Pages

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Film Yorumu: Aynı Yıldızın Altında


Birkaç saat önce merakla beklediğim ve tam bir sene önce okuduğum; beni mest edip, boğazımı düğümleyen kitabın filmini izledim. İnanılmaz bir şey. Kitabı okuyorsunuz, karakterleri hayal edip sanki onlarda sizden biriymiş gibi davranıyorsunuz. Sevip, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz. Sonra o hayal dünyanızı sinemada farklı bir biçimde izliyorsunuz. Her zaman dediğim gibi; sanki senaryoyu önceden okumuş gibi... Oturduğum yerden replikleri dudaklarımı oynatarak söylüyorum. Hangi sahnenin geleceğini bilip ya heyecanlanıyorum ya da "Lanet olsun, şimdi gözlerim dolacak!" diye söyleniyorum. İşte bu yazdıklarımı az önce aynen tekrardan yaşadım. Yaşamaya da devam edeceğim. Müthiş bir şey.

Aynı Yıldızın Altında'nın (TFIOS demeyi tercih ediyorum.) yeri ben de çok ayrı. Geçen sene reşit olduğum zaman annem hediye almıştı. Ve 3 günümü dolu dolu okuyarak geçirmiştim. Kitap bitince zaten gerçek hayatın tokatını yemiş gibi olmuştum. Affallayıp, birkaç gün kendime gelememiştim. Bir de şimdi filmi izleyince iyice tuhaflaştım. Beni dengesiz yaptı bu kitap ve film. Resmen içime bir ayı oturdu kalkmıyor. Öyle bir ağırlık oluştu içimde. Boğazımdaki düğümden bahsetmiyorum bile... "Augustussız bir dünya görmek istemiyorum." - Isaac

Filmle ilgili ne söylesem bilemiyorum. Her şeyiyle bana mükemmel geldi. Hani şu sahne kötüydü, gereksizdi, farklı ama olmamış diyebileceğim bir şey yoktu. Kusur aramıyorum o yüzden. Çünkü izlerken hiçbir şey umrumda değildi. Saate bakmadım, ara verildiğinde "zaman ne çabuk geçti" dedim ve en önemlisi kitabı okurken neler yaşadıysam filmi izlerken de aynı şeyleri yaşadım. İlk yarısında baya güldüm. Kahkaha atmaktan çenem ağrıdı. Ansel Elgort'un oyunculuğuna hayran kaldım. Sırf mimikleriyle bile güldürdü, aşık etti. Onun suratına bakmaktan alt yazıya odaklanamadım. Ki bu da sorun olmadı çünkü resmen filmi ezbere biliyormuşum. Çoğu zaman cidden alt yazıya bakmadım. Ne diyeceklerini biliyordum. Doğru da çıktı. :D Bu yüzden kendimle gurur bile duyuyorum. Neyse.

Filmin ilk yarısı cidden güzeldi ya. Tüm sahneler, replikler... O kadar uyumluydu ki. Tüylerim diken diken oldu. Sonra ikinci yarı başladı. Zaten o zaman koltuğuma gömüldüm. Neler olacağını biliyorum ya... Augustus'un kanser olduğunu söylediği sahneden sonra koptum. Gözlerimi tavana dikip, "Sakın ama sakın ağlama. Aynı şeyleri okudun ve yeterince zırladın zaten. Hepsi yalan, altı üstü bir film. Ağlanacak bir şey yok. Çıkışta kıpkırmızı gözlerle çıkmak istemezsin herhalde. Hayır, o sahneye bakma yoksa sümüklerin şimdi fırlayacak!" modundaydım. Cidden ağlamamak için zor tuttum kendimi. Boğazım isyan etti resmen ağla diye. Ama ciddiyim, ağlamaya başlasaydım duramazdım. İzlemesi daha farklıydı. Augustus'un kanser olduğunu söylemesi, kendi cenazesini prova etmesi, çaresiz hissetmesi... Tanrım! Gerçekten kaldıralamayacak bir gerçek acı. Film ve kitaplarda böyle ama ya gerçek hayatta ? Şuanki halime tekrar şükrettim, her şeye minnettarım dedim. Bu kitabı o yüzden seviyorum. Her hatırladığımda bulunduğum konuma bir kez daha sımsıkı sarılıyorum.


Hazel Grace rolündeki Shailene Woodley'e gelirsek... Kadının oyunculuğunu cidden seviyorum. Hazel karakterini hem çok güzel oynamış hem de eksik oynamış. Özellikle acı çektiği ve ağladığı sahneler cidden müthişti. O duyguları bana hissettirdi. Gerçekten yaşıyormuş gibiydi. Bazı sahneleri gözümün önünden gitmiyor. Ama bazen de hiç Hazel değilmiş gibiydi. Bilemiyorum. Elbette oturduğum yerden onun oyunculuğunu eleştirecek değilim. Beni filmde ağlatacak duruma getirdiyse bu karaktere cuk oturmuştur.

Filmdeki replikler resmen kitaptakilerin kopyasıydı. Cidden çok güzel uyarlamışlar. Ayakta alkışlıyorum. Ama tek hayal kırıklığına uğradığım sahne, Augustus'un kanser olduğunu açıklarken söylediği bir replik vardı: "Taramada yılbaşı ağacı gibi ışıl ışıldım, Hazel Grace. Göğsüm, sol kalçam, ciğerim, her yer." Bu repliğe cidden aşığım. Ciddi bir şeyi esprili bir şekilde söyleyebilen biri varsa bu Augustus Waters olur zaten. Bu replik filmde yoktu ama ben o sahnede kendimce mırıldandım. Sonrasında zaten gözlerim doldu. Kitabın kopyası resmen. Tuhaf bir deneyim oldu cidden.

Bunların dışında... Filmin soundtrack'ı mükemmel! Film çıkmadan önce dinlemeye başlamıştım. Filmdeki sahnelerle daha da uyumlu olmuşlar. Eve gelir gelmez indirdim ve şuanda dinliyorum. Kesinlikle dinleyin. Kitabı okumayanlar varsa (ki şuan bu yazıyı okuyorsa feci spoiler yedi.) okurken soundtrack'ı dinlesin.

Film hakkında söylenecek milyon şey var. Cidden beynim durdu. Filme girmemle çıkmam bir oldu sanki. Hala etkisindeyim. Sarhoş gibiyim. Kitap okuyacak halim kalmadı. Geçen seneki ruh halim geri gelmiş gibi. :D Augustus'u hatırlamak...


Bunu söylemek ne kadar doğru ya da gerçek bilemiyorum ama bu kitabı okuduktan sonra yaşanılan "çoğu" ilişkinin, aşkın aslında hiçbir şey olmadığını ve cidden sıradan olduklarını anlıyorsunuz. Elbette burada aşk dersi verecek değilim. Hiçbir zaman öyle bir insan olmadım. Fakat bu kitabı okuyunca gerçekten hiçbir şeyin sağlıktan önemli olmadığını anlıyorsunuz. Delice sevin, aşk için sürünüp, mahvolun ama sağlık olmayınca olmuyor. Bu ikilinin aşkı belki sonsuza dek sürecek. Ama işte, kanser her şeyi yerle bir edebiliyor. 

Son olarak; kitabı okumayanlar çok şey kaçırıyorlar. Okuyun, okutun. Başucu kitabınız olsun. Mutlaka sizi etkileyecek. Film için ön yargılı olanlar direk o yargılarını bırakıp sinemaya koşsun. Kitap kadar etkileyecek bir film sizi bekliyor.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane


Not: Kitabın sonundaki Augustus'un etkileyici ve beni mahveden mektubunu aynen filme yansıttıkları için tüm film ekibine hayran kaldım. Ayakta alkışlamak bile yetmez. 

1 yorum:

  1. Filmi çok çok merak ediyorum. Geçenler de kitabını okumuştum
    Umarım en yakın zamanda izlerim.
    Blogunuzu takibe aldım.
    Bana da beklerimmm :))
    http://kitaptanbayan.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil