Pages

Cassandra Clare etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cassandra Clare etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2020 Pazartesi

Kitap Yorumu: Last Hour 1 - Chain of Gold / Cassandra Clare

O M G! Bakın kim döndü.
Uzuuuun zamandır yazmaya üşendiğim için sahalara yeni döndüm.
Öncelikle umarım herkes iyidir. Aman lütfen çok dikkat edin kendinize. Hatta bu yazıyı okumaya karar verdiğinize göre bir bardak da su bulundurun yanınızda. Hem sağlık için hem de içinizi yakacağım biraz. :)

Efenim, biliyorsunuz Cassandra Clare’in yepisyeni serisi The Last Hour’un ilk kitabı Chain of Gold bu ayın başında yayımlandı. Hemen okumaya başladım ama işe git gel, yorgunluk, araya başka şeylerin girmesi derken anca bitirebildim.
Dün kendimde değildim zaten zira gözlerim pörtlemiş bir şekilde bitirdim kitabı. Oku oku bitmiyor anam babam. Neyse şikayet yok. Kraliçem yazmaya devam etsin.
Şimdi gelelim bu seri nereden çıktı? Cehenneme Makineleri serisini okumadıysanız sizi pistten alalım. Yoksa bol bol spoiler yemiş olacaksınız ki Jane spoiler vermez! Bazı okurlar hiç Shadowhunter okumamış birinin direkt bu kitapla başlayabileceğini söyleyerek yanlış yapmış. Siz beni dinleyin.

Last Hour, yine 1900’lü Londra’sında geçiyor. Bu sefer Will ve Tessa’nın çocukları ön planda. Tabii diğer ailelerin çocuklarını da bol bol görüyor, birçok eski dostla karşılaşıyoruz ve içimizin yağları eriyor…
James ve Lucie Herondale, canım Will’imin çocukları. (Tessa da anaları işte.) Okurken bunu çok benimseyemedim ama James’in bazı salaklıkları aynı Will. (Bir sahnede I LOVE TEA diye bağırıyor. Şu an bu cümle çok saçma gelecek ama o sahnenin uyumuyla James'i öyle bağırırken hayal edince daha sever oldu.) Lucie, Tessa’nın kopyası diyemem ama sevdim bu karakteri. İkisinin kardeşlikleri ise göz yaşartır. Aile bağlarını Cassie yine döktürmüş. 

Bu ikiliye eşlik eden diğer karakteri ise şöyle:
Cordelia ve Alastair Carstairs - Sona ve Elias’ın çocukları. (Bunlar kimdi diye sormayın gram hatırlamıyorum ama Cordelia -ki kendisi baya baş karakterimiz- Jem’in etrafında sürekli amca amca diye dolanıyor. Jem’in kardeşleri yoktu ki nasıl yeğenleri oldu, Carstair soyadı nasıl devam etti biraz irdelemem şart.)
Christopher ve Anna Lightwood- Gabriel ve Cecily (Will’in kız kardeşi)’nin çocukları
Thomas ve Barbara Lightwood - Gideon ve Sophie’nin çocukları
Matthew ve Charles Fairchaild - Konseyin başındaki Charlotte’nin çocukları. (Matthew, James Herondale’ın parabataisi)
Grace ve Jesse - Tatiana Blacktorn çocukları (Burada azcık beynim yanıyor. Grace, üvey evladı. Jesse ise tuhaf bir şekilde ölen ama hayalet şeklinde ortalarda gezen oğlu Tatiana, yanlış hatırlamıyorsam evlenmeden önce Gideon & Gabriel ikilisinin kız kardeşiydi. Sallıyorsam söyleyin.) 

Falan filan. Daha yazmadığım birkaç karakter var. Onlara değinirsem alev alırız. (: Konuya giriyorum.
Efenim, kitabın başında küçük Lucia ormanda biriyle karşılaşır. Yeşil gözlü bir çocuk. Lucia’nın onu görmesine çok şaşıran evladımız ise Jesse Blackthorn, kendisi bir hayalet. Herondale’ların da kimsenin göremediği şeyleri görmesi bilinen bir şey. Gel zaman git zaman Lucie ve Jesse böyle iletişimde kalırlar.
James’in ise derdi bambaşkadır. Kontrol edemediği bir gücü vardır: Gölgeler diyarına gidip gelmektedir. Hem de beklenmediği anlarda. Bu gücünden başı yanacağı kesin. 
Bu sırada Londra’ya iki kız gelir: Cordelia ve Grace. Cordelia, Lucie’nin yakın arkadaşı ve gelecekte parabataisi olacak, güzeller güzelimiz. Kitabın kapağındaki de ta kendisi. İran kökenlerine sahip Cordelia, elbette James’e vurgundur. James ise kime vurgun? Grace Blackthorn, sinsirille adeta. Bunun detaylarını vermeyeceğim, kitabın kırmızı noktasını vurgulayan bir mesele.
Böyle kanı kaynayan bir arkadaş grubu, bir gün piknik yaparken saldıraya uğrarlar. Ortalık karışır. Hemen tüm gölge avcıları toplanır, deli planlar yapılırken bizim veletler de “biz dünyayı kurtaracağız” moduna girip kendilerince birkaç işe kalkışırlar. Koskoca Tessa ve Will’in bile ruhu duymaz. Bak sene hele. Boynuz kulağı geçiyor desene. 
Saldıralar peşi sıra devam ederken James birkaç gerçekle yüzleşir. Kayıplar olur. Şaşırtmalı ilişkiler ortaya çıkar. (Baya şaşırtmalı.) Aile bağlarının önemi savunulurken final bölümde tam her şey tatlıya bağlanacakken Will gibi James de koca bir salaklık yapar. Püüüh sana diyecektim ki çocuğun büyülendiği aklıma geldi. Evet, lanet bir büyü altında dehşet bir karar alarak herkesi şaşırtır ve bir sonraki bölümde Cassie neler karıştıracak bakalım diye kara kara düşündürtür bizi…

Şimdi diyeceksiniz neden alaylı anlattın. Efenim, Cassie’nin kölesiyim, ne yazsa okurum, Will’i bir kez daha sahneye çıkarttığı için eteğini öperim ama salak değilim. Mükemmel karakterlerine sığınarak konu tekrarına gidiyor ve bazı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze başka nesille sunuyor. Ne yazık ki “dev kurgusu” etkilemedi beni. Beni etkileyen karakterlerin diyalogları ve aralarındaki bağdı. Hepsini ön plana çıkarmaya çalışmış. Mesela Matthew’ü  ve Jesse’yi ayrı ayrı çok sevdim! Onları daha fazla okumak isterim. Anna süper dominant biri ve eğlenceli bir karakter. Alastair’i ve Thomas’ı birbirine çok yakıştırdım nedense. Grace’i yerden yere vurmak, Tatiana’yı boğmak, Charles’ı yok etmek istedim. :) Karakterlere böyle duygular besliyorsam yazarın yeteneğinden ama konu olarak leş ilerleyeceğine eminim.
Eh bir de finalin nasıl olacağını tahmin edebiliriz çünkü bir kitabında (hangisi hatırlamıyorum) Shadowhunter aile ağacını ortaya çıkarmış, kim kimle evleniyor, çocukların adları falan yer alıyordu. O yüzden bu seriye dair teoriler löp löp çıkar. Tabii Cassie bu, öyle olmaz böyle olur diyerek her şeyi sil baştan bile yazabilir.
Velhasıl, ben yine de gözlerim pörtleyecek 600 küsur sayfayı bıkmadan İngilizceden okudum. Arada Magnus’u görünce mayışmış bir kedi gibi mırladım. Seviyorum be bu dünyayı. Seviyorum tüm karakterlerini. Özellikle Will Herondale’ı! Onu baba rolüyle görmek… göz yaşı pıt. 


Spoiler vermemek adına burada bitiriyorum yorumumu. Ekstra merak ettikleriniz olursa mesaj atın hemen detay vereyim. Size birkaç alıntı çevirdim, iç sesimi de ekledim. Umarım beğenirsiniz. 

Ciao adios,
Jane

Lucie ve Jesse’in ilk karşılaşmasından
“Aptal olma,” dedi Lucie, “Ben Lucie Herondale'ım. Babam Will Herondale, çok önemli bir insandır kendisi. Beni kurtarırsan, ödüllendirilirsin.” (Ayağını denk al koçum demek istiyor…)

“Jem amcayla parabatai olduktan sonra daha iyi bir gölge avcısı olduğunu hissettin mi?” diye sordu Lucie.
“Daha iyi bir gölge avcısı ve adam oldum. En iyi yanlarımı Jem’den ve annenden öğrendim. Cordelia ve senin için istediğim şey de bu; ömrünü geçirebileceğin bir arkadaşlık. Asla ayrılmadan.” (Göz yaşı pıt pıt.)


“Aşk ne kadar acıtır?” dye sordu James babasına. “Ah, dibine kadar.” dedi Will ve gülümsedi. “Aşk için acı çekeriz çünkü buna değer.” (As bayrakları as!)

31 Aralık 2019 Salı

Kitap Yorumu: The Red Scrolls of Magic - Cassandra Clare

Aman efendim, 2019'un son yorumuna hoş geldiniz.

Öncelikle 2020'de blog'uma daha çok özen göstereceğime şimdiden söz veriyorum. Aslında Goodreads'te 2019'da okuduklarıma şöyle bir baktım da baya tarzım dışı şeyler okumuşum. O yüzden blog'a yazmaya üşenmişim sanırım. Başka açıklaması olamaz! Blog hayatında 10.yılı devirdim artık, yazmaya üşenmek değil de yazasım gelmemiş.
Kendime söz; daha çok genç yetişkin okuyacağım, daha fazla İngilizce kitaplar edineceğim ve yarım kalan serilerime devam edeceğim. Mis gibi serilere yıllardır el sürmemişim. 2020'de bomba gibi geliyorum. Açılın, genç yetişkin avcısı Jane geliyor! (Bir zamanlar ayaklı gazete lakabına sahiptim.)

Efenim, beni bilenler bilir Cassandra Clare bok yazsa onu bile okurum. Kadın ne yazsa okuyorum. Sanırım benim tek yazarım o. Hayır, Shadowhunter dünyasından gram bıkmadım! Hayal dünyasını ve yarattığı karakterleri çok seviyorum. Para ve reklam bile işin içinde olsa (ki buna ihtiyacı yok bence) yazdığı her kitabı zevkle okuyorum. Eskiden elimi çeneme yaslayıp, Artemis'in keyfini beklerdim ama yemezler artık. Mis gibi İngiliççem var. <3 Ya PDF'ini buluyorum ya da paraya kıyıp basılı kopyasını alarak okuyorum. (Son iki kitaptır böyle yapıyorum he, havalarıma bak.) 
Karanlık Sanatlar serisinin son kitabı Hava ve Karanlık Kraliçesi kitabını (ki 800 küsur sayfa) İngilizce okuyup, anlayıp, sindirince daha da gaza geldim ve bundan sonra bildiğim yazarları ana dillerinden okuyacağım dedim.
Paris'teyken (büyümüş de şehir şehir geziyormuş dediğinizi duyuyorum) kitapçı gezdim deli gibi ve Red Scrolls of Magic'i görmezlikten gelemedim. Aldım. Şimdi size bu seriden bahsedeyim.
Bir üçleme olacak. 
İkinci kitap "The Lost Book of the White" 2020'de, üçüncü kitap "The Black Volcume of the Dead" ise 2021'de yayımlanacak. Yine odak karakterimiz Magnus Bane olacak. Bane Günlükleri'nden bir tık daha farklı. Bane Günlükleri'nde, Magnus'ın baya gelmiş geçmiş birçok anısını okumuştuk. The Eldest Curses serisinde ise Magnus odaklı tüm Shadowhunter dünyasını okuyoruz.

İlk kitapta, Alec'le ilk kez tatile gidişlerini okuyoruz. Yani planları öyleydi... Kitabı Paris'ten almam ve ilk olayın Paris'te geçmesine ne diyorsunuz? Tanrı benim Cassie'ye daha çok tapmamı istiyor bence. (Töğbest) Konuya döneyim. Evet, Magnus ve Alec'in ilk zamanlardaki hallerine şahit oluyoruz. Bu aslında kurgu içinde kurgu yazılmış bir kitap. Yaşlandıkça bazı şeyleri unuttuğum için hangi kitaptaydı hatırlamıyorum ama sanırım Düşmüş Melekler Şehri'nde, bir ara bu ikili kayboluyordu. İşte tatile gittiği ve olayların farklı bir boyut aldığı zamanı anlatıyor bu kitap. Çünkü Helen ve Aline ilk kez bu kitapta tanışıyorlar ama bu olmamış gibi davranıp, Ölümcül Oyuncaklar'da farklı bir sahnede tekrar yeniden tanışıyorlarmış gibi davranıyorlar. Amaaan, süper beynimi yaktı Cassandra. :( Bir de İngilizce okuyunca what the fuck diyor insan. 
-Sakin ol.- 
Heh buldum! Throwbackler yapmış bol bol. O yüzden bazen okurken "yav biz bunu biliyoruz sanki... aha çaktım köfteyi. Bu tabii ki yaşandı, Cassie geçmişe dönüp bir de buradan anlatıyor olayları." dedim. 

Magnus ve Alec -Malec- rüyalar gibi bir tatil yapacaklarını sandıkları an karşılarına felaket tellalı Tessa çıkıyor. (Canım Tessa :) Her yerde dolanan bir dedikodu var ve herkes buna gözü kapalı inanmakta: Founder of the cult deniyor kitapta yani tarikatın kurucusu. Bu tarikatın detaylarıyla ilgili çok bilgi veremeyeceğim spoiler içerecek ama baya kötücül bir şey ve bunun başında Magnus'un olduğu iddia ediliyor. Magnus ise bunun bir şakadan ibaret olduğunu söylüyor ama o geceki detayları hatırlamaya çalışırken aslında o geceyle ilgili hiçbir şey anımsamadığını fark ettiği an şüpheye düşüyor: Benim miyim o? 
Tatil bir anda cehenneme dönüyor ve Magnus'u avlayanlar ortaya çıkıyor. Bu sırada Magnus da bu tarikatın başındaki elemanı aramak için kolları sıvıyor. 

Ve ta daa, tanıdık yüzler çıksın ortaya. Suratsız vampirlerimiz Raphael ve Lily, coolluktan ölen Catarina, sürpriz isim Johnny Rook (Karanlıklar Sanatı serisinde başrol karakterlerdendi)  Helen Blackthorn ve Aline, telefondan da olsa seslerini duyduğumuz Izzy ve Jace. 
Olaylar Paris, Venedik, Roma ve New York'ta geçiyor. Yeni bir karakter daha geliyor; Shinyun.
Bol romantiklik ve kahkaha içeriyor. Büyülerle ve ilginç bilgilerle dolu bir kitaptı. Sonunda yazar yine küçük bir bomba bırakmış ki nasıl sonuçlanacağını az çok tahmin ediyorum tüm kitaplarını okuduğum için. Yine de heyecanla okudum. Okudum okumasına ama bu kitabın enerjisi bana bir tık düşük geldi sanki... İlk kez bir an önce kitabı bitirmek istedim. Tabii bitince o dünyadan dışarı fırlatılmış gibi hissettim ama hep Malec okumak biraz sıktı beni. İkisiyle de hiç sorunum yok ama Will'i ya da Jace'i okumayı tercih ederim. :)

Kitabın Türkçesi yakında çıkacakmış. Şöyle cila niyetine hızlıca oradan da göz atarım ama genel olarak böyleydi. Ara ve tadımlık bir kitap olmuş diyebilirim. Altını çizdiğim yerler de oldu. Bir alıntıyı özellikle yazıyorum.

"Aşk seni değiştirir. Dünyayı değiştirir. Ne kadar yaşadığın önemli değil, aşkı kaybedemezsin. Aşka güven. Ona güven." -Tessa ve Magnus, bir gölge avcısına aşık olmakla ilgili konuşurken Magnus endişelerinden bahsediyor ve Tessa da hemen damardan giriyor bu alıntısıyla.

Evet geldik sona. 2019 size neler getirdi, neler kattı bilmiyorum ama ben bu yıla söylenerek girdim güle oynaya çıkıyorum. Sıfır beklentilerle yaşadım ve hep olmasa da mutlu sona ulaştım. Canım acıdığında oturup kendime acımak yerine daha da üstüne gidip ders çıkarttım. Daha mutlu oldum. Şöyle dönüp bakınca sırıtıyorum, ilk kez hayatı bu kadar canlı yaşadığımı hissettim. Belki de hayatı ilk kez hayatı bu kadar dibine kadar yaşadığım için okuduğum kitaplardan pek keyif alamadım. 2020'de kendi tarzımdaki kitapları okuyacağım. Yine hayatımı yaşayacağım, her fırsatı değerlendireceğim ve bir kitap karakteri olmayan birine aşık olacağım. İnanıyorum, bu kez başaracağım! Şu ana kadar "Heh senmişsin ruh öküzüm," dediğim adamlar ya evlendi, ya evlenmek üzere ya da kısmetleri başkalarında çıktı. :) Hadi bakalım, 2020'de size enişte getireceğim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

10 Nisan 2019 Çarşamba

Kitap Yorumu: Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler - Cassandra Clare

Selamlar 

Günün yorgunluğunu Kraliçe'm Cassandra'nın bir diğer kitabı olan Gölge Avcısı Akademisi'nden Hikayeler'in yorumunu yazarak atıyorum. Hani şu mis gibi reklam kokan kitap... Valla yorum yaparken babama bile acımam, çatır çatır yazarım. Beni bilen bilir, Cassandra'ya taparım. Ne yazsa okurum. Onun için gittim 800 küsur sayfa gözlerim kör olurcasına İngilizce kitap okudum. Yetmedi, çıkan her kitabını aldım. Yetmedi orijinallerini bile almaya başladım! Menajeri olsam bu kadar ismini duyurmazdım. Neyse. Konu dağılmasın.
Cassandra'nın Shadowhunter dünyasını aşırı seviyorum. Eklediği her bir yeni karakteri, üvey demeden bağrıma basıyorum. Bu dünya için yazdığı, yazacağı her kitabı da okurum. Ama sevgili yazarım, bazen durmak lazım.
Mesela bu kitabı iyi ki yazdın ama sanki zorlama olmuş gibi. Ki 3 farklı yazarın da ekmeği var bu kitapta. O yüzden orijinal bir Cassandra kitabı değil bence. Bunu da hissetmedim değil. Tamam, karakterlerimiz orijinalliğini korumuş ama kurgularda böyle başkasının dokunuşları olduğu belliydi. Tanırım ben Cassie'yi... 
Ama en güzel tarafı sevdiğimiz tüm karakterleri görüyoruz. Ay, pardon. Tüm sevdiğimiz karakterler mi dedim? Will Herondale her zamanki gibi yoktu! Allaaaam en sevdiğim karakter o ve resmen harcadı Will'ciğimi. :( Herkes mutlu, herkes huzurlu. Will Herondale... Neyse. Söylenmeyeceğim.

*EĞER GÖLGE AVCISI SERİSİNE DAİR BİR KİTAP OKUMADIYSANIZ YA DA HALA OKUMAYA DEVAM EDİYORSANIZ BUNDAN SONRASI FENA SPOİLER İÇERİR. LÜTFEN TÜM KİTAPLARI OKUMUŞ OLANLAR DEVAM ETSİN.*

Gelelim kitabın içeriğine. Odak noktamız Simon Lewis. En şapşal karakterimiz. En sıradan karakterdi ta ki vampir olana kadar. Sonra bir fedakarlık yapıp vampirlikten kurtulunca Gölge Avcısı olmaya karar verdi. İşte Simon'ın bu maceralarını okuyoruz. Akademiye nasıl başladı, neler yaşadı, kimlerle karşılaştı, başına neler geldi... 10 hikaye var. Her birinde farklı olaylar olsa da birbirleriyle bağlantılı. 
İlk hikayede Simon'ın akademiye gelişi anlatılıyor. Oradaki arkadaşları, öğretmenleri ve ortam tanıtılıyor. George adında aşırı sempatik bir oda arkadaşı oluyor. *-* George Lovelace. Soyadı tanıdık geldi mi? 
Bir sonraki hikayede merakla beklediğimiz karakter ortaya çıkıyor: Isabelle Lightwood. Biliyorsunuz, Simon ölümden döndükten sonra hafıza kaybı yaşamıştı. Çoğu şeyi hatırlamıyordu. Izzy de buna dahil. Yaşadıkları ilişkiyi falan gram hatırlamadığı için kitap boyunca bu ikisinin tatlı tartışmalarına şahit olacaksınız. Simon'ın aşırı şapşal hareketleri çok hoşuma gitti. Tam olarak "zıt kutuplar birbirini çeker" çifti olmuşlar. 
Üçüncü hikayede... Ayy bir şey diyeceğim. Ben iyice yaşlandım. Yukarıda o kadar atarlandım ama bu hikayede Will'i okuyoruz. :D Şöyle oluyor: Simon'ın girdiği derslerden birine Tessa konuk oluyor ve geçmişteki bir söylentinin gerçek tarafını anlatıyor. Bu yüzden geçmişe gidip, Will'in olduğu bir sahneyi okuyacaksınız. Ah ah... O sayfalar hiç bitmesin istedim!
Dördüncü hikayede Tessa'nın ve Will'in oğlu James'le ilgili bir hikaye okuyoruz. İlginçti. Aslında bu kitap sayesinde kıyıda köşede kalmış, sessizce ön plana çıkmayı bekleyen karakterlerin ön hikayelerini okuma fırsatımız oluyor. Böyle diyorum çünkü buzdolabı gibi dolaşan Robert Lightwood hakkında bilmediğimiz bir sır ortaya çıkıyor mesela. Ya da Helen Blackthorn'ı daha yakından tanıyoruz. Anne ve babasının hikayesini ilk kez detaylı okuyoruz.
Sonrasında Mark ve Kieran'la da karşılaşacaksınız. Bu kitabın geçtiği dönem, Sebastian felaketinin yaşanmasından hemen sonraki dönem. O yüzden Emma, Julian falan daha küçücük. Tabii onları da göreceksiniz.
En güzel tarafı ise ilk kez Magnus'la Alec'in ne zaman ve nasıl çocuk sahibi olduğunu okuyoruz. Ah, öyle güzel bir sahneydi ki...Ve çok anlamlı. Team Malec canım...
Son olarak, birbirinden değişik ve ilginç hikayeler okuduktan sonra Simon'ın Ölümcül Kupa'dan bir yudum alıp, yeminini ederek resmi olarak Gölge Avcısı oluşunu okuduktan hemen sonra bir olay yaşanıyor. Böyle ben huzurlu huzurlu kitabı okurken o sahneye gelince aniden gözlerim doldu ve yazara baya söylendim. Bu kadın mutlu son sevmiyor -benim gibi. Yani öyle ters köşe yaptı ki, artık kanmayacağım dediğim anda bile pes edip hüzünleniyorum.
Valla her bir karakterine nasıl bağlıyorsa öyle de koparıyor sizden bu cadaloz Cassie. Canım ciğerim ama testere mübarek.
Her neyse. Yazının başında baya söylendim ama şimdi diyorum ki iyi ki okumuşum! Bu dünyaya doyamıyorum. Hep daha fazlası diyorum ki bence daha fazlası da gelecek. Kadının hayal gücü dur durak bilmiyor. Aman nazar değmesin. Tühtühtüh. O yazsın, ben okuyayım.
Dün ben kitabı bitirirken yepisyeni bir kitabı da çıktı: Red Scrolls of Magic. Magnus ve Alec'in dünyayı gezerken yaşadıkları maceraları anlatıyor. Üç kitap olacak. PDF'ni bulursam hemen okumaya başlayacağım. N'apalım, Türk okuru olmak zor bu devirde.

Efenim, Jace'lerden bahsetmedim ama sanmayın ki yoklardı; bol bol yer alıyorlar. Aklınıza gelebilecek her karakter kitapta yer alıyor. Fırsatınız olursa okuyun mutlaka. Cassandra Clare bu, boru mu canım?

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 Ocak 2019 Salı

Kitap Yorumu: Queen of Air and Darkness - Cassandra Clare

2019'un ilk blog yazısından herkese merhaba! 😊

Bilerek bu anı bekledim. Gelin, sizi uzun bir yolculuğa çıkarayım.
Efenim, Jane'i inatçı bilir misiniz? Bilmezsiniz ama süper inatçı biriyimdir. Kafama taktığım bir şey ya olacak ya olacaktır. 
Cassandra Clare'e aşık olduğumu bilir misiniz? Eh, bilmezseniz ayıp edersiniz. Zira kendisi benim favori yazarımdır. Bunu artık göğüs gere gere söylüyorum. Eskiden favori yazarlarımı çat çat sayardım ama güvendiğim dağlara kar yağdığı için şu an tek odak noktam Cassie. <3
Hal böyle olunca Karanlık Sanatlar serisinin son kitabı Queen of Air and Darkness için geri sayıma başlamıştım. 4 Aralık'ta çıkan kitaba ulaşmak için affedersiniz ama bir yerlerimi yırttım resmen. Amazon'dan mı sipariş etsem, yurt dışına giden birinden mi istesem, Pandora'ya mı getirtsem derken kitabın pdf'ni internette buldum. (Allah affesin bu korsancılık oluyor ama söz verdim hem Türkçesini hem de İngilizcesini alacağım.)
Pdf'i hemen hem bilgisayarıma hem de telefonuma indirdim. (O sırada gaza gelip Kindle da sipariş ettim ama şansıma tükenmiş... Gelmesini bekliyorum hala.) Sonra bir baktım 921 sayfa! "Jane, iyi güzel İngilizce kitaplar okumaya başladın ama Cassandra'yı okuyabilcen mi?" diye kendi kendime hayatı sorgularken Artemis Yayınları'nın editörüne mesaj attım: Kitabı ne zaman yayımlayacaksınız? Demez mi 2019'in ilk döneminde. Bu bir kaçamak cevaptır! Girdim zorlu bir yola ve iki haftalık bir beyin fırtınasından sağ salim çıktım.
Kendime şunu kanıtlamış oldum: Ben artık dilediğim İngilizce kitabı okuyabilirim. Wohooo, kim tutar beni beee! 😎

Tamam, konuyu toparlıyorum. Canlar, Cassandra Clare canınıza okuyacak. 😏
Kısa bir özet geçeyim: Bu kitap, Karanlık Sanatlar'ın son kitabı. Bir önceki kitap Gölgelerin Lordu'nda olaylar çok pis karışmıştı. Robert Lightwood ve Livia Blackthorn, Annabel tarafından öldürülmüştü. Sanırım, Cassie'nin yazdığı en acımasız sahnelerden biriydi. Queen of Air and Darkness'ta olaylar kaldığı yerden devam ediyor.
Julian ve diğer kardeşleri Livia'nın ölümüyle sarsılıyor. Konsey fena karışıyor. Herkes dağılmış durumda. Kitabın ilk sahneleri cidden ağır bir hava içeriyordu. Herkesin ruh hali çok farklıydı ama her zaman odak noktamız Julian oluyor.

Livia'nın cenazesinden önce Emma'yla yaşadığı yakınlık, sonra çektiği acı sebebiyle Julian bir karar veriyor. Bu kararı açıklamayacağım ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Will Herondale izleri göreceksiniz Julian'da. Espri yeteneği yok ama aldığı kararlarla Will'in yeni versiyonu diyebiliriz.
Julian'ın bu değişimiyle Emma çok zorlanıyor. Nasıl davranacağını da bilemiyor kızcağız. Yine de bu ikiliyi bol bol göreceksiniz. Bu kitapta yaşamadıkları macera kalmıyor. 
Diğer bir yandan yazarımız yine birçok açıdan olayları bize sunmuş. İkizinin ölümüyle Ty de kendince bir şeyler yapmaya kalkışır. Onun yol arkadaşı Kit'ti. Çoğu sahnede Dru da onlara katılıyor. Anlayacağınız, küçükler artık büyümüş ve sorumluluk almaya başlamış durumda. Bu arada Kit'le ilgili bir sır öğreneceksiniz. :)

Tessa ve Jem'le ilgili koca bir gelişme var! Okuduğumda küfretmiş olabilirim. "Ah benim Will'imden ne istedin Cassie!" diye söylenmiş de olabilirim. Oh herkes mutlu ama Will toprak altında. :( Neyse. 
Ay asıl bomba Mark, Cristina ve Kieran üçlüsünde. Yok artık diyeceksiniz. Yani böyle bir şey olmasını ben beklemiyordum. Pek de sevmedim. Mark'ı tokatlamak istiyorum. :D
Bu kitapta bol bol Jace, Clary, Alec ve Magnus da okuyacaksınız. Izzy ve Simon bir görünüp bir kayboldu. Hatta replikleri bile sayılıdır ama Alec'le Magnus'u sık sık göreceksiniz. Hatta çok güzel bir sahneleri de var. :)
Jace-Clary-Julian-Emma dörtlüsünün de birden fazla sahnesi var. Böyle merakla okuyacaksınız.

Şimdi bir sahneden bahsedeceğim. Bunu söylemezsem çatlarım. Çünkü bu sahneden bir kitap bile çıkabilir. Demedi demeyin. Para için insan neler yapmaz. :D Sahne şöyleydi: Bir şey bir şey oluyor *spoiler olmasın diye ne olduğunu yazmıyorum* ve Emma'yla Julian başka bir evrene geçiş yapıyor. (Ah bayılırım böyle geçişlere.) Bu evren, varolan tüm evrenlerin en beteriymiş. Okurken anlamamak imkansız. Bu evrende her şey çok kötü durumda: Sebastian yaşıyor ve hakimiyet onda. Jace onun kölesi durumunda. Clary öldürülmüş. Büyücüler bir hastalığa yakalanıyor ve ya ölüyorlar ya iblise dönüşüyorlar. Magnus da hastalanınca Alec'den kendisini öldürmesini istiyor. Alec, Magnus' öldürünce kendisini de öldürüyor. Livia bu evrende hayatta ve Sebastian karşıtı bir grubun başında yer alıyor. Falan filan. Emma ve Julian başta dehşete düşüyor. Özellikle Jace'i öyle görünce... Bu evrende kısa ama dolu dolu bir macera yaşıyorlar. 
Şimdi bunu niye anlattım size: Bu evreni boşuna yaratmadı Cassandra. Sebastian'ı canlandırması, kötülüklerin baş göstermesi... Kitabın sonundaki cümleyi okuyunca hele diyeceksiniz ki "Sıçtık!" Bence Cassandra Clare çok değişik bir şey planlıyor. Okuduğumuz bu karakterleri bambaşka bir evrende okuyabiliriz. Bir ihtimal... Valla yazarsa ben balıklama atlarım. Efsanevi şeyler ortaya çıkar. :D 
Oh, tamam bunu da anlattığıma göre... Sanırım şimdilik bu kadar. Kitabın Türkçesi çıkınca tekrar okuyacağım, atladığım bir şey var mı diye ama kurgu kafamda cuk oturdu. Taparak okudum. Bayıldım. Hayal kırıklığına uğramadım. Bir kez daha iyi ki Cassandra Clare'in yaşadığı dönemde yaşıyorum dedim. :) 
Enfes bir kitaptı. Beklediğime değmiş. Türkçesi çıkıp, herkes okuyunca daha farklı bir yorum yazabilirim. Bir de genel olarak Cassandra Clare kitapları hakkında bilgilendirme amaçlı bir yazı yazacağım. Serileri hangi sıraya göre okumak lazım, gelecekteki seriler neler, karakter analizleri... Biraz zamanımı alacak ama merak etmeyin 2019'da yayınlayacağım. :) 

2019'un herkese mutluluk getirmesi dileği ile sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Çok yüzeysel anlattım çünkü kitap o kadar kalın ve o kadar çok olay yaşanıyor ki... Hepsi iç içe geçirilmiş bir labirent gibi; bir şey yazsam spoiler olabilir. Spoiler isteyen yazsın, anlatayım hemen. :D Dedikoduya da beklerim. 

6 Aralık 2017 Çarşamba

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 2 - Gölgelerin Lordu


Merhabalar
Dün gece bu yazıyı yazmamak için zor tuttum kendimi. Cassandra Clare'in  yeni serisi Karanlık Sanatlar'ın ikinci kitabı Gölgelerin Lordu'nu dün gece bitirdim ve karanlığa yuvarlandım. -Övgü kısmı- Yazarı cidden ellerim kanayana kadar alkışlamak istiyorum. Neden onu bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha kanıtladı. Clare kesinlikle favori yazarım. Ne yazarsa yazsın ön yargısız okurum. Dünyaya kesinlikle yazar olmak için gelmiş! Hayal dünyasını feci kıskandığım nadir insanlardan biri. Bir gün imza gününe katılmak, onunla delicesine sohbet etmek istiyorum. Bu yazar bir harika dostum. 😍
Kitabı didiklemeden önce bir de çevirmen ve çeviri hakkında yazmak istiyorum. Beril Tüccarbaşıoğlu Uğur'un önünde saygıyla eğiliyorum. Clare gibi kitabını betimlemelere boğan, terimlerle donatan bir yazarın eserini çevirmek cidden ustalık ister. Ki Uğur, Artemis'te okuduğum birçok kitabın da çevirmenidir. Gölgelerin Lordu cidden okunması zor bir kitaptı çünkü yazarın dili ağır ve karakterler çok fazla. Ama çeviri süper akıcıydı. Hiçbir yerde takılmadım. Harikasınız! 😍
Ah, şimdi bayılmadan kitaba geçelim. İlk kitabı okumadıysanız buradan sonrasını okumanızı tavsiye etmem. 👀 Zaten burada ne duruyorsunuz? Geceyarısı Leydisi'ni alın ve okuyun!
Kitap iki kısımdan oluşuyor. Açıkçası ilk kısmını okurken farklı bir yorum oluşmuştu aklımda. "Yani Cassandra canım ciğerimsin ama bu seriyi yazmak için durduk yere bahane aramışsın. Olmasa da olurmuş. Yeni karakterler, eski karakterlerin verdiği tadı vermiyor. Bir de çok kalabalıklar. Amaan neyse, sen yazdıysan tabii okurum," diyordum ki işler sonrasında çok değişti ve kitabın sonunda "Yaaa iyi ki yazmışsın of son kitabı nasıl bekleyeceğiiiiiim!" diye zırlıyordum. Hatta kitabın gidişatını tahmin edip, heyecanım bile kaçmıştı ama ahaha, hayır! Yazar yine ters köşeye yatırdı. Pes!😎

Aşkın kapıyı ne zaman çalacağı belli olmazdı. Ve çaldığında da, onu içeri almamak budalalıktı.

Önceki kitapta dost zannettikleri Malcolm Fade, aslında yıllardır biricik aşkı Annabel Blackthorn'ı diriltmek için büyü malzemelerini topladığını ve bir Blackthorn'ın kanına ihtiyacı olduğunu ve Los Angeles Enstitüsü'nün başında Blackthorn'ların amcası Arthur olmasına rağmen kafayı sıyırdığı için tüm işleri Julian'ın yaptığını da öğrenmiştik. Ve aralarına son anda yeni bir karakter de katılmıştı. Kayıp ve son Herondale dedikleri Kit. Gölgelerin Lordu'nda da aynen kaldığımız yerden devam ediyoruz. Başlarda Jace ve Clary'i de gözüktü. Sonrasında bu ikili ortadan kayboldu ve son kitapta bir bomba patlatarak geleceklerini tahmin ediyorum. Kit, tam bir uyuz Herondale! Başlarda çocuğa çok uyuz oldum. "Yok, ben Gölge Avcısı değilim. Sizden biri asla olmam. Herondale'lar da kimmiş," havasında gezerken bir baktım ikizlerle, Livvy ve Ty, grup olmuş gizli saklı işler çeviriyorlar. Kitapta en çok onların sahnelerini sevdim sanırım. Ergen yaşta olmalarına rağmen hem çok zekiler hem de çok cesurlardı. Bu üçlüden ayrı bir güzel hikaye çıkar. 👊

"Sen hayatta tek bir şeyi takıntı haline getirip ona ulaşamamanın ne demek olduğunu biliyor musun?"

Emma'yı ve Julian'ı tokatlamak istiyorum. Nedense bu ikisini öyle çok sevmiyorum. Böyle her işin başında onlar var. En güçlü ve yenilmez parabatai olarak görülüyorlar. Bir de birbirlerine aşık oldukları için saçma salak davranabiliyorlar. Tamam, parabatai oldukları için aşkları yasak ve böyle bir şey olmamalı. Ama Emma akıllısı, Julian'ı kendinden uzaklaştırmak için Julian'ın kardeşi Mark'la sevgiliymiş gibi oyun oynamalarına ne demeli? Her şeyin içine iyice etti diyebilirim. Sonrasında toparlanıyor olay ama cidden çok gereksiz bir davranıştı. Mark'ı da zor durumda bıraktı. 😔 Mark da garibim resmen tuhaf bir aşk üçgeninde kaldı. Bir yandan Latin güzelimiz Christina'ya yakınlaşmaya çalışırken Vahşi Av'daki 'eski' sevgilisi Kieran olayların içine atlar. Yani anlayacağınız yazar hem karakterleri hem de olayları bir güzel harmanlamış.

"Bütün rüyalar uyandığınızda sona erer."

Okurken beyninizin yanmaması imkansız! Ben kitaba bir gün ara bile vermiştim. Blackthorn'lar çok kalabalık. Bunun üzerine başka karakterler de ekleniyor. Christina'nın eski-yeni sevgilisi Diego, Yüzbaşı ordusu dedikleri, Soğuk Barış yanlısı ve Aşağı Dünyalıları aşağılayan bir grup, Vahşi Av'ın lordu ve Diana'ya abayı yakan Gwyn, kafa göz dalmak isteyeceğiniz Yüzbaşılardan Zara... Daha saymamı ister misiniz? 😄 Bir de Diego'nun kardeşi Jamie ile Julian'ın küçük kız kardeşi, içine kapanık görünen ama fena zeki olan Dru'nun olayları var. Sonunda Diana'nın da sırrını öğreniyoruz. Böyle yazar kitapta o kadar çok olay anlatmış ki birkaçının ucu açık kaldı. Eminin son kitapta hepisinin sonucu göreceğiz ama okurken cidden beyniniz alev alabilir. Sakin kafayla okumanızı tavsiye ederim. 😏

"...Oysa rüzgar eken fırtına biçer."

Seelie ve Unseelie peri olaylarını de es geçmeyeyim. Cassandra'nın dünyasında perilerin sevilmeyen kişiler olduğunu bilirsiniz. Bu kitapta baya deli ediyorlar insanı. Özellikle Unseelie Kral'ını bir kaşık suda boğmak istedim. Ve size şu kadarını söyleyeyim; son kitapta ortalık öyle bir karışacak ki kim hangi tarafta, kim düşman kim dost anlayamayabiliriz. Kitabın sonundaki olay zaten bütün her şeyi komple değiştirdi. Geri dönüşü imkansız ve intikam üstüne intikam alınacağına adım kadar eminim. Hodri meydan!
Son olarak, kitapta bol bol Magnus'u, Alec'i ve çocuklarını göreceksiniz. Magnus zaten favorilerimden. Onu okumak bir ayrıcalıktır. Ve olaylar bir ara Londra Enstitüsü'nde geçiyor. Size bir şeyleri hatırlattı mı? Will-Tess-Jem? Tabii onları görmüyoruz ama hatıralarına rastlayabilirsiniz. Hatta o enstitüde daha önce yaşayan ve tanıdığınız bir karakterin hayaleti bizimkilere musallat bile olabilir. Bu heyecanı kaçırmak istemezsiniz. 😂
Eh, ne diyebilirim? Cassandra Clare beni hayal kırıklığına uğratmadı. Kitabı okurken yorulsam da bu kadının hayal dünyasına kapılmayı, kendimi oradaymışım gibi hissetmeyi, o dünyaya hapsolma isteğimi, karakterlerini analiz etmeyi, inanılmaz maceralarını okumayı delicesine seviyorum. Bence herkes Cassandra Clare okumalı. Sıkıcı, boğucu gerçek hayatımızdan bizi nasıl uzaklaştıracağını çok iyi biliyor. Elimde olsa cidden tüm gün onun hayal dünyasında takılmayı tercih ederdim. Okuyun, okutun canlar!
Bir sonraki maceralarda görüşmek üzere. Yakında zamanda Cassandra Clare hakkında başka bir yazı daha gelecek. 💛
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

22 Haziran 2017 Perşembe

Kitap Yorumu: Bane Günlükleri - Cassandra Clare


Merhabalar

Sizde benim gibi Ölümcül Oyuncaklar dünyasını özlediniz mi? Valla ben her geçen gün daha da özlüyorum. Yani, imkanım olsa Cassandra Clare ile kendimi bir eve kapatıp her saniye hayal dünyası hakkında sohbet ederdim. Hal böyleyken çıkaracağı kitapları beklemekle kalıyorum anca. 

Geçen sene çıkardığı Karanlık Sanatlar serisinin ikinci kitabının ülkemizde çıkmasını beklerken uzun zamandır okumayı ertelediğim Bane Günlükleri'ni okudum ve kendimi yumruklayasım geldi. "Canısı neden daha önce okumadın?" 

Cassandra Clare ve iki yazarın daha yazdığı 11 hikaye ilk önce internet üzerinden yayımlanmıştı. Daha sonra bir kitap haline getirilip, basıldı. Ölümcül Oyuncaklar ve Cehennem Makinaları serisinden aşina olduğumuz Magnus Bane'in bilinmeyen yönleri ve daha önce anlatılmamış hikayelerini içeriyor bu kitap. Serileri okuyanlar zaten az biraz Magnus'u biliyorlar. Kendisi biseksüel ve çok çılgın bir yapısı var. Moda uzmanı ve delisi. Partilerin baş elemanı. Ve nerede bela varsa içinde mutlaka yer alır. Bunlar bir yana aslında çok yumuşak kalpli ve sevdiklerine sonsuz değer veren bir karakter. Ve umursamıyormuş gibi görünse de içi içini yer. Yardıma ihtiyacınız varsa Magnus Bane'in kapısını çalabilirsiniz. Tabii belli bir karşılığı olabilir de. 👀

Kaptırılan kalpler iadesi mümkün olmayan birer hediyeydi. 

Gelelim Bane Günlükleri'ne. Hem çok eğlenceli hem hüzünlü hem de 'vay be' dedirten anılarla dolu bir kitap olmuş. Bane'in ilk aşkı ve sonrakileri, Will Herondale ve soyu ile bağlantısı, Peru'ya girişinin yasaklanması, Tessa'yla olan sonsuz dostluğu, yılların vampiri Camille olan dengesiz ilişkisi, baş belası Raphael Santiago ile nasıl tanıştığı gibi bir sürü hikaye var. Elbette Alec Lighwood'la olan ilişkisi de mevcut ki zaten sanırım şu an en çok merak edilen odur. 😈

Ben çok eğlenerek okudum. Yani zaten Magnus süper eğlenceli bir karakter. Onun yaşadığı olaylar ise ayrı bir komik ve eğlenceliydi. Cassandra Clare'in dünyasını seviyorsanız zaten kesinlikle okuyun. 

Ve son olarak... Eğer önceki serileri okumadıysanız -ki o zaman bu karakteri de tanımıyor olursunuz ama her neyse- Bane Günlükleri'ni okumanızı tavsiye etmem. Arada spoiler niteliğinde bağlantılar var. Ona dikkat edin. 👍

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 1 - Geceyarısı Leydisi


Merhabalarrrr

Yaklaşık bir ay önce sabırsızlıkla beklediğim kitabı okudum! Hatta onu beklerken hiçbir kitaptan zevk alamadım. Son kitap yorumundaki yazıdan anlaşılacağı üzere... Gönlümün Leydisi geldi. Karşınızda Cassandra Clare'den yepyeni bir seri: Karanlık Sanatlar ve serinin ilk kitabı Geceyarısı Leydisi!

Artemis Yayınları'nın önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabı bu kadar erken beklemiyordum açıkçası. Sonra bir baktım benim bebeğim kucağımda... Bayram tatilim boyunca onu okudum. Allah'ım yok böyle bir mutluluk. Cassandra Clare kesinlikle benim yazarım. Benim, benimmm! Adeta susamış gibi içtim, aç kalmış gibi yedim kitabı. Okumaya kıyamamazlık olmadı valla. 800 küsürlük kitabı yayıla yayıla okudum. Zaten her bölümünden ayrı zevk aldım. Müthiş bir kurguyla geri dönmüş Kraliçe. Bayıldım! Cehennem Makinaları ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra çıtaları yükseltmişti. Hayal kırıklığı olmadı valla. Yeni favori serim Karanlık Sanatlar oldu bile!

Yepyeni karakterlerin yanı sıra eski karakterleri de görüyoruz. Az ama o bile yetiyor. Zaten Ölümcül Oyuncaklar'ın son kitabında Emma'yı, Julian'ı ve onun kalabalık ailesini tanımıştık. Orada daha küçüklerdi. Şimdi bu serinin baş kahramanı oldular. Aradan beş yıl geçti. Büyüdüler ve o felaket dolu savaştan sonra ayakta kalmayı başardılar. Los Angeles Enstitüsü'nde koca bir aile olarak yaşarlarken tekrardan esrarengiz olaylar başlar. Şimdi ona değinmeden önce karakterlerden bahsedeceğim.

"Aşk birini görmen demektir." -Julian

Emma Carstrairs adeta Will Herondale'ın küçük kız versiyonu. Kendinden emin halleri. Bildiğini okuyan. Hırslı. İntikamcı. Aynı zamanda rengarenk bir karakter. Zıpzıp yerinde duramıyor resmen.
Julian Blackthorn ise Emma'nın zıttı. Sakin, kontrollü, sorumluluk üstüne sorumluluk alan biri. Küçük yaşta kardeşlerine hem ağabeylik hem de ebeveynlik yapmaya başladığından sanırım çok ağırbaşlı biri. Kendine vakit ayırmaktansa kardeşlerine daha fazla ilgi göstermeyi seçen biri. Aslında çok örnek alınası biri. Kim bu zamanda Julian gibi biri olabilir? Ayrıca Emma'nın parabatai'si. Yani bir de Emma'ya göz kulak olmak zorunda. İşi zor vallahi.

Julian'ın kardeşlerine gelirsek... En büyük ağabeyi Mark periler tarafından kaçırılmıştı. (ÖO son kitabında Peri Halkı, Mark peri kanı taşıdığı için ele geçirip, bir yere kapatmışlardır. Jace ve Clary kurtarmaya çalışmıştı fakat ne yazık ki Mark teslim olmamıştı.) Ablası Helen ise Konsey tarafından başka bir yerde görevlendirilmişti. (Bu arada Helen ve Mark, aslında üveyler. Anneleri bir periydi. Andrew Blackthorn daha sonra Julian'ların annesiyle evlenmiştir.) Geriye minik kardeşleri kaldı. Tiberius, Livia, Drusilla,Octavius. Sıralanış aynen böyle. İnanın bana ilk okuduğunuzda kim neydi falan diyeceksiniz ama sonra alışıyorsunuz. Keretalar sık sık karşımıza çıkıyor.
Yeni karakterler ise daha da eğlenceli ve akılda kalıcı. Emma'nın yapmacık ve geçici sevgilisi Cameron. (Acayip uyuz bir tip.) Enstitü'ye Meksika'dan gelen ve konuşmalarıyla insanı güldüren Christina; LA Enstitüsü'nde çocukların eğitmeni olan Diana Wrayburn. Bir de Julian'ların yarım akıllı bir amcaları var. Arthur Blackthorn. Hmm son bir karakter de Magnus Bane gibi büyücü olan Malcolm. Kitaptaki karakterler böyle. Elbette birkaç tane daha var ama asıl ön planda olanlar bunlar.

"Herkesin korktuğu şeyler vardır, insanın olmanın bir parçasıdır bu." -Emma

Kitabın konusundan nasıl bahsetsem bilemiyorum. Çünkü karmaşık. Eminim bir sonraki kitap çıkmadan önce bu kitabı tekrar okurum. Ama şöyle söyleyeyim. Tüm olaylar birbirleriyle bağlantılı. Yani Cassandra klasik kurgu biçimini uygulamış. Sizi yine ters köşeye yatıracak. Ben birini suçlarken hiç ummadığım bir kişi suçlu çıktı. Ve bu sefer kurgu daha da sağlam. Yani olayların gerçekleşmesi ve gerçekleşme nedenleri çok mantıklı. Bu konuda bir bilgi veremem. Spoiler olur. Tek diyeceğim aksiyon da var. Duygusal bağlar da var. İhanet, hüzün, mutluluk... Ne ararsanız var. Yok yok!

"Çok kahve içiyorsun, yeterince krep yemiyorsun." -Emma
"Umarım bunu mezar taşıma yazarlar." Julian

Bu kitaptaki Parabatai konusuna değinmek istiyorum. Önceki kitaplarda genellikle kız-kız erkek-erkek parabatailer gördük. (Will-Jem, Jace-Alec ve istisna olarak Clary-Simon) Bu kitapta da Emma ve Julian Parabatai. Gerçekten birbirlerini koruyan, değer veren, anlayan... İnanılmaz bir çift. Ama tahmin edeceğiniz gibi bir süre sonra bağları aşka dönüşüyor. Gizli saklı bir şeyler yaşasalar da bunun yasak olduklarını biliyorlar. Parabatai'lerin birbirilerine aşık olması... Ölümden bile beter bir şey. Bunu kitapta öğreneceksiniz. Ve bu yüzden Emma bir şey yapıyor. O kadar can acıtan bir şey ki... Sırf bu yüzden bir sonraki kitabı istiyorum. Julian'ın tepkisini görmek istiyorum. Tanrım! Cassandra bize ve karakterlere acı çektirmeye bayılıyor. Uyuz kadın...

"Aşkın yasak olduğunu bilmek aşkı öldürmez. Daha da güçlendirir." -Tessa

Neyse. Eski karakterlere gelirsek... Sonlara doğru onlar da maceraya katılıyorlar. Kitabın sonunda zaten onlara özel bir sahne var. Cassandra bizim gibi sıkı fanları unutmamış. Valla doyasıya okudum kitabı. Müthişti!

Kitap kalın, evet ama süper akıcı. Gözünüzü korkutmasın. Çeviri de güzeldi. Betimlemeler tam Cassandra tarzındaydı. Sonracığıma... Ben bayıldım. Diğer kitabı sabırsızlıkla bekliyorum!

Bir sonraki kitaplarda görüşmek üzere o zaman. *-*
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 Aralık 2014 Pazartesi

Kitap Yorumu: Magisterium 1 - Demir Yıl

  
Magisterium'dan herkese merhabalar !

Uzun zamandır bu kitabı merak ediyordum. Çünkü en favori yazarım olan Cassandra Clare, yazar arkadaşı Holly Black ile beraber yazdı bu kitabı. Ve yepyeni bir seriye adım atmamı sağladılar. Tamam, konusu belki oradan buradan alınmış gibi olabilir. (Bkz: Harry Potter, Percy Jackson) Ama son sayfalardaki şaşırtıcı kurgu, seriye ısınmamı sağladı. Cassandra'nın yeni dünyasına hoşgeldiniz!

Cassandra & Holly

Bu kitaptan bahsederken sanki sadece Cassandra yazmış gibi davranıyorum. Ama elimde değil. Holly Black'i hiç okumadım. Açıkçası Cassandra'yla ortak iş yapana kadar da ilgimi çeken bir yazar değildi. O yüzden sanki seriyi Cassandra yazmış gibi hissediyorum. Ama Holly Black'a sonsuz saygım var. Bu kitaptan sonra yazarı araştırıp, bizde çıkan kitaplarını inceleyeceğim kesinlikle! 

Gelelim kitabın içeriğine. Baş karakterimiz Callum Hunt, henüz 12 yaşında. Annesi, o doğduktan sonra ölmüş. Babasıyla yaşayan ve okulda haylazlık yapmadan duramayan bir çocuk. Aynı zamanda büyücü. (Gözünüzü devirip, HP aklınıza gelebilir.) Ama büyücü olarak yetiştirilmemiş. Çünkü babası Alastair, onu büyücülerin içinde olmasını istemiyor. Ama Magisterium'un her sene yaptığı sınava girmesine engel olamaz. Tek seçeneği, Call'ın başarısız olmasını sağlamak.
Magisterium, büyücülerin eğitildiği yer. İlk yıllarına Demir Yıl deniliyor. Sırasıyla; Bakır Yıl, Bronz Yıl, Gümüş Yıl ve Altın Yıl olarak devam ediyor. Anlaşıldığı gibi serinin kitap adları bunlar olacak ve beş kitaptan oluşacak. Konuya devam edeyeyim. Callum, sol bacağından sakat biri. Yani sınavı geçememe olasılığı yüksek. Ki babası, sınav öncesi ona başarısız olmasını, büyücülerin kötü olduklarını ve onlardan biri olmamasını tembihliyor. Her şey yolunda gözüküyor. Callum, sınava giriyor. Her şeyi berbat yapıyor. Hatta bir ara kendisinden bile utanıyor. O derece. Artık seçilmeyeceğini düşünüp, rahatlıyor. Ve Ustaların çıraklarını seçtiği bölüm geliyor. Usta Rufus, ilk iki çırağını seçiyor. Tamara ve Aaron, sınavda en yüksek puan yapan çocuklar. Ve sonra bilin bakalım kim seçiliyor. Callum Hunt! Ondan sonra işler karışıyor millet. :D

Olaylar olaylar olaylar... Ne anlatsam spoiler olur. Ama kurgusu çok hoşuma gitti. Başlarda biraz sıkıldım çünkü konuyu kavramaya çalışıyordum. Bir de okul nedeniyle doğru düzgün okuyamıyordum. Ama sonra kurgu yerine oturdu, karakterleri tanıdım,her şey akıcı gidiyor derken yazarlar son sahnelere doğru resmen bombaları patlatmışlar. Şok üstüne şok yaşadım ve okurken resmen izliyormuşum gibi hissettim. Çok güzeldi be ! Gerçekten güzel düşünülmüş. Açıkçası diğer kitapları büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum. Ama ne yazık ki her sene bir kitap çıkaracaklarmış. Yani bu demek oluyor ki yeni kitap, gelecek sene çıkacak. Hoş, ne kaldı şurada değil mi ? :D Ama beklemek zor olacak. Çünkü gerçekten heyecan verici, meraklandırıcı sorularla bitti kitap. Bir daha oturur, okuyabilirim. O derece benimsedim.

Kitabı okumadan önce de hakkında baya yorumlar okudum. Harry Potter'a çok benzetenler var. Çakması demişler adamlar. :D Bilemiyorum çünkü Harry Potter'ı okumadım, izledim. Ama bomba haberim var. Hayırsever biri (adeta melek) Harry Potter serisini getiriyor bana. Şuan ilk iki kitap elimde. Ve okuyacağım. Yaşım kaç olursa olsun. Kesinlikle bu türleri çocuk türü olarak görmüyorum. Hatta tam tersine merak ediyorum. Percy Jackson'la başladım. Demir Yıl ile devam ediyorum. Sırada Harry Potter var! Onu okuyunca, çakması olup olmadığını göreceğim. Ama yine de ben sevdim. Beni sardı mı sardı. Ya zaten Cassandra Clare ne yazsa okurum. Abartmıyorum. Bebek bakımıyla ilgili de bir şey yazsa okurum. Hayal gücüne, anlatım biçimine, yarattığı karakterlere bayılıyorum. Cehennem Makineleri ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra bu seri bir tuhaf geldi. Alışmışım tabii Gölge Avcılarına falan. Karşılaştırma yapmayın. Hayal kırıklığına uğrarsınız. :D Bu serisi, bambaşka bir hayal gücü. Yine de hoşuma gitti. Karakterlerin yaşı küçük ama marifetleri büyük. Okurken zaten o minik detayı fark etmiyorsunuz.

Gelelim karakterlerin özelliklerine. Gıcık tipler de var. Hırslı, komik ve şaşırtıcı karakterler de... Callum Hunt, meraklı ve yerinde duramayan biri. Gizli saklı işler çok yapıyor. O, her gizli iş yaptığında ben heyecanlanıyorum yakalanacak diye. :D O yüzden bu muzurluğunu sevdim.
Tamara, hırslı ve kendinden emin bir kız. Zaten sınavda baya yüksek puan alıyor. Elinden gelen her şeyi yapıyor. Bilmiş biri gibi görünebilir ama yavaş yavaş ısınmaya başladım ona.
Aaron, geleceğin yakışıklısı. Bence. :D O sinyalleri aldım nedense. Hem zeki hem çekici bir tarafı var hem de sürpriz bir özelliği var. Okuyunca şaşırabilirsiniz. Burada söyleyemem. Çünkü kitabın ana konusunu anlatmış olurum. Bunu yapmak istemiyorum. Kitaptaki detayları okuyunca görün. İlk kitabın yorumunda bahsedersem, okuyunca bir heyecanı kalmaz. İlk okurken kafanız karışabilir ama sayfalar ilerledikçe her şey yerine oturuyor. Ki zaten ikinci kitap çıkıp, okuduktan sonra yorumunu yaparken ilk kitabın tüm detaylarını anlatacağım. :D

Daha birçok karakter var. Ustalar çok var. İsimlerini karıştırıyorum. Bi, Usta Rufus'u ezberledim ve tanıdım çünkü bizimkilerin Ustası. :D Adamdan gizlilik akıyor resmen. Gelecek kitaplarda neler ortaya çıkacak kim bilir. Diğer çocuk karakterlerden Jasper, Drew ve Celia'yı göz önünde bulundurun. :D No spoiler!

Immm, kitap hakkında başka ne söyleyebilirim... Söylenecek çok şey yok. :D Şaşırtıcı, gizemli ve merak uyandırıcı bilgiler çok. Yazarlar alt yapıyı çok güzel hazırlamışlar. Serinin ilerleyen kitapları bomba gibi olacak. Cidden sabırsızlanıyorum. Seriyi çok mu çok sevdim. Daha ilk kitaptan!

Son olarak, Doğan Egmont'a kocaman teşekkürler. Bu kitabın ülkemizde çıkacağını hiç düşünmüyordum. Instagram'da Türkçe versiyonu görünce küçük bir kalp krizi geçirdim. Ve fuarda adeta üstüne atladım. İlkten alsam mı almasam mı diye kararsız kaldım. Ama, boşverin. Cassandra ve kankası Holly bu! Kesinlikle okuyun. Okutun.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Doğan Egmont, okur mu bilemiyorum ama yazmak istedim. Kitabı iyi ki çıkardınız ama biraz daha özen gösterin bir dahakine. Çeviri müthiş. Ama kitabın yazıları kocaman. Okurken rahatsız oldum. Ve sayfaları incecik. Okurken yırtılacak diye ödüm patladı. Yazıları biraz küçültüp, sayfaları daha normal yaparsınız musmutlu olurum.

2 Ekim 2014 Perşembe

Aşık Olunacak Kitap Karakterleri Vol 2


Selam Millet !

Bu sefer kitap yorumlama ya da film önerisi falan yapmayacağım. Blog'u ilk açtığım zamanlar bir eğlenceli etkinlik yapmıştım. Aşık Olunacak Kitap Karakterleri Vol 1 diye. Eh, artık onu devam ettirme zamanı. Yeni seriler okumaya başladım, yepyeni karakterler tanıdım. Ve şimdi onları size tanıtma zamanı.

Bir şey fark ettim. Artık kitaplar tanıtılırken konularından çok içerisinde yer alan karakterler ön plana çıkıyor. Mesela artık çoğu kitabın arka kapak yazısında karakterlerin alıntıları bulunuyor. Ya da bloggerlar kitap tanıtımı yaparken karakterleri ön planda tutup, onlar üzerinden konuyu anlatıyorlar. Yani diyeceğim o ki aslında kitaplardaki karakterler daha göz önünde, daha değer verilen şey oldu. Bir karakteri çok severseniz o seriye ya da kitaba mutlaka devam edersiniz. Mesela bir örnek vereyim; Düşmüş Melekler serisindeki Patch karakteri sayesinde seri birçok hayrana sahip oldu. Özellikle son ve final kitabı berbat olsa da Patch tüm seriyi kurtaran bir kahraman gözümüzde. :D Ya da Gece Evi'nden bahsedeyim. Sevenleri de çok sevmeyenleri de. Serideki kitap sayısı arttıkça insanlar artık sıkılmaya başladı. Ama ben okumaya devam ediyorum. Çünkü niye, sevdiğim birkaç karakter var. 

Kısacası devir değişti. Karakter sağlamsa seri tutar. :D


İlk kitap karakteri olarak Simon Lewis'i seçiyorum. Ölümcül Oyuncaklar serisinde baş karakter Jace Herondale'ın gölgesinde kalmış bir karakter olabilir. Ama onu özellikle son kitaplarda gözüme kestirdim. Hem çok komik hem inatçı. Hem de aşık olunca ne yapacağını bilemeyen afacanlardan biri. Çocuksu bir hali de var Simon'ın. Ama inanın bana gerçek hayatta sahip olmak isteyeceğiniz bir dost. Belki de bir sevgili.

Ve sırada Seth var. Henüz soyadını öğrenemedik. Kendileri Melez Sözleşmeleri serisinde yer alıyor. 2015'te sırf Seth'den oluşacak bir seri geliyormuş. Nasıl mutlu oldum... Seth'i çok seviyorum. Öyle böyle değil. :D Hatta serinin dördüncü kitabı Apollyon'u okurken o yok diye resmen can sıkıntısından patladım. Seriye müthiş renk veriyor. Eğlenceli, komik, doğal, yakışıklı, güçlü bir Apollo o. Gerçekten sevilesi bir karakter. Kızgın hali bile çekici adamın. :D Onun hakkında daha çok bilgi öğrenmek için çıldırıyorum. Seth'i paylaşabiliriz millet. Seriyi okuyun. Mutlaka.


Eric Northman desem ? Hatırladınız mı? Çoğunuz True Blood dizisinden hatırlayacaksınız ama ben Güneyli Vampir serisi romanlarından hatırlatmak istiyorum. Dizideki Eric'le bir alakam yok. Ama kitaptaki Eric... Bir tane sipariş etmek istiyorum. :D Kitapta ilk karşıma çıktığında tehlikeli ve çekici biri gibi gelmişti. Ki öyle zaten. Ama adamın eğlenceli bir mizah anlayışı var. Çok sağlam karakterlerden biri. Ve bu seriyi okuyan çok yok ülkemizde. O yüzden Eric'i sırıtarak sahipleniyorum millet ! :D


Augustus Waters dedikleri zaman direk gözlerim doluyor. Nasıl etkileyici bir karakterse... Aynı Yıldızın Altında'yı duymayan kaldı mı ? Gerek kitaptaki gerek filmdeki Gus hepimizi fena etkiledi. Gelmiş geçmiş en en en etkileyici karakter. Çok anlamlı ve unutulmaz sözleri vardı. Hakkında ne söylesem bilemedim. Cidden okumalısınız. İzlemekle de olmaz. Okuyun. Ben bir kere okudum ve hala etkisinden çıkamadım. Tekrar okumaya korkuyorum. Bu karakter kalbinizi feci kıracak.


Şimdi bahsedeceğim karakteri bilemeyebilirsiniz. Uriah Pedrad. Uyumsuz serisindeki yan karakterlerden biri. Kitabı okurken gözünüz Tobias'dan başkasını görmezken ben Uriah'ı gözüme kestirdim. :D Komik ve eğlenceli olmasını geçtim çok iyi bir dost. Öyle böyle değil. Tris'e ve ekibine o kadar yardımcı oldu ki cidden çok cesaretli biri. Filmde de izlemek için sabırsızlanıyorum. Kitaptaki en güvenilir ve yenilmez karakterlerden biriydi.

Ve son olarak Travis Maddox. Kızlar, Travis'i cidden paylaşmak zor. Öyle böyle değil. Adam dövüşerek hayatını kazanıyor. Ya da kazanıyordu diyeyim. Sonrasında zaten benim çok hayran olduğum ve merak ettiğim bir mesleği yapmaya başlıyor. O andan itibaren ona aşık olmamak imkansız cidden. Kaslı vücudundan bahsetmiyorum. Feci bir şey. Dövmeler... Dövmelerini bir kere yakından görmek için baya çabalardım. :D Çok fena bir karakter. Tatlı Bela, Ayaklı Bela ve Belalı Düğün'de okuyabilirsiniz. Ayaklı Bela'da Travis'in gözünden olayları okuyoruz. Eh, bir okuyun da görün bakalım derim. :D



Şimdilik karakterler bunlar. Şöyle bir göz atınca aslında ortak bir yönlerini gördüm. Hepsi de eğlenceli, komik, hayatı gerçek anlamda yaşayan karakterler. Ne diyebilirim ki, böylelerini çekiyorum. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

2 Eylül 2014 Salı

Kitap Yorumu: Ölümcül Oyuncaklar 6 - Cennet Ateşi Şehri


"Kahramanlar her zaman kazanan kişiler olmak zorunda değildirler.Bazen kaybedenlerdir de. Ama savaşmaya devam ederler, geri dönerler. Pes etmezler. Onları kahraman yapan da budur işte." -Clary

Şuan yazıya nereden başlasam bilemiyorum. En en en sevdiğim seri bitti. Ama sanki bitmemiş gibi. Son kitabı okurken sanki daha yeni kitaplar gelecekmiş gibi doyasıya okudum. Sonlara doğru "Dur, yavaşla. Bir daha bu ekibi okumak yok." dedim ama yine de kitap bitti işte.
Ölümcül Oyuncaklar serisini yaklaşık üç yıldır okuyorum. Ve bitmesi... Alicante'den* sınır dışı edilmişim gibi hissediyorum. Cassandra Clare'i okumayı delicesine seviyorum. Cehennem Makineleri bittiğinde yıkılmıştım ama Ölümcül Oyuncaklar da daha çok "Daha fazla istiyorum" modundaydım. Çünkü sonu mutlu, huzurlu ve tam istediğim gibi bitmiş. :(

Cassandra'yı okuyanlar bilir, kadın savaş yaratmayı ve bu savaşlarda sevdiğimiz karakterleri öldürmeyi, acı çektirmeyi ve bizi okurken süründürtmeyi çok seviyor. Bu kitapta da aynı şeyleri görmek mümkün. Tüm duyguları arka arkaya yaşadım. Endişe, heyecan, mutluluk, şaşkınlık, korku, nefret, hüzün... Şuan beynim error verme konumunda. Evrenler arası yolculuğa çıkmışım gibi hissediyorum. :D Yazar son kitapta kurguyu o kadar yoğunlaştırmış ki kitabı okurken başınızın dönmesi mümkün.

Kitapta birçok bölüm var. Bir yanda Jace, Clary, Isabelle, Alec ve Simon savaşı kazanmak için çabalıyorlar, diğer yanda Alicante'de kalan Luke, Jocelyn, Lightwood'lar, Magnus, Raphael ve birçok isim savaş hazırlıkları yapıyor. Ve kitapta  Cassandra'nın yeni serisinde yer alacak karakterleri bolca görmek de mümkün. Los Angeles Enstitüsü'nde geçecek olan yeni serinin karakterleri Emma, Jules ve diğer çocuklar bu kitapta büyük rol oynamışlar. En azından onları tanıma şansı bulduk. Bunların dışında şunu söylemeliyim ki kafa karıştırıcı sahneler olabilir. Ki ben çoğu yerde sahneleri tekrar okudum.Yoğun, ağır ve uzun bir anlatımı var yazarın. Zaten seriyi okuyanlar bunun farkında ama son kitapta başka bir yoğunluk vardı sanki. Bunun bir diğer sebebi kesinlikle çeviriyle alakalı. Kitabı çeviren kişiyi kınamak ya da yerden yere vurmak gibi bir amacım yok şuanda. (Özellikle bu mesleği edinmek istiyorken.) Fakat keşke kitabı çevirmeden önce serinin diğer kitaplarına bir göz atsaydı. Alıştığımız bazı kavramları farklı çevirmiş. En bariz iki kelimeden örnek vereyim: Stelini mızrakçık, Sessiz Kardeşleri de Sessiz Biraderler diye çevirmiş. Bunlar minik ayrıntılar ama seriyi seven biri için göze batan detaylar. Okurken cidden surat astım ve o kelimeleri okurken kendi bildiğim şekilde çevirdim. Bu konuda çevirmenden çok yayınevine sinirleniyorum. Seriyi çeviren sabit bir çevirmen bulabilirlerdi. Neyse.

"Hiçbir şey hissetmemektense sevip korkmak daha iyidir. Yoksa taşlaşırız." -Catarina

Şimdi kitaptan bahsetmek istiyorum. Ve belirtmem gerekir ki seriyi okumayanlar ya da yeni başlayanlar için müthiş spoiler verme konumundayım şuanda. :D Ona göre devam edin.
Son üç kitaptır bizimkilerin başında büyük bir bela vardı. Sebastian. Clary'nin abisi, Valentine'in iblis oğlu ve herkesin korkmakta haklı olduğu baş düşman. Bu kitabın baş karakteriydi. Yine tüm kötülükleri yapmaktan kaçınmadı. Ölümcül Kupa sayesinde Karanlık Gölge Avcıları oluşturdu. Bunu yapmasındaki amaç ise Gölge Avcılarının sevdiklerini alıp, onlara vahşice bir düşman ordusu yarattı. Ki bu durumda Avcılar, tanıdıkları insanları öldürme konusunda tereddütte kaldılar.
Büyük Kara bir savaş tüm kitabı konu edinmiş durumdaydı. Olaylar sadece Alicante'de geçmiyordu. Bilmediğimiz diyarlar ortaya çıktı. Şeytani Diyarlar, Peri Diyarları ve Alicante'nin paralel evrendeki ölümcül diyarı diyebileceğim bir mekan daha ortaya çıktı. Jace, Clary, Izyy, Simon ve Alec cidden birçok tuzaktan geçti. Resmen ölüme doğru yürüdüler. Çoğu sahnede kalbiniz hopp edebilir. Çünkü Cassandra bu, ne yapacağını tahmin edemiyorsunuz. Seride sevdiğiniz karakterler ölecek demişti. Tamam, ölen karakterler için üzüldüm ama öyle "Amaaan, okumam bundan sonra. Gitti güzelim karakter" dedirtecek cinsten bir şey yoktu. Ki iyi ki yoktu. :D
Bu grubun dışındakiler ne yapıyordu nerdesiniz, valla çok karışıktı olaylar. Luke, Raphael, Magnus ve Jocelyn baya zorluklar atlattı. Alicante'de kalan Emma ve Jules gibi yeni karakterler kendi acılarını, korkularını yaşadılar. Sebastian'ın parmağı her yerdeydi. Her bölümde onun kötülüğünü görmek mümkündü. Kitapla ilgili pek fazla bir şey diyemeyeceğim çünkü her şey birbirine bağlantılı. Ne desem spoiler olur ya da diğer şeyleri de anlatmam gerekir. O yüzden özetle; büyük bir savaşın içinde hissedebilirsiniz. Okurken sanki evle Alicante arasında mekik dokumuş gibi bir his yaşabilirsiniz.

"Düştüğün zaman olan budur. Sende pırıl pırıl olan her şey karanlık bir hal alır. Bir zamanlar ne kadar zekiysen o kadar kötü olursun. Uzun bir düşüştür bu." -Jace

Bunların dışında Jace'i bol bol görme gibi bir lüksünüz olmasın. Bu konuda hayal kırıklığına uğradım. Tamam, çoğu sahnede yer aldı ama şu yeni karakterler yüzünden yazar sanki Jace'e pek odaklanamamış. Bu konuda şikayetçiyim. :D Clary-Jace sahneleri için ağzımı açmam. Sürpriz gelişmeler var. :D :D
Clary-Simon dostluğunu iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Hatta Simon'dan biraz bahsetmek istiyorum. Bir önceki kitabın yorumunu yaparken "Bu kızıl kafa kesin Simon'la ilgili kötü planlar kuruyor." demiştim. Ay, cidden hissetmişim. Kitapta Simon ön plandaydı çoğu zaman. Çok kahramanca davrandı. Onu daha da sever oldum. Ve kitabın sonlarına doğru bir fedakarlık yaptı ki... Ölmedi ama ölse bu kadar üzülürdüm. Resmen ağlayacaktım. Clary'nin durumu daha vahimdi. O yüzden o bölümleri okurken yazara acayip sinir oldum. Jace bitti Simon'a sardı resmen!

"Bildiğim ve sevdiğim her şeyi terk ettim. Belki tam olarak terk etmedim ama kendimle daha önceki hayatım arasına bir cam duvar ördüm. Onu görebiliyor, fakat dokunamıyordum, bir parçası olamıyordum." -Zachariah

Kitapta sürpriz isimlerde vardı. En merak ettiklerimizden mesela...Magnus'un babası. :D Hem komik hem itici hem ne bileyim... Dayaklık ? İlginç ve uyuz bir tipti. Diğer iki karakterden bahsetsem mi bilemiyorum ama tahmin ediyorsunuzdur. Cehennem Makineleri serisinden Tessa ve Jem de bu kitapta yer almışlar. Okurken mutlu olmam lazımdı değil mi ? Ben tam tersine çatık kaşlarla okudum. "Ohh tabi hayatı yaşayın, Will kim bilir nerelerde. Ay daraldım!" modundaydım. Gerçekten, C.M. final kitabından sonra Tessa'dan fena soğdum. Jem'i hala seviyorum ama ne bileyim. Willsiz bir tat vermiyorlar.

Bunları geçeyim. Bazı sahnelerden bahsedeyim. Çok komik sahneler vardı. Simon'ın sarhoş olduğu sahne mesela. :D Tekrar tekrar okudum. Çok komikti. Izyy'le aralarındaki ilişki çok güzeldi cidden. Simon Lewis, bu serideki en masum ve en çekici kişi bence. (Jace, bakma öyle.) Bir diğer şaşırtıcı sahne ise bir bölümde İstanbul adı geçiyor. Aslında okuyunca size sürpriz olsaydı ama söylemesem olmazdı. :D İstanbul'da da bir Enstitü varmış yahu! Tamam itiraf ediyorum, başında ben varım! :D

".... olağanüstü hikayeler okumanın keyfini yaşayabilir ya da hikayenin bir parçası olabilirsin." -Magnus

Bu kitapta ayrıca Magnus'u ayrı bir sevdim. Adamın zaten farklı bir tarzı ve enerjisi var. Sizi içine doğru çekiyormuş gibi... Onu okurken nedense rahat hissettim kendimi. :D Magnus Bane'le gerçek hayatta karşılaşmak isterdim. Bana da "Kurabiyem*" diyebilirsin! :D

"Bazen bir şeyleri yeniden kazanmak için her şeyini kaybetmen gerekir ve kaybetmenin verdiği acı ne kadar büyükse yeniden kazanmak da bir o kadar tatlıdır. -Sebastian 

Ve son olarak aslında bunu söylemek biraz ironik ama sonlara doğru Sebastian'a üzüldüm. İlk defa ona acıdım. Sevgiye aç, Clary'nin ilgisine muhtaç biri. O kadar kötülük yaptı, elinde olsa daha da fena şeyler yapacaktı ama ona karşı bir an gerçekten sıcaklık, sevgi, merhamet hissettim. Yazar beni iyice dengesiz yaptı. :D

Yazarken öyle şakaya falan vuruyorum ama içim kan ağlıyor. Seri bitti, seri! Karakterlerine o kadar bağlıyım ki cidden bittiğine inanamıyorum. Her karakterin ayrı bir çekiciliği, komikliği, farklı bir havası var. Hayır onu geç, serinin gerek kurgusu gerek anlatım biçimi... enfes. Her zaman diyorum. Cassandra'nın hayal dünyasına delicesine aşığım. Beni oraya hapsetseler gıkım çıkmaz.

İşte böyle. Bir seri daha bitti. Kitaplığımın gözdesi olarak yerini aldı. Yine okurum bu kitabı. Doyamadım çünkü. Herondale, Lightwood, Carstairs... Bu üç soyadın yeri bende ayrı. Sonunda Jace'in kalıcı bir soyadı oldu. Jace Herondale, her zaman hatırlayacağım seni. Yaşlanıp, büzüşsen bile. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane