Khan filmlerinde buldum.Ama bu sefer 2012 yapımı olduğu için daha çok merak ettim.Konusuna göz attım.Polisiye tarzında gibi. Vay be,değişik olacak.Aamir Bey'i birde polis ve sert olarak izleyelim dedim.Yorumlara göz attım.Yine çok iddialı yorumlar vardı. "Aamir Khan filmlerini izlemeden önce izlediğim filmleri,film diye saymam ben." gibisinden... Hadi bakalım başlayalım dedim.
   2 saat 10 dakikalık filmi izlemeye koyuldum.Evet,film son 20 dakikaya kadar kesinlikle bir polisiye-dram filmi.Polis Suri,mutlu bir evliliği vardır fakat oğlu Karan'ın ölümünden sonra işler değişir.Eşiyle birbirlerinden uzaklaşırlar ve kendini daha çok mesleğine adar.Ama her gece oğlunun ölümünden kendini suçlar.Ve farklı farklı senaryoları kafasından geçirir.Ama olan olmuştur.Oğlu boğularak ölmüştür.


   Film çok güzel bir müzik eşliğinde ve görüntülerle başlıyor.Hindistan'ın genel görümünü ve insanlarının yaşamını.Sonra aniden bir kaza oluyor.Ama öyle bir kaza ki sanki arabayı kullanan kişi intihar etmek istiyormuş gibi arabasını denize uçuruyor.Ve işte o sırada olay yerine polisimiz,Suri geliyor. Tanıklarla görüşüyor,olayları inceliyor ama hiçbir kanıt ve sonuç yok. 
    Sonra olay tabii bir yerden patlak veriyor.Ama asıl olay şöyle başlıyor ; Suri,karısıyla eve dönerken yeni komşularından biri bunların önünü kesiyor ve oğlun seninle konuşmak istiyor,diyor.Şaşırtıcı değil mi ? Oğlu ölmüş,nasıl konuşmak istesin...Eşi ve Suri çok sinirlenip eve gidiyorlar ve orda tartışıyorlar.Suri hızını alamayıp,evden çıkıyor.Arabada ağlarken hayat kadınlarından biri bunun yanına geliyor. ( Hayat Kadını rolünü ise 3 İdiots filminden Pia'yı canlandıran,eski bir rol arkadaşı canlandırıyor.Onu görünce baya şaşırdım ve sevindim.Çünkü süper ikililer.) Ve bu kadın sayesinde Suri,kazayla ilgili bilgiler topluyor ve kadınla baya yakın oluyorlar.Ama iş meseleleri dışında bir şey yaptıkları yok,rahat olun.Yoksa bende sinir krizi geçirirdim...

3 İdiots filmiden ve Aamir Khan'la bu filmde de rol alan Kareena Kapoor 

  Ve asıl bomba filmin sonlarında patlıyor.Öyle bir şey oluyor ki...Ben izlerken ağzım açık, "Olamaz !" dedim.Hani gerçekten şaşırtıcıydı.Sonuda biraz farklı bitti sanki devam edicekmiş gibi ama beni şoka uğratması,filmden etkilenmemi sağladı.Ve sonra acaba gerçek hayatta da böyle şeyler oluyor mu diye düşünmeye başladım.Çünkü ben her şeye inanırım.Bu yüzden filmde de bir ara öyle sorguladım ama etkileyiciydi.
  Aamir Khan zaten yine mükemmel oyunculuk çıkarmış.Onu bıyıklı ve habire çatık kaşlı görmek tuhaftı. :D Böylece günümü bu filmle aydınlatmış oldum. Hint filmi diye çekinmeyin ya da ön yargılı düşünmeyin derim.Çünkü konusu ve filmin genel bakış açısı bana Amerikan yapımlarını anımsattı.Ki tüm efektler,sahneler,filmdeki her şey çok iyiydi.
   Filmi rahat rahat izleyebileceğiniz link : Talaash
İzleyenlere ya da izlemek isteyenlere şimdiden iyi seyirler diliyorum.

Sevgiler,öpücükler ; Jane