Pages

10 Nisan 2019 Çarşamba

Kitap Yorumu: Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler - Cassandra Clare

Selamlar 

Günün yorgunluğunu Kraliçe'm Cassandra'nın bir diğer kitabı olan Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler'in yorumunu yazarak atıyorum. Hani şu mis gibi reklam kokan kitap... Valla yorum yaparken babama bile acımam, çatır çatır yazarım. Beni bilen bilir, Cassandra'ya taparım. Ne yazsa okurum. Onun için gittim 800 küsur sayfa gözlerim kör olurcasına İngilizce kitap okudum. Yetmedi, çıkan her kitabını aldım. Yetmedi orijinallerini bile almaya başladım! Menajeri olsam bu kadar ismini duyurmazdım. Neyse. Konu dağılmasın.
Cassandra'nın Shadowhunter dünyasını aşırı seviyorum. Eklediği her bir yeni karakteri, üvey demeden bağrıma basıyorum. Bu dünya için yazdığı, yazacağı her kitabı da okurum. Ama sevgili yazarım, bazen durmak lazım.
Mesela bu kitabı iyi ki yazdın ama sanki zorlama olmuş gibi. Ki 3 farklı yazarın da ekmeği var bu kitapta. O yüzden orijinal bir Cassandra kitabı değil bence. Bunu da hissetmedim değil. Tamam, karakterlerimiz orijinalliğini korumuş ama kurgularda böyle başkasının dokunuşları olduğu belliydi. Tanırım ben Cassie'yi... 
Ama en güzel tarafı sevdiğimiz tüm karakterleri görüyoruz. Ay, pardon. Tüm sevdiğimiz karakterler mi dedim? Will Herondale her zamanki gibi yoktu! Allaaaam en sevdiğim karakter o ve resmen harcadı Will'ciğimi. :( Herkes mutlu, herkes huzurlu. Will Herondale... Neyse. Söylenmeyeceğim.

*EĞER GÖLGE AVCISI SERİSİNE DAİR BİR KİTAP OKUMADIYSANIZ YA DA HALA OKUMAYA DEVAM EDİYORSANIZ BUNDAN SONRASI FENA SPOİLER İÇERİR. LÜTFEN TÜM KİTAPLARI OKUMUŞ OLANLAR DEVAM ETSİN.*

Gelelim kitabın içeriğine. Odak noktamız Simon Lewis. En şapşal karakterimiz. En sıradan karakterdi ta ki vampir olana kadar. Sonra bir fedakarlık yapıp vampirlikten kurtulunca Gölge Avcısı olmaya karar verdi. İşte Simon'ın bu maceralarını okuyoruz. Akademiye nasıl başladı, neler yaşadı, kimlerle karşılaştı, başına neler geldi... 10 hikaye var. Her birinde farklı olaylar olsa da birbirleriyle bağlantılı. 
İlk hikayede Simon'ın akademiye gelişi anlatılıyor. Oradaki arkadaşları, öğretmenleri ve ortam tanıtılıyor. George adında aşırı sempatik bir oda arkadaşı oluyor. *-* George Lovelace. Soyadı tanıdık geldi mi? 
Bir sonraki hikayede merakla beklediğimiz karakter ortaya çıkıyor: Isabelle Lightwood. Biliyorsunuz, Simon ölümden döndükten sonra hafıza kaybı yaşamıştı. Çoğu şeyi hatırlamıyordu. Izzy de buna dahil. Yaşadıkları ilişkiyi falan gram hatırlamadığı için kitap boyunca bu ikisinin tatlı tartışmalarına şahit olacaksınız. Simon'ın aşırı şapşal hareketleri çok hoşuma gitti. Tam olarak "zıt kutuplar birbirini çeker" çifti olmuşlar. 
Üçüncü hikayede... Ayy bir şey diyeceğim. Ben iyice yaşlandım. Yukarıda o kadar atarlandım ama bu hikayede Will'i okuyoruz. :D Şöyle oluyor: Simon'ın girdiği derslerden birine Tessa konuk oluyor ve geçmişteki bir söylentinin gerçek tarafını anlatıyor. Bu yüzden geçmişe gidip, Will'in olduğu bir sahneyi okuyacaksınız. Ah ah... O sayfalar hiç bitmesin istedim!
Dördüncü hikayede Tessa'nın ve Will'in oğlu James'le ilgili bir hikaye okuyoruz. İlginçti. Aslında bu kitap sayesinde kıyıda köşede kalmış, sessizce ön plana çıkmayı bekleyen karakterlerin ön hikayelerini okuma fırsatımız oluyor. Böyle diyorum çünkü buzdolabı gibi dolaşan Robert Lightwood hakkında bilmediğimiz bir sır ortaya çıkıyor mesela. Ya da Helen Blackthorn'ı daha yakından tanıyoruz. Anne ve babasının hikayesini ilk kez detaylı okuyoruz.
Sonrasında Mark ve Kieran'la da karşılaşacaksınız. Bu kitabın geçtiği dönem, Sebastian felaketinin yaşanmasından hemen sonraki dönem. O yüzden Emma, Julian falan daha küçücük. Tabii onları da göreceksiniz.
En güzel tarafı ise ilk kez Magnus'la Alec'in ne zaman ve nasıl çocuk sahibi olduğunu okuyoruz. Ah, öyle güzel bir sahneydi ki...Ve çok anlamlı. Team Malec canım...
Son olarak, birbirinden değişik ve ilginç hikayeler okuduktan sonra Simon'ın Ölümcül Kupa'dan bir yudum alıp, yeminini ederek resmi olarak Gölge Avcısı oluşunu okuduktan hemen sonra bir olay yaşanıyor. Böyle ben huzurlu huzurlu kitabı okurken o sahneye gelince aniden gözlerim doldu ve yazara baya söylendim. Bu kadın mutlu son sevmiyor -benim gibi. Yani öyle ters köşe yaptı ki, artık kanmayacağım dediğim anda bile pes edip hüzünleniyorum.
Valla her bir karakterine nasıl bağlıyorsa öyle de koparıyor sizden bu cadaloz Cassie. Canım ciğerim ama testere mübarek.
Her neyse. Yazının başında baya söylendim ama şimdi diyorum ki iyi ki okumuşum! Bu dünyaya doyamıyorum. Hep daha fazlası diyorum ki bence daha fazlası da gelecek. Kadının hayal gücü dur durak bilmiyor. Aman nazar değmesin. Tühtühtüh. O yazsın, ben okuyayım.
Dün ben kitabı bitirirken yepisyeni bir kitabı da çıktı: Red Scrolls of Magic. Magnus ve Alec'in dünyayı gezerken yaşadıkları maceraları anlatıyor. Üç kitap olacak. PDF'ni bulursam hemen okumaya başlayacağım. N'apalım, Türk okuru olmak zor bu devirde.

