Pages

Jane Wampirob etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jane Wampirob etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2022 Cuma

Yakın zamanda okumayı planladıklarım / Eylül 2022


 Hellöööö

Bu sefer yepyeni bir yazı dizisiyle geldim. Bu, uzun zamandır aklımdaydı. Aslında hem planlı bir okuma deneyimi olacak hem de önden size haber vererek daha motive olacağımı düşündüm. Ayrıca okuyanlardan yorumlar da gelir, daha çok okuma isteğim olur, bir sohbet oluşur dedim. Detaylar şöyle:

Her ay kaç kitap okuyorum gibi bir düzende gitmeyeceğim fakat yakın zamanda okumak istediğim kitapları sizinle paylaşmak istiyorum. İngilizce ve Türkçe karışık olacak, türde de sınır olmayacak. Birkaç yıldır nadir de olsa kurgu dışı kitaplar okuyorum ve çocuk kitaplarına fena sardım. (Çocuk kitapları için de ayrı bir yazı dizisi olacak.) Uzun zamandır okumayı ertelediğim kitapları öne çekerken yeni çıkan kitaplardan da araya serpmek istiyorum.

Ah bir de yarım bıraktığım ama devam etmek için can attığım seriler var. Açıkçası yazın öyle seri okumalarına giremiyorum. Hazır havalar yavaştan dönüyorken ben de serilerime göz atayım dedim. Yazı başlığında ay belirttim ama elbette bunları Eylül ayında okumam mümkün değil. Sadece listemde dursunlar, gelen yorumlara göre öncelik verebilirim. 

Gelelim listeye. *-* Kitapları neden seçtiğimden de kısaca bahsedeyim. 

 

(Kitap adı, yazar adı / Türk yayıncısı, çevirmen)

Eski Sevgili Mevzuları, Rachel Lynn Solomon / Yabancı Yayınları, Burcu Karatepe: Bu sürpriz bir kitap oldu benim için. Aslında daha önce okumadığım bir yazar ve bu kitabını da çıktıktan sonra keşfettim. Konusu bi hoşuma gitti. Fantastik okumalar arasında iyi gider diye düşünüyorum. Arka kapak yazısı için buraya tıklayın.

Malibu'da Son Parti, Taylor Jenkins Reid / Yabancı, Elif Nihan Akbaş: Taylor Jenkins Reid okumaya pandemide başladım ve bayıldım! Abartmayayım tabii ama yazarın dili ve kurduğu hikayeler çok hoşuma gitti. Elif Nihan'ın da çevirisi su gibi akıyor. Malibu'da Son Parti, pek heyecanla beklediğim kitaptı. Buna direkt başlayabilirim... Bakalım bu sefer nasıl ters köşe yapacak yazar. Arka kapak yazısı

 

Off Campus serisi - Anlaşma, Elle Kennedy / Yabancı, Hanife Albayrak Çift: Bir Yabancı kitabı daha. (Üst üste denk gelmiş valla.) Bu serinin eski kapakları yüzünden hiçbir zaman dikkatimi çekmemişti. Ama şimdi Yabancı ekibi öyle kapaklar hazırladı ki!!! Konularına bakmadan seriye atlamaya karar verdim. Benim için bir es kitabı olabilir. Fantastik sonrası okumalık gibi. Arka kapak yazısı

I'm Glad My Mom Died, Jennette McCurdy / Simon & Schuster, henüz çevrilmedi: iCarly izleyenler Sam karakteriyle hatırladığımız Jennette'yi tanır. Lise zamanında akşam 7'de deli gibi izlediğim dizilerden biriydi iCarly. O zamanlar onları örnek alsaydım şu an Danla Bilic'i sollamış bir YouTuber olabilirdim... Neyse, şaka bir yana Jennette'nin inanılmaz korkunç bir yaşamı varmış. Kitabın adından da anlayacağınız gibi (Annem Öldüğü için Memnunum) annesiyle ilgili dehşet bilgiler yer alıyor. Birkaç yorum okudum da etkilendim, kitabı okuyunca ne hissedeceğim bilmiyorum. Henüz Türkçeye çevrilmedi, İngilizceden okuyacağım. Çok merak ediyorum, yakında okuyup yorumunu yazarım. Arka kapak yazısı

  

Rahatlama Kitabı, Matt Haig / Domingo, Kıvanç Güney: Bir kurgudışı kitap. Matt Haig'in daha önce iki kitabını okudum. Hem dili hem de kurguları fena değildi, ayılıp bayılmadım ama hoşuma gitti. Bu kitabındaki alıntılar çook hoşuma gitti. Bir kitabı okurken eşlik edebilir. Motive edici, kişisel gelişim tadında bir kitap. Arka kapak yazısı

Ne Yaptığını Biliyorum, Alice Feeney / Yabancı, Zehra Uzun: Uzun zamandır gerilim kitabı okumuyordum. Yabancı'nın bu kitabı çok sevildi, ters köşe yaptı. Dedim ki bundan geri kalamaaam. Hemen aldım. Romantik komediler arasına sıkıştırırım mutlaka. Arka kapak yazısı

Gilded, Marissa Meyer / Feiwel and Friends, henüz çevrilmedi: Benim canım Marissa Meyer'ım. <3 En son Ay Günlükleri serisini okuyup onu en tepede bırakmıştım. En sevdiğim fantastik kadın yazarlardan biri. Ve şu an harika bir seriye başlamış!!! Henüz Türkçeye çevrilmeyen (çok yakında geliyor diye duydum, Ephesus'tan) Gilded, peri masallarının en gıcık, en uyuz ve bir o kadar en çekici karakterini, Rumpelstiltskin'i anlatıyor!!! En son Once Upon A Time izlerken ölüp bitiyordum bu karaktere. Şimdi bir kitapta yer alması, hele de Marissa Meyer'in hayal gücüyla okuyacağımız için çok heyecanlıyım. İngilizcesi elimde, çevirisi beklemeden başlarım sanırım. Arka kapak yazısı

 Manga okumaya başladım desem??? Henüz yolun çok başındayım. Ölüm Defteri serisinin ilk kitabını okudum. Devam edeceğim. Satürn Evleri ve Saga serisi de okuyacaklarım arasında. Başta bilinen serilerle devam etmek istedim. Manga önerileriniz olursa çok ama çoook sevinirim. <3 

  

Bunların dışında Sarah J. Maas ve Jennifer L. Armentrout (Blood and Ash serisi) deli gibi okuyacağım günler çoook yakında. Maas'ın yarım kalan serisine (Cam Şato) devam ederken Hilal Şehri ve Dikenler ve Güller Sarayı serilerine de bulaşacağım. *-* Heartstopper'ın okumadığım 4.kitabını da çabucak lüpletirim. Rapsodi (Martı) ve Haşhaş serisi (İthaki) için sakin bir kafaya ihtiyacım var ama onları da yakında okurum diye planlıyorum.

Benden şimdilik bu kadar. Listem çok kabarık ama şimdilik bunlara odaklanayım dedim. Önerileriniz varsa her zaman kapım açık. <3 

Kocaman sevgiler, öpücükler
Jane

23 Ağustos 2022 Salı

İki yıl aradan sonra... Tekrar merhaba!

Helllöööö!

Ben Jane. Belki hatırlamayanlarınız olur. En son Haziran 2020'de yazı yayınlamıştım. Pandeminin henüz taze olduğu, ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı bilemediğimiz, adeta sudan çıkmış balığa döndüğümüz zamanlar.

Sonra bir anda ne oldu bilmiyorum ama hayatım jet hızıyla değişmeye başladı. Bu sırada ne okuduğum kitaplardan bir şey anladım ne de izlediğim dizilerden. Gecem gündüzüm Survivor olmuştu ve işime odaklanmıştım. Araya hastalıklar, ciddi meseleler, evlilikler (öhöm evet artık başım bağlı, evli bir bireyim) gibi hayatımı üst alt eden (tamamen olumlu bir şeyden bahsediyorum) şeyler oldu. Ama içten içe blog hayatını deli gibi özlüyordum. Velhasıl, işte yine buradayım!!! :D Deli gibi özledim yazı yazmayı, sanki karşımda beni dinleyen birileri varmış gibi dedikodu yapmayı!!! (Dedikodu dedim de Gossip Girl izleyesim geldi onuncu kez falan...)

Bu iki yılda elbette kitaplar okudum fakat hiçbiri için ne yazı yazdım ne de notlar aldım. Blog'da normal yazılar yazmaya devam edeceğim fakaaat aklımda başka şeyler de var. Bu geçtiğimiz süreçte hem Bookstagram camiası hem yayınevlerinin tarzları o kadar değişti ki... Hala her şeyi sessiz sedasız takip ediyorum ve kafamda birkaç şey şekillendi. Tek sorun, bu aralar daha yoğun çalışıyorum. Gündüz ayrı gece ayrı bir işim var gibi. Blog'la düzenli ilgilenebilmem azcık zaman alabilir ama bu sefer ucundan da olsa tutup bırakmamaya yeminliyim.

Evimle işim arasında süper uzun bir yol olduğu için bazen kitap okuyorum bazen de mini diziler izliyorum. Bu aralar Nefret Oyunu (Yabancı) ve Demir Zincir (Artemis) okuyorum. İşim gereği İngilizce bir kitap da okuyorum. (Ay demeyecektim ama söyleyeyim; kitap çevirileri yapmaya başladım fakat isim verirsem gerçek kimliğim BUM olur. Şimdilik bilmeyiverin. Ama güzel bir iş edindim.) O yüzden blog'a dönüşümde öncelikle genel bir yazı yazmak istedim. Kitapları bitirince davullu zurnalı bir yorum yazısı gelecek. Enerjim yenilendikçe de aklımdaki o ŞEYLERİ hayata geçireceğim ve blog biraz daha renklenecek. Belki ara yüzü bile değiştiririz, belli mi olur??? 

Bir de MARVEL filmlerini baştan izlemeye başladık cancağızımla (eşimle). Çok iyi geliyor, sakin, huzurlu hayatımıza bir aksiyon katıyor. :D Yolda gidip gelirken de Heartstopper izlemeye başladım. Güzelim kitapları muzır ve müstehcen ilan edilmesi zaten inanılmaz sinir bozucu bir şeydi... Netflix'teki dizisine el atmamalarına şaşkınım... Neysem. Gelir gelmez cazgırlık yapmayayım.

Şimdilik burada sonlandırıyorum. Bir şeyler bitirebilirsem hafta sonu tekrar burada olurum. Şey diyemiyorum: Her cumartesi yazı gelecek, şu saatte blog'da olun! Biraz ruh halime biraz da yoğunluğuma bağlı olarak blog'a aktif yazılar yazacağım. Dediğim gibi, tam geri döndüm diyebiliriz.

 Instagram'da da aktif olacağım. Oraya da beklerim efenim: @janewampirob


Kocaman sevgiler, öpücükler
Jane

14 Mayıs 2020 Perşembe

Jane Wampirob 7 Yaşında!!!

Amanın!!!

Yaşlanıyorum resmen. 7 yıl ne kadar çabuk geçti? Daha sanki dün blog'u açtım. O günü o kadar net hatırlıyorum ki... 13 Mayıs 2013'te ilk üniversite sınavımla cebelleşirken bir yandan da Lux serisini okuyordum. Katy ona gelen kitapların videolarını çekip yayınladıkça dedim ki bir blog geçmişin var, artık kitaplara mı odaklansam ve bir sonraki gün yayın hayatına başladım.

Blog geçmişim 2007'ye dayanıyor aslında. O zamanlar Kavak Yelleri için paylaşımlar yapıyordum. Sonra kendimi geliştirip 4 Temmuz 2009'da (tarihi hiiiiç unutmam) bir yaz sıcağı akşamında güzel bir ilhamla Wampirob adı altında blog hayatına başladım. Orada başta bir nevi habercilik yaptım diyebilirim. Twilight ekibinin gecesini gündüzünü araştırıp hiç bilinmeyen yabancı kaynaklardan tüm set dedikodularını toplayıp Google Translate aracılığıyla çevirerek yazılar yazıyordum. (Eh kolejlerde okumadık ama bir Google amcamız vardı.)

Twilight film serüveni bitene kadar blog'a haberler girmeye, hikayeler yazıp başkalarının sesini duyurmaya devam ettim. O zamanlar teknoloji bu kadar gelişmiş değildi, Zoom, Skype kimin aklına gelirdi... Sitenin en altında chat kısmı oluşturmuştum. Her cumartesi akşamı orada toplanıp kendimizce eğleniyorduk. Hey gidi zamanlar hey. 

Sonrasında bende üniversite sınavı depresyona başladı ve yavaş yavaş Wampirob'u bırakmaya başladım. Bir yanım buna çok üzülse de zamanı gelmişti. Birkaç ay blog hayatından uzaklaştım ve sonra Lux serisiyle beraber uzun soluklu bir maceraya başladım.

Bu süreçte neler oldu? Eskiden blogger yazıları çok popülerdi. PuCCa'nın ilk adımları da burada geçmişti, şimdi çok severek takip ettiğimiz bir isim haline geldi. Instagram gündeme oturup Bookstagram adı altında birçok reklam kokulu sayfalar çıktı. Hele bir ara yayınevleri sırf bedava reklamları yapılsın diye nicelerine yığınla kitaplar gönderdi. Mantıklı bir ticaretti açıkçası. Alevi sönse de hala devam eden bir işbirliği. 

Ve Youtube - Booktuber üstündeki toprağı atıp en başa geçti. Cesareti olanlar kamera karşısına geçip evlerinde kendi kanallarını oluşturdu ve bir maddi gelir sağlamaya başladı. Bu fikri en başından beri çok sevdim. Etrafımdakilerden cesaret alarak birkaç video çekip yayınladım ama utangaç bir insanım ben. Sesim anca klavyede çıkar. :) Sonra o videoları sildim ve uzaktan takip ettim.

Yine de, ne olursa olsun blog hayatından kopamadım. Instagram'da aktifim ama hiçbir zaman oraya özene bezene post hazırlayıp oradan yürüme fikrini sevemedim, benimseyemedim. Tüm düşüncelerimi burada paylaşmayı daha çok seviyorum.

Reklam alıp-verme olayı da bana göre değil. Tamamen hobi amaçlı yazmayı seviyorum. Özgür olmayı, dilediğim gibi fikirlerimi sunmayı seviyorum.

7.yılı devirdik, bakalım ne zamana kadar devam edeceğim. Üniversite hayatı, yurt dışı deneyimleri, iş tecrübesi derken dopdolu geçti benim için. Ne yaşarsam yaşayım hep Jane tarafımı korumaya devam ettim. Arada kopup gitsem de dönüp dolaşıp buraya sığınıyorum. Hele de böyle yıllar önce beni takip edip tekrar karşılaştığım insanlarla sohbet etme fırsatı bulunca benden mutlusu olmuyor. :)

Oh be, iyi ki yazıyorum, okuyorum ve paylaşıyorum. 
Varsa önerileriniz her zaman Instagram'dan ve mail adresimden bana ulaşabilirsiniz.

Instagram: Jane Wampirob
Mail: wampirob@gmail.com

Yeni kitap-film-dizi yorumlarında buluşmak dileğiyle...
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

24 Kasım 2019 Pazar

Ben aslında bir İngilizim: Londra hayalimi gerçekleştirdim!


Merhabaaaa

Geçen hazirandan beri adeta sessizliğe gömüldüm. Aslında içimde ne fırtınalar kopuyordu da yazamadım. Şaka şaka. Bir süre blog'a yazamadım çünkü hayatın koşuşturmasına daldım. Bir süre de insanlardan uzak durmak, iç sesimi dinlemek istedim demek isterdim... Son altı aydır hiç olmadığım kadar sosyalim, flörtleşiyorum ve sürekli yeni insan tanıyorum.
Şöööyle bir özet geçersem: Haziran ayında sıcaklıktan bayılıyordum. Temmuzda yıllık iznimde mis gibi tatil yaptım. Ağustosta hayatıma birinin girmesiyle yine dengem şaştı ama çabuk toparladım. Eylül ayında işle ilgili karışık şeyler yaşadım. Ekimi anlatsam roman olur; gezmediğim yer, yemediğim (bok) yemek, tanımadığım insan, katılmadığım etkinlik kalmamıştır. Kasımda ise ahhh. Kasımda aşk başka diyorlar. Yemişim aşkı! Londra'ya gittim ahey ahey Londra'ya. 

Dönüşümüm muhteşem olsun dedim ve Londra'yla yeni sezon açılışı yapıyorum.
Şimdi bir çoğunuz bilmez, yıl 2009, ilk blog yazdığım zamanlar. O dönemde Twilight'ın Türkiye merkeziydim. Ekip nerede, ne yiyor ne içiyor, kimlerle geziyor, şu gün hangi setteler, şu ay hangi gala olacak hepsini biliyordum. Okul çıkışı hobi olarak adeta kendime iş edinmiştim. Takip ettiğim on-on beş yabancı siteden tüm bilgileri toplayıp, özetleyip, kendi sitemde yayınlıyordum. Öf, ne günlerdi be! Gecenin 4'ünde ödül törenlerini izliyordum. Ah ah ne emekler vermişim. 
Gel zaman git zaman, İngilizcemi böyle geliştirdim. Google translate özel hocamdı. :) Tureng sonradan sağ kolum oldu. Şimdi bu blog sayesinde hem mis gibi bir mesleğim var hem de Londra hayalimi gerçekleştirdim.
En dev galalar ya Los Angeles'ta ya Londra'da yapılırdı. İşte bu ikisi en dev hayalim o yüzden. Londra'ya gitmem ise biraz doğaçlama oldu çünkü masraflarını düşündükçe inme iniyordu. Sonra dedim ki nereye kadar erteleyeceksin? Haziran ayında şansıma uygun bir bilet buldum. Daha ortada vize yok... Yaz tatilimde vize çıkar mı çıkmaz mı diye tüm tırnaklarımı yiyerek boşuna dertlendim. Vize için gerekli belgeleri adamakıllı hazırlayınca bir haftada vizem çıktı. O an şöyleydim: Ohaaa, cidden gidiyooooorum! 
Londra benim için Robert Pattinson memleketi. Yani bu cümleye kıçıyla gülenlerle olacak, kusura bakmayın canısı. Biz kültür patlaması yaşamıyoruz, fangirllük yapıyoruz. 2009'dan beri Robert'ın memleketi diye diye Londra hayalleri kurdum. 

 Her fırsatta "Ben Londra'ya gidiyorum," diye heyecanımı insanlarla paylaşmaktan sanırım sıfır heyecanla gittim. Tabii içim kıpır kıpırdı. Bir yandan da süper rahattım; herkes İngilizce biliyor. Her şey İngilizce. Her şey İngiliz! Bu ana kadar hep bir Avrupa ülkesi gezdiğim için (ki gurur duyuyorum çok farklı kültürleri tanıdığım için) bazen bazı şeyler çok yabancı geliyordu. Ama Londra'da sanki her şeye hakimdim. Gitmeden deli gibi gezilecekler listesi yaptım ama o olmasa bile sanki her şeyi görebilirmişim bir his vardı içimde.

Pasaport kontrolünde kalp krizi geçirmeden (bu kontroller bende panik atak yaratıyor) geçince Gatwick Express'le Londra'nın göbeğine, Victoria istasyonuna gittik. Her şey pıt pıt gerçekleşti. Sıfır sorun. (Maşallah ya cidden gram sorun yaşamadım.) Kredi kartınız varsa Oyster Card da almanıza gerek yokmuş, bilginiz olsun. (Oyster Card, bizim otobüslerde kullandığımız kartgillerden.)


Kısaca nereleri gezdiğimden bahsedip, iç dünyama ışınlanmak istiyorum.
İlk gün otelin etrafındaki yakın yerleri gezdik: Trafalgar Meydanı (bildiğiniz Taksim meydanı gibi), St. Martin's in the fields (cadde üzerinde bir anıt), National Gallery (giriş ücretsiz, içerisi sanat kokuyor adeta), M&M World (çikolata dünyası, giren çıkamıyor...) Five Guys (hamburger sevenlerin mekanıymış, ben yerken işkence çektim ama patatesleri efsane, Ed Sheeran da tapanlardan) ve kapanış Waterstone's Book: Bunu biraz anlatmak istiyorum. Avrupa'nın en dev kitabevlerinden biri! Londra'da adım attığım şubelerinden ilki en büyüğüydü. Kaç kat vardı sayamadım ama ilk iki katı bana yetti. Yetişkin kurgu, gençlik kitapları ve çocuk kısmıydı gezdiğim yerleri. Böyle her yere aval aval bakmaktan gözlerim şaşı olacaktı. Okuduğum, takip ettiğim her bir kitabı orada görmek bir yandan gözlerimi doldurdu. Düşünsenize, her şeyi online takip ediyorsunuz ya da size sunulanla (çeviri kitaplardan bahsediyorum) idare ediyorsunuz ve bir gün onlara canlı canlı dokunabiliyorsunuz! Valla yaş 24 ama hala böyle minnacık şeylere gözlerim dolabiliyor. Çok farklı bir his ve deneyimdi benim için. Young Adult kısmında kendimden geçtim. Aman yarabbi! Okumadığımız, keşfetmediğimiz daha milyon kitap var! Size söz, elimden geldiğince aktif bir şekilde young adult kitaplarını sunacağım. E-booklar da dahil! Waterstones'ta kendimden geçtim kendimden! Beni salsalar tüm ömrüm orada geçerdi. Orada mı çalışsam...
Öhöm neyse, kendimi tutamadım ve Cassandra Clare kitapları aldım. N'apıyım, tabiatım böyle. <3 


İkinci gün, en uzak yerden başladım: Notting Hill. Evet canlar, bir film sever olarak elbette film sahnelerini ziyaret edecektim. İzlemediyseniz n'ooolur izleyin. Eski ama unutulmaz filmlerden biridir benim için. Hatta Londra'ya gitmeye teşvik eden sebeplerimden de biri. Her yer fotoğraflık. Notting Hill Bookshop'un önünde fotoğrafım olmasaydı ağlardım. :) Sonraki duraklarımız: Portobella Road, Kensignton Parkı, Hyde Park (işte duygulandığım bir mekan daha! Will Herondale'ın ördekleri kovaladığı park! Böyle her an karşıma Will çıkacakmış gibi etrafa bakındım ama cıkss. Hyde Park'ı bir de yazın görmeliyim.), Sherlock Holmes Müzesi (içeri gezmedik ama dışı bile yeter. 221b <3), Daunt Books (ennn eski kitabevlerinden biri daha.), Oxford Caddesi (adeta Nişantaşı), Regent Caddesi (insan kaynıyor), Soho (barlar sokağı misali...), Foyles (güzel bir kitabevi daha), Neal's Yard ve Monmouth Caddesi.


Üçüncü gün, gözüme kestirdiğim tek bir yer vardı: King's Cross Underground Station! Ne yapın ve edin bu istasyona gidin. (Londra'da metro kullanımı acayip kolay zaten.) Çünkü Platform 9¾ ile karşılaşacaksınız! Hiiç şaka yapmıyorum. Ücretsiz bir sıraya giriyorsunuz, orada bir atkı ve asa seçiyorsunuz (tabii ki Gryffindor'ı seçtim) ve çat çat fotoğraflarınız çekiliyor. İster tek başınıza ister yanınızdaki kişiyle poz verip, güzel bir anı yaratıyorsunuz. Pazar günü gittiğimiz için uzun bir sıra vardı ama hızlı işliyor. Mutlaka böyle bir anınız olsun. <3 Diğer duraklarımız: Skoop Books (mis gibi bir sahaf), Charles Dickens Müzesi (müze gezmeyi sevmediğim için sadece hediyelik kısmında takıldım), Persephone Books (cennetlik, ufak bir kitabevi), London Review Books (gözümü döndüren bir kitabevi daha), Liverpool Street (Karaköy tarzında), Shareditch, Brick Lane, Dennis Severs' House (kapısını çalmadığınız sürece girişin neresi olduğunu çözemeyeceğiniz bir yer, içeri giremedim o yüzden :/) ve son olarak akşam İngiliz bir arkadaşımla Lamb & Flag'da yemek yiyip, sohbet ettik. Efsaneye göre Muggle'ların takıldığı bir mekanmış. :) Gerçek ise Charles Dickens'ın sürekli uğradığı bir Gürcü barıymış. 


Dördüncü gün daha çok İngiliz tarihine odaklanalım istedim, hayal kırıklığı oldu. Sabah Buckingham Sarayı'nda asker görev değişimine denk geldik. Tüylerim diken diken olmadı diyemem, Kraliçe'm içerideyken hele... Polislerden ve şeritlerden geçip St. James' Parkı'na gittik. Sanırım park ve kitabevi hastasıyım. Londra'nın da parklarına aşık oldum. <3 Ağaçların, yaprakların güzelliği... Big Ben tadilatta olduğu için etrafını dolaşıp geçtik. London Eye, hayal ettiğimden daha az gösterişliydi. Thames nehrinin diğer tarafını da görmek istedim. Southbank Centre Book (açık hava sahaf diyebiliriz), Bernie Spain Garden, Tate Modern, Shakespeare Globe, Londra Köprüsü, Londra Kalesi derken çok şükür nehrin diğer tarafına geçtik. Çünkü London Eye kısmı baya hayal kırıklığıydı. Her yer inşaat, ölü sokaklar, soğuk hava dalgası... Yani o tarafı sevemedim ama iyi ki gördüm dedim. Bir daha adım atmam. :)

Buraya kadar sıkılmadan okuduysanız tebrikler, ülkeme sapasağlam döndüm. Ruhumu orada bırakarak... :) Ben baya İngilizmişim ya. Sütlü çayımı da içtim. İnsanlarla rahat rahat konuştum. Bir sonraki gidişimde barlarını gezmek istiyorum. Adamların çok değişik bir kafası var. Gündüz adeta modern, işkolik İngilizler. Akşam barın önünde, buz gibi havada ellerinde bira, sakin sakin sohbet ediyorlar. Londra'da yaşamak istiyorummm! Beni hiç hayal kırıklığına uğratmadın Londra! (Nehrin diğer tarafından bahsetmiyorum, Covent Garden bölgesi candır.) Her şey hayalimdeki gibiydi. Bir sonraki Londra maceramı dört gözle -cidden- bekliyorum.

Son olarak; şansıma tükürsem yeridir. Gittiğim gün Tom Odell Londra'dan ayrılıp, İsviçre'ye gitti. Döndüğüm gün ise Londra'ya ayak basıp, bir kitap lansmanına katıldı. :))) Hayattaki şansımı görebiliyor musunuz? Sonra Jane neden bekar demeyin. İşte böyle hayatımın aşkını kaçırıyorum. Dakikaları, saatleri, günleri kovalamam gerek. Meh. Hiç kıçımı kaldıramam onun için. Daha gezecek çoook ülkem, şehrim, kasabam var.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

P.s. Londra'ya doymadım elbette, gezilecek daha çok yeri var! Londra'ya gitmek isteyenlere ve gideceklere seve seve yardımcı olurum. Gezi planımı detaylarıyla verebilirim. 
-Ve tüm hayaller gerçekleşiyormuş, inancınız yok olmasın. :) Zaman alıyor (on yıl gibi...) ama önünde sonunda gerçekleşiyor.

16 Haziran 2019 Pazar

Tom Odell Kitap Kulübü

Merhabalaaar

Karşınıza yeni bir etkinlikle çıkmak istedim. Ta daaa: Tom Odell Kitap Kulübü
Beni Instagram'dan takip edenler bu duruma şaşırmayıp, kahkaha bile atabilirler. Evet, bu çılgınlığı yapıyorum gençler. 
Beni Instagram'da tanımayanlar için gelin size platonik aşkımdan bahsedeyim.

2014'ten beri Another Love şarkısıyla tanıdığım İngiliz şarkıcı Tom Odell'in üçüncü kez İstanbul'a konser için geldiğini duyunca jet hızıyla bilet aldım. Sonra oturdum tüm müziklerini dinleyip, canlı performanslarını izledim. Ekşisözlük'te hakkında şöyle bir yorum okuyunca "biri zamanında çok fena üzmüş çocuğu, başka bir açıklaması olamaz", hayatını daha detaylı araştırıp, dinlediğim şarkılarının sözlerine baktım. Konserini izledikten sonra beni tutabilene aşk olsun. Instagram'ını kaç kere stalkladım bilmiyorum. Kliplerini milyon kez izleyip, anlamlar çıkarmalar... Canlı performanslarını üst üste izleyip mimiklerini ezberlemeler... Röportaj videolarıyla aşk yaşayıp, aksanına tapmak... Ah aslında benim ruh öküzüm Tom Odell'miş de haberim yokmuş. Niye mi? 

Bir kere müzik kariyerinde ünlü olmak için kendini şekilden şekile sokmuyor. On yılı aşkın süredir Hollywood dünyasını bilirim (sanki menajerim he) ve orada neler döndüğünü az biraz bilirim. Tom, tamamen kendi halinde müzikler yapıyor. Şarkı sözlerinin hepsi anlamlı, top list'lere girsin diye kendini kasmıyor. Çağrılan her mekana gitme gibi bir huyu da varmış. "Kulisimde bunlar olmazsa adım atmam!" diyen egoistlerden değil yani. Hatta şu ana kadar takip ettiğim en egoistsiz şarkıcı diyebilirim. Tipik bir İngiliz. Biraz asosyal, alkolik, utangaç, duygusal ve çok zevkli! 

Instagram'ında bol bol müzik ve kitap önerisi yapıyor. Aslında eskiden her ay bir liste yayınlıyordu şimdilerde kafasına estikçe paylaşıyor bu önerilerini. Kitap önerilerini bir sayfada toplayan Instagram hesabı da var. Geçenlerde bu sayfayı keşfetmemle ben neden bunun Türkçe versiyonunu yapmayayım dedim. Hem de önerdiği kitaplar o kadar kaliteli kiiiğ. Kitapların her birini araştırırken adama daha da tutulur oldum. Kalbim bir İngiliz'e ait artık. 💚
Öhöm, konudan sapmadan size ilk listeyi sunuyorum. 39 kitaptan oluşan bu listeye birkaç tane eklemediklerim de var. Çok eski ve orijinal baskısı bile nadir bulunan kitaplar olduğu için onları hiç yazmadım. Aşağıdaki listede bazı kitapları Türkçe bazıları İngilizce olarak yazdım. Türkçe olanlar tahmin edeceğiniz gibi bizde yayımlananlar. İngilizce olanlarsa ya yayımlanmamış ya da benim Türkçe versiyonlarını bulamadığım kitaplar.



  1. Ağaçkakan - Tom Robbinson / Ayrıntı Yayınları
  2. Silahlara Veda - Ernest Hemingway / Bilgi Yayınevi
  3. Maggie Cassidy - Jack Kerouac
  4. Sahild Kafka - Haruki Murakami / Doğan Kitap
  5. In the Cafe of Lost Youth - Patrick Modiano
  6. Kovan - Laline Paull / Martı Yayınları
  7. The Guest Cat - Takashi Hiraide 
  8. Toza Sor - John Fante / Parantez Yayınları
  9. Gömülü Dev - Kazuo Ishiguro / YKY
  10. Yalnız Bir Avcıdır Yürek - Carson McCullers / İş Kültür
  11. Küçük Şeylerin Tanrısı - Arundhati Roy / Can Yayınları
  12. Tavşan Dibe Vurdu - John Updike / Alef Yayınevi
  13. Ses ve Öfke - William Faulkner / YKY
  14. Franny ve Zooey - J.D. Salinger / YKY
  15. Herkes Tek Başına Ölür (Alone in Berlin) - Hans Fallada / Everest 
  16. Tüylü Bir Şeydir Şu Yas - Max Porter / Monokl
  17. Her şeyimle Ben - Anna Funder / YKY
  18. A Moveable Feast - Ernest Hemingway
  19. Beni Aslı Bırakma - Kazuo Ishiguro / YKY
  20. Uzak Tepeler - Kazuo Ishiguro / YKY
  21. Günden Kalanlar - Kazuo Ishiguro / YKY
  22. Travels with Charley - John Steinbeck 
  23. Ölüme Çağrı - John le Carre / Kırmız Kedi
  24. Alıklar Birliği - John Kennedy Toole / Kırmızı Kedi
  25. Bir Son Duygusu / Julian Barnes / Ayrıntı
  26. It Can't Happen Here - Sinclair Lewis
  27. The Only Story - Julian Barnes
  28. İnci - John Steinbeck / Sel
  29. Gölün Evi - Marilynne Robinson / Kyrhos Yayınları
  30. Bayan Jean Brodie'nin Baharı - Muriel Spark / Siren
  31. Geceyarısı Çocukları - Salman Rushi / Can Yayınları
  32. Hayvanlardan Tanrılara Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi - Yuval Noah Harari / Kolektif
  33. Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez / Can 
  34. Brooklyn'e Son Çıkış - Hubert Selby Jr. /Ayrıntı
  35. Bülbül'ü Öldürmek - Harper Lee / Sel
  36. Stoner - John Williams / Koton Kitap
  37. Güneş de Doğar - Ernest Hemingway / Bilgi
  38. Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald
  39. Yaşlı Adam ve Deniz - Ernest Hemingway / Bilgi

Bu listenin hepsini okuyacak mıyım? Yes baby. Sevdiğim insanların kitap önerilerini daha da dikkate alırım. O yüzden yavaş yavaş bu listeyi tamamlayacağım. Belki iki yıl belki beş yıl belki de on yılı bulur, bilemem. Ama hepsini tek tek inceledim ve okumanın zevkli olacağını düşündüğüm kitaplar bunlar. 
Hatta okuduklarımı "Tom Odell Kitap Kulübü" başlığı altında paylaşmaya devam edeceğim. 👀 Bir süredir kitap almama diyetinde olduğum için listeye hemen başlamayacağım ama benim sağım solum belli olmaz, bir bakmışsınız bu listeden birkaç kitabı almışım bile. Böyle bir şey olursa Instagram hesabımda görebilirsiniz.

İster bana çılgın deyin ister zırdeli deyin. Ne derseniz deyin hayatıma böyle renkler katmayı seviyorum. N'apayım, tabiatım böyle. Aşağıya bir Tom Odell bırakıp, kaçıyorum.



Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not 1: Tom Odell enişteniz, ona göre. 👀 
Not 2: Tom'cuğum bir yay burcu olsa da çok seviyorum be! (Evet, erkek yaylara uyuzum.)
Not 3: Gittiğim editörlük atölyesinde Ernest Hemingway'den bahsetmemiz ve Tom'un da bol bol Hemingway okudunu keşfetmem... Kader bizi birleştirmek istiyorum bebeğim. *-*




19 Şubat 2019 Salı

Konser Macerası - Tom Odell / 2019 Jubilee Road Turu - İstanbul


Sizi şimdi 2014 yılına uçuracağım. O zamanlar daha gencim, yepisyeni bir hazırlık sınıfı öğrencisiyim. Her şeyden habersiz, saf saf takılan biriyim.

Üniversitede, hazırlıktaki hocam dersleri hep eğlenceli bir hale getirmek için sürekli bir şeyler bulurdu. Bir gün geldi, "Bugün benim favori şarkımı dinleyip, elinizdeki kağıtlardaki eksik şarkı sözlerini dinleyerek tamamlayacaksınız." dedi. Gözlerim parladı. *-* En sevdiğim alıştırma.
Şarkıyı başlattı. Another Love. Obaaa. İngiliz aksanı akıyor adamdan. 3 kez dinletti ve ben "love" dışında bir şey yazamamışım falan. Neyse. Eve gittim ve klibiyle beraber şarkıyı dinledim. Sözlerini ezberledim. O gün bugündür Another Love'ı dinlerim. Tom Odell, o klibinde bebeksi bir çocuktu. O günden sonra hiçbir şarkısını dinlememiştim.
Sonra Spotify hayatıma girince Long Way Down ve Wrong Crowd albümlerini dinledim. "Here I Am" ve "I Know" şarkıları favorim olunca sadece onları dinler oldum. Geçen ekim ayında Jubilee Road albümü çıkınca onu da dinledim. Oradan da birkaç favori şarkım oldu. İşte Tom Odell hayatıma girdi.
Ne kliplerini ne canlı performanslarını izledim. Taa ki konser için 3.kez İstanbul'a geldiğini duyana kadar... Çok tesadüf eseri oldu. Öyle Biletix'i sıkı takip eden biri değilimdir. İş yerinde yakın arkadaşım "Another Love'ı söyleyen çocuk geliyormuş," deyince bilet fiyatlarına baktım. Uygun. (130 TL) Hemen bitmeden aldım. Hayatımın en doğru kararını vermişim!!!

Sonra üç haftalık bir maceraya başladım:
Konserlerinde genel olarak söylediği şarkıları listeledim ve Spotify'de bir liste oluşturup her gün dinledim; yolda, evde, işte, her yerde!
Favori şarkılarımın canlı performanslarını sayısız kez izledim.
Hiç duymadığım şarkılarını üst üste dinleyip, giderek sesine aşık oldum.
Şarkıların sözlerine bakıp mest oldum.
Ve elbette ekşisözlükte hakkında yazılan her yazıyı okudum.

Sonuç: I'm so fucking in love with Tom Odell!!!

Günlerim böyle geçerken -ki çok sancılı süreçlerden geçtim- sonunda konser günü geldi: 18 Şubat 2019 <3 Hayatımın en olağanüstü gecesi! 
Zorlu PSM'de gerçekleşti. Ayakta izledik. 21:00 konserine 15 dakika gecikmeyle başladı. Ama nasıl bir açılış... Aman yarabbi! Bir şeyler içip sahneye çıktığı belli. Kafa bin beş yüz. Ama iyi ki öyle çünkü o kadar insanı nasıl eğlendireceğini biliyor.
2 saat nasıl geçti anlamadım. -.- Ömrümün sonuna kadar durup, izleyebilirdim. Her şeyiyle mükemmeldi. Şu ana kadar Jessie J, Demi Lovato, The Chainsmokers ve Imagine Dragons konserlerine gittim ve içlerinde favorim Imagine'di ama şu andan itibaren kesinlikle Tom Odell konseri!!! "Adamın sahnesi harika," diyenleri destekliyorum. Harikadan da öte bir şeydi. Sahne performansı of of dedirtti. Ses deseniz... Ya hakkını fazlasıyla veriyor. Artist artist dans gösterileri yok, kas gösterisi yok, vikvik müzik zevki yok. Tam bir İngiliz asaletine sahip Tom'cuğum. Giymiş krem rengi takım elbisesini, hem piyano çalıyor hem şarkılarını dibine kadar hissedip söylüyor hem de bir oraya bir buraya savrulup deli deli hareketler yapıp insanları fena coşturuyor. Hele aralarda yaptığı espriler... Ağzına vura vura seveceksin tam. *-* 
Allaaaam üstüme bir Tom Odell gönder please... Bebeksi suratın, bir piyano çalışı var arkadaşlar, oy oy oy. Piyano olayım çal beni Tom Odell dedirtiyor. *Hormonlarım yine tavan yaptı.*

Bir de adamdaki cesarete bakın hele; Hold Me şarkısını söylerken hayranların arasına karışıyor. Bu yaptığı bir konser geleneği aslında. Her gittiği yerde yapıyor ama dün sadece 2 metre uzağımda olması... Onu bu kadar net görmem... Günlerce internette videolarını izleyip, hayran kaldığım adam şimdi canlı kanlı karşımda! İnanılmaz bir duygu. İyi ki bu hayatı yaşıyorum dedim.

Bir de şapşal, birkaç Türkçe kelime ezberlemiş sahneye çıkmadan. Arada onları söyledi. "Merabaa merabaaa. Nasilsin? Lütfen. İyi geceler Istanbul!" Eh bence bu kadarı yeter de artar bile; evlenebiliriz Tom'cuğum. *-*

Bir şarkısını da söylerken "I don't wanna go home Istanbul," diye haykırdı. Ulan sana kim git diyor! Kır dizlerini, otur yanımda. Ben sana bakarım bebeksi suratım. *-* (Jane aşşşık oldu.)

Ah gençler... İnsanın hayallerini gerçekleştirmesi gibisi yok. Bu yazıyı da bu yüzden blog'da yayınlıyorum: Hayallerinizin
 büyük küçük fark etmez, peşinden koşun. İsteyince, çabalayınca her şey oluyor. Özellikle konserlerde 'yaşadığınızı' daha da hissediyorsunuz. Bu deneyimi yaşamınızı isterim. Baterinin, gitarın, piyanonun o gümbür gümbür sesini göğsünüzün içinde hissedince bağımlılık yapacak. İki saat de olsa her şeyi unutun, mutlu olun. Oh mis!

Bir de o mükemmel geceden sonra sabah 7'de kalkıp işe gitmek var. Gidememek mi demeliyim? Mutlu mesut, kendimden geçmiş bir halde Tom Odell dinlemeye devam ederek vapura yetiştim ve bilin bakalım ne oldu? Sis yüzünden seferler iptal. Obaaa. Sabah sabah Tom eşliğinde 1.5 saat yollardaydım. :) Olsun be, bir iyi bir kötü hayat geçiyor. Yeter ki her şeye olumlu bakın.

Tom Odell gibi birileri varken sizi hödüklerin üzmesine izin vermeyin. Ay bir dakika! Konuyu saptırıyorum. Toparlamaca: Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler. Bundan sonra Tom Odell'i enişteniz bileceksiniz. :D Şaka, ama sık sık onun ismini duyacaksınız. 4.konserine kadar görüşmek üzere...

Gitmeden en favori şarkılarımı da buraya bırakıyorum: I Know, Here I Am, Can't Pretend, Hold Me, Magnetised (klibini de izleyin), Wrong Crow, Half As Good As You, Concrete, Daddy ve Another Love.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

I Know'un bu performansını izlemenizi öneririm: 


Not: Geçmiş olsun gençler; şimdi de Biletix'e yatırım yapmaya başladım. Temmuz'da Marshmello konseri var. Kaçıramam. Acaba konserde yüzünü gösterir mi diye gideceğim... 

Not 2: Tom'cuğum görmeyeli yaşlanmış. Olsundu, az kilo da almış çok daha yakışıklı olmuş bebeksi suratım. Her haliyle severim!

Not 3: Valla gitaristlerinden birine yan gözle bakmadım değil... Kısa saçlı olan baya çekici değil mi yav? Oy oy oy.

Not 4: Tom'la beraber 4 erkek sahnede oluyor. Dördünün de uyumu müthiş! Konserde özellikle bateristine bayıldım. Süper eğlenceli biriydi. *-*

24 Kasım 2018 Cumartesi

Twilight'ın 10.yılına Özel


Selamlar
Yaşlanıyor muyuz? Tam 10 yıl olmuş Twilight vizyona gireli. İnanılmaz! Bu yazıyı yazmak günlerimi aldı. Bir gün oturdum koleksiyonumdaki Twilight eşyalarını karıştırdım. Dergiler, posterler, röportajlar, takılar... Allah'ım tam bir psikopat gibiydim. Sonra ilk kitaba şöyle bir göz atayım derken bazı bölümleri okudum. Sonra Youtube'dan gala ve röportaj videoları izledim. Set çekimlerine baktım. En son filmi izledim ve şimdi soundtrack eşliği ile yazıyı tamamlıyorum.
Sizi 2009'un haziranına ışınlıyorum. O zamanlar Jane önüne ne gelse yer, sosyal hayat nedir bilmez, okulda inek modunda ve süper içine kapanık biridir. Bir gün önündeki sırada oturan arkadaşının sırtını tebeşirle boyayınca kendini affettirmek zorunda kalır ve "Ne istersen alacağım," der. Arkadaşı "Alacakaranlık'ın kitabını istiyorum," deyince kendini Migros marketinde bulur. Kitabı alır, üstündeki insanlara bakıp merak eder ve internette araştırır. Meğersem bu kitabın bir filmi varmış. Hemen izler. Sonra kitabı arkadaşına vermek yerine kendine saklar ve okur. Aman tanrım, der. Bu nasıl bir kitap?!


 İşte o an artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. 
Benim Alacakaranlık ile tanışma hikayem böyle oldu gençler. İyi ki kitabı vermemişim ve okumuşum dedim. Yeni Ay'ı anneme, Tutulma'yı ve Şafak Vakti'ni de babama aldırmıştım. Babam kitapları sahaftan aldığı için satıcı, "Abi bu vampirler çok ünlü artık." demesiyle babam kitapları bana verirken, "İyisin di mi, bir sorun yok. Vampirler falan... Aman dikkat et kızım." deyişini hala hiç unutamıyorum ve ona hatırlattığımda "İyi ki aldırmışsın kitapları. Bak, şimdi nerelere geldin." diyor ve her defasında bir aydınlanma yaşıyorum.


Gerçekten de hayatımı değiştirdi Twilight. İngilizceye bu kadar meraklanmam ve kendi kendime çeviriler yaparak öğrenmem. Yurt dışı hayallerim. Kitapları çok sevmem ve iş hayatımda da yer edinmeleri... Hepsi ama hepsi, bugün beni ben yapan her şey aslında Twilight'a açılıyor.
Bu arada bu yazı yüksek dozda duygusallık içerecek. :D 


Şimdi gelelim 9 yıllık macerama. Efenim, kitapları aileme aldırdıktan sonra anneannemin yanına, Yahşi'ye tatile gitmiştim. Tam 3 ay orada kaldım. Kitapları orada bitirdim. O sırada New Moon çekimleri vardı. Bir yandan da deli gibi onları takip ediyordum. İşte, çekim takibi, röportaj yazıları derken yabancı siteleri keşfettim. Her şey İngilizce olduğu için Google Translate amcayla beraber çeviriler yapmaya başladım. Sonra dedim ki bunları tüm Twilight hayranlarıyla paylaşmalıyım. Blog açmalıydım.2007 yılında Kavak Yelleri için açtığım bir blog'um vardı. O olmazdı. Sil baştan yeni bir tane açtım. 4 Temmuz 2009, Wampirob'ın doğuşudur arkadaşlar. Neden Wampirob derseniz de: Vampir+Robert= şekilli olsun dedim ve Wampirob ortaya çıktı. :D Her gün birden fazla haber yazısı yayınlıyordum. Deli gibi oturduğum yerden oyuncuları takip ediyordum. Robert nerede, Kristen ne yapıyor, kim kimle beraber, nerede yemek yediler, sette kimler var... Resmen kendi işimi kurmuştum. Gece 4'e, 5'e kadar uyuyamıyordum çünkü asıl haberler o saatte geliyordu. (Amerika saati olduğu için.) Bir de ödül törenleri var... MTV'yi hatırlayan varsa alnından öpeceğim. MTV benim bebeğimdi. MTV Film Ödülleri, Müzik Ödülleri... Ah ah... Teen Choice Awards geceleri... Yazın uykusuz kalıp, her şeyin takibini yapıyordum.


Bir de sitenin en altında chat kutusu koymuştum. Her gün oradan sorulara cevap veriyordum. Şimdi bile iletişimde olduğum arkadaşlarımı oradan tanıdım. Adeta Wampirob ailesi olmuştuk. Yaz tatili bittiğinde de daha yeni liseye başlayacaktım. O yüzden okul çıkışı eve gelip haber yazıp, öyle ders çalışıyordum. Chat kutusunda her cuma parti veriyordum. Ohooo, ben neler yapıyordum neler. Ah gençlik!


Wampirob böyle ortaya çıktı. 2012'ye kadar da devam ettim. Serinin her film çekimine tanık olduk. Her habere beraber sevindik. Ödül aldıklarında beraber çığlık attık. Dergiler, poster verdikçe sömürdük. İnanılmaz bir ortamdı. 
Twilight'ı 8 ay geç keşfetmiştim ama sonrasında resmen sahiplenmiştim. Evet, üniversite öncesi çok sıkıcı ve boğucu bir hayatım vardı ama kendi dünyamı Twilight sayesinde kurmuştum. Elimin altında bilgisayarım ve internetim olduğu sürece hiçbir sorunum yoktu valla. Dört kitapla yola çıktım şimdi sayamadığım kadar çok kitabım var. Merak ettiğim dili, artık benimsedim. Gala için gittikleri ülkelere hayranlıkla bakarken şimdi ben de gidebiliyorum. Yani aslında bu bir başarı öyküsü. Kitap diye geçip gitmeyin. Twilight'ı küçümseyenleri de görüyorum. Valla o yaştayken benim için bir ilahtı. Hala da savunurum. Yedirtmem serimi falan. :D Şaka bir yana, 9 yıl geçti ve hala Twilight'ın sözü geçince içim kıpır kıpır oluyor. Robert Pattinson'ı ve Kristen Stewart'ı hala takip ederim. Robert ilk aşkımdır, Kristen da ilk idolüm. Bu durum değişmedi. Stephenie Meyer, her zaman gıptayla bakacağım bir yazar olacak. 


Yazıyı bitirmeden önce Twilight'la ilgili birkaç bilgi vereyim. Çoğunuz biliyorsunuzdur zaten. :D
İlk kitap, 2005 yılında basıldı. İlk film de 21 Kasım 2008'de vizyona girdi.
Yönetmen Catherine Hardwicke, Twilight'ı çok düşük bir bütçeyle çekmesine rağmen 2008 yılının en çok izlenen filmlerden biridir ve seride de en çok sevilen filmdir. (Benim için de öyle.)
Kristen'ın, Robert'ı seçtiğini biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için: Başrol için ilk önce Kristen seçiliyor. Ardından Edward Cullen için sayısız insanla öpüşme sahnesi çektikten sonra Robert'la çok uyumlu olduklarını söyleyerek başrolü kapmasını sağlıyor. (RobStencıları göreyim biii)


Film müziklerine bayılıyorsunuz değil mi? Müzik seçiminde oyuncuların da fikirleri alınmış. Hatta Robert'ın da iki şarkısı yer alıyor.
Biricik yönetmenimiz, filmi paldır küldür çekmemiş. İnanılmaz planlar yapmış. Hatta her sahnenin çekileceği yerleri bizzat kendisi gezmiş. Her şeyi deli gibi araştırmış. Bu notlarını da kitaplaştırmış. (Alacakaranlık - Yönetmen Not Defteri / Epsilon Yayınları) 
Kesin bazı şeyleri eksik yazdım ama şu an kafamdakiler böyle. Oh be, iyi ki Twilight hayatımda. Daha nice yılları olsun. 😍
Siz de Twilight'ı nasıl keşfettiğinizi mutlaka bana yazın. Çok merak ediyorum hikayelerinizi. 
Ve son soru: Team Edward mı Team Jacob mı? :D Ortalık karışsın. 


P.s. Bu çok genel bir yazı oldu. Ama serinin diğer kitapları/filmleri için yazı isterseniz yazacağım. Yazarım yani. Canım Twilight. 💛

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane