Pages

Will Herondale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Will Herondale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2020 Pazartesi

Kitap Yorumu: Last Hour 1 - Chain of Gold / Cassandra Clare

O M G! Bakın kim döndü.
Uzuuuun zamandır yazmaya üşendiğim için sahalara yeni döndüm.
Öncelikle umarım herkes iyidir. Aman lütfen çok dikkat edin kendinize. Hatta bu yazıyı okumaya karar verdiğinize göre bir bardak da su bulundurun yanınızda. Hem sağlık için hem de içinizi yakacağım biraz. :)

Efenim, biliyorsunuz Cassandra Clare’in yepisyeni serisi The Last Hour’un ilk kitabı Chain of Gold bu ayın başında yayımlandı. Hemen okumaya başladım ama işe git gel, yorgunluk, araya başka şeylerin girmesi derken anca bitirebildim.
Dün kendimde değildim zaten zira gözlerim pörtlemiş bir şekilde bitirdim kitabı. Oku oku bitmiyor anam babam. Neyse şikayet yok. Kraliçem yazmaya devam etsin.
Şimdi gelelim bu seri nereden çıktı? Cehenneme Makineleri serisini okumadıysanız sizi pistten alalım. Yoksa bol bol spoiler yemiş olacaksınız ki Jane spoiler vermez! Bazı okurlar hiç Shadowhunter okumamış birinin direkt bu kitapla başlayabileceğini söyleyerek yanlış yapmış. Siz beni dinleyin.

Last Hour, yine 1900’lü Londra’sında geçiyor. Bu sefer Will ve Tessa’nın çocukları ön planda. Tabii diğer ailelerin çocuklarını da bol bol görüyor, birçok eski dostla karşılaşıyoruz ve içimizin yağları eriyor…
James ve Lucie Herondale, canım Will’imin çocukları. (Tessa da anaları işte.) Okurken bunu çok benimseyemedim ama James’in bazı salaklıkları aynı Will. (Bir sahnede I LOVE TEA diye bağırıyor. Şu an bu cümle çok saçma gelecek ama o sahnenin uyumuyla James'i öyle bağırırken hayal edince daha sever oldu.) Lucie, Tessa’nın kopyası diyemem ama sevdim bu karakteri. İkisinin kardeşlikleri ise göz yaşartır. Aile bağlarını Cassie yine döktürmüş. 

Bu ikiliye eşlik eden diğer karakteri ise şöyle:
Cordelia ve Alastair Carstairs - Sona ve Elias’ın çocukları. (Bunlar kimdi diye sormayın gram hatırlamıyorum ama Cordelia -ki kendisi baya baş karakterimiz- Jem’in etrafında sürekli amca amca diye dolanıyor. Jem’in kardeşleri yoktu ki nasıl yeğenleri oldu, Carstair soyadı nasıl devam etti biraz irdelemem şart.)
Christopher ve Anna Lightwood- Gabriel ve Cecily (Will’in kız kardeşi)’nin çocukları
Thomas ve Barbara Lightwood - Gideon ve Sophie’nin çocukları
Matthew ve Charles Fairchaild - Konseyin başındaki Charlotte’nin çocukları. (Matthew, James Herondale’ın parabataisi)
Grace ve Jesse - Tatiana Blacktorn çocukları (Burada azcık beynim yanıyor. Grace, üvey evladı. Jesse ise tuhaf bir şekilde ölen ama hayalet şeklinde ortalarda gezen oğlu Tatiana, yanlış hatırlamıyorsam evlenmeden önce Gideon & Gabriel ikilisinin kız kardeşiydi. Sallıyorsam söyleyin.) 

Falan filan. Daha yazmadığım birkaç karakter var. Onlara değinirsem alev alırız. (: Konuya giriyorum.
Efenim, kitabın başında küçük Lucia ormanda biriyle karşılaşır. Yeşil gözlü bir çocuk. Lucia’nın onu görmesine çok şaşıran evladımız ise Jesse Blackthorn, kendisi bir hayalet. Herondale’ların da kimsenin göremediği şeyleri görmesi bilinen bir şey. Gel zaman git zaman Lucie ve Jesse böyle iletişimde kalırlar.
James’in ise derdi bambaşkadır. Kontrol edemediği bir gücü vardır: Gölgeler diyarına gidip gelmektedir. Hem de beklenmediği anlarda. Bu gücünden başı yanacağı kesin. 
Bu sırada Londra’ya iki kız gelir: Cordelia ve Grace. Cordelia, Lucie’nin yakın arkadaşı ve gelecekte parabataisi olacak, güzeller güzelimiz. Kitabın kapağındaki de ta kendisi. İran kökenlerine sahip Cordelia, elbette James’e vurgundur. James ise kime vurgun? Grace Blackthorn, sinsirille adeta. Bunun detaylarını vermeyeceğim, kitabın kırmızı noktasını vurgulayan bir mesele.
Böyle kanı kaynayan bir arkadaş grubu, bir gün piknik yaparken saldıraya uğrarlar. Ortalık karışır. Hemen tüm gölge avcıları toplanır, deli planlar yapılırken bizim veletler de “biz dünyayı kurtaracağız” moduna girip kendilerince birkaç işe kalkışırlar. Koskoca Tessa ve Will’in bile ruhu duymaz. Bak sene hele. Boynuz kulağı geçiyor desene. 
Saldıralar peşi sıra devam ederken James birkaç gerçekle yüzleşir. Kayıplar olur. Şaşırtmalı ilişkiler ortaya çıkar. (Baya şaşırtmalı.) Aile bağlarının önemi savunulurken final bölümde tam her şey tatlıya bağlanacakken Will gibi James de koca bir salaklık yapar. Püüüh sana diyecektim ki çocuğun büyülendiği aklıma geldi. Evet, lanet bir büyü altında dehşet bir karar alarak herkesi şaşırtır ve bir sonraki bölümde Cassie neler karıştıracak bakalım diye kara kara düşündürtür bizi…

Şimdi diyeceksiniz neden alaylı anlattın. Efenim, Cassie’nin kölesiyim, ne yazsa okurum, Will’i bir kez daha sahneye çıkarttığı için eteğini öperim ama salak değilim. Mükemmel karakterlerine sığınarak konu tekrarına gidiyor ve bazı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze başka nesille sunuyor. Ne yazık ki “dev kurgusu” etkilemedi beni. Beni etkileyen karakterlerin diyalogları ve aralarındaki bağdı. Hepsini ön plana çıkarmaya çalışmış. Mesela Matthew’ü  ve Jesse’yi ayrı ayrı çok sevdim! Onları daha fazla okumak isterim. Anna süper dominant biri ve eğlenceli bir karakter. Alastair’i ve Thomas’ı birbirine çok yakıştırdım nedense. Grace’i yerden yere vurmak, Tatiana’yı boğmak, Charles’ı yok etmek istedim. :) Karakterlere böyle duygular besliyorsam yazarın yeteneğinden ama konu olarak leş ilerleyeceğine eminim.
Eh bir de finalin nasıl olacağını tahmin edebiliriz çünkü bir kitabında (hangisi hatırlamıyorum) Shadowhunter aile ağacını ortaya çıkarmış, kim kimle evleniyor, çocukların adları falan yer alıyordu. O yüzden bu seriye dair teoriler löp löp çıkar. Tabii Cassie bu, öyle olmaz böyle olur diyerek her şeyi sil baştan bile yazabilir.
Velhasıl, ben yine de gözlerim pörtleyecek 600 küsur sayfayı bıkmadan İngilizceden okudum. Arada Magnus’u görünce mayışmış bir kedi gibi mırladım. Seviyorum be bu dünyayı. Seviyorum tüm karakterlerini. Özellikle Will Herondale’ı! Onu baba rolüyle görmek… göz yaşı pıt. 


Spoiler vermemek adına burada bitiriyorum yorumumu. Ekstra merak ettikleriniz olursa mesaj atın hemen detay vereyim. Size birkaç alıntı çevirdim, iç sesimi de ekledim. Umarım beğenirsiniz. 

Ciao adios,
Jane

Lucie ve Jesse’in ilk karşılaşmasından
“Aptal olma,” dedi Lucie, “Ben Lucie Herondale'ım. Babam Will Herondale, çok önemli bir insandır kendisi. Beni kurtarırsan, ödüllendirilirsin.” (Ayağını denk al koçum demek istiyor…)

“Jem amcayla parabatai olduktan sonra daha iyi bir gölge avcısı olduğunu hissettin mi?” diye sordu Lucie.
“Daha iyi bir gölge avcısı ve adam oldum. En iyi yanlarımı Jem’den ve annenden öğrendim. Cordelia ve senin için istediğim şey de bu; ömrünü geçirebileceğin bir arkadaşlık. Asla ayrılmadan.” (Göz yaşı pıt pıt.)


“Aşk ne kadar acıtır?” dye sordu James babasına. “Ah, dibine kadar.” dedi Will ve gülümsedi. “Aşk için acı çekeriz çünkü buna değer.” (As bayrakları as!)

10 Nisan 2019 Çarşamba

Kitap Yorumu: Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler - Cassandra Clare

Selamlar 

Günün yorgunluğunu Kraliçe'm Cassandra'nın bir diğer kitabı olan Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler'in yorumunu yazarak atıyorum. Hani şu mis gibi reklam kokan kitap... Valla yorum yaparken babama bile acımam, çatır çatır yazarım. Beni bilen bilir, Cassandra'ya taparım. Ne yazsa okurum. Onun için gittim 800 küsur sayfa gözlerim kör olurcasına İngilizce kitap okudum. Yetmedi, çıkan her kitabını aldım. Yetmedi orijinallerini bile almaya başladım! Menajeri olsam bu kadar ismini duyurmazdım. Neyse. Konu dağılmasın.
Cassandra'nın Shadowhunter dünyasını aşırı seviyorum. Eklediği her bir yeni karakteri, üvey demeden bağrıma basıyorum. Bu dünya için yazdığı, yazacağı her kitabı da okurum. Ama sevgili yazarım, bazen durmak lazım.
Mesela bu kitabı iyi ki yazdın ama sanki zorlama olmuş gibi. Ki 3 farklı yazarın da ekmeği var bu kitapta. O yüzden orijinal bir Cassandra kitabı değil bence. Bunu da hissetmedim değil. Tamam, karakterlerimiz orijinalliğini korumuş ama kurgularda böyle başkasının dokunuşları olduğu belliydi. Tanırım ben Cassie'yi... 
Ama en güzel tarafı sevdiğimiz tüm karakterleri görüyoruz. Ay, pardon. Tüm sevdiğimiz karakterler mi dedim? Will Herondale her zamanki gibi yoktu! Allaaaam en sevdiğim karakter o ve resmen harcadı Will'ciğimi. :( Herkes mutlu, herkes huzurlu. Will Herondale... Neyse. Söylenmeyeceğim.

*EĞER GÖLGE AVCISI SERİSİNE DAİR BİR KİTAP OKUMADIYSANIZ YA DA HALA OKUMAYA DEVAM EDİYORSANIZ BUNDAN SONRASI FENA SPOİLER İÇERİR. LÜTFEN TÜM KİTAPLARI OKUMUŞ OLANLAR DEVAM ETSİN.*

Gelelim kitabın içeriğine. Odak noktamız Simon Lewis. En şapşal karakterimiz. En sıradan karakterdi ta ki vampir olana kadar. Sonra bir fedakarlık yapıp vampirlikten kurtulunca Gölge Avcısı olmaya karar verdi. İşte Simon'ın bu maceralarını okuyoruz. Akademiye nasıl başladı, neler yaşadı, kimlerle karşılaştı, başına neler geldi... 10 hikaye var. Her birinde farklı olaylar olsa da birbirleriyle bağlantılı. 
İlk hikayede Simon'ın akademiye gelişi anlatılıyor. Oradaki arkadaşları, öğretmenleri ve ortam tanıtılıyor. George adında aşırı sempatik bir oda arkadaşı oluyor. *-* George Lovelace. Soyadı tanıdık geldi mi? 
Bir sonraki hikayede merakla beklediğimiz karakter ortaya çıkıyor: Isabelle Lightwood. Biliyorsunuz, Simon ölümden döndükten sonra hafıza kaybı yaşamıştı. Çoğu şeyi hatırlamıyordu. Izzy de buna dahil. Yaşadıkları ilişkiyi falan gram hatırlamadığı için kitap boyunca bu ikisinin tatlı tartışmalarına şahit olacaksınız. Simon'ın aşırı şapşal hareketleri çok hoşuma gitti. Tam olarak "zıt kutuplar birbirini çeker" çifti olmuşlar. 
Üçüncü hikayede... Ayy bir şey diyeceğim. Ben iyice yaşlandım. Yukarıda o kadar atarlandım ama bu hikayede Will'i okuyoruz. :D Şöyle oluyor: Simon'ın girdiği derslerden birine Tessa konuk oluyor ve geçmişteki bir söylentinin gerçek tarafını anlatıyor. Bu yüzden geçmişe gidip, Will'in olduğu bir sahneyi okuyacaksınız. Ah ah... O sayfalar hiç bitmesin istedim!
Dördüncü hikayede Tessa'nın ve Will'in oğlu James'le ilgili bir hikaye okuyoruz. İlginçti. Aslında bu kitap sayesinde kıyıda köşede kalmış, sessizce ön plana çıkmayı bekleyen karakterlerin ön hikayelerini okuma fırsatımız oluyor. Böyle diyorum çünkü buzdolabı gibi dolaşan Robert Lightwood hakkında bilmediğimiz bir sır ortaya çıkıyor mesela. Ya da Helen Blackthorn'ı daha yakından tanıyoruz. Anne ve babasının hikayesini ilk kez detaylı okuyoruz.
Sonrasında Mark ve Kieran'la da karşılaşacaksınız. Bu kitabın geçtiği dönem, Sebastian felaketinin yaşanmasından hemen sonraki dönem. O yüzden Emma, Julian falan daha küçücük. Tabii onları da göreceksiniz.
En güzel tarafı ise ilk kez Magnus'la Alec'in ne zaman ve nasıl çocuk sahibi olduğunu okuyoruz. Ah, öyle güzel bir sahneydi ki...Ve çok anlamlı. Team Malec canım...
Son olarak, birbirinden değişik ve ilginç hikayeler okuduktan sonra Simon'ın Ölümcül Kupa'dan bir yudum alıp, yeminini ederek resmi olarak Gölge Avcısı oluşunu okuduktan hemen sonra bir olay yaşanıyor. Böyle ben huzurlu huzurlu kitabı okurken o sahneye gelince aniden gözlerim doldu ve yazara baya söylendim. Bu kadın mutlu son sevmiyor -benim gibi. Yani öyle ters köşe yaptı ki, artık kanmayacağım dediğim anda bile pes edip hüzünleniyorum.
Valla her bir karakterine nasıl bağlıyorsa öyle de koparıyor sizden bu cadaloz Cassie. Canım ciğerim ama testere mübarek.
Her neyse. Yazının başında baya söylendim ama şimdi diyorum ki iyi ki okumuşum! Bu dünyaya doyamıyorum. Hep daha fazlası diyorum ki bence daha fazlası da gelecek. Kadının hayal gücü dur durak bilmiyor. Aman nazar değmesin. Tühtühtüh. O yazsın, ben okuyayım.
Dün ben kitabı bitirirken yepisyeni bir kitabı da çıktı: Red Scrolls of Magic. Magnus ve Alec'in dünyayı gezerken yaşadıkları maceraları anlatıyor. Üç kitap olacak. PDF'ni bulursam hemen okumaya başlayacağım. N'apalım, Türk okuru olmak zor bu devirde.

Efenim, Jace'lerden bahsetmedim ama sanmayın ki yoklardı; bol bol yer alıyorlar. Aklınıza gelebilecek her karakter kitapta yer alıyor. Fırsatınız olursa okuyun mutlaka. Cassandra Clare bu, boru mu canım?

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 1 - Geceyarısı Leydisi


Merhabalarrrr

Yaklaşık bir ay önce sabırsızlıkla beklediğim kitabı okudum! Hatta onu beklerken hiçbir kitaptan zevk alamadım. Son kitap yorumundaki yazıdan anlaşılacağı üzere... Gönlümün Leydisi geldi. Karşınızda Cassandra Clare'den yepyeni bir seri: Karanlık Sanatlar ve serinin ilk kitabı Geceyarısı Leydisi!

Artemis Yayınları'nın önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabı bu kadar erken beklemiyordum açıkçası. Sonra bir baktım benim bebeğim kucağımda... Bayram tatilim boyunca onu okudum. Allah'ım yok böyle bir mutluluk. Cassandra Clare kesinlikle benim yazarım. Benim, benimmm! Adeta susamış gibi içtim, aç kalmış gibi yedim kitabı. Okumaya kıyamamazlık olmadı valla. 800 küsürlük kitabı yayıla yayıla okudum. Zaten her bölümünden ayrı zevk aldım. Müthiş bir kurguyla geri dönmüş Kraliçe. Bayıldım! Cehennem Makinaları ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra çıtaları yükseltmişti. Hayal kırıklığı olmadı valla. Yeni favori serim Karanlık Sanatlar oldu bile!

Yepyeni karakterlerin yanı sıra eski karakterleri de görüyoruz. Az ama o bile yetiyor. Zaten Ölümcül Oyuncaklar'ın son kitabında Emma'yı, Julian'ı ve onun kalabalık ailesini tanımıştık. Orada daha küçüklerdi. Şimdi bu serinin baş kahramanı oldular. Aradan beş yıl geçti. Büyüdüler ve o felaket dolu savaştan sonra ayakta kalmayı başardılar. Los Angeles Enstitüsü'nde koca bir aile olarak yaşarlarken tekrardan esrarengiz olaylar başlar. Şimdi ona değinmeden önce karakterlerden bahsedeceğim.

"Aşk birini görmen demektir." -Julian

Emma Carstrairs adeta Will Herondale'ın küçük kız versiyonu. Kendinden emin halleri. Bildiğini okuyan. Hırslı. İntikamcı. Aynı zamanda rengarenk bir karakter. Zıpzıp yerinde duramıyor resmen.
Julian Blackthorn ise Emma'nın zıttı. Sakin, kontrollü, sorumluluk üstüne sorumluluk alan biri. Küçük yaşta kardeşlerine hem ağabeylik hem de ebeveynlik yapmaya başladığından sanırım çok ağırbaşlı biri. Kendine vakit ayırmaktansa kardeşlerine daha fazla ilgi göstermeyi seçen biri. Aslında çok örnek alınası biri. Kim bu zamanda Julian gibi biri olabilir? Ayrıca Emma'nın parabatai'si. Yani bir de Emma'ya göz kulak olmak zorunda. İşi zor vallahi.

Julian'ın kardeşlerine gelirsek... En büyük ağabeyi Mark periler tarafından kaçırılmıştı. (ÖO son kitabında Peri Halkı, Mark peri kanı taşıdığı için ele geçirip, bir yere kapatmışlardır. Jace ve Clary kurtarmaya çalışmıştı fakat ne yazık ki Mark teslim olmamıştı.) Ablası Helen ise Konsey tarafından başka bir yerde görevlendirilmişti. (Bu arada Helen ve Mark, aslında üveyler. Anneleri bir periydi. Andrew Blackthorn daha sonra Julian'ların annesiyle evlenmiştir.) Geriye minik kardeşleri kaldı. Tiberius, Livia, Drusilla,Octavius. Sıralanış aynen böyle. İnanın bana ilk okuduğunuzda kim neydi falan diyeceksiniz ama sonra alışıyorsunuz. Keretalar sık sık karşımıza çıkıyor.
Yeni karakterler ise daha da eğlenceli ve akılda kalıcı. Emma'nın yapmacık ve geçici sevgilisi Cameron. (Acayip uyuz bir tip.) Enstitü'ye Meksika'dan gelen ve konuşmalarıyla insanı güldüren Christina; LA Enstitüsü'nde çocukların eğitmeni olan Diana Wrayburn. Bir de Julian'ların yarım akıllı bir amcaları var. Arthur Blackthorn. Hmm son bir karakter de Magnus Bane gibi büyücü olan Malcolm. Kitaptaki karakterler böyle. Elbette birkaç tane daha var ama asıl ön planda olanlar bunlar.

"Herkesin korktuğu şeyler vardır, insanın olmanın bir parçasıdır bu." -Emma

Kitabın konusundan nasıl bahsetsem bilemiyorum. Çünkü karmaşık. Eminim bir sonraki kitap çıkmadan önce bu kitabı tekrar okurum. Ama şöyle söyleyeyim. Tüm olaylar birbirleriyle bağlantılı. Yani Cassandra klasik kurgu biçimini uygulamış. Sizi yine ters köşeye yatıracak. Ben birini suçlarken hiç ummadığım bir kişi suçlu çıktı. Ve bu sefer kurgu daha da sağlam. Yani olayların gerçekleşmesi ve gerçekleşme nedenleri çok mantıklı. Bu konuda bir bilgi veremem. Spoiler olur. Tek diyeceğim aksiyon da var. Duygusal bağlar da var. İhanet, hüzün, mutluluk... Ne ararsanız var. Yok yok!

"Çok kahve içiyorsun, yeterince krep yemiyorsun." -Emma
"Umarım bunu mezar taşıma yazarlar." Julian

Bu kitaptaki Parabatai konusuna değinmek istiyorum. Önceki kitaplarda genellikle kız-kız erkek-erkek parabatailer gördük. (Will-Jem, Jace-Alec ve istisna olarak Clary-Simon) Bu kitapta da Emma ve Julian Parabatai. Gerçekten birbirlerini koruyan, değer veren, anlayan... İnanılmaz bir çift. Ama tahmin edeceğiniz gibi bir süre sonra bağları aşka dönüşüyor. Gizli saklı bir şeyler yaşasalar da bunun yasak olduklarını biliyorlar. Parabatai'lerin birbirilerine aşık olması... Ölümden bile beter bir şey. Bunu kitapta öğreneceksiniz. Ve bu yüzden Emma bir şey yapıyor. O kadar can acıtan bir şey ki... Sırf bu yüzden bir sonraki kitabı istiyorum. Julian'ın tepkisini görmek istiyorum. Tanrım! Cassandra bize ve karakterlere acı çektirmeye bayılıyor. Uyuz kadın...

"Aşkın yasak olduğunu bilmek aşkı öldürmez. Daha da güçlendirir." -Tessa

Neyse. Eski karakterlere gelirsek... Sonlara doğru onlar da maceraya katılıyorlar. Kitabın sonunda zaten onlara özel bir sahne var. Cassandra bizim gibi sıkı fanları unutmamış. Valla doyasıya okudum kitabı. Müthişti!

Kitap kalın, evet ama süper akıcı. Gözünüzü korkutmasın. Çeviri de güzeldi. Betimlemeler tam Cassandra tarzındaydı. Sonracığıma... Ben bayıldım. Diğer kitabı sabırsızlıkla bekliyorum!

Bir sonraki kitaplarda görüşmek üzere o zaman. *-*
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

2 Eylül 2014 Salı

Kitap Yorumu: Ölümcül Oyuncaklar 6 - Cennet Ateşi Şehri


"Kahramanlar her zaman kazanan kişiler olmak zorunda değildirler.Bazen kaybedenlerdir de. Ama savaşmaya devam ederler, geri dönerler. Pes etmezler. Onları kahraman yapan da budur işte." -Clary

Şuan yazıya nereden başlasam bilemiyorum. En en en sevdiğim seri bitti. Ama sanki bitmemiş gibi. Son kitabı okurken sanki daha yeni kitaplar gelecekmiş gibi doyasıya okudum. Sonlara doğru "Dur, yavaşla. Bir daha bu ekibi okumak yok." dedim ama yine de kitap bitti işte.
Ölümcül Oyuncaklar serisini yaklaşık üç yıldır okuyorum. Ve bitmesi... Alicante'den* sınır dışı edilmişim gibi hissediyorum. Cassandra Clare'i okumayı delicesine seviyorum. Cehennem Makineleri bittiğinde yıkılmıştım ama Ölümcül Oyuncaklar da daha çok "Daha fazla istiyorum" modundaydım. Çünkü sonu mutlu, huzurlu ve tam istediğim gibi bitmiş. :(

Cassandra'yı okuyanlar bilir, kadın savaş yaratmayı ve bu savaşlarda sevdiğimiz karakterleri öldürmeyi, acı çektirmeyi ve bizi okurken süründürtmeyi çok seviyor. Bu kitapta da aynı şeyleri görmek mümkün. Tüm duyguları arka arkaya yaşadım. Endişe, heyecan, mutluluk, şaşkınlık, korku, nefret, hüzün... Şuan beynim error verme konumunda. Evrenler arası yolculuğa çıkmışım gibi hissediyorum. :D Yazar son kitapta kurguyu o kadar yoğunlaştırmış ki kitabı okurken başınızın dönmesi mümkün.

Kitapta birçok bölüm var. Bir yanda Jace, Clary, Isabelle, Alec ve Simon savaşı kazanmak için çabalıyorlar, diğer yanda Alicante'de kalan Luke, Jocelyn, Lightwood'lar, Magnus, Raphael ve birçok isim savaş hazırlıkları yapıyor. Ve kitapta  Cassandra'nın yeni serisinde yer alacak karakterleri bolca görmek de mümkün. Los Angeles Enstitüsü'nde geçecek olan yeni serinin karakterleri Emma, Jules ve diğer çocuklar bu kitapta büyük rol oynamışlar. En azından onları tanıma şansı bulduk. Bunların dışında şunu söylemeliyim ki kafa karıştırıcı sahneler olabilir. Ki ben çoğu yerde sahneleri tekrar okudum.Yoğun, ağır ve uzun bir anlatımı var yazarın. Zaten seriyi okuyanlar bunun farkında ama son kitapta başka bir yoğunluk vardı sanki. Bunun bir diğer sebebi kesinlikle çeviriyle alakalı. Kitabı çeviren kişiyi kınamak ya da yerden yere vurmak gibi bir amacım yok şuanda. (Özellikle bu mesleği edinmek istiyorken.) Fakat keşke kitabı çevirmeden önce serinin diğer kitaplarına bir göz atsaydı. Alıştığımız bazı kavramları farklı çevirmiş. En bariz iki kelimeden örnek vereyim: Stelini mızrakçık, Sessiz Kardeşleri de Sessiz Biraderler diye çevirmiş. Bunlar minik ayrıntılar ama seriyi seven biri için göze batan detaylar. Okurken cidden surat astım ve o kelimeleri okurken kendi bildiğim şekilde çevirdim. Bu konuda çevirmenden çok yayınevine sinirleniyorum. Seriyi çeviren sabit bir çevirmen bulabilirlerdi. Neyse.

"Hiçbir şey hissetmemektense sevip korkmak daha iyidir. Yoksa taşlaşırız." -Catarina

Şimdi kitaptan bahsetmek istiyorum. Ve belirtmem gerekir ki seriyi okumayanlar ya da yeni başlayanlar için müthiş spoiler verme konumundayım şuanda. :D Ona göre devam edin.
Son üç kitaptır bizimkilerin başında büyük bir bela vardı. Sebastian. Clary'nin abisi, Valentine'in iblis oğlu ve herkesin korkmakta haklı olduğu baş düşman. Bu kitabın baş karakteriydi. Yine tüm kötülükleri yapmaktan kaçınmadı. Ölümcül Kupa sayesinde Karanlık Gölge Avcıları oluşturdu. Bunu yapmasındaki amaç ise Gölge Avcılarının sevdiklerini alıp, onlara vahşice bir düşman ordusu yarattı. Ki bu durumda Avcılar, tanıdıkları insanları öldürme konusunda tereddütte kaldılar.
Büyük Kara bir savaş tüm kitabı konu edinmiş durumdaydı. Olaylar sadece Alicante'de geçmiyordu. Bilmediğimiz diyarlar ortaya çıktı. Şeytani Diyarlar, Peri Diyarları ve Alicante'nin paralel evrendeki ölümcül diyarı diyebileceğim bir mekan daha ortaya çıktı. Jace, Clary, Izyy, Simon ve Alec cidden birçok tuzaktan geçti. Resmen ölüme doğru yürüdüler. Çoğu sahnede kalbiniz hopp edebilir. Çünkü Cassandra bu, ne yapacağını tahmin edemiyorsunuz. Seride sevdiğiniz karakterler ölecek demişti. Tamam, ölen karakterler için üzüldüm ama öyle "Amaaan, okumam bundan sonra. Gitti güzelim karakter" dedirtecek cinsten bir şey yoktu. Ki iyi ki yoktu. :D
Bu grubun dışındakiler ne yapıyordu nerdesiniz, valla çok karışıktı olaylar. Luke, Raphael, Magnus ve Jocelyn baya zorluklar atlattı. Alicante'de kalan Emma ve Jules gibi yeni karakterler kendi acılarını, korkularını yaşadılar. Sebastian'ın parmağı her yerdeydi. Her bölümde onun kötülüğünü görmek mümkündü. Kitapla ilgili pek fazla bir şey diyemeyeceğim çünkü her şey birbirine bağlantılı. Ne desem spoiler olur ya da diğer şeyleri de anlatmam gerekir. O yüzden özetle; büyük bir savaşın içinde hissedebilirsiniz. Okurken sanki evle Alicante arasında mekik dokumuş gibi bir his yaşabilirsiniz.

"Düştüğün zaman olan budur. Sende pırıl pırıl olan her şey karanlık bir hal alır. Bir zamanlar ne kadar zekiysen o kadar kötü olursun. Uzun bir düşüştür bu." -Jace

Bunların dışında Jace'i bol bol görme gibi bir lüksünüz olmasın. Bu konuda hayal kırıklığına uğradım. Tamam, çoğu sahnede yer aldı ama şu yeni karakterler yüzünden yazar sanki Jace'e pek odaklanamamış. Bu konuda şikayetçiyim. :D Clary-Jace sahneleri için ağzımı açmam. Sürpriz gelişmeler var. :D :D
Clary-Simon dostluğunu iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Hatta Simon'dan biraz bahsetmek istiyorum. Bir önceki kitabın yorumunu yaparken "Bu kızıl kafa kesin Simon'la ilgili kötü planlar kuruyor." demiştim. Ay, cidden hissetmişim. Kitapta Simon ön plandaydı çoğu zaman. Çok kahramanca davrandı. Onu daha da sever oldum. Ve kitabın sonlarına doğru bir fedakarlık yaptı ki... Ölmedi ama ölse bu kadar üzülürdüm. Resmen ağlayacaktım. Clary'nin durumu daha vahimdi. O yüzden o bölümleri okurken yazara acayip sinir oldum. Jace bitti Simon'a sardı resmen!

"Bildiğim ve sevdiğim her şeyi terk ettim. Belki tam olarak terk etmedim ama kendimle daha önceki hayatım arasına bir cam duvar ördüm. Onu görebiliyor, fakat dokunamıyordum, bir parçası olamıyordum." -Zachariah

Kitapta sürpriz isimlerde vardı. En merak ettiklerimizden mesela...Magnus'un babası. :D Hem komik hem itici hem ne bileyim... Dayaklık ? İlginç ve uyuz bir tipti. Diğer iki karakterden bahsetsem mi bilemiyorum ama tahmin ediyorsunuzdur. Cehennem Makineleri serisinden Tessa ve Jem de bu kitapta yer almışlar. Okurken mutlu olmam lazımdı değil mi ? Ben tam tersine çatık kaşlarla okudum. "Ohh tabi hayatı yaşayın, Will kim bilir nerelerde. Ay daraldım!" modundaydım. Gerçekten, C.M. final kitabından sonra Tessa'dan fena soğdum. Jem'i hala seviyorum ama ne bileyim. Willsiz bir tat vermiyorlar.

Bunları geçeyim. Bazı sahnelerden bahsedeyim. Çok komik sahneler vardı. Simon'ın sarhoş olduğu sahne mesela. :D Tekrar tekrar okudum. Çok komikti. Izyy'le aralarındaki ilişki çok güzeldi cidden. Simon Lewis, bu serideki en masum ve en çekici kişi bence. (Jace, bakma öyle.) Bir diğer şaşırtıcı sahne ise bir bölümde İstanbul adı geçiyor. Aslında okuyunca size sürpriz olsaydı ama söylemesem olmazdı. :D İstanbul'da da bir Enstitü varmış yahu! Tamam itiraf ediyorum, başında ben varım! :D

".... olağanüstü hikayeler okumanın keyfini yaşayabilir ya da hikayenin bir parçası olabilirsin." -Magnus

Bu kitapta ayrıca Magnus'u ayrı bir sevdim. Adamın zaten farklı bir tarzı ve enerjisi var. Sizi içine doğru çekiyormuş gibi... Onu okurken nedense rahat hissettim kendimi. :D Magnus Bane'le gerçek hayatta karşılaşmak isterdim. Bana da "Kurabiyem*" diyebilirsin! :D

"Bazen bir şeyleri yeniden kazanmak için her şeyini kaybetmen gerekir ve kaybetmenin verdiği acı ne kadar büyükse yeniden kazanmak da bir o kadar tatlıdır. -Sebastian 

Ve son olarak aslında bunu söylemek biraz ironik ama sonlara doğru Sebastian'a üzüldüm. İlk defa ona acıdım. Sevgiye aç, Clary'nin ilgisine muhtaç biri. O kadar kötülük yaptı, elinde olsa daha da fena şeyler yapacaktı ama ona karşı bir an gerçekten sıcaklık, sevgi, merhamet hissettim. Yazar beni iyice dengesiz yaptı. :D

Yazarken öyle şakaya falan vuruyorum ama içim kan ağlıyor. Seri bitti, seri! Karakterlerine o kadar bağlıyım ki cidden bittiğine inanamıyorum. Her karakterin ayrı bir çekiciliği, komikliği, farklı bir havası var. Hayır onu geç, serinin gerek kurgusu gerek anlatım biçimi... enfes. Her zaman diyorum. Cassandra'nın hayal dünyasına delicesine aşığım. Beni oraya hapsetseler gıkım çıkmaz.

İşte böyle. Bir seri daha bitti. Kitaplığımın gözdesi olarak yerini aldı. Yine okurum bu kitabı. Doyamadım çünkü. Herondale, Lightwood, Carstairs... Bu üç soyadın yeri bende ayrı. Sonunda Jace'in kalıcı bir soyadı oldu. Jace Herondale, her zaman hatırlayacağım seni. Yaşlanıp, büzüşsen bile. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

27 Ocak 2014 Pazartesi

Kitap Yorumu : Mekanik Prenses - Final Kitap !


Sanırım en zorlanarak yazdığım yazılardan biri olacak. Ve oldukça uzun olabilir. Çünkü en sevdiğim serinin final kitabını okudum. Bitti. Will Herondale bitti. Cehennem Makineleri serisi bitti. Benim dünyam da bitti. Cassandra, seni öldürmek istiyorum !!!

Ben bir kül yığınıydım ama beni kıvılcımlandırıp ateşe dönüştürdün.

Şimdi yazacaklarım kesinlikle abartı değil. Tüm içtenliğimle yazıyorum ; gelmiş geçmiş en sürükleyici ve en şaşırtmalı kitap buydu. Okurken yine kahkaha attım, ağzım açık okudum, öfkelendim, endişelendim, hüzünlendim, mutlu oldum ve sonunda salya sümük ağladım. Yazara söylendiğimi belirtmem gerekmiyor herhalde ? Tamam, yazabilecek en en en iyi finali yazmış. Ama kalbimi ikiye bölüp, kesip, ateşlere verdi. Kalp denen bi şey yok şuan bende. Cidden.
Normalde yazarların serileri uzatmamasını isterim.Ama Cassandra uzatsın, lütfen ! 3 kitap ile Cehennem Makineleri bitti. Dolu dolu, tutkulu ve tatmin edici. Söylenecek pek söz yok aslında. Yazar kalemini konuşturmuş adeta. Hayal gücüne hem aşık oldum hemde hayal dünyasını kıskandım. Bu kadar mükemmel kurgulamamalı, yazmamalı !

Hazır kendimi toparlamışken kitabın içeriğinden bahsedeyim. Çok fazla detay ve spoiler vermemeye çalışacağım. Çünkü sürprizlerle dolu bir kitap. Heyecanınız kaçsın istemem....
Bir önceki kitapta Will, üzerindeki lanet kalkınca aşkını ilan etmek üzere Tessa'nın yanına gitmişti ama artık çok geçti. Parabataisi Jem ile nişanlandıklarını öğrenmişti. Ve araları açılmıştı. Bu da yetmiyormuş gibi Will'in kardeşi Cecily, Enstitü'ye Gölge Avcısı olmak için gelmişti. Ve kitap heyecan verici bir şekilde burada bitmişti.
Mekanik Prenses'de ise kitap, Tessa'nın gelinlik provasıyla başlıyor. Tam o sırada Benedict Lightwood'un küçük oğlu Gabriel geliyor ve babasının tuhaf bir yaratık olduğundan bahsediyor. Hatırlamayanlar için ; Mekanik Prens'de Benedict, iblis çiçeği hastalığına yakalanmıştı. Hatta bu hastalığa kimse inanmıyorken Will bunun hakkında şarkılar bile söylemişti. :D Evet, her neyse... Tessa, Jem, Will, Cecily ve Lightwood kardeşler hemen Lightwood Malikanesi'ne giderler. Olaylar karışıktır. Will bir yandan savaşırken diğer yandan kız kardeşi Cecily'i göz önünde tutmaya çalışır. Bu sahnelerde hem Gabriel'i hemde Gideon'u daha çok sever oldum. Hatta kitabı okurken genel olarak bu iki kardeşe daha da ısındım diyebilirim. Önceki kitapta oldukları gibi düşman değiller. Zaten babalarının dolduruşlarına gelmişlerdi.
Sonrasında tekrardan Enstitü'ye geri dönerler. Çünkü Jem'in durumu kötüleşmektedir. İlacını fazla kullandığı için yin fen'i kalmamıştır. Will, yin fen almak için her zaman gittiği dükkanlara uğrar ama birileri tüm yin fen'leri toplamıştır ! Mortmain'den başkası olamaz. Bir an önce ilacı bulmaları gerekir çünkü Jem'in durumu ciddileşir. Magnus Bane'e giderler. Fakat bir sonuç çıkmaz. Yine de Will ve Tessa bu konuyu deşmeye başlarlar.
Bir yandan da Konsolos Wayland, Charlotte'yi Enstitü'den aldırmak için onun aleyhine karşı kanıtlar aramaktadır. Habire görüşmeler yapar. Tam bu sırada Enstitü'yü Mortmain'nin ordusu Makineler basar. Bu savaşın ilk sinyalidir. Ve cidden işler fena halde karışır. Bundan sonrasından bahsedersem kitabı okumanızın bir anlamı kalmaz. Olaylar birbirine çok bağlantılı. O yüzden kitabı hiç soluk almadan okumak istiyorsunuz. Ki şükürler olsun tatilde olduğum için üç günde kitabı silip, süpürdüm. Adeta yedim.
Kitabın anlatış biçimine değinmek gerekirse, yazarımız, her kitapta olduğu gibi bu kitapta da herkesin gözünden olayları farklı boyutlarıyla anlatmış. Bir yandan Enstitü'deki olayları yansıtırken diğer yandan Tessa'nın kendini kurtması, Will'in yoldaki maceraları ve Lightwood kardeşlerin yaptıkları anlatılmaktaydı. Böyle olmasına çok sevindim çünkü hemen herkesin ne yaptığını aynı anda öğrenebiliyorsunuz. Yani yazar gizli saklı bir şey bırakmamış.

... kendim yapamayacağım bir şeyi benim için yapmana ihtiyacım var.  Gözlerim yokken gözlerim olmana. Ellerimi kullanamazken ellerim olmana. Benimki atmayı bıraktıktan sonra, kalbim olmana.

Ben asıl karakterlerden bahsetmek istiyorum. Kitapta belli başlı karakterler vardı ve yazar her karakterin düşüncelerini, bakış açılarını kitaba öyle güzel yansıtmış ki hepsini daha yakından tanıdım ve daha çok sevdim diyebilirim. Mesela önceki kitaplarda Gabriel Lightwood'dan nefret eden ben, bu kitapta o kadar çok sevdim ki... Resmen yazar sizi ters köşeye yatırıyor, etkileyici kelimeleriyle. Bir de sürprizler aşklar vardı. :D Aslında burada delicesine anlatmak isterdim ama spoiler vermek istemiyorum cidden. Tek diyebileceğim Gabriel ve Gideon Lightwood kardeşler çok fena ! Enstitü'ye bir geldiler bekar kızları kaptılar. Onları okurken çok eğlendim. Lightwood'lar bir harika !
Enstitü'nün lideri Charlotte ise bu kitapta daha ön plandaydı çünkü oradaki konumu tehlikedeydi. Çocukları gibi gördüğü Will ve Jem'in sorunlarıyla ilgilenirken Lightwood kardeşleri güvence altına aldı. Çatlak ve dahi kocası Henry ile ilgilendi... Ah, Henry demişken, bunu söylemezsem çatlayacağım. :D Ölümcül Oyuncaklar serisindeki Portal'ı -Geçit- kim yapmış bilin bakalım ? Çatlak görünümlü olsa da bir dahi olan Henry tasarlamış ve tatlı büyücümüz Magnus Bane ile beraber gerçeğe dönüştürmüşler. Zaten Portal sayesinde Mourmain'in savaşına katılıyorlar. Gerçekten büyük bir icat ! Ve Magnus Bane demişken... Onu Ölümcül Oyuncaklar serisinde de çok seviyordum ama bu seride o kadar çok sempatik ve sevilesi geldi ki... Magnus'a daha çok saygı duyar oldum. Farkında değiller ama Will'le dost oldular. Magnus Bane... Adamım ya. Ve son olarak Will'in kız kardeşi Cecily'den bahsetmek istiyorum. Kendileri resmen Will'in kız versiyonu diyebilirim. Hem dış görünüş olarak hemde davranışları bakımından. İnatçı, kendinden emin, yerinde duramayan ve oldukça zeki. Kitapta, herkesi gözlemleyip yorumlarda bulundu. Ve birçok şeyi kendisi keşfetti. (Tessa ve Will'in arasındaki bağı.)

Hayat bir kitaptır ve henüz okumadığım yüzlerce sayfa var. Ölmeden önce, okuyabildiğim kadarını seninle okumak istiyorum...

Will, Tessa ve Jem üçlüsünden bahsetmeye korkar oldum. Onları her düşündüğümde kitabın sonu aklıma geliyor ve istem dışı gözlerim doluyor. Yalan söylemeyeceğim, özellikle son bölümü okurken salya sümük -cidden- ağladım. Hele bir paragraf var ki... İlk okuduğumda göz yaşları yüzümü yıkadı resmen. Bir daha okuyayım dedim -kendime işkence etmek için- ama okuyamadım. Göz yaşlarım resmen kelimeleri bulanık gösterdi ve o paragrafı yasaklı bölge olarak işaretledim. Orayı okumaya ne zaman cesaret ederim bilmiyorum. Yazar beni mahvetti. Resmen azrailim oldu. O kadar içten betimlemeler yapmış ki... Belki de bu yüzden karakterler ve kurgu beni gerçekmiş gibi etkiledi.

Kelimelerin bizi değiştirme gücünün olduğunu söylemiştin. Senin kelimelerin beni değiştirdi Tess. Kelimelerin, beni aksi takdirde olacağımdan daha iyi bir adama dönüştürdüler. 

Bu kitapta yazar kendini cidden aşmış. Will ve Jem'in dostluğu, kardeşliği ve Tessa'nın ikisi arasında kalışı... Serinin başından beri bu aşk üçgenine gıcık olamıyorum, öfkelenemiyorum. Çünkü üç karakteri de çok seviyorum. Will önceliğim ama Jem'i de bir kenara atamıyorum. Belki hastalığı yüzünden belki de saf iyiliği yüzünden. Tessa'ya hiç kızamıyorum. İki müthiş erkek bulmuş, kız nasıl seçim yapsın ? Will ise kardeşim dediği insanın sevdiği kıza tutulmuş... Yazar resmen oturup, düşünmüş "Acaba okurları nasıl çıldırtsam diye..." Ve bu yüzden kitabın sonu beni yerle bir etti. Aslında yazar iki tarafıda memnun etmeye çalışmış. Hem Will hemde Jem yönünden. Finalden memnun kaldım ama bir şey yapmış ki... Resmen göz yaşlarımın ayarını bozdu. Sulu göz oldum onun yüzünden. Ne zaman o paragraf aklıma gelse gözlerimi pörtledip, "Ağlama Jane" diye kendimi teselli ediyorum. Eminim bir ölümün olduğunu farketmişsinizdir. Yoksa niye bu kadar ağlayayım di mi ? :D Kimin öldüğünü ise okuyunca öğrenin. Tek diyebileceğim, yazılabilecek en anlamlı finaldi.

Ki yazar her şeyi düşünmüş. Her şeyi. Kitapta eksik bir parça bulamıyorsunuz. Puzzle gibi her şey birbirine bağlı. O yüzden kitabı ya tatilde ya da çok sakin bir zamanınızda okuyun. Ben üç günümü sırf kitaba verdim diyebilirim. Yemek ve uyku dışında kitapla beraberdim. Üç günüm resmen Enstitü'de, Will'le, diğerleriyle beraber geçti. Ve tahmin edebileceğiniz gibi kitap bitince kendimi kovulmuş gibi hissettim. En acı verici olan ne biliyor musunuz ? Kitap sizi üç gün sihirli bir dünyanın içine çekiyor. Sonra birden tekmeyi basıyor ve yine sıkıcı gerçek hayata geri dönüp, çözülmesi gereken matematik testlerin başına geçiyorsunuz. Will'den matematiğe... Neyse, bir şey demiyorum. :D

... Katlanılmaz olana katlanıyorsun ve bu yükü taşıyorsun. O kadar. 

Sevdiğiniz ve sizi hayattan koparan seriler, karakterler bitince neler hissediyorsanız bende şuan onları hissediyorum. Terk edilmiş gibi... Okuduğum serilerin nedense hiç biteceğini düşünmem ve bitince de kocaman bir boşlukta buluyorum kendimi. Eh, Will fena koydu bana. Onu çok ayrı seviyordum. Onun şakalarına, şarkılarına, aşk dolu sözlerine, klasiklerden bahsedip alıntı yapmasına, kendisini övmesine, sarhoş taklidi yapmasına, içindeki kırılgan Will'i göstermemeye çalışmasına ve laf sokma çabalarına kadar her şeyini çok ayrı seviyordum. Ve şimdiden bu özelliklerini özlüyorum. Sağol Cassandra, cidden sağol !

Cehennem Makineleri bitti ama yazar sanki son cümlelerinde bir sürpriz yapacağını belli etmiş. Bu sürprizi Ölümcül Oyuncaklar serisinin devam eden kitabında göreceğiz. Tahminim var ama bakalım... Ve şunu belirteyim ; her ne kadar Cassandra'nın ilk, Ölümcül Oyuncaklar serisini okuyup çok sevsem de Cehennem Makineleri şuan tüm serilerimi ezdi, geçti. Yani şuanki favori serim kesinlikle C. Makineleri.

Her kalbin kendi melodisi vardır. 

Gerçek hayattan kopmak, eğlenceli ve romantik karakterler okumak, şaşırtmalı bir kurguya gömülmek istiyorsanız bu seriyi okuyun. Hemde hemen ! Pişman olmayacağınıza garanti ediyorum. Cassandra Clare'in hayal gücüne tutulmamak imkansız.

Sevgiler, öpücükler : Jane

Not: Bu seride İki Şehrin Hikayesi ve Büyük Umutlar'dan baya bahsedildi. Ki Will'in sevdiği klasikler bunlar. En kısa zamanda okuyacağım. Will Herondale okuyorsa, bir bildiği vardır değil mi?

21 Aralık 2013 Cumartesi

Jane'den Bir Haftasonu Sohbeti : "Sorun Bende Mi ?"


Siz de benim gibi kitap, film ve dizi karakterlerine ciddi ciddi aşık oluyor musunuz ? Bu soru geçen gün aklıma takıldı. Deli miyim ben ? Yoksa sorun bende mi, dedim. Gerçekten hayali karakterlere karşı bir ilgim var. Öyle böyle değil. Tabii delilik sınırını geçmiyorum. O kadar psikopat değilim arkadaşlar. :D Ama bu aralar, bu takıntım kafama takılmıyor değil. Sanırım dert edecek başka bir şey bulamadım.
Mesela geçen gün dershaneden eve suratım asık geldim. Günüm berbat geçmiş, hava kötü, sırılsıklam falan olmuşum. Odama girdim. Çantamı bırakıp, kafamı kaldırınca okunmayı bekleyen kitaplarımı gördüm. Şöyle kafamı biraz yana eğdim. Favori yazarlarımın kitapları bana oradan göz kırpıyor sanki. Sonra omuz silktim. "Amaaaan. Ne surat asıp, kendimi mahvediyorum. Benim okuyacak milyon kitabım var. Hayatımda Daemon Black, Jace Wayland, Seth, Travis Maddox falan varken dertler yanıma bile yaklaşamaz." dedim ve inanın bana o dakikada ruh halim değişti. Sanki suratı asık eve giren ben değilimde öteki evrenden gelen ikizim falan... :D  Bir sevgilim olsa bu kadar moralimi düzeltemezdi yani. Karakterlerin gücü aşkına !


Sonra tabii bu gerçek kafama dank etti. "Ey Jane, kendine gel. Kitap karakterleri ruh halini sanki bir düğmeye basmış gibi değiştiriyor. Sence de bu biraz garip değil mi ?" dedim. Ama biliyor musunuz ? Çok zararsız bir şey ve müthiş mutluluk veriyor. Adı üstünde hayali karakter. Gerçek hayattaki bir erkek (veya kız) kalbinizi paramparça edebilir ve üstünde tepinebilir, sizi yerle bir edebilir, istediğiniz gibi davranmaz ve sizi mahvedebilir. Ama hayali karakterlerimiz... Kafamızda nasıl şekillendirmek istiyorsak öyle hayal ediyoruz. Kukla gibi istediğimiz şekle sokuyoruz. Bir gün Travis'le Paris'te yemek yerken diğer gün Patch'le sırt sırta vermiş meleklerle dövüşürken bir kaç saat sonra Jace'le ördekleri kovuluyor olabilirim. (Hayal gücüm çok pis uçuktur. Ciddiyim.)

Yani, ben karakterlerimle mutluyum. Belki biraz çılgınca. Hatta "Bu kız kafayı mı yemiş, yalnızlıktan dibe vurmuş" falan diyebilirsiniz. (Ki öyleyim, :D) Ama bana iyi geliyor mu, geliyor. Hemde nasıl iyi geliyor. Benim çok dönek bir ruhum var. Bir dakika önce gülüp, "ahaha evet gideriz yaa" deyip beş dakika sonra surat asıp "o gün ne olur bilmiyorum ki, gelemeyebilirim." modunda oluyorum. Bu ruh halimden çıkmamı sağlayan etkenlerden biri de karakterlerim. Bunu keşfedince ilaç gibi kullanmaya başladım. Moralim bozuk mu ? Hooop, hemen otur ya bir şeyler izle ya da acilen bir şeyler oku ! Ve evet, son model Jane karşınızda oluyor. Hatta, çok sevdiğim bir karakteri okuyorken yanıma gelip bir şey isterseniz anında yapabilirim. O derece ikna edilecek bir modda oluyorum. (Şuan çok pis bir açığımı ele verdim. Hadi kullanın.) 

Karakterlerimi benimseyen arkadaşlarımda var. Onlarla sanki karakterler gerçekten varmışçasına sohbet ediyorum. Özellikle ikizimle oturup saatlerce kitap ve karakterleri hakkında konuşmuşluğumuzu bilirim. En ince detayına kadar gireriz. :D Artık biz işi nasıl ilerlettiysek... Yazarlar, kafalarında oluşturuyor, biz geliştiriyoruz resmen. Patch olsa şunu yapar, Adrian olsa böyle söylerdi, Jace bu durumda şu mimiği yapardına kadar hayal gücümüzün sınırlarını zorluyoruz. Ve bu cidden rahatlatıcı bir şey. Hayal etmek, düşünmek, oluşturmak... İnanılmaz. Yaşamak lazım. :D

Mesela geçen gün çok yakın arkadaşlarımdan biri olan M'le konuşuyoruz. Sohbet de erkekler konusuna geldi. O da "Ah tabii sen Adrian Ivashkov gibi birini istiyorsun, bekliyorsun." dedi. Gülerek evet dedim. Sonra durdum, düşündüm. (Hep bu anlık düşünceler yüzünden kafayı yiyeceğim.) Harbiden de öyle. Bir de şu gerçek var ki Adrian gibi biri gelmeyecek. Ve ben yaşlanıp, buruşup öleceğim. Ya da "Amaaan, salla ya onu mu bekleyeceğim." deyip gerzek birine aşık olup hayatımı mahvedeceğim. Ve evet ben beklemeyi tercih ederim. Sanırım en büyük hatam da bu olacak. Çünkü hiçbir zaman kitap karakterleri gibi biri olmayacak gerçek hayatta. Fiziksel benzerlikleri geçtim, aynı "karakter" özellikleri olan birini bile bulmak mucize olur. 

Bir diğer sorun şu ki birden fazla karaktere aşığım. Saymakla bitmez. Film karakterlerinden Batman'e delicesine tutkunum zaten. :D O maskeyi biri takıp, karşıma evlenme teklifiyle çıksa direk üstüne atlarım.Güzel hayaldi ama öyle yapmam tabii. Deli miyim ben ? O maskenin altından bir seri katil çıkarsa ? Neyse, ah bir de Dean Winchester var ! Adama öyle böyle değil, çok fena aşığım. Bir saatliğine bana verseler n'olurdu ? Kitap karakterlerine hiç bulaşmıyorum bile... Listem çok kabarık. :D Adrian Ivashkov her zaman önceliğim tabii. Adam boru değil, Ivashkov yani !


Kısacası sorun bende sanırım. Bir insan bu kadar karakterlere tutulmamalı. Yolda yalnız yürürken bile "Ah şimdi ... olsaydı neler yapardık" diyorum. O dereceye geldim. Yalnızlığın dibine resmen vurmuşum. Bunları yazdım çünkü anlatıp, rahatlamak istedim. Umarım içinizden birileri de "Bende öyleyim Janeeee." diye mesajlar atar. Yoksa tırsıp, kendim Bakırköy'e gideceğim. :D

Son olarak, hep erkek karakterlerden bahsettim. Ama kız karakterlerden öyle biri var ki resmen kayıp ikizim. Lux serisinden Katy Swartz'la çok ortak yönümüz var. Hemde baya. :D Bu blog'u da aslında bir bakıma onun sayesinde açtım. Kitapta habire blog'udan bahsediyor, yok yeni kitap kargosu gelmiş hemen okuyup blog'un da videolu yorum hazırlayacakmış falan. Bende bir blogger'ım. Ara vermiştim ve yeniden blog açmamı sağladı. Bildiğin canım çekti. :D Ve sonucunda karşınızda ben varım. 

Şimdilik bu kadar. Böyle çılgın anılarınız varsa yollayın bana da kendimi teselli edeyim. 

Sevgiler, öpücükler : Jane

4 Ağustos 2013 Pazar

Seri İncelemesi / Kitap Önerisi : Mekanik Prens

     Serinin üçüncü kitabı çıkmadan önce Mekanik Prens'e bir göz atayım dedim... Demez olaydım. Hani çok önceden izlediğiniz dizi-film, dinlediğiniz şarkı ya da okuduğunuz bir kitap tekrar karşınıza çıkınca böyle tuhaf bir his yaşarsınız. O anlardaki havayı tekrar soluyormuş gibi içinizde bir kıpırtı belirir. ( Ya da bunları sadece ben yaşıyorum :P) İşte kitabı elime alınca aynen öyle oldu. Kitabı okuyalı bir yıldan fazla olmuştur. Ama hala  bazı yerleri çok net hatırlıyorum. Kalın ve çok yoğun bir kitap ama sizi öyle bir etkiliyor ki aklınızdan çıkması mümkün olmuyor.
Cassandra Clare'in hayal gücünü, anlatım biçimini gerçekten seviyorum. Bazı okuyucular hep aynı konu üzerine kitap yazdığı için söyleniyor ama ben halimden memnunum. Kitaplarını okurken ruh halim çok dengesiz oluyor.Bazen gülmekten kitabı elimden bırakıyorum. Bazen heyecandan ve meraktan tırnaklarımı kemirirken kitap elimden düşmüyor. Bazen de karakterler acı çekerken bende acı çekiyorum.Bu nasıl bir iş anlamış değilim. Okurken öyle etkileniyorum ki görende ben iblis kanı taşıyorum, ben savaşlara katılıyorum,ben aşk üçgeninde kalıyorum sanacak. :D İşte bir yazar bunları bana tattırıyorsa tüm kitaplarını gözüm kapalı alır, okurum. Cassandra beş sayfalık bir şey yazsa bile okumak için can atarım. O yüzden favori yazarlarımdan biri olduğuna söylememe gerek yok sanırım... :D 
İkinci kitap hakkında yorum yapmadan önce seriyi bilmeyenler için serinin ilk kitabının tanıtımını okusunlar : Mekanik Melek Bu Ölümcül Oyuncaklar'ın yan serisi. Yani direk alıp, okuyabilirsiniz ama o kadar çok yeni terimler var ki... Kafanız allak bullak olabilir.İlk Ölümcül Oyuncaklar 'ı okumak daha mantıklı ama seçim sizin elbette. ( Seriyi okumayanlar spoiler yememek için devamını okumasın,derim.)

Mekanik Prens hakkında ilk söylenecek şey ; dolu dolu bir kitaptı. Şurası çok saçmaydı, gereksizdi gibi bir bölüm kesinlikle yoktu. Okurken zaten gerçekten hayattan direk kopup, Cassandra'nın işkenceli ve bir o kadar cazibeli hayal dünyasına adım atıyorsunuz. :D 
Tessa ilk kitapta Will Herondale'dan ters tepki görünce Jem'le yakınlaşmaya devam eder. Ama her şey göründüğü gibi değildir. Will'in neden insanları kendinden uzak tuttuğunu ve nefret ettirecek kadar ağır laflar söylediğini anlıyoruz. Üstünde bir lanet vardır. Bu lanet sevdiği tüm insanları ölüme sürükleyebiliyor. Will, bu lanete o kadar inanmış ki dünya da tek kalmaya razı olmuş diyebiliriz. Yine de bu laneti bir an önce üstünden atmak istiyor. O yüzden çılgın karakterlerimizden biri olan Magnus Bane'den yardım almaya gider. Magnus bir iblis efendisidir. Fakat bu laneti kaldırmak o kadar kolay değildir. Ve Will'inde Tessa'dan uzak durması o kadar kolay değildir. Anlayacağınız işler fena halde karışır. 
Londra Enstitüsü'nü yöneten Charlotte ise elindeki gücü kaptırmamak için çabalamaktadır.Çünkü Konsey, yönetimi onun elinden alıp Benedict Lightwood'a vermek istiyordur. Bu durumu engellemek için Will,Tessa ve Jem  hem Enstitü'yü hem Charlotte'yı kurtarmak için Mortmain'in geçmişiyle ilgili sırları açığa çıkarmaya çalışırlar. Bunlar yetmiyormuş gibi Tessa, gölge avcısı olması ve iblis kanı taşımasıyla ilgili bilinmeyen şeyler öğrenir ki bunlar gerçekten hiç hoş şeyler değil. Aşk üçgeninde kaldığı yetmiyormuş gibi canavar'a dönüşmesine yardımcı olan Gölge Avcılarıyla da baş etmeye çalışır.
Bunlar sadece kitabın genel özeti. Her şeyi ballandıra banllandıra anlatmak isterdim ama spoilerden kitap okuyamazsınız. :D  Tek diyebileceğim : "Bu kitabı okuyunca ilk kitapta neymiş be!"
Gerçekten bu kitap beynimi sarstı. Hayatımda böyle dolu dolu, baş döndüren bir kitap daha okudum mu hatırlamıyorum. Kitabı elime alınca bile bazı sahneler gözümün önünde sahneleniyor. Will'in mutluluktan uçup, hayal kırıklığıyla koltuğa çöktüğü an ; bir partide Tessa'yla balkonda yakınlaşırlarken Magnus'un onları basması ve daha milyon şey. Jem'e gelirsek... Team Will'ciyim ama Jem'i ezemiyorum. Öyle bir karakter ki sarılıp, "her şey yoluna girecek" demek geliyor içimden. İkisininde Tessa'ya olan sevgisine kızamıyorum çünkü Tessa'yı da seviyorum. Eh, Tessa'ya da kızamıyorum aşk üçgeninde kaldı diye. Bir yanda Will diğer yanda Jem. Tek kızabildiğim kişi Cassandra Clare. Ortalığı karıştırıp, ateşe veren ve işkenceleriyle bizi hasta eden yazar o. Her türlü işkencesine rağmen şu kadına ahtapot gibi sarılıp, her kitabını okuyorum. Sonum hayrola...
Son söyleyeceğim şeyler ise... Sıkıcı, maraton hayatınızdan bir kaç günlüğüne kopmak ve bir kitaba sığınmak istiyorsanız Cassandra Clare alın, okuyun. Şanslı sizler yurtdışında çıkan kitapları ülkemizde çıkmış bulunuyor. Benim gibi sürünmeyeceksiniz "Nerde bunun devamı ?!" diye. :D 
Will Herondale'e not : Her şey yoluna girecek, Cassandra Clare'e rağmen. Kalpsiz bir cadı olamaz o kadın !

Sevgiler, öpücükler ; Jane

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Aşık Olunacak Kitap Karakterleri Vol 1


Bir insan kitaptaki erkek karakterlere takıntılı olabilir mi ? Sanki gerçeklermiş gibi onlar hakkında konuşup,onları savunabilir mi? Eğer bu kişi kitap kurduysa evet, böyle bir şey olması mümkün. Ben ki fena takıntılı,kıskanç ve korumacı insan, konu sevdiğim karakterlere gelince vahşi bir kediye dönüşebiliyorum. Gerçekten de hayatımda normal birilermiş gibi davranabiliyorum. ( Delilik derecesinde değil elbette) " x kişi nasıl biridir?" diye sorarsanız onu yaratan kişiden -yazarı- daha çok anlatabilirim.

Bu yazıyı hazırlarken tek tek en sevdiğim karakterlerin hayatlarına şöyle bir göz attım. Vay be dedim,liste giderek kabarıyor. Ki bunlar daha başlangıç. Okunacak milyon kitap var... Bu demek oluyor ki milyon erkek karakterde listeye eklenecek gibi. Şimdilik bu 'haremle' mutluyum. :D

İlk okuduğum ve çok sevdiğim karakter Edward Cullen'dı. Ki eminim çoğu kişinin de ilk gözde karakteri Edward'dı. Ama sonradan onu sevgili Bella Swan'a teslim ettim. Zaten benim için çoook yaşlıydı :P (Kıskançlık krizi geçiriyor hala...) Sonrasında kısmetim açıldı zaten. :D Artık isimleri karıştırmamaya çalışıyorum. Tabii her önüme gelen karaktere yapışmıyorum.Bir de şöyle bir durum var artık gençlik romanlarında aşk üçgeni var. Masum kızımız iki çekici erkek arasında kalıyor. Ben genellikle terkedilen,avutulmaya ihtiyaç duyan karaktere vuruluyorum ama karakterlerde beni çeken özellik sadece bu değil. Aşağıdaki isimlere detaylı baktığınız zaman hepsinin bazı ortak yönlerini görmüş olacaksınız. (Christian Grey dışında. O bir istisna.) Genellikle vurulduğum karakterler ; serseri tipli,esprili,kendinden emin,hayatı umursamıyor gibi görünselerde aslında en çok takıntılı olan ve yeri geldiğinde korumacı olan, isteyince fena romantik olan ve enerjileri yüksek olan karakterler.

Adrian Ivashkov (Vampir Akademisi / Richelle Mead) : Ivashkov,en çok değer verdiğim karakter diyebilirim. Yazar yüzünden Ivashkov'la beraber üzüldüm,terkedildim,mahvoldum ama kahkaha attığım zamanlarda oldu. :D Zümrüt yeşili gözleri ve koyu kahverengi saçlarıyla serseri tipli biri. Sigarası,alkolü her türlü pisliği var ama adam çekici n'apalım. Yaramaz,muzur bir çocuk gibi görünebilir. Ama kalbini kırdığınızda  bambaşka bir delikanlı olabiliyor. O deli dolu kalbini gören biri olduğum için şanslıyım. Bir dilek hakkım olsaydı Adrian Ivashkov'u gerçek hayatta,yanımda olmasını dileyebilirdim. Anlayın ne kadar çok sevdiğimi. :D

Patch Cipriano (Düşmüş Melekler / Becca Fitzpatrick) : Ivashkov'un bir numaralı rakibi olabilir. Patch olmasa Düşmüş Melekler serisi bir hiç olurdu zaten. Esmer,beysbol şapkasıyla ünlü ve yine serseri tipli biri. Patch gerçekten serseri gibi... Giyinişi,hareketleri... Ama adamın korumacı tarafı işte insanı çekiyor.Kendinden emin halleriyle,çarpıcı sözleriyle insanı dondurabilir.Ve binbir parçaya ayırabilir. Etkisi ne kadar yüksek siz düşünün... Eh bir de adam melek...İntikam veya Koruyucu meleği ne farkeder ! İkinci bir dilek hakkım olsaydı şu an Patch yanımda,blog'umla uğraşmaktansa onunla takılabilirdim. :D

Jace Wayland (Ölümcül Oyuncaklar / Cassandra Clare) : Cassandra'nın efsanevi karakterlerinden biri daha... Kitaptaki Jace Wayland'a bayılıyorum. ( Filmdeki Jace'i görmeyin derim.Kusabilirsiniz.) Sarışın,mavi gözlü diye klasik biri gibi görünebilir. Ama hayır,kesinlikle fena biri. Dünya kendi etrafında dönüyormuş gibi davranıyor olabilir ama birine bağlanınca içindeki bambaşka Jace ortaya çıkıyor. Kitap karakterlerin en önemli özelliklerinden biri de bu. Sevdiklerine karşı umursamazmış gibi davransalarda içten içe korumak ve hep yanlarında olmak için yanıp tutuşuyorlar. Bu özellikleri zayıf noktalarıymış gibi saklamayı tercih ediyorlar. Kısacası Jace Wayland'ı kapın derim. Yoksa Cassandra bizim oğlanı kurban edecek...

Will Herondale (Cehennem Makineleri / Cassandra Clare) : Sizi içine çeken bir çift mavi göz, gece karanlığı kadar siyah olan saçlar,özel oyulmuş gibi mükkemel bir yüz düşünün... Yazarken ben bile eridim. Cassandra'nın bir diğer başka 'fena' karakteri. Herondale sayesinde resmen kitabı okurken kanser oldum. Zaten bu seriyi okurken hayattan kopuyorum.Cassandra'nın hayal dünyasına altın bilet almıış gibi oluyorum. Will,hayatı umursamıyormuş gibi görünüyor ama içinde nasıl bir fırtına kopuyormuş da haberimiz yokmuş. Mekanik Pren's de onunla beraber bende yıkıldım diyebilirim.Ah,neyse...



Daemon Black (Lux / Jennifer L. Armentrout) : Yeni gözdelerimden biri. İlk başlarda fena gıcık olmuştum. Bu manyak Uzaylıya kim aşık olur ya,diye söyleniyordum.Evet,artık onlardan biriyim. Öküzün teki olabilir ama adam etrafındaki enerjisiyle insanı kendine çekiyor. Sadece yeşil gözleriyle bile beni kendisine çekmesi mümkündü. Uzaylı olması hiçbir şeyi değiştirmedi. Pisliğin teki de olsa,sinir bozucu da davransa Daemon Black,bebeklerimden biri oldu.


'Bones' Crispin Phillip Arthur Russell ( Gece Avcısı / Jeaniene Frost) : İsmi çok uzunmuş gibi görünebilir.Biz ona kısaca "Bones" diyoruz. :D Ama en güçlü ve eski vampirlerden biri. İngiliz olduğunu 'Arthur' ismiyle bile anlayabilirsiniz. Tipini betimlemek zor çünkü beyfendi kılıktan kılığa giriyor. Ama onu ilk okuduğunuzda, sarı saçlı,beyaz tenli,koyu renkli gözleriyle hayal edebilirsiniz. Kesinlikle kendinden emin biri. Ve yeri geldiğinde feci korumacı biri. Ama Bones, Ah Bones... Çook etkileyici biri.

Christian Grey ( Elli Ton / E.L. James) : Hmmm. Grey'i yazıp yazmama konusunda kararsızdım :D Seriyi okuyanlar Christian'ı çok yakından tanır zaten. Benim onda en sevdiğim özellik her şeye rağmen güçlü kalması ve sevdiğine karşı korumacı olması. Aslında çoğu zaman kitabı okurken aşırı sinir olmuştum ona. Yine de onu seviyorum. Her şeye sahip olması da hoşuma giden bir diğer neden. :D




Jace Hammond (Dönüşüm / Rachel Vincent) : Bu karaktere sarılıp,her şey yoluna girecek demek için nelerimi vermezdim... Dönüşüm serisini okuyanlardan bir çoğu Marc tarafında olup Jace'i dışlıyorlar. Belki de bu yüzden Jace karakterini çok seviyorum. Sevdiği kadın, çok yakın olmasa da iyi olduğu -Marc- arkadaşıyla beraber.Nasıl acı çektiğini siz düşünün. Bazı şeyleri umursamıyormuş gibi görünse de onun içinde de fırtınalar kopuyor.Ah, Jace Hammond gel Jane'in kollarına...

24 Mayıs 2013 Cuma

Cehennem Makineleri 1 - Mekanik Melek / Cassandra Clare


 

     Cassandra Clare'in Ölümcül Oyuncaklar serisinin bir de yan serisi var ki...Ölüp ölüp dirilmeye değer bir seri.

    Yazar,her kitabında daha da geliştiriyor kendini ve işkencelerine son hız devam ediyor.Şahsen bu seriyi okurken kendimden geçiyorum.Tamam,Ölümcül Oyuncaklar serisi de çok çok fena ama Cehennem Makineleri,beni alıp uçuruyor resmen.O yüzden bu kitaba doya doya yorum yapmak istiyorum.İlk kitabı Mekanik Melek'i ilk okuduğumda hiçbir şey anlamamıştım."Bu da ne böyle ?" diyordum.Ama sonra anladım ki ilk önce Ölümcül Oyuncalar serisini okumam lazımmış.Çünkü serilerde bir çok yeni kavram,dünyalar ve karakterler var.Bambaşka bir dünyaya alışmak biraz zor oldu ama daha sonra kopamadım.Mekanik Melek'i 2.defa okuduğumda adeta vuruldum.Yazarı o zaman kıskanmaya başladım.Hayal dünyası müthiş ! İnsanı için çekip,yalayıp yutuyor resmen. 


   Konusundan bahsetmek gerekirse ; Yine genç bir karakterimiz var ; Tessa Gray.Kendisi kitap kurdu,kendi halinde bir kız.Ağabeyinin yanına gitmek için İngiltere yolculuğu başlar.Fakat onu inanılmaz sırlar bekliyordur.Aslında sırların tam göbeğine gidiyor ama farkında değil tabii.Çünkü kendisini diğer herkes gibi normal biliyor.Londra'nın Aşağıdünya'sının ıssız sokaklarını vampirler,büyücüler ve daha bambaşka doğaüstü yaratıklar ele geçirdiğini bilmeden ağabeyinin yolladığını zannettiği Pandemonium Kulübü'nde çalışan Kara Kardeşlerin ağına düşer.Çünkü Tessa,ender bulunan bir yeteneğe sahiptir.İsteği zaman bir başkasına dönüşebiliyordur.Kara Kardeşler'in bu yeteneğin gelişmesini sağlama çabaları ise Kulübün yöneticisi Magister'ın bu yeteneği,gücü ele geçirmek istemesidir. Ve sonra karşımıza kahramanlar çıkıyor ! Tessa'nın kurtarılmasını sağlayan Gölgeavcısı Will Herondale ile kitabın içine gömülüyoruz. :D 

     Will fırtınasına hazır olun derim.Karakterlere takıntı olma gibi bir huyunuz varsa listeye Will'de eklenmiş olur.Kitaptaki olaylar 1870'li yılların Londra'sında geçiyor.Kardeşi Nate'in daveti için New York'dan Londra'ya gelen Tessa'nın hayatı birden değişiyor.Henüz yeni yeteneğini farkına vardığında Will'le karşılaşıyor ve olaylar o zaman başlıyor.Sırlar,aşklar,yetenekler,ihanetler...Hepsi arka arkaya okuyucuya sürükleyici bir şekilde sunulmuş.Tabi bazen öyle eğlenceli,komik ve esprili sahneler oluyor ki...bir an kitabı elinizden bırakıp gülmeye devam ediyorsunuz. (Şahsen Will'in çoğu sahnesinde gülmekten yorulmuşluğum bile var) Kitaptaki tek dikkat çeken karakter Will değil.James Carstairs yani Jem'de olayların çoğunda sizi güldüren bazen hüzündüren bir karakter.Hüzündürüyor çünkü kendisi hasta.Nedenini öğrenmek istiyorsanız kitaba gömülün derim.Acıklı bir hikayeydi.Ayrıca Will ve Jem kardeş gibiler.Hatta kardeşten de öte.Küçüklüklerinden beri birbirlerini tanıyorlar.Bu yüzden aşk üçgeni daha da işkenceli bir hale geliyor.
   Kitabı 2.defa okuduğum zaman olayları daha çok kavradım.Ama dediğim gibi bu kitabı okumadan önce Ölümcül Oyuncaklar serisini okuyun.Sonuçta Cehennem Makineleri onun yan serisi.
     Cassandra'nın eserlerindeki en belirgin özellik ise hem karakterlerine hemde okuyucularına işkence etmesi.Okurken kendinizden geçiyorsunuz.O yüzden bu kitabın sonunu mutlu beklemeyin.Dudaklarınızı,tırnaklarınızı kemirttirecek bir şekilde bitiyor.

Kitapların orijinal kapakları.Seri 3 kitaptan oluşuyor.Kapaklardaki kişiler sırasıyla ; Will | Jem | Tessa

Şanslısınız ki benim gibi 1.5 sene diğer kitap için beklemeyeceksiniz.2. kitap Mekanik Prens ülkemizde çıkmış durumda.Serinin son kitabı olan Mekanik Prenses ise yurt dışında satışa çıktı,okudular ve okuyucular binbir türlü ruh haline girdiler.Biz mi ? Biz ise Artemis Yayınlarını sabırla bekliyoruz.Tek dileğimiz yaz bitmeden kitabın çıkması.

    Bu arada.Bu olaylar sadece bir başlangıç.Ayılıp,bayıldığım Mekanik Prens'in uzun uzun inceleme yazısı için avuçlarım kaşınıyor.Umarım Cassandra Clare'in büyülü hayal dünyasına adım atarsınız.Çünkü gerçekten tadılması gereken bir dünyası var. (Kıskançlıktan çatladı.)

---

Kitaplığımdan Mekanik Melek'i elime sık sık almama sebep olan replikler ;


"Bu kitapta aradığın her şeyi bulabilirsin.Kim olduğumuzu, tarihçemiz ve hatta senin gibi Aşağıdünyalılar'la ilgili pek çok şey bu kitapta yazıyor." Will'in yüz ifadesi ciddileşti. "Ama kitaba iyi bakmaya özen göster.Altı yüz yıllık bir kitap ve elimizdeki tek kopya.Onu kaybetmenin veya ona zarar vermenin cezası ölümdür."
Tessa sanki alev almış gibi, kitabı kendinden uzaklaştırdı."Ciddi olamazsın."
"Haklısın, ciddi değilim." Will merdivenlerden aşağı atladı ve kızın önüne kondu. "Söylediğim her şeye inanıyorsun.Sence çok güvenilir birine mi benziyorum yoksa gerçekten saf mısın ?"

|-|-|-|-|-|-|-|

Jem gitmemesini istercesine kıza baktı. "Gitmek zorunda mısın ? Kalıp benim koruyucu melekliğimi yapabileceğini ummuştum ama gitmen gerekiyorsa gitmelisin."
"Ben kalırım."dedi Will huysuz bir sesle.Tessa'nın boşalttığı koltuğa geçti."Ben de koruyucu meleklik yapabilirim."
"Hiç de meleğe benzemiyorsun.Ayrıca sana bakmak,Tessa'ya bakmak kadar hoş değil." Jem gözlerini kapatıp başını yastığa koydu.
"Ne kadar kabasın.Pek çokları,bana bakmanın güneşe bakmak gibi olduğunu söyler."
Jem'in gözleri hala kapalıydı. "Baş ağrısı yaptığını kastetmişlerse haklılar." | Devamı gelecek.

Sevgiler,öpücükler ; Jane