Efenim, Jace'lerden bahsetmedim ama sanmayın ki yoklardı; bol bol yer alıyorlar. Aklınıza gelebilecek her karakter kitapta yer alıyor. Fırsatınız olursa okuyun mutlaka. Cassandra Clare bu, boru mu canım?

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

6 Nisan 2019 Cumartesi

Kitap Yorumu: Yakın - Octavia E. Butler

Size mükemmel ötesi bir kitap önerisiyle geldim! 2019'u yarılamak üzereyiz ve cidden enfes kitaplar okumaya devam ediyorum.

Octavia E. Butler, özel bir yazar çünkü ilk siyah kadın bilimkurgu yazarı kendisi. Onu keşfettiğim ve Yakın adlı kitabını okuduğum için gerçekten gurur duyuyorum! Bir efsanesin Butler!

İthaki'nin Bilimkurgu Klasikleri serisine giderek daha bağımlı hale geliyorum. Yakın, okuduğum 3.kitap bu seriden. Seri dediğime bakmayın, kitaplar birbirinden bağımsız. Her biri baş yapıt! Bu serinin editörüne kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Kitap seçimleri bir harika.

Gelelim Yakın'a... Artık işim, evimden çoook uzakta olduğu için yollarda daha çok kitap okuyorum. Yakın'ı da yollarda okuyarak bitirdim diyebilirim. Her sabah erken kalkmama rağmen heyecanla kitabı okudum. Vapur iskeleye yaklaşırken kitabı bırakmak zorunda olduğum için söylendiğim zamanlar bile oldu. Gerisini siz düşünün...

Siyah bir kadın olan Dana ve eşi yeni evlerine taşınma sürecindedir. Tam bu sırada aniden Dana'nın midesi bulanmaya ve başı dönmeye başlar ve birden kendini evinden çok uzakta bir yerde, nehrin kıyısında bulur. 
O an nehirde boğulmak üzere olan küçük bir çocuğu kurtarır: Rufus. Bu olaydan sonra Dana, sık sık zaman yolculuğu yapmaya başlar. Köleliğin en sert dönemlerinin yaşandığı Marylan'e istemsizce yolculuklar yaparak her defasında Rufus'un hayatını kurtarır. Rufus, Dana'nın atalarından biridir ve bu zaman yolculukları sayesinde kölelik anlayışını değiştirmeye çalışır.

Kitabın genel hatları böyleydi. Ah, bir de bana sorun! Bazı sahnelerde Dana'yla beraber benim de canım çok yandı. Eski döneme ışınlandığı zaman, bir siyah kadın olarak köle muamelesi gördü. Kaderini değiştirmek için buna göz yumdu ve hem fedakarlıklar yaptı hem de gereksiz yere çok fazla acı çekti. Kırbaçlandı, dövüldü, aşağılandı... Tanrım! İyi ki bu anlayış günümüzde artık yok dedirtti. Yazar, köleliği tüm çıplaklığıyla kurguyla harmanlamış ve bizlere sunmuş. 

Bu kitabı başka nasıl anlatsam bilemiyorum. Uzun zamandır bu kadar etkilenerek bir kitap okumamıştım. Artık biri öneri istediğinde aklıma gelecek kitaplardan biri olacak. Yakın, hem eşsiz hem nadir bulunan büyülü bir eser olmuş. Şu söz bile her şeyi açıklıyor aslında: "Yakın, zincirlerinden kurtulmaya çalışan insanlığın özgürlük çığlığı."

Zaman yolculuklarını konu edinen kitapları ayrı severim ama böylesine anlamlı bir kitap daha önce okumamıştım sanırım. Bir de feminist yönlerim de var benim. O yüzden bu kitabı çok benimsedim. Okurken kendimi Dana'nın yerine koydum ve çoğu zaman onunla gurur duydum. 

Yorumu şu sözle bitirmek istiyorum: "Geçmişimizi görmezden gelmek, bizi hatalarını tekrar etmeye teşvik eder."

Lütfen okuyun. 💜

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Napoli Romanları 4: Kayıp Kızın Hikayesi - Elena Ferrante

Merhabalar

Napoli Romanları'na veda etmek ne zormuş! Son kitabı okuyalı neredeyse 2 ay olacak ama anca yorumunu yazabiliyorum. Çünkü bu seriden kopmak istemiyorum. :(

Hatta 6 gündür Bologna'daydım. Gezdiğim kitapçılarda sürekli karşıma serinin hem İtalyancası hem de İngilizcesi çıktı. Almamak için zor tuttum kendimi! Bir daha İtalya'ya gidersem sanırım sırf koleksiyonuma eklemek için serinin bir kitabının İtalyancasını alacağım. Çünkü canım Ferrante. *-*

Gelelim serinin 4. ve son kitabı Kayıp Kızın Hikayesi'ne...

İlk kitapta, 60 küsur yaşında olan Lila'nın ortadan kaybolmasıyla tüm olayları Elena'nın gözünden okumaya başlamıştım. En sonunda Lila'ya ne olduğunu öğreneceğim diye heves ederken kitabı bitirince uzay boşluğuna adım atmış gibi hissettim. Lila'ya ne olduğunu bilmiyoruz. Kocaman bir soru işareti! Nasıl ya? 

Son kitabı da soluksuz okudum. Elena'nın Nino'yla beraber olup, hayatını nasıl mahvettiğini okumak gerçekten heyecan vericiydi! Bu da yetmezmiş gibi ondan bir çocuk yaptı... Sonracığıma baktı ki Nino hiç değişmemiş, yalan üstüne yalan söylemeye devam ediyor, onu birçok kadınla aldatıyor hooop kendi hayatını kurmaya çalışmaya başladı. Zorlu bir annelik sürecinden geçerken yeni kitaplar yazdı. Eski eşi Pietro'dan da bol bol yardım aldı. Lila'ya görüşmeye devam etti ama araya hep iş güç girdiği için eskisi gibi yakın değillerdi.
Ah, asıl sürpriz onların çocuklarındaydı! Allaam böyle gözlerimi pörtlete pörtlete okudum. 

Olaylar arka arkaya gerçekleştiği için kitabı elimden bırakmak mümkün değildi. Bu kitabı, hayatımın en yorucu ve yoğun döneminde okudum bir de! Ama bitirince vay be dedim... Bir daha Napoli Romanları gibi bir seri okuyabilirim miyim, emin değilim. Başta Elena ve Lila olmak üzere birçok karakteri hem çok sevdim hem de onlara çok sinir oldum. Yazarın, karakterler üzerindeki duygu değişimleri inanılmaz gerçekti. Sanki tüm karakterler gerçek kişilerdi. (Belki de öyledir, kim bilir?) 
Bir de ben şu tarz hikayeler okumayı çok severim; iki baş karakterin her dönemini hem detaylı hem de boğmadan anlatılması. Ferrante bu konuda uzman bence. Elena ve Lila'yı küçük bir kızken tanıyoruz. Sonra ergenlik çağı geliyor, gençlik dönemleri, ilk sevgilileri, evlilikleri, çocuklarının olması falan derken sonunda yaşlılık dönemlerine geliyoruz ve geriye dönüp baktığım zaman neler olmuş neler diyorum.

İnanılmaz bir kurgu, inanılmaz bir baş yapıt. Seri tam zamanında bitmiş bence. Bir kitap daha olsaydı uzatmalı olaylar olurdu. Evet, Lila'ya ne olduğunu bilmiyoruz ama Elena da bilmiyor ve bunu böyle kabul ediyor. Çünkü Lila, çoğu zaman ya vardı ya hiç yoktu. 

Umarım seriyi okursunuz. Çok sevdiğim serilerden biri oldu. Bir gün olurda Napoli'ye yolum düşerse kitapta adı geçen mekanları da ziyaret edeceğim. *-*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane