Pages

Kitap Haberleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap Haberleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2022 Cuma

Yakın zamanda okumayı planladıklarım / Eylül 2022


 Hellöööö

Bu sefer yepyeni bir yazı dizisiyle geldim. Bu, uzun zamandır aklımdaydı. Aslında hem planlı bir okuma deneyimi olacak hem de önden size haber vererek daha motive olacağımı düşündüm. Ayrıca okuyanlardan yorumlar da gelir, daha çok okuma isteğim olur, bir sohbet oluşur dedim. Detaylar şöyle:

Her ay kaç kitap okuyorum gibi bir düzende gitmeyeceğim fakat yakın zamanda okumak istediğim kitapları sizinle paylaşmak istiyorum. İngilizce ve Türkçe karışık olacak, türde de sınır olmayacak. Birkaç yıldır nadir de olsa kurgu dışı kitaplar okuyorum ve çocuk kitaplarına fena sardım. (Çocuk kitapları için de ayrı bir yazı dizisi olacak.) Uzun zamandır okumayı ertelediğim kitapları öne çekerken yeni çıkan kitaplardan da araya serpmek istiyorum.

Ah bir de yarım bıraktığım ama devam etmek için can attığım seriler var. Açıkçası yazın öyle seri okumalarına giremiyorum. Hazır havalar yavaştan dönüyorken ben de serilerime göz atayım dedim. Yazı başlığında ay belirttim ama elbette bunları Eylül ayında okumam mümkün değil. Sadece listemde dursunlar, gelen yorumlara göre öncelik verebilirim. 

Gelelim listeye. *-* Kitapları neden seçtiğimden de kısaca bahsedeyim. 

 

(Kitap adı, yazar adı / Türk yayıncısı, çevirmen)

Eski Sevgili Mevzuları, Rachel Lynn Solomon / Yabancı Yayınları, Burcu Karatepe: Bu sürpriz bir kitap oldu benim için. Aslında daha önce okumadığım bir yazar ve bu kitabını da çıktıktan sonra keşfettim. Konusu bi hoşuma gitti. Fantastik okumalar arasında iyi gider diye düşünüyorum. Arka kapak yazısı için buraya tıklayın.

Malibu'da Son Parti, Taylor Jenkins Reid / Yabancı, Elif Nihan Akbaş: Taylor Jenkins Reid okumaya pandemide başladım ve bayıldım! Abartmayayım tabii ama yazarın dili ve kurduğu hikayeler çok hoşuma gitti. Elif Nihan'ın da çevirisi su gibi akıyor. Malibu'da Son Parti, pek heyecanla beklediğim kitaptı. Buna direkt başlayabilirim... Bakalım bu sefer nasıl ters köşe yapacak yazar. Arka kapak yazısı

 

Off Campus serisi - Anlaşma, Elle Kennedy / Yabancı, Hanife Albayrak Çift: Bir Yabancı kitabı daha. (Üst üste denk gelmiş valla.) Bu serinin eski kapakları yüzünden hiçbir zaman dikkatimi çekmemişti. Ama şimdi Yabancı ekibi öyle kapaklar hazırladı ki!!! Konularına bakmadan seriye atlamaya karar verdim. Benim için bir es kitabı olabilir. Fantastik sonrası okumalık gibi. Arka kapak yazısı

I'm Glad My Mom Died, Jennette McCurdy / Simon & Schuster, henüz çevrilmedi: iCarly izleyenler Sam karakteriyle hatırladığımız Jennette'yi tanır. Lise zamanında akşam 7'de deli gibi izlediğim dizilerden biriydi iCarly. O zamanlar onları örnek alsaydım şu an Danla Bilic'i sollamış bir YouTuber olabilirdim... Neyse, şaka bir yana Jennette'nin inanılmaz korkunç bir yaşamı varmış. Kitabın adından da anlayacağınız gibi (Annem Öldüğü için Memnunum) annesiyle ilgili dehşet bilgiler yer alıyor. Birkaç yorum okudum da etkilendim, kitabı okuyunca ne hissedeceğim bilmiyorum. Henüz Türkçeye çevrilmedi, İngilizceden okuyacağım. Çok merak ediyorum, yakında okuyup yorumunu yazarım. Arka kapak yazısı

  

Rahatlama Kitabı, Matt Haig / Domingo, Kıvanç Güney: Bir kurgudışı kitap. Matt Haig'in daha önce iki kitabını okudum. Hem dili hem de kurguları fena değildi, ayılıp bayılmadım ama hoşuma gitti. Bu kitabındaki alıntılar çook hoşuma gitti. Bir kitabı okurken eşlik edebilir. Motive edici, kişisel gelişim tadında bir kitap. Arka kapak yazısı

Ne Yaptığını Biliyorum, Alice Feeney / Yabancı, Zehra Uzun: Uzun zamandır gerilim kitabı okumuyordum. Yabancı'nın bu kitabı çok sevildi, ters köşe yaptı. Dedim ki bundan geri kalamaaam. Hemen aldım. Romantik komediler arasına sıkıştırırım mutlaka. Arka kapak yazısı

Gilded, Marissa Meyer / Feiwel and Friends, henüz çevrilmedi: Benim canım Marissa Meyer'ım. <3 En son Ay Günlükleri serisini okuyup onu en tepede bırakmıştım. En sevdiğim fantastik kadın yazarlardan biri. Ve şu an harika bir seriye başlamış!!! Henüz Türkçeye çevrilmeyen (çok yakında geliyor diye duydum, Ephesus'tan) Gilded, peri masallarının en gıcık, en uyuz ve bir o kadar en çekici karakterini, Rumpelstiltskin'i anlatıyor!!! En son Once Upon A Time izlerken ölüp bitiyordum bu karaktere. Şimdi bir kitapta yer alması, hele de Marissa Meyer'in hayal gücüyla okuyacağımız için çok heyecanlıyım. İngilizcesi elimde, çevirisi beklemeden başlarım sanırım. Arka kapak yazısı

 Manga okumaya başladım desem??? Henüz yolun çok başındayım. Ölüm Defteri serisinin ilk kitabını okudum. Devam edeceğim. Satürn Evleri ve Saga serisi de okuyacaklarım arasında. Başta bilinen serilerle devam etmek istedim. Manga önerileriniz olursa çok ama çoook sevinirim. <3 

  

Bunların dışında Sarah J. Maas ve Jennifer L. Armentrout (Blood and Ash serisi) deli gibi okuyacağım günler çoook yakında. Maas'ın yarım kalan serisine (Cam Şato) devam ederken Hilal Şehri ve Dikenler ve Güller Sarayı serilerine de bulaşacağım. *-* Heartstopper'ın okumadığım 4.kitabını da çabucak lüpletirim. Rapsodi (Martı) ve Haşhaş serisi (İthaki) için sakin bir kafaya ihtiyacım var ama onları da yakında okurum diye planlıyorum.

Benden şimdilik bu kadar. Listem çok kabarık ama şimdilik bunlara odaklanayım dedim. Önerileriniz varsa her zaman kapım açık. <3 

Kocaman sevgiler, öpücükler
Jane

9 Haziran 2020 Salı

Kitap Yorumu: Cam Şato 4 - Gölgeler Kraliçesi

Herrrrrkese merhaba

HIMYM Barney'sinin de dediği gibi Dehşetül-vahşet güzel bir kitap okudum!

Cam Şato serisine tekrar başladığım için çoook mutluyum. Ama tabii üçüncü kitabın yorumunu okursanız azcık hayal kırıklığına uğradığımı görebilirsiniz. Bunun iki sebebi var: Yanlış zamanda okudum ve yazar aniden U dönüşleri yaptı. Okurken hem karakterleri benimsemekte zorlandım hem de bu değişimi kabul edemedim açıkçası. İlk iki kitapta Celaena ve Chaol beraber olacak diye koca bir beklentiye girdim. Üçüncü kitapta yolları ayrılmak zorunda kaldı ve karakterler aniden evrim geçirdi. Ve bu ikili adeta düşman oldu.

Açıkçası üçüncü kitapta birçok karakteri ve Wyrd meselesini hiç ciddiye almamıştım ama Gölgeler Kraliçesi'nde pür dikkat kesildim. Olay üstüne olay oluyor. Hatta birçok olay oluyor. Artık kemik kadro ortaya çıktı diyebilirim.


Öncelikle karakterlerin yorumunu yapmak istiyorum çünkü hemen hemen hepsini eşit derecede görüyoruz. Aelin (Celaena demeyeceğim artık) ve ekibiyle başlayayım. Aelin, yaşadığı tüm olaylardan ağır dersler çıkaran bir karakter olarak inanılmaz güzel bir şekilde ilerliyor. Hata yapıyor mu? Yapıyor ama telafisiyle beraber. Bu kitapta duygularını törpülemiş ve mantıklı hareket eden bir Kraliçe olarak görüyoruz. Okurken hiç de 19 yaşında olduğu aklıma gelmemişti.
Rowan, ahhhh Rowan. Chaol ve Dorian ikisilini katlar, yer bu Fey prensi. Üçüncü kitapta ne kadar ketum ve dik başlıysa, bu kitapta da öyleydi ama duygularını salmış artık. Aelin'in önünde diz çöküp sadık bir prens olacağına dair yemin etmişti. Valla helal olsun, gözümde kalpler çıkarak okudum onun sahnelerini. Saçlarını kestirmesi de pek güzel oldu. Ha şöyle.

Chaol ismini yazarken bile ateş püsküresim geliyor. İlk iki kitapta beyefendiyi severken yazarın da hinliği yüzünden karaktere süper uyuz olmaya başladım. Aniden Aelin'e olan sevgisi yok oldu ve hem kızın arkasından hem de yüzüne karşı "canavarsın" dedi. Ayyy haspam. Sen nesin? Kralın kölesiydin de Aelin sayesinde bir yerlere geldin. Buralarda sansürlü konuşmak istemiyorum ama Chaol'u çekici erkek karakter listemden kovuyorum. Bakalım kendini nasıl sevdireceksin?
Nesyrn, yepisyeni kadın karakterimiz. Okçuluyla gönlümü fethetti. Buz gibi dursa da zeki ve yetenekli biri. Aelin'in her olayında önemli bir konumda yer aldı. Maalesef Chaol'la bir şeyler yaşayacak gibi... Meh.


Aedion ise ekibin en soytarı ve masum ismi bence. Aelin'in kayıp kuzeni. Üçüncü kitabın sonunda Kral'a teslim olmak zorunda kalmıştı. Yavrucuğum ne işkenceler çekti... Aelin onu o zindanlarda bırakır mı hiç? Hemen hokus pokus planları kurdu ve ağzından bal damlayan Aedion'ı kurtardı. Adrian Ivashkov havası alıyorum azcık. Aedion'un babasıyla ilgili de şok edici bir bilgi alacaksınız. Ama en güzeli ise... Ay durun bundan bahsetmeyeceğim ama bu çocuğa aşk ne kadar yakışır di mi?



Lysandra, Aelin'in geçmişinde yer alan bir isim. Çocukluk arkadaşıymış zamanında ama Suikastçılar Kralı Arobynn (bu da ayrı sinir bozucu bir karakter) yüzünden araları fena açılmış. (Aelin'in erkek arkadaşı Sam'in ölümüyle bağlantılı.) Sonrasında kötü yollara düşmüş. Bu bataklıktan çıkamadan tekrar Aelin'le karşılaştılar. Onların sahneleri hem duygusal hem vahşiydi. Lysandra'nın hikayesine çok üzüldüm. Özellikle de yanında korumaya çalıştığı Evangeline ile aralarındaki bağ içimi sızlattı. Hikayelerini okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ve Lysandra ile ilgili bomba bir bilgi var!!!

"Neden ağlıyorsun?" diye sordu Rowan.
"Ağlıyorum," diyerek burnunu çekti Aelin. "Çünkü öyle berbat kokuyorsun ki gözlerim yaşardı."

Şimdi gelelim cadılar meclisine. Bir önceki kitapta sahnelerini okurken çok boğulmuştum. Manon Siyahgaga'nın olaylara girişine gereksiz yere detaylı bölümlerle yormuştu beni yazar. Bu kitapta her şey cuk oturdu. Manon kimmiş, kimlerle çalışırmış, amacı neymiş çözdüm. Yanındaki cadılar ise Asterin (bunun acıklı hikayesi beni benden aldı...), Sorrel ve Vesta henüz ön planda değiller ama Asterin'i bol bol görüyoruz. Bir de Perranth krallığı var. Nereden pırtladı çözemedim ama başındaki adam Vernon ve yeğeni Elide baya olayları karıştıracak gibi gözüküyor. Özellikle Elide'nin Aelin'le bir bağı var. Eminim bir sonraki kitapta her şey açıklanacak.

Son olarak Lorcan'dan da bahsedip kitabın içeriğiyle ilgili yorum yapacağım. Lorcan, Rowan'ın eskiden komutanıymış ama Rowan'ın Aelin'e bağlılık yemini etmesiyle beraber baş düşmanları oluyor. Aslında dost-düşman ikilemesi içerisinde diyebilirim. Zira bazen çıkar ilişkili de olsa yardım ediyor.

Ne çok karakter varmış değil mi? Olaylar da bir o kadar fazla.

Aelin, Kraliçe olduğunu kabul ettikten sonra kayıp Wyrd taşı için yollara düşüyor. Bu sırada Dorian'ın büyü gücünün ortaya çıkmasıyla beraber babası Wyrd yüzüyle onu yönetmeye başlıyor. İçinde bir Wyrd prensi ile yaşayan Dorian, artık bizim bebek yüzlümüz değil. Duygusuz bir robot misali ortalarda geziyor. Chaol ise onu yüzüstü bıraktığı için kurtarma planları hazırlıyor. Fakat suikast yapmaları için listede öncelik vermeleri gereken bir yığın olay var. Ta daaa! Gelsin sayısız yumruklaşma.

Hangi birini anlatsam bilemiyorum. Aelin bu kitapta birçok kişinin hayatını kurtarıyor. Yeni dostlar ediniyor. Bazı şeyleri açıklığa kavuşturuyor ve mutlu sona da ulaşıyor diyebilirim. Ve fakat fırtına öncesi bir sessizlik oluyor kitabın sonunda. Yazar, bu kitapta baştan sona sürekli bir heyecan ve kaos yaratırken son sayfalarda aniden her şeyi durdurup o sessizlikle bir gerginlik yaratıyor. Bunu iliklerime kadar hissettim. Hani korku filmlerinde olur ya; arka fonda adrenalin dolu bir müzik olur sonra o gözümüzü kapattıracak sahnenin yaklaştığını haber veren ses aniden kesilir. İşte öyle bir şey.

Serideki favori kitabım ikinci kitaptı ama şu an bu kitap oldu. Neyini çok sevdin diye sorarsınız... Olayların farklı mekanda geçiyor olması çok hoşuma gitti. Serilerde genellikle başlangıç noktasında ilerler ama karakterler o bölgeden ayrılınca bende bir heyecan oluşuyor. Bu kitapta hiç yerlerinde durmamaları, tansiyonun hep yüksek tutulması ve diyalogların kısa ve net olması bende kitabı okuma isteği oluşturdu.
Beşinci kitapta baya şoklanacakmışım, öyle diyorlar. Hayırlısı. :) Ara vermeden seriye devam edeceğim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane




18 Mayıs 2020 Pazartesi

Kitap Yorumu: Morganville Vampirleri 1 - Cam Ev

Mer-ha-ba!!!

Bu aralar yerimde duramıyorum adeta. Evde olduğum için sanırım eski günlerimdeki formuma kavuştum. Hatta bir süredir hep ertelediğim ve devamını merak ettiğim serilere sardım. Böyle sanki 17 yaşıma geri döndüm. Öyle özgür hissediyorum. :)
Yaş aldıkça sorumluluklar fena artıyormuş cidden. Farkında değilmişim ama çok boğulmuşum bu durumdan. Yaklaşık üç aydır evden çalışıyorum ve hobilerimi rahatlıkla yapabiliyorum. Evcil bir insanım. Dışarı çıkmamak çok koymuyor da şöyle bir ormanda yürüyüş, sahilde kitap keyfi fena olmazdı.

Bendeki kırmızı kapak
Başka konulara dalmadan önce hemen Morganville Vampirleri serisini tanıtmak istiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam serinin ilk kitabı Cam Ev'i 2012 ya da 2013 yılında okudum. O zamanlar kitabın kapağı dehşet kötüydü! O dönemde sahaftan rastgele kitaplar alıp güzel keşifler yapıyordum. Dönüşüm serisi, Ölümcül Oyuncaklar, Sookie Stackhouse hep sahaf ganimetlerimdendir. Eh bu serileri okuduktan sonra Morganville Vampirleri'ni okuyunca yanlarında çok sönük kalmıştı. 

"Onun peşini bırak." Eve'in sesi titriyordu. "O daha bir çocuk."
Brandon, "Hepiniz çocuksunuz," deyip omuzlarını silkti. "Kimse sana hamburger veren ineğin yaşını sormuyor."

Bu seriye başlamayı düşünenler için güzel ve naif bir uyarı yapmak istiyorum. Çerez ama çok eğlenceli bir vampir serisi. Sıfır beklentiyle başlamınız lazım ve bol bol ergen diyalogları okumaya hazırlıklı olmanız lazım. Ben yıllar içerisinde o kadar çok ağır fantastik, distopyalar okudum ki yeter dedim, biraz da kafamı dağıtacak sıradan bir şeyler okumak istiyorum. Bunu seriyi küçümsemek için demiyorum. Tam tersine, küçük görülmesin. Bu seriden umudum da var. Giderek güzelleşeceğine ve blog'ta yorum yazarken çıldıracağıma eminim. :) Bu da tarihe not düşülsün.

Gel zaman git zaman bu seri yeniden aklıma düştü. Nedense Artemis'in genç fantastik seçkilerini çok seviyorum. Kitaplığımda en çok Artemis kitabı vardır. Son birkaç yıldır Türk edebiyatına yoğunlaşsalar da vampir temalı kitaplarda güzel örneklere sahipler. İşte bu yüzden Morganville Vampirleri'ni tekrar okumak istedim. Ara vermeden lüpleteceğim seriyi. 15 kitaplık bir seri olması gözünüzü korkutmasın. Kitapları çekirdek çıtlatır gibi bitirirsiniz. Anlatımı yormuyor, aksiyon bitmiyor ve kitaplar ortalama 300 sayfadan oluşuyor.

"Ben Latince bilmiyorum!"
"Şaka yapıyorsun. Bütün dahiler Latince bilir sanıyordum. Zeki insanların uluslararası dili değil miydi o?"

Gelelim serinin ilk kitap yorumuna. Okurken baya güldüm. Şaşkın bir genç kızımız başrolde: Claire Danvers. 16 yaşını bitirmek üzere ama üniversitede eğitim görüyor ve çok zeki. Biraz yaşının küçüklüğünden ve naif olmasından dolayı hassas bir yapısı var. Bu kitapta en ufak bir şeye ağladığında göz devirmeyin. Sonrasında başımıza kraliçe olursa şaşırmam. Acayip karakterlerle ve kurallarla dolu olan Morganville kasabasında, hiç istemediği ama ailesinin baskısıyla okuduğu bir üniversitede mutsuz olan Claire giderek daha fazla zorbalığa maruz kalınca yurttan ayrılmaya karar verir. Canını zor kurtarır çünkü psikopat Monica ve çetesi kızı neredeyse öldürecekti. 

İlanda Cam Evi'nde bir odanın kiralık olduğunu öğrenince oraya gider. Değişik bir mahallededir. Kimse ne suratına bakıyor ne de normal davranıyordur. Kapıda evin kiracılarından biri olan gotik Eve ile karşılaşır. Sonrasında deli dolu, kanı kaynayan Shane ile tanışır. Evin asıl sahibi Michael ise gündüzleri ortalarda görünmez ama geceleri fırt diye ortaya çıkar. Vampir değil ama başka bir şey. O detayları bu yorumda yazamayacağım, dev spoiler olabilir.

"Lanet olsun Claire. Bir dahakine yeri boylayacağında yanındaki erkeği uyar. Seni tutup kahraman gibi görünebilirdim."

Bu kitapta dört ana karakteri yakından tanıyıp Morganville'deki vampirlerin nasıl çalıştığını, ne aradıklarını, gizemlerini vs. öğreniyoruz. Claire'in vampir olayına ve Michael'ın sırrına aşırı tepki vermemesi hoşuma gitti. Tabii bu üçlünün arasına çabucak karışması biraz göz devirmeme sebep oldu ama dediğim gibi beklentileri sıfırlayalım, o zaman tadı çıkıyor. Şu ana kadar en çok Shane'den keyif aldım. Hem yerinde duramıyor hem ağzı iyi laf yapıyor hem de grubun en renkli karakteri diyebilirim. Eve, buzdolabı gibi bir kız ama eminim ilerleyen kitaplarda onun da duygusal yönlerini göreceğiz. Michael ise adeta alfa bir karakter. Detaylı düşünüyor, ağırbaşlılıkla hareket ediyor ve herkesi çocuğuymuş gibi koruyor. 

İlk kitap olmasına rağmen hareketliydi ve kitabın sonundaki sahne ikinci kitabı hemen okumanızı teşvik ediyor. Şanslı ben, ilk dört kitap elimde şu anda. Çok ara vermeden okuyacağım. *-* 

Bu arada, Instagram'da seriyi paylaştığımdan beri ne çok seveni ortaya çıktı. Bu konuda yalnız olmadığıma çok sevindim. Bir süredir vampir temalı kitap okumuyordum. Bu yıl vampir yılı olsun tekrar. Eski kitapların üstünden ölü toprağı atıyorum ve gün yüzüne çıkarıyorum. Daha durun, aklımda birkaç seri daha var... *şeytani gülüş*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

PS. Meksika fasulyesini bu seride duyup merak etmiştim. Diyorum bu meksika fasulyesi nereden aklıma geldi. Shane'in severek yaptığı bir yemek. :)

12 Mayıs 2020 Salı

Kitap Yorumu: Sookie Stackhouse 6 - Yılın Ölüsü

İlk kez bir kadın karaktere sımsıkı sarılıp "seni çoook özlemişim," demek istedim.

Soookieeee, keşke gerçek olsun!

Şimdi genç bir kurtkızla birlikte yaşıyor, hatta belki onunla mini mini kuçu kuçulara sahip olmayı planlıyordu. Kendimi bu noktada durdurdum. Ne ayıp! Kancıklık etmenin alemi yoktu. Şimdi düşündüm de, kancığın kelime anlamı "dişi hayvan" olduğuna göre, Maria-Star (Alcide'in yeni kız arkadaşı) ayda en az üç gece kelimenin tam anlamıyla kancık olmuyor mu?


Yıllar yıllar önce, yaklaşık 10 yıl önce, kitapçıda saftirik saftirik dolaşırken elime rastgele bir kitap almamla Sookie Stackhouse dünyama girdi. Onunla ilgili maceramı bu linkten okuyabilirsiniz.

Gel zaman git zaman seriden 5 kitap okudum. Bir ara seriye ara vermiştim, tekrar başladım. Bu sefer kimse hızımı kesemez dediğim anda araya üniversite, Erasmus, iş hayatı girdi. Öyle böyle derken beş yıl geçti ve bir gün uyandığımda, "Sookie'yi okumalıyım," dedim. Şaka şaka. Geçenlerde kitaplığımın tozunu alırken Sookie'leri alıp şöyle bir içine baktım. Bazı bölümleri işaretlemişim. Okurken yine kahkaha attım ve işte o an bu seriyi ne kadar özlediğimi fark ettim.
Hemen internetten kitaplarına baktım. Mazallah kitaplarının telif süresi dolmuştur, Artemis devam etmiyordur falan diye telaşla kitapları farklı sitelerden arattım. Çok şükür, hepsi hala satışta ve seri tamamlanmış!
İlk beş kitaba göz atmama gerek yoktu. Hem hatırlıyordum hem de canım blog'umdaki yorumlar sayesinde olayları tazeledim ve 6.kitapla maceraya devam etmeye başladım.
Valla bu son sözüm. Seriyi bu sene bitireceğim ve arama hiçbir şey giremeyecek! Yeni bir aşk bile... Şimdilik 8.kitaba kadar aldım. Ama ay sonu geri kalan tüm kitapları alacağım.

Gelelim Sookie'nin dünyasına... Aman yarep! Ne kadar hareketli ne kadar komik ne kadar stresli... Sookie hiç değişmemiş diyemem, daha da akıllanmış. Kıl kuyruk Bill'den uzak duruyor neyse ki. Hatta bir sahnede bir güzel ağzının payını da verdi. Yeni manita da yapmış; Quinn. Bu kaplanı (şekil değiştirici ve gerçekten kaplan oluyor) gözüm hiç tutmuyor ya, hadi hayırlısı. Eric, canım Eric varla yok arasındaydı. :( Ortaya çıktığı sahnelerde de Sookie'yi kurtarma görevindeydi zaten. Meh.

Ah, bir ortak noktaları da vardı aslında, ikisi de şu anda fena halde canımı sıkıyordu.

Bir önceki kitapta, Sookie'nin uzun zamandır görüşmediği yeğeni Hadley'in ölüm haberini almıştık. (Yaklaşık beş yıl önce...) Hem de vampir olup öyle ölmüştü. Tüm eşyaları Sookie'ye kalmıştı. Sookie de bir süredir evine gidip eşyalarını toplamaya üşeniyordu. Ta ki oraya gitmesini tetikleyen bir olay olana kadar.

Sookie'nin burnu boktan çıkmıyor elbette. Bebişim Alcide ile ayrılmışlardı ve ayrılmadan önce de Alcide'nin psikopat eski sevgilisi Debbie'yi öldürmek zorunda kalmıştı. Bu olayı bir şekilde sakladılar ama Debbie'nin ailesi taa Sookie'nin kasabasına kadar gelip olayı irdelemeye ve bilinmeyenleri bulmaya çalıştıkları zaman olaylar yine çirkefleşti.

Bunun yanı sıra, New Orleans'taki vampirlerin Kraliçesi Sophie-Anne Leclerq ve sağ kolu Andre de kitabın yarısından sonraki bölümlerde çok ön planlardaydı. Sonraki kitaplarda Andre'yi daha çok göreceğimize eminim. Bu kitapta yeni bir cadıyla da tanışıyoruz: Amelia. Kızı çok ama çok sevdim. Sookie'nin yeni BFF'i olabilir.

Minik bir eleştirim olacak. Çok fazla karakter olduğu ve giderek yenileri eklendiği için bir süre sonra bazı karakterleri çok nadir görmeye başlıyoruz. Mesela ben Eric'i daha çok görmek isterdim. Bill'in arada bir gelmesine memnunum, cidden nefret ediyorum ondan. Yediği bir halt daha bu kitapta ortaya çıktı. Alcide için kafam karışık. Biraz pasif kaldı. Bak Eric'e! Hiç duruyor mu yerinde. Quinn, zampara bir tip gibi geliyor. Kesin bir yerde patlak verecek sazan.

"Vampirlerin kalbini yeniden attıran kadın."

Ama onun dışında offf nasıl özlemişim!!! Özellikle Sookie'nin iç sesine, kendi kendine konuşmasına bayılıyorum ve diğerlerine karşı hazırcevaplı olması acayip hoşuma gidiyor. Go my girl diye desteklemek istiyorum.

Uzun bir zamandır bu kadar rahat kafayla kitap okuduğumu hatırlamıyorum. 2 günde lüplettim kitabı. Bir sonraki kitabı için avuçlarım kaşınıyor. Locke Lamora bitsin yine kendimi Sookie'nin kollarına atacağım. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane


2 Mayıs 2020 Cumartesi

Kitap Yorumu: Call Me By Your Name - Andre Aciman

Herkese merhaba! 

Evde takılmayı seven, yazdan nefret eden biri olarak “Lanet virüs yok olsa da denize gitsek,” moduna girdim. Demek ki neymiş, her canlı bir gün mutlaka yazı sevecekmiş. Şaka bir yana, hobilerimi dibine kadar yaşadığım için artık sosyal olabilirim. Günlerim nasıl geçiyor? Hafta içi yine 09.00-18.00 arası çalışıyorum. Sonra üşenmezsem biraz egzersiz yapıyorum. (Löp löp her gün tatlı gömdüğüm için…) Survivor başlayana kadar kitap okuyorum. Sonra Survivor izlerken bilgisayarımdan dizimi de izliyorum. Hangisi sıkıcı gidiyorsa bir diğerine odaklanıyorum. (Netflix’i sömürdüm, şimdi Amazon Prime’ın deneme sürümünü sömürüyorum. Diziler için de bir blog yazısı gelecek.) Böyle böyle derken kitap stoğum azaldı, adını duyup izlemeyi ertelediğim dizileri bitirdim ve gerçekle yüzleştim: Bu durum ne zaman bitiyor aga?

Ahh ahh ne hayallerim vardı, ne tatil planları yapıyordum ki pasaportumun süresi dolmak üzere. Vizelerim bitti. Ben de dedim ki kitaplar aracılığıyla dünyayı gezeyim. Call Me By Your Name (Adınla Çağır Beni) uzuuun bir süredir okuma listemdeydi. 2015’ten beri erteliyordum. :) İngilizce kitabını almak fırsatım olunca da orijinal dilinden okumak istedim. İyi ki de öyle yapmışım. Bazen bazı kitapları orijinal dilinden okumak daha keyifli oluyor. (Gören de sanki her dili biliyorum sanacak. Sadece İngiliççe biliyorum efenim. Kısmetse Hollandacamı geliştireceğim…)

Filmi çıkıp büyük bir başarı elde etmesine rağmen kitabını okumadan filmini izlemek istemedim. O saf, derin aşk duygusunu okuyarak sindirmek istedim. Mükemmeldi diyemem, belki geç okuduğum için belki bu tarzda çok kitap okuduğum için ama çok sevdim. Kitaplığıma baktıkça gülümseyeceğim bir kitap oldu.

You said Later! not to mean farewell but to say you’d be back in no time.

17 yaşındaki Elio’nun gözünden bir aşk hikayesi okuyoruz. Yaşından olsa gerek tüm duygularını en saf haliyle aktarıyor. Belki de onu bu yüzden çok sevdim. Lisede tuttuğum günlükleri okuyunca bazen çok gülüyorum bazen de “vay be ben neymişim” diyorum. En güzel yaşlar 16-17 bence.
Elio’nun ailesi yazlık evlerinde her dönem bir kişiyi birkaç haftalığına misafir etmektedir. Babası arkeoloji alanında bir profesör olduğu için akademik yazışmalarında ona yardım edecek birini yazlığında ücretsiz ağırlıyor. İtalya’da bir sahil kasabasında olan bu eve, o yaz Oliver adında genç bir adam gelir. (24 yaşında) 
Elio, git gide Oliver’a aşık olduğunu fark eder ve duygularını gizlemeye ama bir yandan da karakterini keşfetmeye başlar. Karşılıksız bir aşk mı? Bu işte sorgulanabilir. Çünkü; hem yaş farkı var hem zamanları kısıtlı (Oliver yaklaşık 6 hafta kalıp gidecek) hem de erkek-erkek ilişkisi olması o dönemde (kitap 2007 yılında basıldı) aşırı dikkat çeken bir olay. Bakmayın böyle rahat yazdığıma. 2020 yılında olmamıza rağmen hala eşcinsel ilişkilerini kınayan, benimsemeyen ya da göz deviren birçok insan var. Irk, millet ayrımı yapmaksızın. Bu kitabın o dönemde çok ses getirmesi ve günümüze kadar popülaritesinin azalmaması bence bundan dolayı. 

Try again later meant, I haven’t the courage now. Things weren’t ready just yet.

Çok yoğun bir kitaptı. Hem İngilizceden okuyor olmak hem de metinsel olarak dolu dolu olması beni tatlı tatlı zorladı. Ama inanılmaz güzel geldi. 
Sadece bir aşk hikayesi de anlatılmıyor. Yazar, araya sanatla ilgili serpiştirmelerle kitabı daha da büyüleyici kılmış. Şarkılar, şiirler, kitaplar… Dopdolu bir kitaptı diyebilirim.

Klişelerle dolu, sıradan aşk hikayelerinden cidden bıkmıştım. Bir süredir aşk kokan kitaplardan kaçıyordum ama Call Me By Your Name (ismi bile ne kadar görkemli) bana yeniden aşkı sevdirmeyi öğretti. Giderek büyüyen bir sevgi. Karşılıksız olacağını bile bile. 

“Do you like being alone?” He asked.
“No. No one likes being alone. But I’ve learned how to live with it.”

LGBT’ye karşı bir olumsuz düşünceniz yoksa mutlaka okuyun isterim. Artık şu zincirleri kıralım olur mu? Aşkın, sevginin ne yaşı ne de cinsiyeti var hanımlar, beyler.

Son olarak; yazar devam kitabını da yazdı. “Find Me” geçen senenin sonunda yurt dışında çıkmıştı. Şimdi bizde de Sel Yayınları tarafından basıldı. Onu Türkçe alıp okurum artık. 


Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Güncelleme - 06.05.2020 Geçen pazar günü aniden filmi izlemeye karar verdim ve bir şey itiraf edeceğim. Filmini daha çok sevdim! Bunu kolay kolay dile getirmem ama cidden çok güzel bir uyarlama olmuş. Oyuncu seçimi, kitaptan direkt uyarlanan sahneler, çekilen mekanlar, seçilen müzikler... İnanılmaz güzeldi ve izledikten sonra bir süre bir şey yapmaya odaklanamadım. Hemen film müziklerine daldım. Dinledikçe sahneler gözümün önünden geçti. Hala da müziklerini dinliyorum. Hiç önermediğim bir şeyi yapacağım: Kitabı okumadan da filmi izleyebilirsiniz!!! Agggh çok güzeldi. *-*

28 Mart 2020 Cumartesi

Kitap Yorumu: Cam Şato 3 - Ateşin Varisi

Herkese merhaba!

Yıllar yıllar sonra Cam Şato serisine devam etmeye karar verdim. Çünkü Dex yepisyeni kapaklarıyla devam ediyor seriye. Eh, sonunda hakkını verdiler şu serinin.

Tabii en son serisiyi 2015'te okuyunca neler olduğunu unutmuştum. Üşenmedim ilk iki kitabı tekrar okudum. İkinci kitabın sonundaki heyecanı tekrar yaşadım ve gaza gelip 3-4-5.kitapları alıp ara vermeden seriyi okuyacağıma and içtim. 

İyi halt yedim. Ya beklentim çok yüksekti ya da araya zaman girdiği için üçüncü kitaptan pek zevk alamadım. Karakter yoğunluğu yokmuş gibi yeni karakterler eklendi. Olaylar bambaşka boyuta geçti ve hiç de tahmin ettiğim gibi ilerlemedi. Hayal kırıklığı yaşadım ama bunun geçici bir şey olacağını umuyorum. Çünkü olaylar cidden bambaşka bir boyuta geçiş yaptı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. :(

İkinci kitabın (Karanlık Taç) sonunda Chaol'un planıyla Celaena bir gemi yolculuğuna çıkarılıp Wendlyn'e gönderilmişti. Tabii ikinci kitapta neler olmuştu neler: Nehemia korkunç bir şekilde öldürülmüştü. Celaena aslında Terrasen'in kayıp varisi olduğunu ve gerçek adının Aelin Galathynius olduğunu öğrenmiştik. Bu kadar sırdan ve olaydan sonra müthiş ötesi bir gemi yolculuğu okuyacağımızı sanmıştım ama yanılmışım. :)

Bir anda hayatımıza Rowan girdi. Kendisi bir Fey bir Prens, bir ölümsüz ve savaşçı. Daha da önemlisi; yeşil gözlü! Ama daha ilk sahnelerde onu ketum, huysuz, katı, acımasız ve dik başlı olarak tanıyoruz. Celaena'ya inatla gerçek ismiyle hitap ediyor: Aelin. Sabah akşam antreman yapıp birbirilerine satışıyorlar. (Ne kadar tanıdık sahneler değil mi...) 

Celaena'nın (inatla bu isimle hitap edeceğim bu yorumda) geldiği topraklar teyzesi Maeve'e ait; aynı zamanda Fey Kraliçesi. Süper acımasız ve suratsız bir kadın gerçekten. Tabii onun hikayesini ayrı merak ediyorum. Wyrd Anahtarlarını bulması için yeğenine zorbalık yapan bir teyzeye de empati beslemek elbette imkansız. 

Bu kitabı bir de bir cadının gözünden okuyoruz: Manon Siyahgaga. Bir cadı olmasına rağmen büyü gücünden mahrum kalmış, üç cadı klanın üyelerinden ikincisidir. İntikam için yanıp tutuşsa da anlattığı sahnelerde çok boğuldum. Adeta zorla okudum onun bölümlerini. Ama kesin bir sonraki kitapta bizimkilerine başına çok fena bela olacak. Öyle böyle değil hem de. Çünkü ejderha eğitiyor!!!

Chaol ve Dorian ne boklar yiyor diyecekseniz hemen özet geçeyim: Al birini vur ötekine. :) Bunlardan bir cacık olmayacağına inanmaya başladım. Chaol zaten Celaena'nın sırrını öğrenince pısırık olup hemen kızı gönderdi ve şimdiden onu unutmaya başladı. Hatta arkasından kötü bile konuşur oldu! Dorian ise kendi büyü gücünü iyice keşfedip bunu kontrol etmeyi öğrenmeye çalışıyor. Bir yandan hem Chaol'la didişip hem de beraber işbirlikleri yaparak gizli saklı işlere burunlarını sokuyorlar. Valla Kral baba o burunları cart keser, aman dikkat diyeyim. 

Ama haklarını yemeyeyim. Celaena'nın dönüşü için hazırlık yapıp büyünün tekrar serbest olması için hazırlık yapıyorlar. Tabii en büyük desteği ise yeni karakterden alıyorlar: Aedion Ashryver. Kral'ın çağrısı üzerine Adarlan'a gelen kötü şöhretli Terrasen Generali kendisi. Ve aynı zamanda Celaena'nın kuzeni. Aedion ilk başlarda tam bir baş belası gibi görünüyor. Kaba, sorumsuz, umursamaz, tehlikeli, arkadan iş çeviren biri gibi gözükse de aslında Chaol ve Dorian'ın kurtarıcı meleği rolünde. Celaena'nın ailesi yok edilene kadar beraber büyümüşler ve Kraliçe'nin özel koruması olmak üzere müthiş bir eğitim almış. Bu karakterden çok umudum var, çok!

Daha bahsetmediğim birkaç karakter daha var ama son olarak Sorscha'dan bahsetmek istiyorum. Kral'ın emrinde yaşayan ve çalışan bir şifacı. Ama sıradan bir şifacı değil. Neler olup bittiğini bilen biri ama bunu sır olarak saklamakta da usta. Zamanla Dorian'la dost oluyorlar. Şaşırtmalı sahneleri olacak. Bu da minnak bir spoiler olsun. :)

Aslında karakterlerin üzerinden geçerken genel olarak konuya şöyle bir değinmiş oldum. Celaena, teyzesinin emriyle anahtarları bulmaya çalışırken Rowan tarafından acımasız bir şekilde yeniden eğitiliyor. 
Chaol ve Dorian, Aedion'ın da gelmesiyle beraber gizli kapılar ardında asilerle işbirlikleri yapıp büyünün serbest olması için çalışmalara devam ediyorlar.
Manon cadısı ise kendince hazırlanıyor ama dediğim gibi bu karakter büyük bir yıkım getirebilir. Ejderhası var yahu! Yakar geçer azizim.

Tamam, başta biraz sövdüm ama kitabı elbette heyecanla ve severek okudum. Benim beklentim farklı yöndeydi ama ne olacak diye de sabırsızlanıyorum. Rowan'ı daha yakından tanımak istiyorum ama Chaol'un ve Dorian'ın dönekliğini unutmayacağım... Celaena'yı nasıl hemen unuttular, vay arkadaş.

Dördüncü kitapta aksiyonun hiç durmayacağını umarak yorumu burada sonlandırıyorum.

Ciao adios,
Jane

2 Şubat 2020 Pazar

Kitap Önerisi: Evelyn Hugo'nın Yedi Kocası - Taylor Jenkins Reid

Merhabalar! 

2020'deki okuma listemle gurur duyuyorum ve kitapları okudukça sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. Ancak şöyle bir sorunum var; kitapları okuduktan hemen sonra blog'a yazmaya üşeniyorum. Bunun sebebini çözememiştim ama bugün dank etti: Bilgisayarım! 10 küsur yıldır kullanıyorum ve öldü ölecek modunda. Yıl 2020 ve ben hala onun keyfini bekliyorum. :( Yeni bilgisayar almak için kolları sıvadım ama bu bahane değil elbette. Gelsin yorumlar gelsin şenlik yazılar. *teyteytey*

Efenim, Locke Lamora'nın etkisinden çıkmaya çalışırken kucağıma Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası düştü. Aslında İngiliççe okuyacaktım. (Allah beni kahretmesin sürekli 'amaan bu kitabı orijinalinden okurum' deyip deyip duruyorum, hadi hayırlısı.) Sonra Türkçe baskısı gelince dedim ki niye beynimi zorlayayım ve rahat kafayla okuyayım. (İngilizce okurken bir baş ağrısı tutuyor beni... Beynimi rahatlığından ediyorum tabi...)

Kitabı iki günde falan bitirdim. Ne oluyor derken kitap bitiyor arkadaşlar. Metin tertemiz, kurgu harika, çeviri efsane... Öf, çok iyiydi! Kitabı okurken aklımdan milyon tane tilki geçti. Teoriler patlattım. Ve bu yorumun sonunda bombayı atıp, kaçacağım.

"Ama gerçek şu ki övgü bağımlılıktır. Ne kadar çok övgü alırsan, ayakta kalmak için daha fazlasına ihtiyaç duyarsın."

Evelyn Hugo'nun nasıl yedi kocası oldu bunu okuyoruz. İlkten hafife aldım, nasıl olabilir ki yea, klasik Hollywood hikayesi dedim. Ama okudukça göz yaşı pıt ve şaşkınlıklar içerisinde kaldım. Tamam, çok abartmayayım ama hikayeyi çok benimsedim. Klişe yok, yapmacıklık yok, özentilik yok...

Kimdir bu Evelyn Hugo ve Yedi Kocası... Evelyn, 50'lilerin en ünlü isimlerinden biridir. Çafçaflı bir hayat, başarıyla tırmandığı bir kariyer, dillerden düşmeyen güzelliği ve arka arkaya gerçekleştirdiği evlilikleri. Özel hayatını hem göz önünde yaşıyor hem de hiç anlatmadığı sırlarını saklıyor. Ta ki bunları halka açıklamaya karar verene kadar!
Bunu da direkt kendisi yapmak istemiyor ve gözüne kestirdiği gazeteci Monique'ye hayat hikayesini kitaplaştırmasını istiyor. Neden Monique'yi seçiyor diye soracaksınız. Kitabın sürprizi o. Valla ben son ana kadar tahmin etmemiştim.
Birkaç gün boyunca Evelyn anlatıyor, Monique ses kaydı alıp, notlar yazıyor. Anlattığı kısımlar harika. Bizi alıp 1950'li yılların Los Angeles'ına uçuruyor yazar. Yazarımız bir yandan bu sektöre yabancı olmadığı için Hollywood'un birçok gizli saklısını da kendi kalemiyle dile getiriyor. Tahmin ettiğimiz şeyler ama okuması ayrı keyifliydi. 

Evelyn fırsat yakalamak için evleniyor, aşık olup evleniyor, sarhoş olup evleniyor, bir şeyleri saklamak için evleniyor... Evleniyor da evleniyor. Ona göre her evliliğinin bir sebebi var. Bazen göz devirdim ama cidden bunlar yaşanıyor. O yüzden harika bir gerçek hikaye sizi bekliyor.

"İnsanların dünyaya başka insanları bulmak için gönderildiğine inanırım."

Bu kitabın gerçek bir hikayeden esinlenildiğini düşünüyorum kesinlikle. (Dahiyim!) Hatta okurken aklıma hep Taylor Swift geldi. Şu ana kadar bir evlilik yaşamadı ama o kadar çok sevgilisi oldu ki hakkında hep konuşuldu. Nefret edildi. İftiralar (?) atıldı, davalar açıldı, elinden ödül alındı...Bla bla bla... Bana ne! Ama bir de onun gözünden gerçekler var elbette. 
Tam da bu kitabın üzerine iki gün önce Netflix'te yayımlanan belgeselini izledim: Miss Americana. İzlerken böyle hem üzüldüm hem acıdım hem de hak verdim. Sonra dedim ki; oha bu belki de acındırma reklamıdır. Öyle bir dönemdeyiz ki kime, nasıl inansak bilemiyoruz. Hep kafalarda bir soru işareti... O yüzden bu kitabı sevdim ama hayatı sorguladım da. Ön yargılarımız ve biz. 

Çok derinlere girmeyeceğim. Kitap okumanızı öneririm. Hatta yazarın yayımlanan üç kitabı daha varmış ama bu kitapla patladı bir anda. Diğer kitaplarını da okuyacağım inş. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

19 Ocak 2020 Pazar

Kitap Yorumu: Centilmen Piç 1: Locke Lamora'nın Yalanları

Selamlar efenim

Adeta yıllar sonra bir seri için yorum yaparken çok heyecanlandım. Şaka maka, son iki yıldır adamakıllı beni etkileyen bir seri okumuyordum. Tesadüf eseri Centilmen Piç'le tanıştım. Aslında Goodreads'te okumak istediklerime 2015 yılında eklemişim ama anca şimdi okuyabildim.
2020'nin ilk gününde elime Locke Lamora'nın Yalanları'nı aldım ve on günlük bir maceradan sonra kendimi yine gerçek hayatın sıkıcılığında buldum.

Kitabı okuduktan sonra hem nefes nefese kalmış hem de üst üste seviye atlamışım gibi hissettim ve şöyle dedim: Çevirmenin (Cihan Karamancı), çeviri sürecindeki duygularını öğrenmek isterdim. Allah kolaylık versin...

Scott Lynch, çok geniş ve değişik bir hayal dünyasına sahip. Taht Oyunları'nı ve Yüzüklerin Efendisi'ni henüz okumadım (taşlamayın beni) ama ne kadar zor bir dile sahip olduklarını az biraz tahmin ediyorum. Locke Lamora'nın da dili bir o kadar zor, şaşırtmalı ve ağdalıydı. Gram takılmadım çünkü hem titiz bir çeviriydi hem de güzel bir editörlükten (İhsan Tatari) geçmiş, belli. Herkesin emeğine sağlık!

Şimdi gelelim niye bu kadar sevdim ilk kitabı.
-Çok iyi düşünülmüş ve kurguya kafa patlatılmış.
-Karakterleri özene bezene yaratmış.
-Klişe yok.
-Laf gebeliği yok.
-Uzun uzun, içimi öldüren betimlemeler yok.

Amma velakin bol terimli olması beni yer yer yordu. Yani okurken sıkılmadım ama 50 sayfa okuduktan sonra sanki 500 sayfa okumuşum gibi hissettiriyordu. O yüzden sindire sindire, on gün boyunca okudum. Aceleye getirmeyin ve atlayarak sakın okumayın kitabı. Çok şaşırtmalı sahnelere sahip, benden demesi.

"Eskiden beri en iyi sahte kılığın insanların önyargıları olduğunu düşünmüşümdür."

Kurgusundan bahsedeyim hemen. Baş karakterimiz Locke Lamora, çok küçükken ailesini kaybedince bir hırsız çetesi tarafından sahiplenir. Lamora, kendini bildi bileli hırsızlık yaptığı için bu çeteye kolayca ayak uydurur ama eğitilmesi lazımdır. Çünkü kendisi yerinde duramayan ve laf dinlemeyen bir velettir. 
Hırsızbaşı, bir gün onu ensesinden tutup Gözsüz Rahip'e satıyor. Rahip de Peder Zincir'e emanet ediyor. Böylece hem geçmişe dönüp küçük Locke'un gelişimini okuyoruz hemde şimdiki zamana gelip Camorr şehrinin gözü kara ve becerikli belasının maceralarına tanık oluyoruz.
Çok fazla karakter var. Ama odak noktamız Locke; tam bir dediğim dedik kafasında, inatçı, zeki, yakın arkadaşlarına sonsuz bağlı, belayı mıknatıs gibi çeken ve aşırı yetenekli bir hırsız, Jean; masum ama süper güçlü, her zaman Locke'un arkasında olan, çocukluğunda zorbalık görmüş ama bunlardan çok güzel dersler çıkararak bugünlere gelmiş bir centilmen piç; Galdo ve Calo ikizler ise tam haylazlar, çoğu zaman ikisini ayırt etmek çok zor olabiliyor, Böcek; ekibin hem en küçüğü hem en yenisi, bu yüzden her şeye meraklı ve her şeye atlıyor. (Valla bu karakter analizi için defter tuttum, ciddiyim!)
Centilmen Piç'leri kontrol eden biri var: Capa Barsavi. Şehirde kim, ne hırsızlık yapıyorsa her ay ona bir vergi ödüyorlar. En büyük kazancını her zaman Locke'lardan aldığı için Locke'a karşı ayrı bir ilgisi var. 
İlk kitapta, yukarıda da bahsettiğim gibi Locke'un hem geçmişini hem de şimdiki zamanda neler yaptığını anlatıyor. Bu karşılaştırma sahneleri ilk baştan beyin yakabilir ama sonra her şey kafanızda oturacak. Ellinci sayfaya kadar kitaba sabırla şans verin. Sonrasında tak tak gerçekleşiyor olaylar. Locke'un gelişimi inanılmaz güzel. Latin havası sezdiriyor yazar. Özellikle şehir betimlemeleri aklıma hep İtalya'yı getirdi nedense. 

"... yoksa kıçına öyle bir tekme atarım ki hayatın boyunca sıçtığın her bokun üstünde kahrolası topuk izim olur."

Başlangıç kurgusu harikaydı! Locke, büyük bir kazanç sağlamak için inanılmaz bir oyun hazırlıyor; zengin bir iş adamını dolandırıp, sonra hükümet çalışanlarından birinin kılığına girip iş adamına kandırıldığını söyleyerek bu oyuna devam etmelerini sağlıyor ve böylece "dolandırıcı" kılığındaki karakterine kazanç sağlıyor. Kafanız yandı değil mi? Valla kitaplar şaşırtıcı fikirlerle dolu. "He o, şu ,bu" derken arka arkaya "fuck" dediğim anlar oldu. Cidden mest etti beni yazarın zekası! 

Bir de Gri Kral diye bir baş belası var... Aman yarabbi onun hikayesi bambaşka. Parayla tuttuğu süper güçlü büyücü Şahinci ile Capa'nın belalısı olur. Bu sorun elbette Locke'a da sıçrar. Sonra bakar ki olaylar hiç sandığı gibi gitmiyor, iki tarafa da oynayım derken bomba elinde patlar. Öf öf öf. Son sayfalarda göz yaşı pıt... İnanılmaz beklenmedik şeyler oldu. Kitabı bitirince ben bir süre fantastik okumayayım zira beklentim Allah katına çıktı dedim. Ve öyle gerçekten... -.-

Göz dolduran fantastik bir kurgu. Keşke filmi olsa dediğimgillerden ve sanırım WarnerBros tarafından film hakları satın alınmış. Hayran yapımı jenerik izlemek isterseniz tıklayın. Çok iyi olmuş! Ve ben kafamda nedense hep Peaky Blinders'la eşleştirdim bu seriyi. Benzer kurgulara sahip. Keşke kadınlar da ön planda olsaymış dedim. Çok az kadın karakter var. Romantiklik yok denilebilir. Locke'un bir geçmişi var fakat henüz ayrıntıları bilmiyoruz. Sır küpü velet.
Onun dışında eleştirdiğim bir şeyi yok. Didiklesem çıkar ama genel anlamda pürüzsüz bir seriye başlangıç kitabı olmuş. İkinci kitabı çok ara vermeden okuyacağım çünkü unutabilirim. Çok fazla olay zinciri ve karakter var.
Seri 7 kitaptan oluşacak ama 4.kitap yıllardır çıkmamış. -.- Yazar turşusunu kuruyor sanırım! Ama sorun değil, bekleriz. Yeter ki saçmalamasın.

Efenim okuyun, okutun. Mis gibi bir epik fantastik! Özellikle Cassandra Clare okuyan gençlerimiz büyüyünce bu seriye dadansın. <3

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

16 Haziran 2019 Pazar

Tom Odell Kitap Kulübü

Merhabalaaar

Karşınıza yeni bir etkinlikle çıkmak istedim. Ta daaa: Tom Odell Kitap Kulübü
Beni Instagram'dan takip edenler bu duruma şaşırmayıp, kahkaha bile atabilirler. Evet, bu çılgınlığı yapıyorum gençler. 
Beni Instagram'da tanımayanlar için gelin size platonik aşkımdan bahsedeyim.

2014'ten beri Another Love şarkısıyla tanıdığım İngiliz şarkıcı Tom Odell'in üçüncü kez İstanbul'a konser için geldiğini duyunca jet hızıyla bilet aldım. Sonra oturdum tüm müziklerini dinleyip, canlı performanslarını izledim. Ekşisözlük'te hakkında şöyle bir yorum okuyunca "biri zamanında çok fena üzmüş çocuğu, başka bir açıklaması olamaz", hayatını daha detaylı araştırıp, dinlediğim şarkılarının sözlerine baktım. Konserini izledikten sonra beni tutabilene aşk olsun. Instagram'ını kaç kere stalkladım bilmiyorum. Kliplerini milyon kez izleyip, anlamlar çıkarmalar... Canlı performanslarını üst üste izleyip mimiklerini ezberlemeler... Röportaj videolarıyla aşk yaşayıp, aksanına tapmak... Ah aslında benim ruh öküzüm Tom Odell'miş de haberim yokmuş. Niye mi? 

Bir kere müzik kariyerinde ünlü olmak için kendini şekilden şekile sokmuyor. On yılı aşkın süredir Hollywood dünyasını bilirim (sanki menajerim he) ve orada neler döndüğünü az biraz bilirim. Tom, tamamen kendi halinde müzikler yapıyor. Şarkı sözlerinin hepsi anlamlı, top list'lere girsin diye kendini kasmıyor. Çağrılan her mekana gitme gibi bir huyu da varmış. "Kulisimde bunlar olmazsa adım atmam!" diyen egoistlerden değil yani. Hatta şu ana kadar takip ettiğim en egoistsiz şarkıcı diyebilirim. Tipik bir İngiliz. Biraz asosyal, alkolik, utangaç, duygusal ve çok zevkli! 

Instagram'ında bol bol müzik ve kitap önerisi yapıyor. Aslında eskiden her ay bir liste yayınlıyordu şimdilerde kafasına estikçe paylaşıyor bu önerilerini. Kitap önerilerini bir sayfada toplayan Instagram hesabı da var. Geçenlerde bu sayfayı keşfetmemle ben neden bunun Türkçe versiyonunu yapmayayım dedim. Hem de önerdiği kitaplar o kadar kaliteli kiiiğ. Kitapların her birini araştırırken adama daha da tutulur oldum. Kalbim bir İngiliz'e ait artık. 💚
Öhöm, konudan sapmadan size ilk listeyi sunuyorum. 39 kitaptan oluşan bu listeye birkaç tane eklemediklerim de var. Çok eski ve orijinal baskısı bile nadir bulunan kitaplar olduğu için onları hiç yazmadım. Aşağıdaki listede bazı kitapları Türkçe bazıları İngilizce olarak yazdım. Türkçe olanlar tahmin edeceğiniz gibi bizde yayımlananlar. İngilizce olanlarsa ya yayımlanmamış ya da benim Türkçe versiyonlarını bulamadığım kitaplar.



  1. Ağaçkakan - Tom Robbinson / Ayrıntı Yayınları
  2. Silahlara Veda - Ernest Hemingway / Bilgi Yayınevi
  3. Maggie Cassidy - Jack Kerouac
  4. Sahild Kafka - Haruki Murakami / Doğan Kitap
  5. In the Cafe of Lost Youth - Patrick Modiano
  6. Kovan - Laline Paull / Martı Yayınları
  7. The Guest Cat - Takashi Hiraide 
  8. Toza Sor - John Fante / Parantez Yayınları
  9. Gömülü Dev - Kazuo Ishiguro / YKY
  10. Yalnız Bir Avcıdır Yürek - Carson McCullers / İş Kültür
  11. Küçük Şeylerin Tanrısı - Arundhati Roy / Can Yayınları
  12. Tavşan Dibe Vurdu - John Updike / Alef Yayınevi
  13. Ses ve Öfke - William Faulkner / YKY
  14. Franny ve Zooey - J.D. Salinger / YKY
  15. Herkes Tek Başına Ölür (Alone in Berlin) - Hans Fallada / Everest 
  16. Tüylü Bir Şeydir Şu Yas - Max Porter / Monokl
  17. Her şeyimle Ben - Anna Funder / YKY
  18. A Moveable Feast - Ernest Hemingway
  19. Beni Aslı Bırakma - Kazuo Ishiguro / YKY
  20. Uzak Tepeler - Kazuo Ishiguro / YKY
  21. Günden Kalanlar - Kazuo Ishiguro / YKY
  22. Travels with Charley - John Steinbeck 
  23. Ölüme Çağrı - John le Carre / Kırmız Kedi
  24. Alıklar Birliği - John Kennedy Toole / Kırmızı Kedi
  25. Bir Son Duygusu / Julian Barnes / Ayrıntı
  26. It Can't Happen Here - Sinclair Lewis
  27. The Only Story - Julian Barnes
  28. İnci - John Steinbeck / Sel
  29. Gölün Evi - Marilynne Robinson / Kyrhos Yayınları
  30. Bayan Jean Brodie'nin Baharı - Muriel Spark / Siren
  31. Geceyarısı Çocukları - Salman Rushi / Can Yayınları
  32. Hayvanlardan Tanrılara Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi - Yuval Noah Harari / Kolektif
  33. Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez / Can 
  34. Brooklyn'e Son Çıkış - Hubert Selby Jr. /Ayrıntı
  35. Bülbül'ü Öldürmek - Harper Lee / Sel
  36. Stoner - John Williams / Koton Kitap
  37. Güneş de Doğar - Ernest Hemingway / Bilgi
  38. Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald
  39. Yaşlı Adam ve Deniz - Ernest Hemingway / Bilgi

Bu listenin hepsini okuyacak mıyım? Yes baby. Sevdiğim insanların kitap önerilerini daha da dikkate alırım. O yüzden yavaş yavaş bu listeyi tamamlayacağım. Belki iki yıl belki beş yıl belki de on yılı bulur, bilemem. Ama hepsini tek tek inceledim ve okumanın zevkli olacağını düşündüğüm kitaplar bunlar. 
Hatta okuduklarımı "Tom Odell Kitap Kulübü" başlığı altında paylaşmaya devam edeceğim. 👀 Bir süredir kitap almama diyetinde olduğum için listeye hemen başlamayacağım ama benim sağım solum belli olmaz, bir bakmışsınız bu listeden birkaç kitabı almışım bile. Böyle bir şey olursa Instagram hesabımda görebilirsiniz.

İster bana çılgın deyin ister zırdeli deyin. Ne derseniz deyin hayatıma böyle renkler katmayı seviyorum. N'apayım, tabiatım böyle. Aşağıya bir Tom Odell bırakıp, kaçıyorum.



Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not 1: Tom Odell enişteniz, ona göre. 👀 
Not 2: Tom'cuğum bir yay burcu olsa da çok seviyorum be! (Evet, erkek yaylara uyuzum.)
Not 3: Gittiğim editörlük atölyesinde Ernest Hemingway'den bahsetmemiz ve Tom'un da bol bol Hemingway okudunu keşfetmem... Kader bizi birleştirmek istiyorum bebeğim. *-*




12 Haziran 2019 Çarşamba

Kitap Yorumu: Titan 1 - Geri Dönüş / Jennifer L. Armentrout


Merhabaaa

Yıllar sonra Jennifer L. Armentrout okumanın mutluluğu var üzerimde. Bir de yaşlandığımı fark ettim. :( Eskiden eleştirmeden, aptal aptal sırıtarak okurdum kitaplarını şimdi cikcikleyerek okudum. Bir yerlere not aldım, bunu blog'da yaz, eleştir!

Gel gelelim bu dünyayı özlemiş miyim? EVEEET! Seth'i hala seviyor muyum? LANET OLSUN EVET! Ee o zaman yorumlayalım bakalım neler oluyormuş bu yeni seride. 😍

Melez Sözleşmeleri'ni en son 2014'te okumuşum. Üşenmedim, blog'taki yazılarımı okudum. Sırıttım. Vay be dedim, zaman ne kadar hızlı geçiyor. Daha sanki dün okuyordum bu seriyi. Sonra öfkelendim. Yazarın Seth'i nasıl çiğ çiğ yediğini hatırladım. Sövdüm. Meh, biz Seth severleri avutmak için Titan serisini yazıyor ama yemezler. Aiden'la Alex sonsuza kadar mutlu olsun diye Seth'i kurban seçmişti. Çocuğum Apollyon olmamalıymış, asıl Apollyon Alex'miş. Tanrı Katili'ni durdurmak için Ares'e yem ettiler kuzumu. Sonra da vay efendim o artık düşmanımız, dediler! Hadi bir şans vermek için şimdi de Apollo'nun yemi olsun, ölünce de ruhu Hades'e ait olsun dediler. Dediler de dediler. Enerjimi emmişti Melez Sözleşmeleri'nin son kitabı... Gel zaman git zaman, yıllar sonra Seth'e kavuştum.

Bu kitabı okumamak için baya direndim. Eh, biraz geciktim. Yaş 24 oldu, olacak (öhhöm 14 Temmuz) ben daha yeni okuyorum. 19 yaşındaki Jane'le 24 yaşındaki Jane aynı olur mu? Olmaz. O yüzden kemerlerinizi bağlayın, eleştirilerime hazır olun. Ama önce şunu söyleyeyim: Seth canımdır. *-*

Kitap, Avcı'dan (MS - 5. ve final kitabı) hemen sonrasını anlatıyor. Tanrılar ne diyorsa onu yapan Seth, bir gün Apollo'dan farklı bir görev alır. Hiç tanımadığı bir kızı koruması ve Güney Dakota'daki Akit'e götürmesi gerekiyordur.
Josie Bethel. Yeni kız karakterimiz. Seth'in yeni kurbanı. Ve, eee, şey, umarım bu spoiler olmaz, Apollo'nun kızı. 😈 Bunu söylemem lazımdı çünkü olaylar bundan sonra şekilleniyor. Apollo'nun nasıl bir kızı olabilir derseniz mesele çok karışık. Okurken biraz esnemiş olabilirim. O yüzden detayları kitaptan alırsınız ama şunu söyleyeyim Josie bir yarı tanrı. Güçleri henüz gün yüzüne çıkmasa da ortalığı mahvedecek bir potansiyele sahip.

Tahmin edeceğiniz gibi Seth ve Josie arasında bir şeyler olacak... *Göz deviriyorum.*

Kitapta sevdiğim şeyler:

  • Seth'i çok özlemişim! Ukalalığını, komikliğini, çapkınlığını, özgüvenini, egosunu... Böyle ilk diyaloğundan son diyaloğuna kadar sırıttım. 
  • Seth ve Apollo sohbetlerine bayıldım! Kahkaha atmaktan durup, tavanı izledim. 
  • Aiden'ın kardeşi Deacon'ı görünce kalkıp oynadım. Mini Ivashkov olduğundan bahsetmiştim daha önce. Bu lafım hala geçerli. <3 
  • Yunan mitolojisinden minik bilgiler okumayı özlemişim. Jennifer bu konuda çok becerikli. İnsanı boğmadan ince ince işliyor konuyu. 
  • Kısacası, bu dünyayı ve karakterleri çoook özlemişim. *-*



Kitapta sevmediğim şeyler:

  • Josie'yi sevdim, şapşal biri. Beceriksiz ama deniyor, çabalıyor. Sadece sıradan hayatına aniden bu kadar değişiklik gelince hemen ayak uydurması gözüme battı. Hemen savaş moduna girdi. Hemen eğit beni Seth havalarına soktu kendini. Bebeğim, sen hayırdır? 
  • Seth'in, Josie'den hemen ama hemen etkilenmesi... Daha iki gün önce Alex diye bir yerlerini yırtıyordu. Şimdi kalkmış diyor ki Alex'e karşı hislerim gerçek değilmiş aslında. BOK! Alex'i sevmem ama onun için yaptıklarından sonra bu söylediklerin yavan geldi kuzum.
  • Josie'nin vücudundan çok etkilenmesi deli etti beni. Bir kalça, iki meme görünce kendinden geçti Seth. Burada feminist duygularım devreye girdi. Her şey kalça ve meme mi? Ya da dudak ısırma? Ruha da aşık olan yok mu yav?
  • Klişeler yok muydu, vardı. Artık onları görmezlikten geliyorum yoksa kitap çöp olur benim için.

Şaşırdığım tek şey, Alex ve Aiden'ı görmememiş olmam. Henüz. Elbet gelecekler ama aniden köşeden fırlayacaklarmış gibime geldi.

Neyse. Valla güzel okudum kitabı. Devamını da alacağım. Son kitap henüz bizde yayımlanmadı ama olsun. O çıkana kadar anca okurum seriyi. Seth ya, sövsem de çok seviyorum bu karakteri. <3

"Tanrı savar diye bir şeyin olup olmadığını ve onu nerede bulabileceğimi merak ettim." Zırt pırt ortaya çıkan Apollo için söylüyor Seth. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

P.s. Bu blog yazısını 10 yıllık yoldaşım Harika'ma ithaf ediyorum. <3 Hem kitabı okumam hem de yorumunu hemen yapmam için başımın etini yedi. Canı sağ olsun. :D

6 Haziran 2019 Perşembe

Kitap Yorumu: Normal People - Sally Rooney

Merhabalaar

Benden henüz bıkmadığınız değil miii? Yemedim, içmedim tatilde taslak blog yazıları hazırladım. Haziran ayı dopdolu olsun istedim. Hazır yazma modundaydım, kim tutar beni??? 

Bu kitabı öyle ya da böyle gördüğünüzü varsayıyorum? D&R'daki indirimlerde bile görmüş olabilirsiniz. 2018 Man Booker Ödüllü Sally Rooney'in ikinci kitabı olan Normal People'ı ilk kez Frankfurt Kitap Fuarı'nda görmüştüm. Başta kurgu dışı bir kitap sanmıştım. O yüzden hiç okumak aklımda yoktu. Sonra yazarın ilk kitabı "Arkadaşlarla Sohbetler" Monokl Yayınları'ndan çıkınca bir araştırma yapayım dedim.
Normal People'ın arka kapak yazısını okuyunca bu hem benim olmalı hem de hemen okumalıyım diyerek tuzlu bir fiyata kitabı aldım. Henüz Türkçede yayımlanmadığı için İngilizceden okudum. Dili ağır değildi. Bazı betimlemeler gözlerimi yordu ama sağ salim bir şekilde kitabı bitirdim.

Kitabı blog'a yazmak istedim çünkü içimi dökmem lazımdı. -.- Kitabın yarısına kadar "Ah, çok güzel. Evet, işte bu. Bu kız bana benziyor. Aaa bu ben," derken sonra baktım hep aynı döngü içerisindeyiz, "Neler oluyor yahu, bi kendinize gelin," demeye başladım. Kitabın sonunda zaten kitabı fırlatmak istedim. Fırlatmadım tabii; hem pahalı hem de kapağı çok güzel be!
Bir de kitabı okurken aklıma hep Bir Gün (David Nicholls / Pegasus Yayınları) geldi. Birebir aynı olmasa da yaşanılan bu döngü bana oradaki kurguyu anımsattı.
Normal People'da durumu çok iyi ama asosyal olan Marianne ile çok zeki olan ama maddi sıkıntılar yaşan Connell'in hikayesini okuyoruz. Ortaokuldan beri birbirlerini tanıyan bu ikili, değişik bir ilişki yaşamaya başlıyor. Connell'in annesi Marianne'nin evine temizliğe gittiği sırada Marianne de Connell'in evine geliyor ve beraber oluyorlar. Bu beraberliklerini herkesten gizli tutuyorlar çünkü Connell okulda ne kadar popüler biriyse Marianne o kadar asosyal ve sevilmeyen biridir. 
Gel zaman git zaman, hayatlarının belirli dönemlerinde hep bir araya geliyor. Kitabın geçişleri şu şekilde oluyor: 3 ay sonra... 5 hafta sonra... 8 ay sonra... 
Bu geçişler biraz kafa karıştırıcı gelebiliyor çünkü bir yandan günümüzdeki olayları anlatırken aniden geçmişe gidip, o geçiş süresinde yaşanılan bir olayı anlatıyor yazar. Ve anlatıcı bazen Marianne bazen de Connell oluyor. Diyaloglar için tırnak işareti de kullanmayan yazarı alkışlıyorum. Kitabı okurken baya meydan okudum kendime. :) Türkçe olsa hadi neyse derdim ama İngilizce okurken kurguyu karıştırmamak için çok dikkatli okudum. (Okumak iki haftamı aldı bu arada.)

Neyse. Konuya döneyim. Hayatlarına sürekli birileri girip çıksa da hep kendilerini birbirlerinde bulan Connell ve Marianne bir süre sonra göz devirmeme sebep oldu. Nasıl bitecek sorusuyla kitabı okumaya devam ettim ve kitabın sonundaki cümleyle kalakaldım: What the fuck??? Durup, yazarı sorguladım. Bu kitabı yazma amacı neydi? Peki ya çok dev bir ödül olan Man Booker'ı alma sebebi neydi? Sorun bende miydi? Kafamda deli sorular...

Aslında biraz durup düşününce farklı anlamlar da çıkarmaya başladım. Marianne, sorunlu bir aileye sahip. Babası ölmüş ama neden öldüğü bilinmiyor. Annesi, çok kendi halinde biri. Abisi denen ahmak kızın üstüne yürümek dışında yaptığı bir şey yok. Yani tamamen sevgisiz olan Marienne'nin kendini sürekli Connell'de bulması beni şaşırtmadı. Onun sevgisi dışında hiçbirinin sevgisi umrunda değil. Ama Connell bunun farkında olmadığı için sürekli ya yanlış bir şey söyleyerek kalbini kırıyor ya da farklı seçimler yaparak yollarını ayırıyor. Şimdi böyle yazınca daha mantıklı gelmeye başladı kitap. Hatta bir bölümde Marianne şöyle diyor: Sorun bende mi? Kimse niye beni sevmiyor?
Connell sürekli dolaylı yollarla sevdiğini belirtiyor ama Marianne'nin istediği bu değil.

Yine de daha başka bir son beklerdim. Açıkta kalmış. Son cümleyle beraber yazar, kurguyu bize bırakmış aslında. "Alın, bundan sonrasını siz hayal edin," demiş de olabilir "Bundan sonrası yine aynı döngü içerisinde olacak, yazmama gerek yok," da demiş olabilir. 

Bakalım, Türkçesi çıksın da gelen tepkileri merakla bekleyeceğim. Bu arada yazarın diğer kitabını da okuyacağım. Anladım ki normal bir yazar değil kendisi. En sevdiğim insan tipi. *-*

Ay, minik bir romantik alıntı bırakayım da öyle gideyim. İçimde kalır... 

Marianne, he said, I'm not a religious person but I do sometimes think God made you for me. (Marianne, inançlı bir insan değilim ama bazen Tanrı'nın seni benim için yarattığını düşünüyorum.)

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane