Pages

19 Ocak 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Hiçliğin Kıyısında

Amsterdam'dan merhabalar... Şaka şaka. İstanbul'da pinekliyorum. Bir an Hiçliğin Kıyısında'n imrenip, nerede olmak istediğimi hayal ettim de... Bu kitap beni uzun bir süre fena kışkırtacak sanırım. Tüm düzenli sistemi bozup, dünya turuna çıkmak istiyorum. Beş parasız bile olsam. :D

Bu aralar nedense bu tür kitaplara taktım. Kitaptaki karakter kafasına esiyor ve küçük bir çantayla dünyayı gezmeye başlıyor. Sadece Bir Gün'den sonra Hiçliğin Kıyısında çok iyi geldi. Ve gezilecekler listem kabarmaya başladı.

Bu kitabı uzun zamandır bekliyordum. Konusu çok fena ilgimi çekmişti. O yüzden beklentim baya yüksekti. Aslında beklentimi de karşıladı. Ve sonunda okuma şansına sahip oldum.

Kitabı, kafamda üç bölümden oluşturdum. Çünkü olayların gelişme sürecini okurken nedense böyle bir ayrım hissettim. Ona göre de yorum yapacağım. Ve elbette karakterler hakkında çok konuşacağım.

"Çantanı sırtına alıp dünyayı gezmek nasıl olur, hiç düşündün mü?" -Cam

Camryn, yani Cam, sıradan bir genç kız gibi görünse de aslında çok fazla acı çekmiş biridir. Sevdiği çocuk Ian, trafik kazasında ölmüştür. Ailesi parçalanmış ve hiçliğin kıyısında sürüklenmekte olan biridir Cam. Çoğu zaman en yakın arkadaşı Natalie ve onun erkek arkadaşı Damon ile beraber takılmaktadır ama sonra bir olay oluyor ve bunun sonrasında Cam daha fazla dayanamaz hale gelip, küçük bir çantayla eşyalarını alarak bilinmeyen bir yolculuğa başlar. 
Cam'i sevdim. Çünkü gerçekten sıradan biri değil. Özellikle bazı konularda aynı düşüncelere sahip olduğumuzu fark ettim. Ve o bölümleri okurken baya heyecanlandım. Çünkü bir kitap kurdu, okuduğu kız karakter ile aynı düşünceleri paylaşıyorsa, doğru yolda olduğunu anlar. Umarım burada yanılgıya uğramam ve Andrew gibi biriyle karşılaşırım. Amin. :D Neyse... Ve Cam cidden çok güzel bir kız. Zaten kitap kapağındaki kişiyi direk Cam olarak görebilirsiniz. Kitabın kurgusuyla kapak cuk uymuş. Ve güzeller güzeli Cam, kesinlikle aptal bir sarışın değil. Çok değişik düşünceleri var. Sıradan hayatını yaşamak istemiyor. Bir üniversite okuyup, yıllar boyunca aynı işi yapmak ya da her gün aynı maraton yaşamı yaşamak istemiyor. Her yeri gezip, görmek; her gün farklı yerler görmek; farklı kişilerle karşılaşmak istiyor. Ki bu cidden herkesin isteyebileceği şeyler bence. Ama her zaman istediğimiz gibi olmaz...


"Önemli olan ne giydiğin değil, önemli olan onlar üzerindeyken nereye gittiğin, neler yaptığın." -Andrew

Andrew ise çok daha değişik bir erkek karakter. Bir kere yakışıklı. Gerçekten. Yazar öyle bir betimlemiş ki hayal ederken aşık oldum. Yeşil gözlü (ki yeşil en sevdiğim renk olduğundan olsa gerek bu gözlere sahip insanlara hayranımdır), gamzeleri var, Teksas'ta yaşıyor, atletik ve modellik yapabilecek bir vücuda sahip... Ve bu yakışıklılığının gayet farkında. Ama burnu havada gezen tiplerden biri değil. O da normal ve sıradan hayattan kopmak isteyen ve farklı kişilerle tanışmayı seven biri. Onun yolculuğu ise bambaşka. Babası hastadır, ölmek üzeredir ve onu görmek üzere yola çıkmıştır. Onun da düşünce tarzı farklı. İmrendiriyor insanı. Ama gizlediği bazı şeyler var ve bunlar sonradan çok fena canınızı acıtıp, sonra da kahkaha attıracak. :D

Karakterlerimiz böyle. Zaten kitap genel olarak bu ikisi üzerinde. O yüzden kitabın genelinden bahsetmek istiyorum ve şunu da belirteyim. Spoiler vermiyorum. Yazdığım her bilgi genel ve konuyu okuduğunuzda tahmin edebileceğiniz şeyler. Spoiler olan bir şeyi zaten söylemem ve "gidin okuyun öğrenin" derim. :D

"Bana yaşadığımı hissettirdiğin için. Teşekkür ederim." -Cam

Kitabın ilk yarısında hem Cam'in hem Andrew'in gözünden bölümler okuyoruz. Nasıl yolculuklarına başladıkları, nasıl tanıştıkları, nasıl gelişme gösterdiklerini ve nasıl beraber yolculuğa çıktıklarını, nerelere gidip neler yaptıklarını görüyoruz. İlk kısımda pek dram yok. Genel anlamda akıcı ve gülerek okudum. Andrew çok eğlenceli, bir o kadar korumacı ve anlayışlı biri. Cam de esprili ve dediğim dedik biri. Bu yüzden ortaya süper ikili olarak çıkıyorlar. Çok eğleniyorlar, sırlarının bir kısmını paylaşıyorlar ve geçmişlerini anlatıp, birbirlerini tanıyorlar. İkisi de müziğe meraklı olduğu için ortaya keyifli müzik sohbetleri de çıkıyor. Dinledikleri şarkılar kitapta geçiyor. Eğer kitabı okursanız, dinleyin. Yazarın önerileri gerçekten güzeldi.

Kitabın ortasına doğru işler değişiyor elbette. Birbirlerini yeni tanıyan ve benzer özellikleri de ortaya çıkan bir kız ile bir erkeğin yakınlaşması gayet normal ve tahmin edilebilir bir şey. Ki öyle de oluyor. Ama belli bir bölümden sonra Andrew, küçük Christian Grey oluyor gibime geldi. Hani, tam Grey de değil ama onun tarzına yakın davranışlarda bulunuyor. Kitaba farklı bir hava katmış. :D En çok dikkatimi çeken Andrew'un gerçekten çok korumacı olması. Şanslı şey seni Cam...

Kitabın son bölümleri ise resmen duygularımı karman çorman etti. Her şey çok güzel giderken aniden tüm roller değişti ve kitap bambaşka bir boyut oldu. Kitabı gülerek okurken ağzım açık kaldı ve gözlerimdeki çeşmeler açıldı. Ay, gerçekten ağlattı bu kitap. Çok fena oldum. Hiç beklenmedik olay olunca insan bir 'dank' diye kalıp, duruyor. Yazar ters köşeye çevirmiş. Alın bakalım size, havalarında mahvetti beni. Burada her şeyi söyleyip, yaşadığım duyguları delicesine anlatmak isterdim ama kocaman bir spoiler olur. O yüzden siz de okuyun, gülün, şaşırın, ağlayın ve son anda kahkaha atın. Çünkü ben aynen öyle yaptım. Kitabın son cümlesi resmen gece gece kahkaha atmamı sağladı ve aynen şöyle dedim: "Ah, tipik Andrew..." Sonra da bir gerçeği fark ettim. 400 küsür sayfalık bir kitaptaki karakteri nasıl bu kadar çabuk tanıyıp da böyle yorum yapabildim. Bu konuda yazarı tebrik etmek lazım. Karakterleri çok sağlam yaratmış ve kitaba da süper yansıtmış. Andrew karakterine cidden bayıldım. Bana birilerini hatırlattı ve o yüzden daha da sevdim.

"Anı yaşa. Acele etme, kötü anılarını sınırla. O zaman gideceğin yere çok daha hızlı varırsın ve yolda çok daha az engelle karşılaşırsın." -Andrew

Ayrıca Andrew her ne kadar romantik değilim dese de çok romantik bir şey yaptırmış. Bir dövmeyle alakalı. Ne anlama geldiğini, neden yaptırdığını söylemeyeceğim. Okuyunca görün. Ama çok anlamlı ve "vay be" dedirten cinsten. Gerçekten böyle birileri var mı bilemiyorum ama çok anlamlı ve romantik bir şey olmuş. :D Kitabın o bölümünü hemen işaretledim zaten. Hazır işaretlemeler demişken yeni muzurluklarımdan bahsedeyim. Sadece Bir Gün'ü okurken artık kitaplara renkli post-it yapıştırmaya başlamıştım. Bu kitapta aynen devam ettim ve kitap kurdu en yakın arkadaşımın aklıma girmesiyle beraber bir şey daha yapmaya başladım. Fosforlu kalemlerle çok sevdiğim ve anlamlı bulduğum cümlelerin üzerlerini çiziyorum. İlkten hayatta yapmam, kıyamam diyordum. Ki gerçekten çok tırsarak başladım bu işe. Sonra durdum ve dedim ki "Kitaplar hep siyah-beyaz. Bari bu sözlerle beraber renklensinler." Sonrasında kitap elbette renklendi. Hiçliğin Kıyısında'yı biri eline alırsa, çok güzel alıntılara denk gelecek. :D

Şimdilik bu kadar. İki kitaplık bir seri. Diğer kitap ne zaman çıkar bilemiyorum ama umarım çok bekletilmeyiz. Devamı nasıl olacak çok merak ediyorum.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder