Pages

Jace Wayland etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jace Wayland etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2019 Çarşamba

Kitap Yorumu: Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler - Cassandra Clare

Selamlar 

Günün yorgunluğunu Kraliçe'm Cassandra'nın bir diğer kitabı olan Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler'in yorumunu yazarak atıyorum. Hani şu mis gibi reklam kokan kitap... Valla yorum yaparken babama bile acımam, çatır çatır yazarım. Beni bilen bilir, Cassandra'ya taparım. Ne yazsa okurum. Onun için gittim 800 küsur sayfa gözlerim kör olurcasına İngilizce kitap okudum. Yetmedi, çıkan her kitabını aldım. Yetmedi orijinallerini bile almaya başladım! Menajeri olsam bu kadar ismini duyurmazdım. Neyse. Konu dağılmasın.
Cassandra'nın Shadowhunter dünyasını aşırı seviyorum. Eklediği her bir yeni karakteri, üvey demeden bağrıma basıyorum. Bu dünya için yazdığı, yazacağı her kitabı da okurum. Ama sevgili yazarım, bazen durmak lazım.
Mesela bu kitabı iyi ki yazdın ama sanki zorlama olmuş gibi. Ki 3 farklı yazarın da ekmeği var bu kitapta. O yüzden orijinal bir Cassandra kitabı değil bence. Bunu da hissetmedim değil. Tamam, karakterlerimiz orijinalliğini korumuş ama kurgularda böyle başkasının dokunuşları olduğu belliydi. Tanırım ben Cassie'yi... 
Ama en güzel tarafı sevdiğimiz tüm karakterleri görüyoruz. Ay, pardon. Tüm sevdiğimiz karakterler mi dedim? Will Herondale her zamanki gibi yoktu! Allaaaam en sevdiğim karakter o ve resmen harcadı Will'ciğimi. :( Herkes mutlu, herkes huzurlu. Will Herondale... Neyse. Söylenmeyeceğim.

*EĞER GÖLGE AVCISI SERİSİNE DAİR BİR KİTAP OKUMADIYSANIZ YA DA HALA OKUMAYA DEVAM EDİYORSANIZ BUNDAN SONRASI FENA SPOİLER İÇERİR. LÜTFEN TÜM KİTAPLARI OKUMUŞ OLANLAR DEVAM ETSİN.*

Gelelim kitabın içeriğine. Odak noktamız Simon Lewis. En şapşal karakterimiz. En sıradan karakterdi ta ki vampir olana kadar. Sonra bir fedakarlık yapıp vampirlikten kurtulunca Gölge Avcısı olmaya karar verdi. İşte Simon'ın bu maceralarını okuyoruz. Akademiye nasıl başladı, neler yaşadı, kimlerle karşılaştı, başına neler geldi... 10 hikaye var. Her birinde farklı olaylar olsa da birbirleriyle bağlantılı. 
İlk hikayede Simon'ın akademiye gelişi anlatılıyor. Oradaki arkadaşları, öğretmenleri ve ortam tanıtılıyor. George adında aşırı sempatik bir oda arkadaşı oluyor. *-* George Lovelace. Soyadı tanıdık geldi mi? 
Bir sonraki hikayede merakla beklediğimiz karakter ortaya çıkıyor: Isabelle Lightwood. Biliyorsunuz, Simon ölümden döndükten sonra hafıza kaybı yaşamıştı. Çoğu şeyi hatırlamıyordu. Izzy de buna dahil. Yaşadıkları ilişkiyi falan gram hatırlamadığı için kitap boyunca bu ikisinin tatlı tartışmalarına şahit olacaksınız. Simon'ın aşırı şapşal hareketleri çok hoşuma gitti. Tam olarak "zıt kutuplar birbirini çeker" çifti olmuşlar. 
Üçüncü hikayede... Ayy bir şey diyeceğim. Ben iyice yaşlandım. Yukarıda o kadar atarlandım ama bu hikayede Will'i okuyoruz. :D Şöyle oluyor: Simon'ın girdiği derslerden birine Tessa konuk oluyor ve geçmişteki bir söylentinin gerçek tarafını anlatıyor. Bu yüzden geçmişe gidip, Will'in olduğu bir sahneyi okuyacaksınız. Ah ah... O sayfalar hiç bitmesin istedim!
Dördüncü hikayede Tessa'nın ve Will'in oğlu James'le ilgili bir hikaye okuyoruz. İlginçti. Aslında bu kitap sayesinde kıyıda köşede kalmış, sessizce ön plana çıkmayı bekleyen karakterlerin ön hikayelerini okuma fırsatımız oluyor. Böyle diyorum çünkü buzdolabı gibi dolaşan Robert Lightwood hakkında bilmediğimiz bir sır ortaya çıkıyor mesela. Ya da Helen Blackthorn'ı daha yakından tanıyoruz. Anne ve babasının hikayesini ilk kez detaylı okuyoruz.
Sonrasında Mark ve Kieran'la da karşılaşacaksınız. Bu kitabın geçtiği dönem, Sebastian felaketinin yaşanmasından hemen sonraki dönem. O yüzden Emma, Julian falan daha küçücük. Tabii onları da göreceksiniz.
En güzel tarafı ise ilk kez Magnus'la Alec'in ne zaman ve nasıl çocuk sahibi olduğunu okuyoruz. Ah, öyle güzel bir sahneydi ki...Ve çok anlamlı. Team Malec canım...
Son olarak, birbirinden değişik ve ilginç hikayeler okuduktan sonra Simon'ın Ölümcül Kupa'dan bir yudum alıp, yeminini ederek resmi olarak Gölge Avcısı oluşunu okuduktan hemen sonra bir olay yaşanıyor. Böyle ben huzurlu huzurlu kitabı okurken o sahneye gelince aniden gözlerim doldu ve yazara baya söylendim. Bu kadın mutlu son sevmiyor -benim gibi. Yani öyle ters köşe yaptı ki, artık kanmayacağım dediğim anda bile pes edip hüzünleniyorum.
Valla her bir karakterine nasıl bağlıyorsa öyle de koparıyor sizden bu cadaloz Cassie. Canım ciğerim ama testere mübarek.
Her neyse. Yazının başında baya söylendim ama şimdi diyorum ki iyi ki okumuşum! Bu dünyaya doyamıyorum. Hep daha fazlası diyorum ki bence daha fazlası da gelecek. Kadının hayal gücü dur durak bilmiyor. Aman nazar değmesin. Tühtühtüh. O yazsın, ben okuyayım.
Dün ben kitabı bitirirken yepisyeni bir kitabı da çıktı: Red Scrolls of Magic. Magnus ve Alec'in dünyayı gezerken yaşadıkları maceraları anlatıyor. Üç kitap olacak. PDF'ni bulursam hemen okumaya başlayacağım. N'apalım, Türk okuru olmak zor bu devirde.

Efenim, Jace'lerden bahsetmedim ama sanmayın ki yoklardı; bol bol yer alıyorlar. Aklınıza gelebilecek her karakter kitapta yer alıyor. Fırsatınız olursa okuyun mutlaka. Cassandra Clare bu, boru mu canım?

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 1 - Geceyarısı Leydisi


Merhabalarrrr

Yaklaşık bir ay önce sabırsızlıkla beklediğim kitabı okudum! Hatta onu beklerken hiçbir kitaptan zevk alamadım. Son kitap yorumundaki yazıdan anlaşılacağı üzere... Gönlümün Leydisi geldi. Karşınızda Cassandra Clare'den yepyeni bir seri: Karanlık Sanatlar ve serinin ilk kitabı Geceyarısı Leydisi!

Artemis Yayınları'nın önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabı bu kadar erken beklemiyordum açıkçası. Sonra bir baktım benim bebeğim kucağımda... Bayram tatilim boyunca onu okudum. Allah'ım yok böyle bir mutluluk. Cassandra Clare kesinlikle benim yazarım. Benim, benimmm! Adeta susamış gibi içtim, aç kalmış gibi yedim kitabı. Okumaya kıyamamazlık olmadı valla. 800 küsürlük kitabı yayıla yayıla okudum. Zaten her bölümünden ayrı zevk aldım. Müthiş bir kurguyla geri dönmüş Kraliçe. Bayıldım! Cehennem Makinaları ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra çıtaları yükseltmişti. Hayal kırıklığı olmadı valla. Yeni favori serim Karanlık Sanatlar oldu bile!

Yepyeni karakterlerin yanı sıra eski karakterleri de görüyoruz. Az ama o bile yetiyor. Zaten Ölümcül Oyuncaklar'ın son kitabında Emma'yı, Julian'ı ve onun kalabalık ailesini tanımıştık. Orada daha küçüklerdi. Şimdi bu serinin baş kahramanı oldular. Aradan beş yıl geçti. Büyüdüler ve o felaket dolu savaştan sonra ayakta kalmayı başardılar. Los Angeles Enstitüsü'nde koca bir aile olarak yaşarlarken tekrardan esrarengiz olaylar başlar. Şimdi ona değinmeden önce karakterlerden bahsedeceğim.

"Aşk birini görmen demektir." -Julian

Emma Carstrairs adeta Will Herondale'ın küçük kız versiyonu. Kendinden emin halleri. Bildiğini okuyan. Hırslı. İntikamcı. Aynı zamanda rengarenk bir karakter. Zıpzıp yerinde duramıyor resmen.
Julian Blackthorn ise Emma'nın zıttı. Sakin, kontrollü, sorumluluk üstüne sorumluluk alan biri. Küçük yaşta kardeşlerine hem ağabeylik hem de ebeveynlik yapmaya başladığından sanırım çok ağırbaşlı biri. Kendine vakit ayırmaktansa kardeşlerine daha fazla ilgi göstermeyi seçen biri. Aslında çok örnek alınası biri. Kim bu zamanda Julian gibi biri olabilir? Ayrıca Emma'nın parabatai'si. Yani bir de Emma'ya göz kulak olmak zorunda. İşi zor vallahi.

Julian'ın kardeşlerine gelirsek... En büyük ağabeyi Mark periler tarafından kaçırılmıştı. (ÖO son kitabında Peri Halkı, Mark peri kanı taşıdığı için ele geçirip, bir yere kapatmışlardır. Jace ve Clary kurtarmaya çalışmıştı fakat ne yazık ki Mark teslim olmamıştı.) Ablası Helen ise Konsey tarafından başka bir yerde görevlendirilmişti. (Bu arada Helen ve Mark, aslında üveyler. Anneleri bir periydi. Andrew Blackthorn daha sonra Julian'ların annesiyle evlenmiştir.) Geriye minik kardeşleri kaldı. Tiberius, Livia, Drusilla,Octavius. Sıralanış aynen böyle. İnanın bana ilk okuduğunuzda kim neydi falan diyeceksiniz ama sonra alışıyorsunuz. Keretalar sık sık karşımıza çıkıyor.
Yeni karakterler ise daha da eğlenceli ve akılda kalıcı. Emma'nın yapmacık ve geçici sevgilisi Cameron. (Acayip uyuz bir tip.) Enstitü'ye Meksika'dan gelen ve konuşmalarıyla insanı güldüren Christina; LA Enstitüsü'nde çocukların eğitmeni olan Diana Wrayburn. Bir de Julian'ların yarım akıllı bir amcaları var. Arthur Blackthorn. Hmm son bir karakter de Magnus Bane gibi büyücü olan Malcolm. Kitaptaki karakterler böyle. Elbette birkaç tane daha var ama asıl ön planda olanlar bunlar.

"Herkesin korktuğu şeyler vardır, insanın olmanın bir parçasıdır bu." -Emma

Kitabın konusundan nasıl bahsetsem bilemiyorum. Çünkü karmaşık. Eminim bir sonraki kitap çıkmadan önce bu kitabı tekrar okurum. Ama şöyle söyleyeyim. Tüm olaylar birbirleriyle bağlantılı. Yani Cassandra klasik kurgu biçimini uygulamış. Sizi yine ters köşeye yatıracak. Ben birini suçlarken hiç ummadığım bir kişi suçlu çıktı. Ve bu sefer kurgu daha da sağlam. Yani olayların gerçekleşmesi ve gerçekleşme nedenleri çok mantıklı. Bu konuda bir bilgi veremem. Spoiler olur. Tek diyeceğim aksiyon da var. Duygusal bağlar da var. İhanet, hüzün, mutluluk... Ne ararsanız var. Yok yok!

"Çok kahve içiyorsun, yeterince krep yemiyorsun." -Emma
"Umarım bunu mezar taşıma yazarlar." Julian

Bu kitaptaki Parabatai konusuna değinmek istiyorum. Önceki kitaplarda genellikle kız-kız erkek-erkek parabatailer gördük. (Will-Jem, Jace-Alec ve istisna olarak Clary-Simon) Bu kitapta da Emma ve Julian Parabatai. Gerçekten birbirlerini koruyan, değer veren, anlayan... İnanılmaz bir çift. Ama tahmin edeceğiniz gibi bir süre sonra bağları aşka dönüşüyor. Gizli saklı bir şeyler yaşasalar da bunun yasak olduklarını biliyorlar. Parabatai'lerin birbirilerine aşık olması... Ölümden bile beter bir şey. Bunu kitapta öğreneceksiniz. Ve bu yüzden Emma bir şey yapıyor. O kadar can acıtan bir şey ki... Sırf bu yüzden bir sonraki kitabı istiyorum. Julian'ın tepkisini görmek istiyorum. Tanrım! Cassandra bize ve karakterlere acı çektirmeye bayılıyor. Uyuz kadın...

"Aşkın yasak olduğunu bilmek aşkı öldürmez. Daha da güçlendirir." -Tessa

Neyse. Eski karakterlere gelirsek... Sonlara doğru onlar da maceraya katılıyorlar. Kitabın sonunda zaten onlara özel bir sahne var. Cassandra bizim gibi sıkı fanları unutmamış. Valla doyasıya okudum kitabı. Müthişti!

Kitap kalın, evet ama süper akıcı. Gözünüzü korkutmasın. Çeviri de güzeldi. Betimlemeler tam Cassandra tarzındaydı. Sonracığıma... Ben bayıldım. Diğer kitabı sabırsızlıkla bekliyorum!

Bir sonraki kitaplarda görüşmek üzere o zaman. *-*
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

2 Eylül 2014 Salı

Kitap Yorumu: Ölümcül Oyuncaklar 6 - Cennet Ateşi Şehri


"Kahramanlar her zaman kazanan kişiler olmak zorunda değildirler.Bazen kaybedenlerdir de. Ama savaşmaya devam ederler, geri dönerler. Pes etmezler. Onları kahraman yapan da budur işte." -Clary

Şuan yazıya nereden başlasam bilemiyorum. En en en sevdiğim seri bitti. Ama sanki bitmemiş gibi. Son kitabı okurken sanki daha yeni kitaplar gelecekmiş gibi doyasıya okudum. Sonlara doğru "Dur, yavaşla. Bir daha bu ekibi okumak yok." dedim ama yine de kitap bitti işte.
Ölümcül Oyuncaklar serisini yaklaşık üç yıldır okuyorum. Ve bitmesi... Alicante'den* sınır dışı edilmişim gibi hissediyorum. Cassandra Clare'i okumayı delicesine seviyorum. Cehennem Makineleri bittiğinde yıkılmıştım ama Ölümcül Oyuncaklar da daha çok "Daha fazla istiyorum" modundaydım. Çünkü sonu mutlu, huzurlu ve tam istediğim gibi bitmiş. :(

Cassandra'yı okuyanlar bilir, kadın savaş yaratmayı ve bu savaşlarda sevdiğimiz karakterleri öldürmeyi, acı çektirmeyi ve bizi okurken süründürtmeyi çok seviyor. Bu kitapta da aynı şeyleri görmek mümkün. Tüm duyguları arka arkaya yaşadım. Endişe, heyecan, mutluluk, şaşkınlık, korku, nefret, hüzün... Şuan beynim error verme konumunda. Evrenler arası yolculuğa çıkmışım gibi hissediyorum. :D Yazar son kitapta kurguyu o kadar yoğunlaştırmış ki kitabı okurken başınızın dönmesi mümkün.

Kitapta birçok bölüm var. Bir yanda Jace, Clary, Isabelle, Alec ve Simon savaşı kazanmak için çabalıyorlar, diğer yanda Alicante'de kalan Luke, Jocelyn, Lightwood'lar, Magnus, Raphael ve birçok isim savaş hazırlıkları yapıyor. Ve kitapta  Cassandra'nın yeni serisinde yer alacak karakterleri bolca görmek de mümkün. Los Angeles Enstitüsü'nde geçecek olan yeni serinin karakterleri Emma, Jules ve diğer çocuklar bu kitapta büyük rol oynamışlar. En azından onları tanıma şansı bulduk. Bunların dışında şunu söylemeliyim ki kafa karıştırıcı sahneler olabilir. Ki ben çoğu yerde sahneleri tekrar okudum.Yoğun, ağır ve uzun bir anlatımı var yazarın. Zaten seriyi okuyanlar bunun farkında ama son kitapta başka bir yoğunluk vardı sanki. Bunun bir diğer sebebi kesinlikle çeviriyle alakalı. Kitabı çeviren kişiyi kınamak ya da yerden yere vurmak gibi bir amacım yok şuanda. (Özellikle bu mesleği edinmek istiyorken.) Fakat keşke kitabı çevirmeden önce serinin diğer kitaplarına bir göz atsaydı. Alıştığımız bazı kavramları farklı çevirmiş. En bariz iki kelimeden örnek vereyim: Stelini mızrakçık, Sessiz Kardeşleri de Sessiz Biraderler diye çevirmiş. Bunlar minik ayrıntılar ama seriyi seven biri için göze batan detaylar. Okurken cidden surat astım ve o kelimeleri okurken kendi bildiğim şekilde çevirdim. Bu konuda çevirmenden çok yayınevine sinirleniyorum. Seriyi çeviren sabit bir çevirmen bulabilirlerdi. Neyse.

"Hiçbir şey hissetmemektense sevip korkmak daha iyidir. Yoksa taşlaşırız." -Catarina

Şimdi kitaptan bahsetmek istiyorum. Ve belirtmem gerekir ki seriyi okumayanlar ya da yeni başlayanlar için müthiş spoiler verme konumundayım şuanda. :D Ona göre devam edin.
Son üç kitaptır bizimkilerin başında büyük bir bela vardı. Sebastian. Clary'nin abisi, Valentine'in iblis oğlu ve herkesin korkmakta haklı olduğu baş düşman. Bu kitabın baş karakteriydi. Yine tüm kötülükleri yapmaktan kaçınmadı. Ölümcül Kupa sayesinde Karanlık Gölge Avcıları oluşturdu. Bunu yapmasındaki amaç ise Gölge Avcılarının sevdiklerini alıp, onlara vahşice bir düşman ordusu yarattı. Ki bu durumda Avcılar, tanıdıkları insanları öldürme konusunda tereddütte kaldılar.
Büyük Kara bir savaş tüm kitabı konu edinmiş durumdaydı. Olaylar sadece Alicante'de geçmiyordu. Bilmediğimiz diyarlar ortaya çıktı. Şeytani Diyarlar, Peri Diyarları ve Alicante'nin paralel evrendeki ölümcül diyarı diyebileceğim bir mekan daha ortaya çıktı. Jace, Clary, Izyy, Simon ve Alec cidden birçok tuzaktan geçti. Resmen ölüme doğru yürüdüler. Çoğu sahnede kalbiniz hopp edebilir. Çünkü Cassandra bu, ne yapacağını tahmin edemiyorsunuz. Seride sevdiğiniz karakterler ölecek demişti. Tamam, ölen karakterler için üzüldüm ama öyle "Amaaan, okumam bundan sonra. Gitti güzelim karakter" dedirtecek cinsten bir şey yoktu. Ki iyi ki yoktu. :D
Bu grubun dışındakiler ne yapıyordu nerdesiniz, valla çok karışıktı olaylar. Luke, Raphael, Magnus ve Jocelyn baya zorluklar atlattı. Alicante'de kalan Emma ve Jules gibi yeni karakterler kendi acılarını, korkularını yaşadılar. Sebastian'ın parmağı her yerdeydi. Her bölümde onun kötülüğünü görmek mümkündü. Kitapla ilgili pek fazla bir şey diyemeyeceğim çünkü her şey birbirine bağlantılı. Ne desem spoiler olur ya da diğer şeyleri de anlatmam gerekir. O yüzden özetle; büyük bir savaşın içinde hissedebilirsiniz. Okurken sanki evle Alicante arasında mekik dokumuş gibi bir his yaşabilirsiniz.

"Düştüğün zaman olan budur. Sende pırıl pırıl olan her şey karanlık bir hal alır. Bir zamanlar ne kadar zekiysen o kadar kötü olursun. Uzun bir düşüştür bu." -Jace

Bunların dışında Jace'i bol bol görme gibi bir lüksünüz olmasın. Bu konuda hayal kırıklığına uğradım. Tamam, çoğu sahnede yer aldı ama şu yeni karakterler yüzünden yazar sanki Jace'e pek odaklanamamış. Bu konuda şikayetçiyim. :D Clary-Jace sahneleri için ağzımı açmam. Sürpriz gelişmeler var. :D :D
Clary-Simon dostluğunu iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Hatta Simon'dan biraz bahsetmek istiyorum. Bir önceki kitabın yorumunu yaparken "Bu kızıl kafa kesin Simon'la ilgili kötü planlar kuruyor." demiştim. Ay, cidden hissetmişim. Kitapta Simon ön plandaydı çoğu zaman. Çok kahramanca davrandı. Onu daha da sever oldum. Ve kitabın sonlarına doğru bir fedakarlık yaptı ki... Ölmedi ama ölse bu kadar üzülürdüm. Resmen ağlayacaktım. Clary'nin durumu daha vahimdi. O yüzden o bölümleri okurken yazara acayip sinir oldum. Jace bitti Simon'a sardı resmen!

"Bildiğim ve sevdiğim her şeyi terk ettim. Belki tam olarak terk etmedim ama kendimle daha önceki hayatım arasına bir cam duvar ördüm. Onu görebiliyor, fakat dokunamıyordum, bir parçası olamıyordum." -Zachariah

Kitapta sürpriz isimlerde vardı. En merak ettiklerimizden mesela...Magnus'un babası. :D Hem komik hem itici hem ne bileyim... Dayaklık ? İlginç ve uyuz bir tipti. Diğer iki karakterden bahsetsem mi bilemiyorum ama tahmin ediyorsunuzdur. Cehennem Makineleri serisinden Tessa ve Jem de bu kitapta yer almışlar. Okurken mutlu olmam lazımdı değil mi ? Ben tam tersine çatık kaşlarla okudum. "Ohh tabi hayatı yaşayın, Will kim bilir nerelerde. Ay daraldım!" modundaydım. Gerçekten, C.M. final kitabından sonra Tessa'dan fena soğdum. Jem'i hala seviyorum ama ne bileyim. Willsiz bir tat vermiyorlar.

Bunları geçeyim. Bazı sahnelerden bahsedeyim. Çok komik sahneler vardı. Simon'ın sarhoş olduğu sahne mesela. :D Tekrar tekrar okudum. Çok komikti. Izyy'le aralarındaki ilişki çok güzeldi cidden. Simon Lewis, bu serideki en masum ve en çekici kişi bence. (Jace, bakma öyle.) Bir diğer şaşırtıcı sahne ise bir bölümde İstanbul adı geçiyor. Aslında okuyunca size sürpriz olsaydı ama söylemesem olmazdı. :D İstanbul'da da bir Enstitü varmış yahu! Tamam itiraf ediyorum, başında ben varım! :D

".... olağanüstü hikayeler okumanın keyfini yaşayabilir ya da hikayenin bir parçası olabilirsin." -Magnus

Bu kitapta ayrıca Magnus'u ayrı bir sevdim. Adamın zaten farklı bir tarzı ve enerjisi var. Sizi içine doğru çekiyormuş gibi... Onu okurken nedense rahat hissettim kendimi. :D Magnus Bane'le gerçek hayatta karşılaşmak isterdim. Bana da "Kurabiyem*" diyebilirsin! :D

"Bazen bir şeyleri yeniden kazanmak için her şeyini kaybetmen gerekir ve kaybetmenin verdiği acı ne kadar büyükse yeniden kazanmak da bir o kadar tatlıdır. -Sebastian 

Ve son olarak aslında bunu söylemek biraz ironik ama sonlara doğru Sebastian'a üzüldüm. İlk defa ona acıdım. Sevgiye aç, Clary'nin ilgisine muhtaç biri. O kadar kötülük yaptı, elinde olsa daha da fena şeyler yapacaktı ama ona karşı bir an gerçekten sıcaklık, sevgi, merhamet hissettim. Yazar beni iyice dengesiz yaptı. :D

Yazarken öyle şakaya falan vuruyorum ama içim kan ağlıyor. Seri bitti, seri! Karakterlerine o kadar bağlıyım ki cidden bittiğine inanamıyorum. Her karakterin ayrı bir çekiciliği, komikliği, farklı bir havası var. Hayır onu geç, serinin gerek kurgusu gerek anlatım biçimi... enfes. Her zaman diyorum. Cassandra'nın hayal dünyasına delicesine aşığım. Beni oraya hapsetseler gıkım çıkmaz.

İşte böyle. Bir seri daha bitti. Kitaplığımın gözdesi olarak yerini aldı. Yine okurum bu kitabı. Doyamadım çünkü. Herondale, Lightwood, Carstairs... Bu üç soyadın yeri bende ayrı. Sonunda Jace'in kalıcı bir soyadı oldu. Jace Herondale, her zaman hatırlayacağım seni. Yaşlanıp, büzüşsen bile. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Nisan 2014 Cumartesi

Kitap Yorumu: Ölümcül Oyuncaklar 5- Kayıp Ruhlar Şehri


"Henüz okunmayan bir kitap, ezberlenen bir kitaptan çok daha heyecan vericidir."- Camille 

Biri benim yerime Cassandra'nın kızıl saçlarını yolsun. Hayır, anlamıyorum; bu kadının Jace'le ne alıp veremediği var. Bütün işkenceleri, kötülükleri Jace'e yüklüyor. Özellikle bu kitapta cidden can alıcı sahneler var. Kitap okuyarak, sürünmeye hazırsanız... işte başlıyoruz !

Önceki kitapta yazarımız birçok gizemli bilgiler vermiş, son sahnede ise asıl bombayı patlatmıştı. Sebastian, geri dönmüştü ve Jace'le beraber ortadan kaybolmuştu. Bu kitapta ise her şey kaldığı yerden devam ediyor.

Meclis, Sebastian ve Jace'i ararken bir yandan da Clary'i sorguya çekiyorlar. Çünkü onu en son gören kişi o ve daha bilinmeyen bir sürü şey var. Camlar Şehri'nde Jace'in ölümden geri dönmesi ve mühürleri olmadığı için savunmasız kalması, Simon'ın alnındaki Kabil mührü sayesinde Lilith'i öldürmesi... Tüm bilgiler açığa çıkar. Ve bir süre sonra Meclis bu iki genci aramayı bırakır. Fakat gördükleri anda öldürecekleri kesindir.

Bu sırada Clary, elbette yerinde durmaz. İlk önce Periler Kraliçesi'ne gider. Fakat Peri, yardım karşılığı ondan bir şey ister; Peri yüzükleri. Enstitü'de saklanan bu peri yüzüklerinin çok önemli bir özelliği var. Yüzükleri takan kişiler, ne kadar uzakta olursa olsunlar iç sesleriyle konuşabilirler. Bunu öğrenen Clary yüzükleri ele geçirir ama Peri'ye vermez. Simon'la beraber takarlar ve Clary, Jace'in peşinden gider.

"Kıymetli bir şeyi kaybedip de onu tekrar bulduğunuzda, genellikle bıraktığınız gibi bulmama ihtimaliniz çok yüksektir." - Seelie Kraliçesi

Fakat Jace, eski Jace değildir. Lilith'in, tam kalbinin üstüne çizdiği mühür sayesinde Sebastian'a bağlıdır. Onun her dediklerini yapıyor, onunla eğleniyor ve ondan kopamıyor. Ve en kötü yanı ise biri zarar görürse diğeri de zarar görüyor. Yani birini öldürdükleri anda diğeri de ölecektir. Yine de Clary sonuna kadar mücadele edip, Jace'i geri getirmeyi çalışır. Bu bölümlerde Sebastian'la baya uğraşması gerekti. Kayıp Ruhlar Şehri'nde gerçekten güçlü, inatçı ve daha olgun bir Clary görüyoruz. Şahsen ben hayran kaldım. 

"Bazı insanlar vardır... Bu insanlara sanki evren özel bir kader çizer. Kimine güzellik kimine işkence yapar." -Magnus Bane

New York'da da durumlar karışıktır. Magnus, Jace'in izini sürmek için gece gündüz araştırma yapar. Hatta bir ara herkes Magnus'un evinde toplanır. Isabelle, Simon, Jordan, Maia falan... Çok eğlenceli ve heyecanlı sahneler vardı. Magnus ve Simon'ın diyalogları baya hoşuma gitti. :D Ama Magnus'la Alec'in ilişkileri hem iyi hem kötüydü. Çünkü Alec, arkasından iş çevirir. Jordan ve Maia ise bu kitapta en mutlu çift diyebilirim. :D Çok sevimliler ve eğlencelilerdi. 

"Bazen çaresizlik ağır basar." -Isabelle

Simon ve Isabelle'ye gelirsek... Aralarındaki ilişki tuhaftı. Ama her ikisi de bu kitapta ön plandaydı ve cidden çok komiklerdi. Özellikle Simon, son iki kitaptır baya komiğime gider oldu. Kahkaha attıran sahneleri baya vardı. Gidip, Simon'a sarılasım geldi. :D Ve bu kitapta çok cesurca bir şey yaptı. Bu yüzden Kabil mühründen oldu ama yaptığına değdi. 

Bunların dışında... Sebastian'a acaip kıl oldum. Bu kadar itici ve sinir bozucu bir karakter olamaz. Tamam, bazen beni güldürdü. Jace'in değişik versiyonu gibi ama daha gıcık bir karakter. Sonlara doğru zaten ondan iğrendim. Valentine'den beter bir düşman olacak. Ki yazar bu kitabın sonunda Sebastian'ın bir notuyla bitirmiş. Yani önceki kitaplarda olduğu gibi harlanmayı bekleyen bir ateş yoktu. O yüzden son ve final kitapta cidden insanı sarsacak şeyler bekliyorum. Zaten "büyük ve karanlık bir savaşın" olacağını tüm karakterlerin ağzından duyduk. Bu kitapta da savaş vardı ama sonu iyiye bağlanan... Gelecek kitapta her şeye hazırlıklı olmak lazım. Cassandra bu, ne yapacağı belli olmaz. :D 

"Gerçek aşkı bulduğunda hayatındaki diğer insanlara ihtiyaç duymazsın." - Camille

Ve her zaman dediğim gibi bu kitapta resmen döktürmüş. Özellikle kitabın son 50 sayfalarında falan çok can alıcı sahneler koymuş. Böyle o bölümü okurken gerçek hayattan soyutlandım. Kitap bittiğinde bile dönüp, o bölümü tekrar tekrar okudum. Çok anlamlı ve etkileyici sözler vardı. Kısa bir an gerçek Jace'i görüyoruz. O yüzden bu kitapta Jace'i bolca özleyebilirsiniz. Ve kitabın adı cuk diye uymuş. Gelecek kitabının adının da nereden geldiğini son sayfalarda öğreneceksiniz. Yazar cidden oturup, düşünmüş, hayal etmiş ve döktürmüş. En büyük işkenceyi elbette yine Jace'e vermiş. Okuyunca şaşırıp, "yok daha neler" diyebilirsiniz. :D

Son olarak bir şey söyleyeceğim ama bu aklınızı biraz karıştırabilir ve Mekanik Prenses'i okumamış olanlar varsa kocaman spoiler yemiş olurlar. O yüzden Cehennem Makineleri'ni okumuş olanlar yazıya göz atsın.

Yazar, bu kitapta Sessiz Kardeşlerden en çok Zachariah'yı ön planda tutmuş. Normalde karakter ilgimi çekmezdi ama Herondale'lara olan bağından dolayı resmen hedefim oldu. Herondale'lara karşı çok ilgili olduğunu ve onlar içi her şeyi yapabileceğini söyledi. O yüzden Jace'i çocuğu gibi koruyordu. Hatta Clary'le birkaç diyalogu oldu. Clary, ona hayatta hiç birini sevdiniz mi diye sorduğunda iki kişiyi sevdim dedi. Şimdi bu Jem mi ? Bizim Jem mi ? Will olamaz, imkansız yani. Of, kafamda deli sorular... Zaten yazar bir sahnede Will'den söz etmiş. Orayı okurken yerle bir oldum. İnsanı nasıl etkileyeceğini iyi biliyor kızıl kafa!

"Her şeyin fazlası zarar. Fazla karanlık insanı öldürebilir. Fazla ışık insanı kör edebilir." - Simon Lewis

Hala bu seriyi okumayan varsa cidden okusun. Cassandra Clare, genç fantastik yazmayı bile nadir yazarlardan biri. Bu seriyi kaçırmak istemezsiniz...

Sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Kitabın kalınlığı gözünüzü korkutması. Çok akıcıydı ve sayfaların nasıl değiştini anlamayacaksınız bile.

Not 2: Çok güzel alıntılar vardı fakat bazıları spoiler niteliğinde olduğu için burada paylaşmıyorum ama benim hazinemde yerlerini aldılar bile. :D

Not3: Bu kitapta yazar, karakterleri belli bir mekanda sıkıştırıp, bırakmamış. Jace ve Clary'i Venedik'de, Paris'de ve Prag'de görmek mümkün. Paris'de olan bölümlerini az biraz tahmin edebilirsiniz. :D

Not4: Hadi şu alıntıyı okuyun ve Jace hakkında söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu anlayın: "Her zaman bir iblis tarafından öldürüleceğimi düşünmüştüm." diye devam etti Jace. "Ya da kafayı sıyırmış bir Aşağı Dünyalı tarafından. Ya da belki bir savaşta öleceğimi sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki seni öpmemek beni her an öldürebilir."

5 Nisan 2014 Cumartesi

Kitap Yorumu: Ölümcül Oyuncaklar 4- Düşmüş Melekler Şehri




Bazı şeyler, çok kötü bir fikir olduğunu bildiğiniz halde yine de yapardınız. 

Dün sabah, Ölümcül Oyuncaklar serisinin 4.kitabı Düşmüş Melekler Şehri'ni yeniden okumaya başlamıştım. Hani şu 5.kitap için seriyi yeniden okuyorum ya, dedim hazır evdeyim bari 4.kitabı hemen aradan çıkarayım. Aow. Ben bu işi çok ciddiye almışım çünkü kitap bugün, akşam olmadan bitti. Kitap bitince zaten beynimin pilinin de bittiğini hissettim. Tamam, kitap açlığı çekiyordum da bu kadar olduğunu bilmiyordum. 2 günde 500 sayfa okumak ne demek! Yaktın beni Cassandra. Bozuk olan gözlerim şuan iyice bozulmuş durumda.

Ama pişman mıyım diye bir sorun. Elbette hayır. Cassandra'nın büyüleyici dünyasını okumak gibisi yok. Diğer okuyucuları bilmem ama ben bu yazarın her kitabına ayrı aşığım. Resmen beni hipnoz ediyor, kitabın içine sürüklüyor. Kitaba başladığım an her şeyi unutuyorum. O yüzden artık sırf boş zamanlarımda okuyorum. Ki benden size tavsiye, eğer Cassandra okuyacaksınız tatilde falan başlayın. Bu kadının romanlarını günde birkaç bölüm okuyup, bırakıp sonra devam ederim havasında düşünmeyin. Cidden bir başladınız mı bitirene kadar aklınız orada kalabilir. O yüzden hiç aralık vermeden yiyip, bitirin. Gerçekten çok iyi geliyor. Kendimi dünyadan soyutlamış hissediyorum. Kısa bir tatile çıkmışım gibi. Yok yok, sanki evime geri dönmüşüm gibi hissediyorum. Karakterler artık bir parçam olmuş. Onları okudukça vücudum mutluluk hormonunu ele geçiriyor resmen. :D Evet, kitabı okurken aynen böyle hissettim. Bambaşka biri, bambaşka bir dünya ve iki günlük müthiş macera.

Müzik onun için geri kalan her şeyden kurtulmanın yoluydu.

Kitabı, ilk çıktığı zamanlar resmen jet hızıyla okumuştum. Zaten önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi bu seriyi aşırı hızlı okuduğum için çoğu şeyi hatırlamıyorum. Eh bir de yazar Cehennem Makineleri serisiyle bu serisi arasında bağlantı kurunca bende işler iyice karışmıştı. C.Makineleri'ni bitirdiğime göre bu seriyi yeniden okurken her şey yerine oturdu. Yukarıdaki gifler ise resmen kitabı yansıtmış. O yüzden bu yazımda paylaşmak istedim.

Kitabın konusuna gelirsek... Çok çok fena bir kurgu sizleri bekliyor, diyebilirim. Yazar son anda fikrini değiştirip, seriye devam etme kararı aldığından olsa gerek bu kitapta ipi çekilmiş bir bomba ile karşılaşabilirsiniz. Ki zaten kitabı okumaya başlar başlamaz görülmeyen ama hissedilen bir gerilim sizi sarıyor. Yazar alttan alttan planları hazırlamış.
          Kitap, Simon'la beraber başlıyor. Ki bu kitapta Simon ağırlı. Biliyorsunuz bu inek oğlan artık bir vampir. Bu değişiminden sonra Gölge Avcısı Isabella Lightwood ve kurt kız Maia, Simon'la takılmaya başlarlar ama birbirlerinden habersizdir. Simon'da kızlarla ciddi bir şey düşünmediği için onlara bir şey çaktırmaz. Diğer yandan Clary, Enstitü'de Gölge Avcısı eğitimi görmektedir. Jace'de ona yardım etmekte tabii. :D Camlar Şehri'nin sonunda artık kardeş olmadıklarını öğrenip, aşklarına kavuşmuşlardı. Bu yüzden kitapta bu ikilinin romantik sahnelerini görmek mümkün. Alec ve Magnus ise Dünya Turu'ndalar. Clary'nin annesi Jocelyn ve Luke da evlilik hazırlıklarına başladılar. Yani kısacası her şey çok güzel gidiyor. Herkes mutlu, birbirleriyle takılıyorlar falan. Fakat yazarımız yerinde durmamış ve resmen oturup, müthiş ve etkileyici bir kurgu hazırlamış. Yani ben, Cassandra'nın klavye başında çatık kızıl kaşları ile haince planlar yapışını ve tombik parmaklarıyla da bu planlarını jet hızıyla yazdığını hayal ettim. O derece etkiledi beni. :D

Kabustan uyanmak son hızla cama çarpmak gibiydi.

         Spoiler vermeden birkaç olaydan bahsedersem; Jace, Clary'le ilgili korkunç kabuslar görmeye başlar ve kızdan uzak durmaya çalışır. Bu yüzden Simon'nın yanına gider. Simon ise artık ailesiyle yaşayamayacağını anlar ve bir ev arkadaşı bulur. Aslında büyük bir tesadüf olur fakat her şey planlanmıştır. Kyle ya da Jordan demiliyim, Simon'ı korumakla görevli bir kurt adamdır. (Biliyorsunuz, önceki kitapta Clary, Simon'ı vampirlerin efendisi Raphael'den korumak için alnına Kabil'in lanetini yansıtan bir işaret çizmişti. Kim Simon'ı öldürmek isterse veya saldırırsa bunun karşılığında yedi kat acı çekerek ölmektedir. Ki bu kitapta bunu görebilirsiniz.) Daha sonra Jordan'nın kiminle bağlantılı olduğunu öğrenince şok olacaksınız. Yazarın bu sürprizi hem şaşırıttı hem de baya güldürdü beni. Jordan, Simon ve Jace'in sahnelerine aşık oldum diyebilirim. Kitabın en eğlenceli bölümleriydi.

Karanlık bölümlerden bahsetmek gerekirse, Clary ve annesi ölü bebekler hakkında bir haber alır. Bunlar, ölen kardeşi Sebastian'la benzerlik gösterdiği için Clary bu durum üstünde durur ve şok edici bir gerçekle karşılaşır. Birileri iblis bebek yapmaya çalışmaktadır. Bunun detaylarını kitapta görüp, ağzınız açık kalabilir. Çünkü olaylar birbirleriyle çok bağlantılı. Kitabın sonunda zaten her şey ortaya çıkıyor. Bir ilmiğin sökülüşü gibi... Kitap genel olarak Simon-Clary-Jace-Isabelle ağırlıklı. Ama Simon'ı ön planda görmek mümkün. Çünkü olayın ana maddesi o diyebilirim. Onunla bağlantılı birçok şey göreceksiniz. Kitabın sonunda, "ohh her şey iyi sonuca bağlandı, hayret yazar kötü bi şey yapmamış" derken, yazar son cümlede bombanın ipini çekip, üstünüze fırlatıyor. Tepkimi siz düşünün artık. :D Pes dedim. Pes yanii. Bu kadar da olmaz. Kadın illa kötü ve etkileyici bir şey buluyor.

Hakkını yememek lazım. Çünkü çok mantıklı ve hayret verici kurgu hazırlıyor. Her şey öyle bağlantılı ki bir şeyi atladınız mı hepsi yok oluyor. Bu yüzden Cassandra okumayı çok seviyorum. Her şeyi eşit veriyor. İyiliği, kötülüğü, romantikliği, eğlenceyi, dramı, gizemi... Aklınıza ne gelirse işte.

Geçmişi değiştiremezdiniz. Sadece gelecek vardı. 

Kitabın genel hatları böyleydi. Bazı şeylerde çok ilgimi çekti. Mesela kitapta birçok yerde Will Herondale'dan bahsediliyor. Her ismini okuduğumda kalbim hop etti. Magnus Bane'in ilerleyen kitaplarda nedense bir haltlar yiyeceğini seziyorum. Will'i hatırlayıp, duruyor. Hayır yani Cehennem Makineleri'nde hiç Will'e başka gözle de bakmamıştı ama bilemiyorum. Magnus bu, kedi gözlü iblis efendisinden her şey beklenir. :D  Bir diğer ilgimi çeken ise Jace idi. İlgimi çekmemesi olmazdı. Kitabın ilk yarısında güldürmekten öldürdü beni. Bu kadar eğlenceli bir karakter yarattığı için kızıl kafayı delicesine öpmek istiyorum. Cidden çok eğlenceli sahneler vardı. Öyle laflar yapıştırıyor ki... Okuyun, görün işte. :D

"Tanıştığım ilk Gölge Avcısı sensin."
 "Çok kötü," dedi Jace. "Bundan sonra tanışacaklarının hepsi seni hayal kırıklığına uğratacak."

Bunların dışında... Ah Simon! Simon'ı zaten seviyordum ama bu kitapta bir ayrı sevdim. Habire gidip, sarılasım geldi. Sonra içime bir korku düştü. "Acaba yazar Simon'a bi şey yapar mı?" Şimdi diyeceksiniz bu nereden çıktı. Biricik yazarımız serinin son kitabının daha ilk bölümlerinde birinin öleceğini ve bu kişinin hem sevdiğimiz hem de ön planda olan karakterlerden biri olduğunu çıtlatmış. Cidden, eğer inek oğlana dokunursa... eh bilemiyorum.

Böyle işte. Sonunda seriyi yeniden okudum. Şimdi avuçlarım kaşınıyor, Kayıp Ruhlar Şehri için. Şeytana uysam direk bu gece başlardım ama hayır. Final kitap Mayıs'da, yurtdışında çıkıyor. Bizde ise tahminimce Kasım'da falan çıkar. Bilirsiniz, Artemis Yayınları "çok hızlıdır." O yüzden araya başka bir kitap koyup, birkaç gün sabredeceğim. Sonrasında... ufuuu uçabilirim. :D

Son sözüm; seriye başlamadıysanız hücum edin. En iyi genç fantastiklerden biri. Kesinlikle!

Sevgiler, öpücükler: Jane

Önemli Not: Jace'in soyadını karıştıranlar varmış. Bana kalsa hala Wayland diyorum ama asıl soyadı Herondale. (Yeap, Will'le akrabalığı var. Bu spoileri sonra yazar patlatacak.) Ama biz Jace'e kısacası Jace Wayland Herondale Lightwood diyebiliriz. Çünkü kendisi Lightwood soyadını kullanıyor.

18 Mart 2014 Salı

Kitap Yorumu / Önerisi: Ölümcül Oyuncaklar 3- Camlar Şehri


"Aşk insanı yalancı yapar."

Herkese, yeniden merhaba ! Mart ayı bitmeden sonunda blog'da yazma fırsatı buldum. Bir şeyler yazmama sebebim, uzaylı bir Daemon bulmuş olmam ya da çapkın Adrian'la karşılaşmış olmam değil ne yazık ki. :D Bu sene de delicesine üniversite sınavına hazırlandığım için kitaplardan uzak durmak istemiştim. Ama egoist hocalarımdan biri benim gibi yerinde duramayan bir kitap kurduna "sınava az kaldı, açın kitap okuyun" deyince kendimi Cassandra'nın büyülü ve etkileyici dünyasında buldum. 
Dönem başından beri Ölümcül Oyuncaklar serisini tekrar okuyorum. Seriyi ilk okuduğumda biraz hızlı ilerlemiştim. Beşinci kitabı -Kayıp Ruhlar Şehri- okumadan önce seriyi baştan sona bir okuyayım dedim. :D İlk iki kitabın detaylı yorumları blog'da mevcut. Ve sıra şimdi, favorim olan Camlar Şehri'nde ! 

Normalde bu kitap, serinin final kitabıydı. Fakat hem yetenekli hem sinir bozucu yazarımız hayal gücünün sınırlarını zorlayarak son anda seriyi 6 kitapla tamamlayacağını duyurdu. Bu benim içim müthiş bir şey. Çünkü bu seriyle evlenebilirim bile !

Kitap, final niyetiyle yazıldığı için oldukça kalın. (Ki bana göre daha bile kalın olabilirdi. Aç gözlülükte sınır tanımam.) Olaylar dolu dolu ve birçok şaşırtıcı şeyler oluyor. Yani bu kitabı okurken cidden hayattan kopuyorsunuz. Belli bir süreden sonra kitabı okumadan duramıyorsunuz. Ya bitecek ya bitecek. Yemeden içmeden kesilebilirsiniz. Bunlar yan etkileri. Ben bile ikinci defa okuduğum halde aynı şeyleri tekrar tekrar yaşadım. İlk okuduğum zamanlardaki tepkilerim yine aynıydı. Aynı sahnede nutkum tutuldu, şaşırdım, yazara sövdüm ve kendi hızımı alamayıp kitabı sabahtan akşama kadar okuyup, bitirdim. Eh, en azından sınavda hızlı okuma yeteneğimi konuştururum. :D (Kendini teselli etme çabaları...)

Bu kitap, serideki favorim. Çünkü bu sefer olaylar New York'un sisli, tehlikeli ve esrarengiz sokaklarında, Brooklyn'da geçmiyor. Gölge Avcı'larının memleketi olarak nitelendirebileceğim yere, Alicante'e merhaba deyin ! Büyük bir koruma altında olan ve doğal güzelliğe sahip olan Alicante, Camlar Şehri'nin gözbebeği. Okurken Alicante'ye gitmiş kadar oldum. Mekandan dolayı bile kitap favorim diyebilirim. Tabii tek neden bu değil. Bu kitapta olaylar dur durak bilmiyor. Yani "şurası çok boş sahne olmuş, burası gereksiz" diyebileceğiniz bir bölüm yok. Cassandra, tombik parmaklarıyla hayal gücünü klavyesiyle konuşturmuş. Bazen kadının beynine gizlice göz atıp, bunları nasıl hayal ediyor diye merak etmeden duramıyorum. :D

"Sanki tanrı yüzüme tükürüyor."

Kitabın konusu, ilk iki kitapla çok bağlantılı. Valentine, önce Ölümcül Kupa'yı daha sonra Ölümcül Kılıcı çalmıştı. Şimdi ise Ölümcül Ayna'nın peşinde. Ayna'yı alabilmesi için ilk önce onun nerede olduğunu bilmesi lazım. Özel bir yer olmalı. Gölge Avcı'larıyla bağlantılı olan bir yer. Bingo! Alicante. Valentine'in yeni planı Alicante'e üzerinedir. Bizimkiler ise yani Jace, Clary, Simon, Luke ve Lightwood'lar Alicante'ye gitmek üzere Magnus Bane'e Kapı açtırırlar. Onların Alicante'ye gitme sebebi bambaşka. Clary, hala uyku modunda olan annesini uyandırmak için Alicante'deki İblis Efendisi Fell'i bulmak zorundadır. Fakat bir sorun vardır. Alicante'ye Aşağı Dünyalılardan kimse giremez. Bu yüzden Sorgucu, Simon'ı ele geçirir. Bir vampirin Alicante'de ne işi vardır değil mi ? Sonrasında Clary ve Jace bir yandan Simon'ı kurtarmaya çalışırken diğer yandan Valentine'ın planlarını engellemek için bir çözüm yolu ararlar.
Kitapta yeni karakterlerle karşılaşıyoruz. İçlerinden biri zaten Valentine'in casusu ve ileride bizimkilerin başına büyük bir düşman olacak. Burada spoileri patlatmak isterdim ama okudukça şok olun ve yazarın zekiliğini bir de siz alkışlayın. :D

Clary Jace'i düşündü ve elinde olmadan, nabzı bir yarış kapısından fırlayan at gibi hızlandı.

Romantik sahneler yok mu ? Elbette, var. Clary ve Jace her ne kadar kardeş olduklarını öğrendiklerinden beri birbirlerinden uzak durmak isteselerde bu çok zor bir irade gerektirir. Ve Clary'e göz koyan biri vardır. Lightwood'ların dostu olan Sebastian'da Clary'le takılmaya başlar. Çok çekici, sempatik ve bilgili biri gibi görünebilir. Aslında ben Sebastian'ı sevdim. Cidden. :D Belli bir imajı var çocuğun. Ama benim aklım Jace'de tabii. Bu kitapta onun iç dünyasını daha iyi görebiliyoruz. Açıkçası bu sahnelerde yazarımız resmen döktürmüş. Okurken bambaşka moddaydım. Jace'i sevmem için bir sürü neden daha verdi. Ve Isabelle'nin Jace için düşündükleri şeyler çok hoşuma gitti. Kanbağı olmadan kardeşlik bu olsa gerek dedim.
Magnus ve Alec çiftine gelirsek... Aralarında kimya gözle görülür bir şekilde ortaya çıkıyor. Magnus'u delicesine sevdiğim için onun adına sevindim. :D
Simon'dan bahsedersek... Hapishanede sürpriz bir isimle karşılaşır. Bunun yanı sıra Isabelle ve Maia -kurt kız- Simon'a göz koymuştur. :D Onların sahnesini okurken baya eğlendim.

"Belki de daha önce sahip olamayacağın bir şeyi istemenin nasıl bir duygu olduğunu hiç tatmamıştın."

Kitapta birçok sürpriz var. Yazar durmadan bombaları patlatmış. Bazıları cidden film izletiyormuş havası verdi. Ve şaşırtıcı bir isimde vardı. Aslında Cehennem Makineleri serisini okumayan biri bu kişiyi fark edemez. Tessa Gray, çok kısa bir şekilde Magnus'la takılırken görüldü. Bunların dışında bir sahne vardı ki... Cidden yazarın kızıl saçlarını yolmak istedim. İlla bir ölüm olmak zorunda mı ? Hemde çok masum bir insanın ? Beni tek sinir eden durum buydu.
Bunların yanı sıra savaş sahnesi öncesinde Clary mükemmel yeteneğini çok güzel bir şekilde kullanıyor. Açıkçası kıskandım. :D Yeni mühürler yaratıp, Gölge Avcıları içinde ünlü olmak... müthiş bir şey olsa gerek.

"Bunu yapmayacağım. Elbette yapmayacaksın",dedi Jace "çünkü bana işkence etmek için yaşıyorsun değil mi ?"

Kitabın sonu, mutlu son olarak bitti. Ama yazarımız daha her şey yeni başlıyor sinyallerini vermiş. Bende merakla seriyi okumaya devam edeceğim. Sınavı atlatır atlatmaz Düşmüş Melekler Şehri'ni kucaklamak istiyorum. Ve her ne kadar Camlar Şehri baya kalın bir kitap olsada bir haftada bitirdim. Bu kadar sıkışık bir dönemde hızlı bir şekilde okumam beni mutlu etti. Kafam cidden dağıldı. Eh, Will Herondale depresyonunu az biraz atlattım.
Fakat bir sorun var. Bunu söyleyemeden edemeyeceğim. Cassandra'yı okuduktan sonra başka bir kitap okuyasım gelmiyor. Habire kitaplarını elime alıp, tekrar tekrar okuyasım geliyor. Bu sadece bende mi oluyor bilmiyorum ama bu yazarın aslında ne kadar zevkli, akıcı ve müthiş yazdığının bir göstergesi.
Kitapla ilgili diyecek çoook şeyim var ama spoiler olur diye burada kesiyorum. Sonraki kitaplarda görüşmek üzere. Spoiler isteyen ya da aklına bir soru takılan varsa sol taraftaki "not" bölümünden bana ulaşabilirler.

Hatırladığınızda size acı veren her şeyi silemezdiniz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Aralık 2013 Cumartesi

Jane'den Bir Haftasonu Sohbeti : "Sorun Bende Mi ?"


Siz de benim gibi kitap, film ve dizi karakterlerine ciddi ciddi aşık oluyor musunuz ? Bu soru geçen gün aklıma takıldı. Deli miyim ben ? Yoksa sorun bende mi, dedim. Gerçekten hayali karakterlere karşı bir ilgim var. Öyle böyle değil. Tabii delilik sınırını geçmiyorum. O kadar psikopat değilim arkadaşlar. :D Ama bu aralar, bu takıntım kafama takılmıyor değil. Sanırım dert edecek başka bir şey bulamadım.
Mesela geçen gün dershaneden eve suratım asık geldim. Günüm berbat geçmiş, hava kötü, sırılsıklam falan olmuşum. Odama girdim. Çantamı bırakıp, kafamı kaldırınca okunmayı bekleyen kitaplarımı gördüm. Şöyle kafamı biraz yana eğdim. Favori yazarlarımın kitapları bana oradan göz kırpıyor sanki. Sonra omuz silktim. "Amaaaan. Ne surat asıp, kendimi mahvediyorum. Benim okuyacak milyon kitabım var. Hayatımda Daemon Black, Jace Wayland, Seth, Travis Maddox falan varken dertler yanıma bile yaklaşamaz." dedim ve inanın bana o dakikada ruh halim değişti. Sanki suratı asık eve giren ben değilimde öteki evrenden gelen ikizim falan... :D  Bir sevgilim olsa bu kadar moralimi düzeltemezdi yani. Karakterlerin gücü aşkına !


Sonra tabii bu gerçek kafama dank etti. "Ey Jane, kendine gel. Kitap karakterleri ruh halini sanki bir düğmeye basmış gibi değiştiriyor. Sence de bu biraz garip değil mi ?" dedim. Ama biliyor musunuz ? Çok zararsız bir şey ve müthiş mutluluk veriyor. Adı üstünde hayali karakter. Gerçek hayattaki bir erkek (veya kız) kalbinizi paramparça edebilir ve üstünde tepinebilir, sizi yerle bir edebilir, istediğiniz gibi davranmaz ve sizi mahvedebilir. Ama hayali karakterlerimiz... Kafamızda nasıl şekillendirmek istiyorsak öyle hayal ediyoruz. Kukla gibi istediğimiz şekle sokuyoruz. Bir gün Travis'le Paris'te yemek yerken diğer gün Patch'le sırt sırta vermiş meleklerle dövüşürken bir kaç saat sonra Jace'le ördekleri kovuluyor olabilirim. (Hayal gücüm çok pis uçuktur. Ciddiyim.)

Yani, ben karakterlerimle mutluyum. Belki biraz çılgınca. Hatta "Bu kız kafayı mı yemiş, yalnızlıktan dibe vurmuş" falan diyebilirsiniz. (Ki öyleyim, :D) Ama bana iyi geliyor mu, geliyor. Hemde nasıl iyi geliyor. Benim çok dönek bir ruhum var. Bir dakika önce gülüp, "ahaha evet gideriz yaa" deyip beş dakika sonra surat asıp "o gün ne olur bilmiyorum ki, gelemeyebilirim." modunda oluyorum. Bu ruh halimden çıkmamı sağlayan etkenlerden biri de karakterlerim. Bunu keşfedince ilaç gibi kullanmaya başladım. Moralim bozuk mu ? Hooop, hemen otur ya bir şeyler izle ya da acilen bir şeyler oku ! Ve evet, son model Jane karşınızda oluyor. Hatta, çok sevdiğim bir karakteri okuyorken yanıma gelip bir şey isterseniz anında yapabilirim. O derece ikna edilecek bir modda oluyorum. (Şuan çok pis bir açığımı ele verdim. Hadi kullanın.) 

Karakterlerimi benimseyen arkadaşlarımda var. Onlarla sanki karakterler gerçekten varmışçasına sohbet ediyorum. Özellikle ikizimle oturup saatlerce kitap ve karakterleri hakkında konuşmuşluğumuzu bilirim. En ince detayına kadar gireriz. :D Artık biz işi nasıl ilerlettiysek... Yazarlar, kafalarında oluşturuyor, biz geliştiriyoruz resmen. Patch olsa şunu yapar, Adrian olsa böyle söylerdi, Jace bu durumda şu mimiği yapardına kadar hayal gücümüzün sınırlarını zorluyoruz. Ve bu cidden rahatlatıcı bir şey. Hayal etmek, düşünmek, oluşturmak... İnanılmaz. Yaşamak lazım. :D

Mesela geçen gün çok yakın arkadaşlarımdan biri olan M'le konuşuyoruz. Sohbet de erkekler konusuna geldi. O da "Ah tabii sen Adrian Ivashkov gibi birini istiyorsun, bekliyorsun." dedi. Gülerek evet dedim. Sonra durdum, düşündüm. (Hep bu anlık düşünceler yüzünden kafayı yiyeceğim.) Harbiden de öyle. Bir de şu gerçek var ki Adrian gibi biri gelmeyecek. Ve ben yaşlanıp, buruşup öleceğim. Ya da "Amaaan, salla ya onu mu bekleyeceğim." deyip gerzek birine aşık olup hayatımı mahvedeceğim. Ve evet ben beklemeyi tercih ederim. Sanırım en büyük hatam da bu olacak. Çünkü hiçbir zaman kitap karakterleri gibi biri olmayacak gerçek hayatta. Fiziksel benzerlikleri geçtim, aynı "karakter" özellikleri olan birini bile bulmak mucize olur. 

Bir diğer sorun şu ki birden fazla karaktere aşığım. Saymakla bitmez. Film karakterlerinden Batman'e delicesine tutkunum zaten. :D O maskeyi biri takıp, karşıma evlenme teklifiyle çıksa direk üstüne atlarım.Güzel hayaldi ama öyle yapmam tabii. Deli miyim ben ? O maskenin altından bir seri katil çıkarsa ? Neyse, ah bir de Dean Winchester var ! Adama öyle böyle değil, çok fena aşığım. Bir saatliğine bana verseler n'olurdu ? Kitap karakterlerine hiç bulaşmıyorum bile... Listem çok kabarık. :D Adrian Ivashkov her zaman önceliğim tabii. Adam boru değil, Ivashkov yani !


Kısacası sorun bende sanırım. Bir insan bu kadar karakterlere tutulmamalı. Yolda yalnız yürürken bile "Ah şimdi ... olsaydı neler yapardık" diyorum. O dereceye geldim. Yalnızlığın dibine resmen vurmuşum. Bunları yazdım çünkü anlatıp, rahatlamak istedim. Umarım içinizden birileri de "Bende öyleyim Janeeee." diye mesajlar atar. Yoksa tırsıp, kendim Bakırköy'e gideceğim. :D

Son olarak, hep erkek karakterlerden bahsettim. Ama kız karakterlerden öyle biri var ki resmen kayıp ikizim. Lux serisinden Katy Swartz'la çok ortak yönümüz var. Hemde baya. :D Bu blog'u da aslında bir bakıma onun sayesinde açtım. Kitapta habire blog'udan bahsediyor, yok yeni kitap kargosu gelmiş hemen okuyup blog'un da videolu yorum hazırlayacakmış falan. Bende bir blogger'ım. Ara vermiştim ve yeniden blog açmamı sağladı. Bildiğin canım çekti. :D Ve sonucunda karşınızda ben varım. 

Şimdilik bu kadar. Böyle çılgın anılarınız varsa yollayın bana da kendimi teselli edeyim. 

Sevgiler, öpücükler : Jane

3 Aralık 2013 Salı

Seri İncelemesi : Ölümcül Oyuncaklar 1-2


     Daha önce blog'da Kemikler Şehri'nden bahsedip, içimden geldiği gibi yorum yapmıştım. Ki kendi yazım olmasına rağmen nedense her okuduğumda eğleniyorum. Kitaplara, severek yorum yapmak bambaşka. :D Her neyse, bu yazımda ise Ölümcül Oyuncaklar serisindeki ilk iki kitabın özetçe anlatımını yapıyorum. (Daha sonra 3. ve 4. kitaplarında detaylı yorumları, kısaca özetleri gelecek. Az biraz zaman lazım bana.) Çünkü K.Şehri'nin filmi çıkmadan önce kitabı en baştan okudum. Ve o kadar hoşuma gitti ki bu durum, seriyi en baştan okumaya karar verdim. Zaten beşinci kitabı -Kayıp Ruhlar Şehri- okumadan önce seriye yeniden göz atmam gerekiyordu. Kitaplar çok uzun sürede çıktığı için unuttum. Hazır seriyi en baştan okuyorken kitapların tanıtımlarını, özetlerini ve yorumlarını blog'da yayınlayım dedim. Spoiler vermemeye çalışacağım ama kitapları anlatırken bilmediğiniz bir şey, yazıda geçiyor olabilir. Bu yüzden 'ek bilgi' almak istiyorsanız yazıyı okuyun. Ama seriyi tanımak için iyi bir fırsat. :D

- Kemikler Şehri -

 İlk kitapta baş karakterimiz Clary, en yakın arkadaşı Simon ile gittiği Pandemonium'da görmemesi gereken kişileri görür. Gölge Avcılarını. Enstitü'de yaşayan Jace, Alec ve Isabelle birer gölge avcılarıdır. Görevleri ise Aşağı Dünya'da yaşayan iblisleri avlamak. Tam iblisin işi bitirirlerken, Clary'in çığlığı ile donup kalırlar. Sıradan görünen bu genç kızın aslında onları görmemesi lazım. Hiçbir sıradan insan onları göremez. Ama Clary, sıradan bir insan değildir. Bu üç gölge avcısıyla karşılaştıktan sonra gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Annesi, garip bir şekilde ortadan kaybolur. Jace ise tam zamanında Clary'nin hayatını kurtarır ve onu Enstitü'ye götürür. Üç gölge avcısının hocası olan Huge, Clary'nin kim olduğunu bulmak için Sessiz Kardeşleri çağırır. Bu kardeşler, dikili ağızlarıyla, gözlerinin olması gereken yerlerde siyah boşluk olan ve kukuleta giyen birer tuhaf yaratıklardır. Clary'nin aklına girerek, zihnindeki engeli kaldırmaya çalışırlar ama çok güçlü bir büyüyle yapıldığı için daha fazla ileri gidemezler. Yine de bir ipucu bulurlar. Clary'nin zihnini büyüleyen kişi, iblis efendisi Magnus Bane'den başkası değildir.

"Alaycılık, hayal gücü iflas edenin son sığınağıdır" - Clary Fray

Bu çılgın adamın, çılgın partisine katılarak gerçekleri öğrenmeye giderler. Elbette bu Clary için kolay olmaz çünkü hayatı sırlarla doludur. Annesi kayıptır, kendisi yabancıların içindedir ve zihni ona gerçekleri göstermemektedir. Bunlar yetmiyormuş gibi o çılgın partide Simon, bir sıçana dönüşür ve vampirler tarafından kaçırılır. (Bu sahne, kitapta favorimdir. :D) Jace ve Clary, Simon'ı bulmak için vampirlerin inine gitmek zorunda kalırlar ve sonrası... Çok karışık ve bol aksiyonlu bir eğlenceydi. Kim vampirlerin uçan motosikletine binmek istemez ki ? Bizimkiler sağsalim kurtulduktan sonra Enstitü'ye geri dönerler.
Başlarında bir de Valentine gibi bir düşman vardır. Bu adam, Gölge Avcıları dünyasında ilk başta dost olan daha sonra düşmana dönüşen biridir. Ve üç ölümcül oyuncaklardan biri olan kupayı ele geçirmek istemektedir. Kupanın yerini ise sadece Clary'nin annesi bilmektedir ve bu yüzden Valentine tarafından kaçırılmıştır. Clary, bir süre sonra bir yeteneğini keşfeder ve kupanın nerede olduğunu anlar. Kupayı bulmasıyla Enstitü'de hiç tahmin edemeyeceğiniz biri Valentine'in adamı çıkar ve işte o zaman işler çok karışır. Kitabın sonunda zaten büyük bir bomba patladı diyebilirim. Okuyunca oldukça şaşıracağınıza eminim. Ben okurken kitabı yere düşürecektim nerdeyse. :D Yazar, bildiğiniz sizi ters köşeye yatırıyor. Bol aksiyon, heyecanlı ve bir o kadar komik, romantik olan bu kitabı tekrar okumak çok hoşuma gitti. Bu anlattıklarım, kitabın daha onda biri. Okudukça ne kadar güzel olduğunu keşfedeceksiniz. Ve elbette, bol bol olmasa da romantik sahneleri göreceksiniz.

"Sevmek yok etmekti ve sevilmek, yok edilecek kişi olmaktı." -Jace

Son olarak şunu söyleyebilirim ki, Clary çok normal bir hayat yaşarken aslında ne kadar anormal bir dünyada yaşadığını farkeder. New York'un büyülü dünyasını artık görür. En yakınındaki insanlar bile olduğu kişiler değildir. Annesinin çok yakın arkadaşı olan ve küçüklüğünden beri Clary'nin yanında olan Luke'un bile sırları var. Clary, Jace'lerle karşılaştıktan sonra gerçek hayatını görür,tanır ve yeni başlangıçlar yapar.

- Küller Şehri -

Nasıl oluyor da senin üzerine hiç çamur bulaşmıyor ? 
Isabelle omuz silkti. "Kalbim temiz. Bu, pisliği geri püskürtüyor."

Serimizin ikinci kitabı yine çok hareketli, kitabı fırlatmalık, sinir kriz geçirmelik bir şekilde bitti. Hele sonunda ben bayılacaktım. Resmen kitabın içine dalıp, Jace'i sarsıp "Kendine gel, böyle diyemezsin!" demek istedim. Seriyi tekrar okuduğum halde yine çok heyecanlandım, merak ettim, öfkelendim, şaşırdım... Çünkü yaklaşık iki sene önce falan okuduğum için bu kitabı neredeyse hiç hatırlamıyordum. Tekrar okuyunca rahatladım ve şuan her şey tam yerine oturdu.

"Sevgi, insanın seçeneklerini elinden alır."

 Şimdi konudan bahsedeceğim ama ilk kitabı okumayanlar için çoğu şey spoiler olacak. O yüzden spoiler bilgi olduğu yerlere kutucuk koydum. Bakıp bakmamak size kalmış. Hadi bakalım başlıyorum ; İlk kitabın sonunda bazı şeyler öğrenmiştik.  Bu bomba etkisi yaratacak bilgi yüzünden Jace ve Clary birbirinden uzak durmaktadır.

"Hayatımdaki her şey değişiyor, oysa dünya aynı kalıyor." -Clary

Clary, Simon'la yakınlaşırken Jace ise Lightwood ailesiyle aralarındaki sorunu ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü Maryse Lightwood -Alec ve Isabell'in anneleri- Jace'e, Valentine konusunda inanmamaktadır. Ve tam bu sırada Enstitü'ye Sorgucu gelir. Sorgucu Imogen Herondale ( Bu isim size bir yerden tanıdık geliyor mu ? Cehennem Makineleri'nden Will Herondale desem ? Bingo ! Yazarımız aile ağacı merakımızı arttırmaya başlattı.) Merkez'e bağlı olan ve çok sert yapılı bir kadındır. Valentine konusunu iyice deşmek için Jace'i bir numaralı kurbanı olarak seçer. Çünkü Valentine yüzünden oğlu Stephen ve oğlunun sekiz aylık karısı Celine ölmüştür. İntikam almanın tam sırasıdır. Fakat bir sorun vardır. Jace'i sorgulaması için Ölümcül Kılıca ihtiyacı vardır. Kemikler Şehri'nde, Sessiz Kardeşlerin mekanında yer alan bu kılıç, kaybolur. Tahmin edin, kim çalar ? Valentine ! Sessiz Kardeşleri öldürmek için ise en kuvvetli ve en korkutucu iblis olan Agramon'u çağırır. Agramon, karşısındaki kişiye en korktuğu kişi gibi görünür ve korkutarak öldürür. Böylece Sessiz Kardeşleri de öldürür ve kılıcı ele geçirirler. Fakat Valentine, kılıcın güçlerini kullanabilmek için bir peri, bir kurtadam, bir iblis ve bir vampirin kanına ihtiyacı vardır. Peri ve iblis kanlarını elde eder. Geriye kurtadam ve vampir kanları kalır. İşte bu sırada bizimkilerin hayatı alt üst olur. Çünkü kurtadam kanı için Luke'un sürüsünde olan sevimli Maia ile Simon kaçırılır.  Clary ve diğer kalanlar yerlerinde durur mu hiç ? Hemen toplanırlar.

"Bazen tehlikeyi aramak zorunda kalmazsın, o seni bulur." -Isabelle

Valentine'in saklandığı yeri Jace bulur. Büyük bir siyah gemide, bir çok çeşit iblislerle saklanmaktadır. Tabii her şey yolunda gitmez. Sorgucu, Jace'i Enstitü'ye kitler. Etrafına bir pentagram çizerek dışarı çıkmamasını sağlar. Ama Jace yerinde durur mu ? Yeni farkettiği bir yeteneği sayesinde özgür kalır ve Clary'lerle birlikte gemiye doğru yol alırlar. Magnus Bane'de en büyük yardımcılarından biri olur. Alec sağolsun. :D Gerçekten çok büyük ve etkileyici bir savaş olur. Sorgucu da sonunda savaşa katılır. Hatta çok şaşırdığım bir şekilde yardım etti. Ve diğer kitapta patlayacak bir bombanın habercisi bile oldu diyebilirim. :D Savaşta Clary, yeni farkettiği mükemmel bir yeteneği sayesinde gemiyi öyle bir havaya uçurdu ki... Okurken hayal edince resmen büyülendim. Hatta o mükemmel yeteneğini kıskandım bile diyebilirim. Gri kitapta olmayan yeni mühürleri çizme gibi bir yeteneğe sahip artık.

"Ama en çok değer verdiğin insanlara gerçekleri söyleyemiyorsan zaman içinde kendine de gerçekleri söylemeyi bırakıyorsun." -Luke

Kitabın sonunda her şey bitmiş gibi duruyordur ama Valentine yine bir şekilde kaçmıştır ve başlarına bela olmaya kesin devam edecek. Clary ve Jace'in aralarındaki sorun çok daha karmaşık bir hale geldi. Alec ve Magnus ikilisinin durumu da vahim gibi. :D Bu kitapta en küçük Lightwood, Max'i de tanıdık. Çok sevimli bir çocuk. Sonracağıma, Luke'u nedense çok seviyorum ve her defasında eski anılarını anlattıkça içim gidiyor. Clary'nin annesine fena aşık bir adam. Ah bu arada ! Clary'nin annesi hala hastanede, ölü gibi uyumaktadır. Kitabın sonunda onunla ilgili bir gelişme oluyor. :D Baya sevinmiştim. Yani öyle işte. Yine dolu dolu bir Cassandra kitabıydı. Kitabın içine düştüm resmen. Bu kitapta en favori sahnem ise Isabell, Simon, Jace ve Clary'nin perilerin mekanına gidip Seelie Peri Kraliçesi'nin önüne çıkmasıydı. Bu kitapta periler, göründükleri gibi değiller ve zaten o sahneyi okuyunca anlayacaksınız. Baya zor durumda kaldılar ama ben baya sevdim. :D

"Küçük bir çocukken bir kelimeyi tekrar tekrar ve hızla söylediğinde, bir süre sonra anlamını kaybettiğini farketmiştim." -Jace

"Kaç kez söylediğinin önemi yok. Gerçekliğini değiştiremezsin." -Clary

Ve bu kitapta en dikkatimi çeken şey ise Jace'in ruh hali. Onu o kadar iyi anladım ki... Ve onun yaşadıklarını yaşasaydım, onun kadar güçlü olur muydum bilemiyorum... Beni etkileyen bir kitap oldu. Tekrar okumak cidden iyi geldi. Seriye gömülün, Cassandra'nın hayal gücüne dalış yapın, derim. :D Bir de son olarak bu kitapta Cassandra'nın betimlemelerine bayıldım. O kadar çok dikkatimi çekti ki bu cümleler, paylaşmadan edemedim ; Aralarındaki şey bir mum alevi kadar titrek, yumurta kabuğu kadar kırılgandı. / O öpücük vücudundaki bilinmeyen bir damarı açmak gibiydi.

Serinin Camlar Şehri ve Düşmüş Melekler Şehri kitaplarında görüşmek üzere ! Serinin diğer kitaplarını yeniden okumak için sabırsızlanıyorum. Final kitabı gelmeden önce Kayıp Ruhlar Şehri'nin de dedikodusunu yaparız. :D

Sevgiler, öpücükler ; Jane

1 Aralık 2013 Pazar

Film Önerileri : Pazar Gününe Özel Film Seçimleri !

 Merhaba :D

Uzun zamandır ne sinemada ne de evde film izleyebiliyordum. En sonunda geçen cuma Ateşi Yakalamak'ı izledim. Eh, ben film izlediysem diğerlerine de izlemeleri için önerilerde bulunayım dedim, yine. Umarım birilerine yardımcı olabiliyorumdur. 

Bu sefer ki film listesini, daha önce blog'da uzun uzun yorumladığım filmlerden oluşturdum. Hem detaylı bir şekilde filmden bilgi alırsınız hemde benim film zevkimi daha iyi anlarsınız diye umuyorum. Ve işte başlıyoruz !

The Host - Göçebe : (Bilim Kurgu, Macera, Romantik) Kitabını çok severek okuduğum bir serinin filmini, sinemada büyük bir heyecanla izler sonra hayal kırıklığına uğrarım. Ama bu Göçebe için geçerli değil. Tüm beklentimi karşıladı ve izlerken çok büyük bir zevk aldım. Tabii ki önerim kitabı okumadan filmi izlememeniz. Fakat, pazar gününüzü bu filmle şereflendirebilirsiniz. :D

Ghajini : (Aksiyon, Dram, Gizem) Blog'da en çok ilgi gören, açık ara farkla kesinlikle Ghajini. Blog'u ilk açtığım zamanlar yorum yazısını hazırlamıştım. En çok tıklanan yazım olmuş. :D Sanırım Hint film severler blog'umu keşfetti. Haftasonu, özellikle Pazar günü izlenebilecek bir film. Uzunluğu sizi korkutmasın. Filmin ne ara başlayıp ne ara bittiğini anlamıyorsunuz bile. Kesinlikle izleyin !

City of Bones - Kemikler Şehri : (Fantastik, Aksiyon, Macera) Bir diğer kitaptan uyarlama filmi. Blog'da resmen deprem etkisi yaratmıştım. :D Bugün ekstra bir zamanım olsaydı kesinlikle bu filmi izlerdim. Çünkü aksiyon tavan yapıyor ! Aksiyon ve macera severler, yumulun filme !

3 Idiots - 3 Ahmak : (Dram, Komedi, Romantik) Geçen yaz Aamir Khan filmlerine takıntılı olduğum için habire izleyip, yorum yazısı hazırlıyordum. Bu da onlardan biri. Ki benim en sevdiklerimden biri. Bu yaz 5 kere üst üste izledim. Ve izlerken hiç sıkılmadım. Eğer hem gülmek hem hüzünlenmek hemde "işte eğitimde anlatmak istediğim bu" demek istiyorsanız bu filmi izleyin, hemen !

Yes, Man - Bay Evet : (Komedi) Jim Carrey filmlerine aşığım. Bu da onlardan biri. Onu her zaman komedi filmlerinde izliyorum ama elbette bir ara diğer filmlerine de göz atmam lazım. Bugün bol bol eğlenmek istiyorsanız bir diğer film seçeneğiniz bu olsun.

Her Çocuk Özeldir : (Dram) Gerçekten bir dram filmi. Her izlediğimde gözlerim dolar, bir tuhaf olurum. Bugün duygusal anlar yaşıyorsanız filmi izleyin de rahatlayın derim. :D Çok güzel ve çok anlamlı bir film.

Özellikle Aamir Khan filmlerini benim yerime de izleyin. Uzun zaman oldu Hint filmi izlemeyeli. En kısa zamanda blog'da Hint filmi etkinliği yapacağım. :D Sizi de Aamir Khan ve Hint filmsever yapacağım. Vallahi bak. :D


Sevgiler, öpücükler ; Jane


31 Ağustos 2013 Cumartesi

Kemikler Şehri'ne Hoşgeldiniz !


Şu ön yargılarımı acilen ortadan kaldırmam lazım. Dün film için çok heyecanlanan ama çok beklentisi olmayan biriydim. Şuan ise "filmi bir an önce tekrar izlemek istiyorum" modundayım. Bunun sebebi ise Jace Wayland'ı oynayan Jamie Campbell Bower yüzünden. (İsmide baya uzun. Biz ona kısaca Jamie diyelim.) Jace rolü için ilk seçildiğinde yüzümü buruşturup, bu filmi izlemem demiştim. Çünkü seriyi çok sevmemi bırakın Jace karakterini acaip çok seviyorum. Hayalimdeki Alex Pettyfer'dı ama beyfendi rolü kabul etmemiş sanırım. Her neyse... Jamie yüzünden film çekilirken tüm ekibe anti olmuştum resmen. Tabii son bir hafta kala film için çok heyecanlandım. Sonuçta favori serimin ilk filmi... Twilight serisinden sonra ilk defa favori serimi sinema da izleyecektim. Artık Jamie'yi dert etmiyordum. Kitap ayrı film ayrı... Gelin görün ki filme tutuldum ! Bazı yerlerde hayal kırıklığına uğradım mı ? Elbette, her kitaptan uyarlanan filmlerde mutlaka bir değişiklik olur. Yapımcılar,senaristler ya da oyuncular her hayranı aynı şekilde memnun edemez. Ki Kemikler Şehri oldukça kalın bir kitap. (580 sayfa) Ve dolu dolu bir kitap. Baya olaylar oluyor. Eh, ekip hepsini bire bir filme aktarması... imkansızdı. Bazı minik detayları atlamışlar. İyi olmuş aslında ama filmde görmeyi beklediğim yerleri göremeyince bendeki hayal kırıklığını bir düşünün ! Neyse ki bunu da bir şekilde halletmişler. Filmin sonunda sırıtarak, sanki aksiyon sahnelerinde kendim yer almışım gibi sarsılarak çıktım. 
Yeni dönemin yeni müthiş serisine, Kemikler Şehri'ne Hoşgeldiniz ! 
Tabii ki yorumum burada bitmiyor. :D Bir kitap kurdundan, bu kadar kısa, film yorumu bekleyemezsiniz. Gerek övüp, gerek yerden yere vurma sırası. Şaka bir yana o kadar acımasız olamam. Çünkü filmin hakkını vermişler... Eğer kitabı okumayıp, ilk filmi izleseydim mükemmel bir film olduğunu söyleyebilirdim. Fakat kitabı okumuş biri olarak 'mükemmel' diyemem ama çok çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Kitapla film karşılaştırılırsa ; kitaptaki minik detaylar filmde yer almamış. Mesela ; Hodge'un omzunda duran kuşu Hugo, Enstitü'deki haylaz kedi Church, Jace'in odası (şahsen merak ediyordum), Luke'un kurt adam olma hikayesi, Isabelle'nın mutfak macerası :D , vampirlerin motosikletleri... Gibi, kitapta geçen eğlenceli ve gizemli yerler yoktu. Filmde olmamaları gözüme çarptı ama yokluklarını aramadım.
Amma ! Filmde görmek istediğim sahneler olmayınca surat astığım gerçeği var elbette. En önemlisi Jace'le Clary'nin vampirlerin ininden kaçarlarken motosikletle uçmaları, Simon'ın sıçan hali... Bu iki sahne kitapta favori bölümlerimdi. Hele o uçan motosiklet sahnesini gerçekten görmek istedim. Fakat yoktu. Sanırım zorlayıcı bir sahne olucağını düşünüp, kaldırmışlar. Bende kendi hayal dünyama sakladım o sahneyi.Kitaptaki bazı önemli sahneler filmde farklı bir versiyonla yer almış. Açıkçası çok göze batmadı. Hoş durmuş hatta. Bkz ; Kitapta Clary ve Jace'in vampir inine sadece ikisi gidiyorlardı ama filmde Isabelle ve Alec'de vardı. Valentine ile yüzleşmek için Clary ve Luke eski ve terkedilmiş bir hastaneye gidiyorlardı ama yüzleşme ve savaş sahneleri Enstitü'de tüm ekiple gerçekleşmiş. Simon'da dahil. :D Sonracığıma... Valentine, Jace'i kaçırıyordu, Hodge Enstitü'den kaçıyordu. Ama bunlar filmde yoktu. Son sahneler komple Enstitü'de geçmiş. Ki bu değişiklik hoşuma gitti. Farklı bir hava yaratmış. Bunlar benim için sorun değildi. Ve kitapta yer almayan ama filme özel ek gelmiş sahnelerde vardı ki bunlar acaip hoşuma gitti. Hatta filmde favori sahnelerim oldu. Spoiler olmaması için burada yazmak istemiyorum ama kitabı okuyup, filmi izleyenler hemen farkı anlayacaklar. :D İpuçları ; Piyano ve Geçit.
Kitaptaki en 'romantik' sahne olan Sera bölümünü elbette filmde gördük. Açıkçası o sahneyi doğru düzgün izleyemedim. Tek suçlusu arka planda çalan Heart by Heart şarkısı yüzündendi ! Bir Lovatic (Demi Lovato hayranları) olarak şarkıyı dinleyerek,söylemekten Jace'le Clary'e odaklanamadım. Resmen şarkının büyüsüne kapıldım. :D Ama Sera sahnesi gerçekten tam hayal ettiğim gibiydi.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki filmin ilk yarısı komple kitapla aynı, bir sonraki yarısı ise değişiklikler katılarak daha çok renk katmış filme.
Kitabı, filmden önce, yine okuduğum için tüm sahneler ve replikler aklımdaydı. Açıkçası bazı sahnelerde aklımda kalan replikleri görmek istedim. Ve görünce nasıl mutlu oldum anlatamam. Bu sanki senaryoyu herkesten önce okumuş hissi veriyor. :D Onun dışında... oyunculardan çok memnun kaldım. Tamam, hepsi hayalimdeki Ölümcül Oyuncaklar karakterleri asla olamaz. Özellikle Jamie. -.- Ama bunlar filmde gözüme battı mı ? Hayır. Jamie dışında. Pekala, adama gıcığım belki bu yüzden çok memnunyetsiz duruyorum ama rolünün hakkını vermiş, Jace'deki o muhteşem havayı ve espriyi hissettim. Çünkü kitapta Jace, gülmese bile söylediği sözler insanda bir gülümse yaratıyor. Bu sayede filmde oldukça güldük ve eğlendik. O havayı yarattığı için Jamie'i tebrik etmek lazım. Fiziksel bakımdan ise cıkss,olmamış. Belki kilo alıp, kas yaparsa ve saç şeklini düzeltirse bir sonraki filmde Jamie benden tam not alır. Senden ümidim var Bower !
Baştan sırasıyla ; Clary, Jace, Simon, Isabelle, Alec, Magnus, Valentine
Diğer karakterlerden zaten daha seçimler sırasında memnundum. Lily Collins'i daha Hollywood'da çok tanınmadan önce seviyordum. (Abduction filminden.) Clary karakterine cuk oturmuş, hakkıyla rolünü vermiş. Ayrıca kızıl saç, müthiş yakışmış. Rober Sheean'da Simon için seçildiği zaman çok sevinmiştim çünkü hayalimdeki Simon'la birebir diyebilirim. Özellikle Clary'e aşkını itiraf ettiğinde hayran kaldım. Beni fena etkiledi. Filmde Team Simon'cı olabilirim. :D Lena Headey, favori oyuncularımdan biri. Onu ilk Terminatör dizisinde izleyip, oyunculuğuna hayran kalmıştım. Clary'nin annesi Jocelyn'i canlandıracağını duyduğumda bu kadar mükemmel bir seçim olamaz demiştim. Ki beni hayal kırıklığına uğramadı. Jared Harris ! Adamım benim, tam Hodge karakteri için uyumlu. Kendilerini Fringe dizisinde izlemiştim. Orada da kötü adamdı burada da hafif kötü adam rolünde. :D Bunların dışında... Alec, Isabelle ve Magnus'u oynayan oyuncuları da sevdim. Gözüme batmadılar. Alec'i oynayan kişi bana çok yaşlı gelmişti ama cuk diye oturmuş role, Isabelle kitapta siyah saçlıydı filmde ise kahverengi saçlı ama oynayan kişi süperdi. Özellikle aksiyon sahnelerindeki performansı tam koltuğa yapışmalıktı. Magnus Bane ise... Kitapta çok farklıydı gözümde. Filmde biraz sönük kalmış gibi ama adamı nedense sempatik buldum. :D Valentine için diyeceğim ise... adam kitapta sarışın filmde esmer... Ama esmer halini daha çok sevdim sanırım. Piskopat bir karakteri ancak bu kadar güzel oynayabilir. :D Ah unutmadan.Luke'u oynayan adamı takdir ettim. Hayalimdekiyle aynıydı. Bayıldım ! Sessiz Kardeşlere gelirsek... Kitaptaki görünümleriyle tıpa tıp aynılardı. Korkunçlardı ! Bu da beni memnun etti.
Sanırım çok uzun bir yorum oldu. Ama ayda yılda bir böyle yorum yapıyorum. Ayrıca Ölümcül Oyuncaklar serisi benim için çok değerli.Elbette bir sürü detaylara girerim. :D 
Pekala, gerçekten son olarak... Filmdeki aksiyon sahnelerine aşık oldum. Sırf o sahneler için tekrar izlemeye sabırsızlanıyorum. Müthişti. Zaten aksiyon delisi bir insanım. İzlemesi ayrı bir zevk verdi. Film çıkışında oradan oraya uçmak falan istedim. Eğer bir gün oyuncu olup -ki bu kesinlikle olmayacak gibi- bir aksiyon filminde yer alırsam dublör kullanmam. Aksiyon gibisi yok !
Sevgili,sabırlı okuyucular. Yorumum buraya kadar. Filmi izleyin derim. Ama öncesinde kitabı okuyun derim.Ya da ne yapmak istiyorsanız onu yapın derim :D Jane'in çenesi çok düşmeden önce :
Kocaman sevgiler ve öpücükler ; Jane !

Sera sahnesinde çalan ve beni fena etkileyen şarkı ; Heart by Heart - Demi Lovato. Sadece bu şarkı da değil, filmin soundtrack'ını alt üst edin derim. Çünkü blog'dan çıkar çıkmaz yapacağım ilk iş o. Film müziklerine bayılıyorum !