Pages

Cehennem Makineleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cehennem Makineleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2020 Pazartesi

Kitap Yorumu: Last Hour 1 - Chain of Gold / Cassandra Clare

O M G! Bakın kim döndü.
Uzuuuun zamandır yazmaya üşendiğim için sahalara yeni döndüm.
Öncelikle umarım herkes iyidir. Aman lütfen çok dikkat edin kendinize. Hatta bu yazıyı okumaya karar verdiğinize göre bir bardak da su bulundurun yanınızda. Hem sağlık için hem de içinizi yakacağım biraz. :)

Efenim, biliyorsunuz Cassandra Clare’in yepisyeni serisi The Last Hour’un ilk kitabı Chain of Gold bu ayın başında yayımlandı. Hemen okumaya başladım ama işe git gel, yorgunluk, araya başka şeylerin girmesi derken anca bitirebildim.
Dün kendimde değildim zaten zira gözlerim pörtlemiş bir şekilde bitirdim kitabı. Oku oku bitmiyor anam babam. Neyse şikayet yok. Kraliçem yazmaya devam etsin.
Şimdi gelelim bu seri nereden çıktı? Cehenneme Makineleri serisini okumadıysanız sizi pistten alalım. Yoksa bol bol spoiler yemiş olacaksınız ki Jane spoiler vermez! Bazı okurlar hiç Shadowhunter okumamış birinin direkt bu kitapla başlayabileceğini söyleyerek yanlış yapmış. Siz beni dinleyin.

Last Hour, yine 1900’lü Londra’sında geçiyor. Bu sefer Will ve Tessa’nın çocukları ön planda. Tabii diğer ailelerin çocuklarını da bol bol görüyor, birçok eski dostla karşılaşıyoruz ve içimizin yağları eriyor…
James ve Lucie Herondale, canım Will’imin çocukları. (Tessa da anaları işte.) Okurken bunu çok benimseyemedim ama James’in bazı salaklıkları aynı Will. (Bir sahnede I LOVE TEA diye bağırıyor. Şu an bu cümle çok saçma gelecek ama o sahnenin uyumuyla James'i öyle bağırırken hayal edince daha sever oldu.) Lucie, Tessa’nın kopyası diyemem ama sevdim bu karakteri. İkisinin kardeşlikleri ise göz yaşartır. Aile bağlarını Cassie yine döktürmüş. 

Bu ikiliye eşlik eden diğer karakteri ise şöyle:
Cordelia ve Alastair Carstairs - Sona ve Elias’ın çocukları. (Bunlar kimdi diye sormayın gram hatırlamıyorum ama Cordelia -ki kendisi baya baş karakterimiz- Jem’in etrafında sürekli amca amca diye dolanıyor. Jem’in kardeşleri yoktu ki nasıl yeğenleri oldu, Carstair soyadı nasıl devam etti biraz irdelemem şart.)
Christopher ve Anna Lightwood- Gabriel ve Cecily (Will’in kız kardeşi)’nin çocukları
Thomas ve Barbara Lightwood - Gideon ve Sophie’nin çocukları
Matthew ve Charles Fairchaild - Konseyin başındaki Charlotte’nin çocukları. (Matthew, James Herondale’ın parabataisi)
Grace ve Jesse - Tatiana Blacktorn çocukları (Burada azcık beynim yanıyor. Grace, üvey evladı. Jesse ise tuhaf bir şekilde ölen ama hayalet şeklinde ortalarda gezen oğlu Tatiana, yanlış hatırlamıyorsam evlenmeden önce Gideon & Gabriel ikilisinin kız kardeşiydi. Sallıyorsam söyleyin.) 

Falan filan. Daha yazmadığım birkaç karakter var. Onlara değinirsem alev alırız. (: Konuya giriyorum.
Efenim, kitabın başında küçük Lucia ormanda biriyle karşılaşır. Yeşil gözlü bir çocuk. Lucia’nın onu görmesine çok şaşıran evladımız ise Jesse Blackthorn, kendisi bir hayalet. Herondale’ların da kimsenin göremediği şeyleri görmesi bilinen bir şey. Gel zaman git zaman Lucie ve Jesse böyle iletişimde kalırlar.
James’in ise derdi bambaşkadır. Kontrol edemediği bir gücü vardır: Gölgeler diyarına gidip gelmektedir. Hem de beklenmediği anlarda. Bu gücünden başı yanacağı kesin. 
Bu sırada Londra’ya iki kız gelir: Cordelia ve Grace. Cordelia, Lucie’nin yakın arkadaşı ve gelecekte parabataisi olacak, güzeller güzelimiz. Kitabın kapağındaki de ta kendisi. İran kökenlerine sahip Cordelia, elbette James’e vurgundur. James ise kime vurgun? Grace Blackthorn, sinsirille adeta. Bunun detaylarını vermeyeceğim, kitabın kırmızı noktasını vurgulayan bir mesele.
Böyle kanı kaynayan bir arkadaş grubu, bir gün piknik yaparken saldıraya uğrarlar. Ortalık karışır. Hemen tüm gölge avcıları toplanır, deli planlar yapılırken bizim veletler de “biz dünyayı kurtaracağız” moduna girip kendilerince birkaç işe kalkışırlar. Koskoca Tessa ve Will’in bile ruhu duymaz. Bak sene hele. Boynuz kulağı geçiyor desene. 
Saldıralar peşi sıra devam ederken James birkaç gerçekle yüzleşir. Kayıplar olur. Şaşırtmalı ilişkiler ortaya çıkar. (Baya şaşırtmalı.) Aile bağlarının önemi savunulurken final bölümde tam her şey tatlıya bağlanacakken Will gibi James de koca bir salaklık yapar. Püüüh sana diyecektim ki çocuğun büyülendiği aklıma geldi. Evet, lanet bir büyü altında dehşet bir karar alarak herkesi şaşırtır ve bir sonraki bölümde Cassie neler karıştıracak bakalım diye kara kara düşündürtür bizi…

Şimdi diyeceksiniz neden alaylı anlattın. Efenim, Cassie’nin kölesiyim, ne yazsa okurum, Will’i bir kez daha sahneye çıkarttığı için eteğini öperim ama salak değilim. Mükemmel karakterlerine sığınarak konu tekrarına gidiyor ve bazı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze başka nesille sunuyor. Ne yazık ki “dev kurgusu” etkilemedi beni. Beni etkileyen karakterlerin diyalogları ve aralarındaki bağdı. Hepsini ön plana çıkarmaya çalışmış. Mesela Matthew’ü  ve Jesse’yi ayrı ayrı çok sevdim! Onları daha fazla okumak isterim. Anna süper dominant biri ve eğlenceli bir karakter. Alastair’i ve Thomas’ı birbirine çok yakıştırdım nedense. Grace’i yerden yere vurmak, Tatiana’yı boğmak, Charles’ı yok etmek istedim. :) Karakterlere böyle duygular besliyorsam yazarın yeteneğinden ama konu olarak leş ilerleyeceğine eminim.
Eh bir de finalin nasıl olacağını tahmin edebiliriz çünkü bir kitabında (hangisi hatırlamıyorum) Shadowhunter aile ağacını ortaya çıkarmış, kim kimle evleniyor, çocukların adları falan yer alıyordu. O yüzden bu seriye dair teoriler löp löp çıkar. Tabii Cassie bu, öyle olmaz böyle olur diyerek her şeyi sil baştan bile yazabilir.
Velhasıl, ben yine de gözlerim pörtleyecek 600 küsur sayfayı bıkmadan İngilizceden okudum. Arada Magnus’u görünce mayışmış bir kedi gibi mırladım. Seviyorum be bu dünyayı. Seviyorum tüm karakterlerini. Özellikle Will Herondale’ı! Onu baba rolüyle görmek… göz yaşı pıt. 


Spoiler vermemek adına burada bitiriyorum yorumumu. Ekstra merak ettikleriniz olursa mesaj atın hemen detay vereyim. Size birkaç alıntı çevirdim, iç sesimi de ekledim. Umarım beğenirsiniz. 

Ciao adios,
Jane

Lucie ve Jesse’in ilk karşılaşmasından
“Aptal olma,” dedi Lucie, “Ben Lucie Herondale'ım. Babam Will Herondale, çok önemli bir insandır kendisi. Beni kurtarırsan, ödüllendirilirsin.” (Ayağını denk al koçum demek istiyor…)

“Jem amcayla parabatai olduktan sonra daha iyi bir gölge avcısı olduğunu hissettin mi?” diye sordu Lucie.
“Daha iyi bir gölge avcısı ve adam oldum. En iyi yanlarımı Jem’den ve annenden öğrendim. Cordelia ve senin için istediğim şey de bu; ömrünü geçirebileceğin bir arkadaşlık. Asla ayrılmadan.” (Göz yaşı pıt pıt.)


“Aşk ne kadar acıtır?” dye sordu James babasına. “Ah, dibine kadar.” dedi Will ve gülümsedi. “Aşk için acı çekeriz çünkü buna değer.” (As bayrakları as!)

31 Aralık 2019 Salı

Kitap Yorumu: The Red Scrolls of Magic - Cassandra Clare

Aman efendim, 2019'un son yorumuna hoş geldiniz.

Öncelikle 2020'de blog'uma daha çok özen göstereceğime şimdiden söz veriyorum. Aslında Goodreads'te 2019'da okuduklarıma şöyle bir baktım da baya tarzım dışı şeyler okumuşum. O yüzden blog'a yazmaya üşenmişim sanırım. Başka açıklaması olamaz! Blog hayatında 10.yılı devirdim artık, yazmaya üşenmek değil de yazasım gelmemiş.
Kendime söz; daha çok genç yetişkin okuyacağım, daha fazla İngilizce kitaplar edineceğim ve yarım kalan serilerime devam edeceğim. Mis gibi serilere yıllardır el sürmemişim. 2020'de bomba gibi geliyorum. Açılın, genç yetişkin avcısı Jane geliyor! (Bir zamanlar ayaklı gazete lakabına sahiptim.)

Efenim, beni bilenler bilir Cassandra Clare bok yazsa onu bile okurum. Kadın ne yazsa okuyorum. Sanırım benim tek yazarım o. Hayır, Shadowhunter dünyasından gram bıkmadım! Hayal dünyasını ve yarattığı karakterleri çok seviyorum. Para ve reklam bile işin içinde olsa (ki buna ihtiyacı yok bence) yazdığı her kitabı zevkle okuyorum. Eskiden elimi çeneme yaslayıp, Artemis'in keyfini beklerdim ama yemezler artık. Mis gibi İngiliççem var. <3 Ya PDF'ini buluyorum ya da paraya kıyıp basılı kopyasını alarak okuyorum. (Son iki kitaptır böyle yapıyorum he, havalarıma bak.) 
Karanlık Sanatlar serisinin son kitabı Hava ve Karanlık Kraliçesi kitabını (ki 800 küsur sayfa) İngilizce okuyup, anlayıp, sindirince daha da gaza geldim ve bundan sonra bildiğim yazarları ana dillerinden okuyacağım dedim.
Paris'teyken (büyümüş de şehir şehir geziyormuş dediğinizi duyuyorum) kitapçı gezdim deli gibi ve Red Scrolls of Magic'i görmezlikten gelemedim. Aldım. Şimdi size bu seriden bahsedeyim.
Bir üçleme olacak. 
İkinci kitap "The Lost Book of the White" 2020'de, üçüncü kitap "The Black Volcume of the Dead" ise 2021'de yayımlanacak. Yine odak karakterimiz Magnus Bane olacak. Bane Günlükleri'nden bir tık daha farklı. Bane Günlükleri'nde, Magnus'ın baya gelmiş geçmiş birçok anısını okumuştuk. The Eldest Curses serisinde ise Magnus odaklı tüm Shadowhunter dünyasını okuyoruz.

İlk kitapta, Alec'le ilk kez tatile gidişlerini okuyoruz. Yani planları öyleydi... Kitabı Paris'ten almam ve ilk olayın Paris'te geçmesine ne diyorsunuz? Tanrı benim Cassie'ye daha çok tapmamı istiyor bence. (Töğbest) Konuya döneyim. Evet, Magnus ve Alec'in ilk zamanlardaki hallerine şahit oluyoruz. Bu aslında kurgu içinde kurgu yazılmış bir kitap. Yaşlandıkça bazı şeyleri unuttuğum için hangi kitaptaydı hatırlamıyorum ama sanırım Düşmüş Melekler Şehri'nde, bir ara bu ikili kayboluyordu. İşte tatile gittiği ve olayların farklı bir boyut aldığı zamanı anlatıyor bu kitap. Çünkü Helen ve Aline ilk kez bu kitapta tanışıyorlar ama bu olmamış gibi davranıp, Ölümcül Oyuncaklar'da farklı bir sahnede tekrar yeniden tanışıyorlarmış gibi davranıyorlar. Amaaan, süper beynimi yaktı Cassandra. :( Bir de İngilizce okuyunca what the fuck diyor insan. 
-Sakin ol.- 
Heh buldum! Throwbackler yapmış bol bol. O yüzden bazen okurken "yav biz bunu biliyoruz sanki... aha çaktım köfteyi. Bu tabii ki yaşandı, Cassie geçmişe dönüp bir de buradan anlatıyor olayları." dedim. 

Magnus ve Alec -Malec- rüyalar gibi bir tatil yapacaklarını sandıkları an karşılarına felaket tellalı Tessa çıkıyor. (Canım Tessa :) Her yerde dolanan bir dedikodu var ve herkes buna gözü kapalı inanmakta: Founder of the cult deniyor kitapta yani tarikatın kurucusu. Bu tarikatın detaylarıyla ilgili çok bilgi veremeyeceğim spoiler içerecek ama baya kötücül bir şey ve bunun başında Magnus'un olduğu iddia ediliyor. Magnus ise bunun bir şakadan ibaret olduğunu söylüyor ama o geceki detayları hatırlamaya çalışırken aslında o geceyle ilgili hiçbir şey anımsamadığını fark ettiği an şüpheye düşüyor: Benim miyim o? 
Tatil bir anda cehenneme dönüyor ve Magnus'u avlayanlar ortaya çıkıyor. Bu sırada Magnus da bu tarikatın başındaki elemanı aramak için kolları sıvıyor. 

Ve ta daa, tanıdık yüzler çıksın ortaya. Suratsız vampirlerimiz Raphael ve Lily, coolluktan ölen Catarina, sürpriz isim Johnny Rook (Karanlıklar Sanatı serisinde başrol karakterlerdendi)  Helen Blackthorn ve Aline, telefondan da olsa seslerini duyduğumuz Izzy ve Jace. 
Olaylar Paris, Venedik, Roma ve New York'ta geçiyor. Yeni bir karakter daha geliyor; Shinyun.
Bol romantiklik ve kahkaha içeriyor. Büyülerle ve ilginç bilgilerle dolu bir kitaptı. Sonunda yazar yine küçük bir bomba bırakmış ki nasıl sonuçlanacağını az çok tahmin ediyorum tüm kitaplarını okuduğum için. Yine de heyecanla okudum. Okudum okumasına ama bu kitabın enerjisi bana bir tık düşük geldi sanki... İlk kez bir an önce kitabı bitirmek istedim. Tabii bitince o dünyadan dışarı fırlatılmış gibi hissettim ama hep Malec okumak biraz sıktı beni. İkisiyle de hiç sorunum yok ama Will'i ya da Jace'i okumayı tercih ederim. :)

Kitabın Türkçesi yakında çıkacakmış. Şöyle cila niyetine hızlıca oradan da göz atarım ama genel olarak böyleydi. Ara ve tadımlık bir kitap olmuş diyebilirim. Altını çizdiğim yerler de oldu. Bir alıntıyı özellikle yazıyorum.

"Aşk seni değiştirir. Dünyayı değiştirir. Ne kadar yaşadığın önemli değil, aşkı kaybedemezsin. Aşka güven. Ona güven." -Tessa ve Magnus, bir gölge avcısına aşık olmakla ilgili konuşurken Magnus endişelerinden bahsediyor ve Tessa da hemen damardan giriyor bu alıntısıyla.

Evet geldik sona. 2019 size neler getirdi, neler kattı bilmiyorum ama ben bu yıla söylenerek girdim güle oynaya çıkıyorum. Sıfır beklentilerle yaşadım ve hep olmasa da mutlu sona ulaştım. Canım acıdığında oturup kendime acımak yerine daha da üstüne gidip ders çıkarttım. Daha mutlu oldum. Şöyle dönüp bakınca sırıtıyorum, ilk kez hayatı bu kadar canlı yaşadığımı hissettim. Belki de hayatı ilk kez hayatı bu kadar dibine kadar yaşadığım için okuduğum kitaplardan pek keyif alamadım. 2020'de kendi tarzımdaki kitapları okuyacağım. Yine hayatımı yaşayacağım, her fırsatı değerlendireceğim ve bir kitap karakteri olmayan birine aşık olacağım. İnanıyorum, bu kez başaracağım! Şu ana kadar "Heh senmişsin ruh öküzüm," dediğim adamlar ya evlendi, ya evlenmek üzere ya da kısmetleri başkalarında çıktı. :) Hadi bakalım, 2020'de size enişte getireceğim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

22 Haziran 2017 Perşembe

Kitap Yorumu: Bane Günlükleri - Cassandra Clare


Merhabalar

Sizde benim gibi Ölümcül Oyuncaklar dünyasını özlediniz mi? Valla ben her geçen gün daha da özlüyorum. Yani, imkanım olsa Cassandra Clare ile kendimi bir eve kapatıp her saniye hayal dünyası hakkında sohbet ederdim. Hal böyleyken çıkaracağı kitapları beklemekle kalıyorum anca. 

Geçen sene çıkardığı Karanlık Sanatlar serisinin ikinci kitabının ülkemizde çıkmasını beklerken uzun zamandır okumayı ertelediğim Bane Günlükleri'ni okudum ve kendimi yumruklayasım geldi. "Canısı neden daha önce okumadın?" 

Cassandra Clare ve iki yazarın daha yazdığı 11 hikaye ilk önce internet üzerinden yayımlanmıştı. Daha sonra bir kitap haline getirilip, basıldı. Ölümcül Oyuncaklar ve Cehennem Makinaları serisinden aşina olduğumuz Magnus Bane'in bilinmeyen yönleri ve daha önce anlatılmamış hikayelerini içeriyor bu kitap. Serileri okuyanlar zaten az biraz Magnus'u biliyorlar. Kendisi biseksüel ve çok çılgın bir yapısı var. Moda uzmanı ve delisi. Partilerin baş elemanı. Ve nerede bela varsa içinde mutlaka yer alır. Bunlar bir yana aslında çok yumuşak kalpli ve sevdiklerine sonsuz değer veren bir karakter. Ve umursamıyormuş gibi görünse de içi içini yer. Yardıma ihtiyacınız varsa Magnus Bane'in kapısını çalabilirsiniz. Tabii belli bir karşılığı olabilir de. 👀

Kaptırılan kalpler iadesi mümkün olmayan birer hediyeydi. 

Gelelim Bane Günlükleri'ne. Hem çok eğlenceli hem hüzünlü hem de 'vay be' dedirten anılarla dolu bir kitap olmuş. Bane'in ilk aşkı ve sonrakileri, Will Herondale ve soyu ile bağlantısı, Peru'ya girişinin yasaklanması, Tessa'yla olan sonsuz dostluğu, yılların vampiri Camille olan dengesiz ilişkisi, baş belası Raphael Santiago ile nasıl tanıştığı gibi bir sürü hikaye var. Elbette Alec Lighwood'la olan ilişkisi de mevcut ki zaten sanırım şu an en çok merak edilen odur. 😈

Ben çok eğlenerek okudum. Yani zaten Magnus süper eğlenceli bir karakter. Onun yaşadığı olaylar ise ayrı bir komik ve eğlenceliydi. Cassandra Clare'in dünyasını seviyorsanız zaten kesinlikle okuyun. 

Ve son olarak... Eğer önceki serileri okumadıysanız -ki o zaman bu karakteri de tanımıyor olursunuz ama her neyse- Bane Günlükleri'ni okumanızı tavsiye etmem. Arada spoiler niteliğinde bağlantılar var. Ona dikkat edin. 👍

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

9 Nisan 2014 Çarşamba

Cassandra Clare'den Minik İpuçları


Herkese Merhaba!

Geçen gün Twitter'da can sıkıntısından Cassandra Clare'in cevap-soru etkinliğini inceliyordum. Yazar baya soruya cevap vermiş. Hem de, okuyucuların merak ettiği türden sorular. Benim bile ilgimi çekti. :D Normalde yazarın cevapları pek ilgimi çekmezdi. Ama bu sefer minik ipuçları vermiş.

Biliyorsunuz, gelecek ay Ölümcül Oyuncaklar serisinin 6.ve final kitabı olan City of Heavenly Fire yayınlanacak. Yazar da hem seriye dair hem Cehennem Makineleri hakkında hemde gelecekte yazacağı diğer Gölge Avcıları temalı serileri hakkında birkaç bilgi vermiş. Cassie'nin sıkı takipçilerinin ilgisini çeker diye kendimce çevirdim ve toparladım. Bakalım sizde benim gibi cevaplardan tatmin olup, serileri daha çok merak edecek misiniz ? :D Aralar birkaç komik ve eğlenceli soru-cevap da koydum. Yazarın, kendi karakterleri hakkında bazı şeyleri bilmek lazım, değil mi ?

-"Clary, gelecek kitapta önemli birinin ölümü için ağlayacak mı?" Evet. (Yazar daha önce, son kitabın illk bölümlerinde önemli bir karakterin öleceğini söylemişti. Umarım tahmin ettiğim kişi olmaz. Kızıl kafayı parçalayabilirim -.- )

-"Simon'ı seksi buluyor musun ?" Evvvet. Tam benim tipim. Gözlükler, inek...

-"James ve Lucie, Jem,Tessa ve Will'in hikayesini biliyorlar mı ?" Evet, biliyorlar. (James ve Lucie, Tessa ve Will'in çocukları.)

-"Cehennem Makineleri'nin son kitabını yazarken ağladın mı?" Ağladım.

-"Lilith, Benedict Lightwood'un maskeli partisinde yer almıştı, değil mi?" Evet, iyi yakalamışsın! (Lilith, Düşmüş Melekler Şehri'nde karşımıza çıkan en büyük iblis. Benedict Lightwood ise C.Makineleri'nde Gabirel ve Gideon Lightwood'ların babası.)

-"Emma Carstairs, son kitapta Jem'le karşılaşacak mı?" Evettt.  (Emma Carstairs, yazarın yeni serisindeki karakterlerden biri olacak. Bakalım Jem'le nasıl bir bağlantısı olacak.)

-"Tessa'dan ne haber ? Will'i özlüyor mu?" Evet, her zaman. (Yarama tuz basıp, limon sıkmaya devam et kızıl kafa!)

-" Son kitapta Jace&Simon -Jimon- arkadaşlığı olacak mı?" Onlar arkadaşlar. (Umarım onlara dair güzel ve son bir anı buluruz. Birbirlerini yemeden. :D)

-"Jem, Will'i özlüyor mu?" Elbette, her zaman. Bu soruyu sorarak beni ağlatmak mı istiyorsun!!! 

-"Sebastian son kitapta biriyle öpüşüyor mu?" Evet! 

-"Bize Micheal Wayland hakkında bir şeyler söyle." Hmm, son kitapta onunla ilgili birkaç bilgi alabileceksin. (Micheal Wayland, Jace'in babası olarak biliniyordu. Ama karakter hakkında detaylı bilgiye sahip değiliz. Ben de merak etmiyor değilim.)

-" Bize Jace'in son kitapta yaptığı bir şey hakkında bilgi ver." Uçan motosiklet kullanıyor. (Şu meşhur vampirlerin uçan motosikletinden bahsediyor.)

-"Tessa ve Jem, son kitapta görülecek mi?" Evet, ama sana daha fazla spoiler vermeyeceğim.

-"Eşin son kitabı okudu mu?" Ona sesli olarak okudum. Çok etkilendi.

-"Sen de Herondale'lar gibi ördeklerden nefret ediyor musun?" Hayır, onlar cidden çılgın. (Bu soruya baya gülmüştüm. İki seriyi de okuyanlar bilir, Jace ve Will ördeklerden nefret ederler. Will'in ördekler için yazdığı şarkı bile var. :D)

-"Jessa -Jem ve Tessa- ya da Wessa -Will ve Tessa- arasında seçim yap!" Yapamam, hepsini seviyorum.

-"Son kitabın ilk bölümün adını söyler misin?" Yağmur Gibi Düşer

-"Kaç tane Gölge Avcısı serisi yazmayı planlıyorsun ?" Beş! (Bu cevaba 32 diş sırıttım.Her ne kadar yazarın artık durmasını söyleyen okuyucular olsa da ben bol bol yazmasını istiyorum. Bıkmam ki bu serilerden.)

-"Bize Clary hakkında çarpıcı bilgi versen...?" Saçını kendisi kesiyor.

-"Son kitap için Simon hakkında birkaç bilgi ver, lütfen!" Onun için BÜYÜK planlarım var. BÜYÜK.

Şimdilik bu kadar. Serileri okumayanlar için spoiler niteliğinde cevaplar. Ama benim gibi Cassie'nin hayal dünyasına aşık biri için müthiş cevaplar. Merakım giderek artıyor. Blog da şuan Cassandra ağırlıklı ama elimde değil. :D Umarım siz de meraktan çatlamaya başlamışsınızdır. :D:D 

Sevgiler, öpücükler: Jane

27 Ocak 2014 Pazartesi

Kitap Yorumu : Mekanik Prenses - Final Kitap !


Sanırım en zorlanarak yazdığım yazılardan biri olacak. Ve oldukça uzun olabilir. Çünkü en sevdiğim serinin final kitabını okudum. Bitti. Will Herondale bitti. Cehennem Makineleri serisi bitti. Benim dünyam da bitti. Cassandra, seni öldürmek istiyorum !!!

Ben bir kül yığınıydım ama beni kıvılcımlandırıp ateşe dönüştürdün.

Şimdi yazacaklarım kesinlikle abartı değil. Tüm içtenliğimle yazıyorum ; gelmiş geçmiş en sürükleyici ve en şaşırtmalı kitap buydu. Okurken yine kahkaha attım, ağzım açık okudum, öfkelendim, endişelendim, hüzünlendim, mutlu oldum ve sonunda salya sümük ağladım. Yazara söylendiğimi belirtmem gerekmiyor herhalde ? Tamam, yazabilecek en en en iyi finali yazmış. Ama kalbimi ikiye bölüp, kesip, ateşlere verdi. Kalp denen bi şey yok şuan bende. Cidden.
Normalde yazarların serileri uzatmamasını isterim.Ama Cassandra uzatsın, lütfen ! 3 kitap ile Cehennem Makineleri bitti. Dolu dolu, tutkulu ve tatmin edici. Söylenecek pek söz yok aslında. Yazar kalemini konuşturmuş adeta. Hayal gücüne hem aşık oldum hemde hayal dünyasını kıskandım. Bu kadar mükemmel kurgulamamalı, yazmamalı !

Hazır kendimi toparlamışken kitabın içeriğinden bahsedeyim. Çok fazla detay ve spoiler vermemeye çalışacağım. Çünkü sürprizlerle dolu bir kitap. Heyecanınız kaçsın istemem....
Bir önceki kitapta Will, üzerindeki lanet kalkınca aşkını ilan etmek üzere Tessa'nın yanına gitmişti ama artık çok geçti. Parabataisi Jem ile nişanlandıklarını öğrenmişti. Ve araları açılmıştı. Bu da yetmiyormuş gibi Will'in kardeşi Cecily, Enstitü'ye Gölge Avcısı olmak için gelmişti. Ve kitap heyecan verici bir şekilde burada bitmişti.
Mekanik Prenses'de ise kitap, Tessa'nın gelinlik provasıyla başlıyor. Tam o sırada Benedict Lightwood'un küçük oğlu Gabriel geliyor ve babasının tuhaf bir yaratık olduğundan bahsediyor. Hatırlamayanlar için ; Mekanik Prens'de Benedict, iblis çiçeği hastalığına yakalanmıştı. Hatta bu hastalığa kimse inanmıyorken Will bunun hakkında şarkılar bile söylemişti. :D Evet, her neyse... Tessa, Jem, Will, Cecily ve Lightwood kardeşler hemen Lightwood Malikanesi'ne giderler. Olaylar karışıktır. Will bir yandan savaşırken diğer yandan kız kardeşi Cecily'i göz önünde tutmaya çalışır. Bu sahnelerde hem Gabriel'i hemde Gideon'u daha çok sever oldum. Hatta kitabı okurken genel olarak bu iki kardeşe daha da ısındım diyebilirim. Önceki kitapta oldukları gibi düşman değiller. Zaten babalarının dolduruşlarına gelmişlerdi.
Sonrasında tekrardan Enstitü'ye geri dönerler. Çünkü Jem'in durumu kötüleşmektedir. İlacını fazla kullandığı için yin fen'i kalmamıştır. Will, yin fen almak için her zaman gittiği dükkanlara uğrar ama birileri tüm yin fen'leri toplamıştır ! Mortmain'den başkası olamaz. Bir an önce ilacı bulmaları gerekir çünkü Jem'in durumu ciddileşir. Magnus Bane'e giderler. Fakat bir sonuç çıkmaz. Yine de Will ve Tessa bu konuyu deşmeye başlarlar.
Bir yandan da Konsolos Wayland, Charlotte'yi Enstitü'den aldırmak için onun aleyhine karşı kanıtlar aramaktadır. Habire görüşmeler yapar. Tam bu sırada Enstitü'yü Mortmain'nin ordusu Makineler basar. Bu savaşın ilk sinyalidir. Ve cidden işler fena halde karışır. Bundan sonrasından bahsedersem kitabı okumanızın bir anlamı kalmaz. Olaylar birbirine çok bağlantılı. O yüzden kitabı hiç soluk almadan okumak istiyorsunuz. Ki şükürler olsun tatilde olduğum için üç günde kitabı silip, süpürdüm. Adeta yedim.
Kitabın anlatış biçimine değinmek gerekirse, yazarımız, her kitapta olduğu gibi bu kitapta da herkesin gözünden olayları farklı boyutlarıyla anlatmış. Bir yandan Enstitü'deki olayları yansıtırken diğer yandan Tessa'nın kendini kurtması, Will'in yoldaki maceraları ve Lightwood kardeşlerin yaptıkları anlatılmaktaydı. Böyle olmasına çok sevindim çünkü hemen herkesin ne yaptığını aynı anda öğrenebiliyorsunuz. Yani yazar gizli saklı bir şey bırakmamış.

... kendim yapamayacağım bir şeyi benim için yapmana ihtiyacım var.  Gözlerim yokken gözlerim olmana. Ellerimi kullanamazken ellerim olmana. Benimki atmayı bıraktıktan sonra, kalbim olmana.

Ben asıl karakterlerden bahsetmek istiyorum. Kitapta belli başlı karakterler vardı ve yazar her karakterin düşüncelerini, bakış açılarını kitaba öyle güzel yansıtmış ki hepsini daha yakından tanıdım ve daha çok sevdim diyebilirim. Mesela önceki kitaplarda Gabriel Lightwood'dan nefret eden ben, bu kitapta o kadar çok sevdim ki... Resmen yazar sizi ters köşeye yatırıyor, etkileyici kelimeleriyle. Bir de sürprizler aşklar vardı. :D Aslında burada delicesine anlatmak isterdim ama spoiler vermek istemiyorum cidden. Tek diyebileceğim Gabriel ve Gideon Lightwood kardeşler çok fena ! Enstitü'ye bir geldiler bekar kızları kaptılar. Onları okurken çok eğlendim. Lightwood'lar bir harika !
Enstitü'nün lideri Charlotte ise bu kitapta daha ön plandaydı çünkü oradaki konumu tehlikedeydi. Çocukları gibi gördüğü Will ve Jem'in sorunlarıyla ilgilenirken Lightwood kardeşleri güvence altına aldı. Çatlak ve dahi kocası Henry ile ilgilendi... Ah, Henry demişken, bunu söylemezsem çatlayacağım. :D Ölümcül Oyuncaklar serisindeki Portal'ı -Geçit- kim yapmış bilin bakalım ? Çatlak görünümlü olsa da bir dahi olan Henry tasarlamış ve tatlı büyücümüz Magnus Bane ile beraber gerçeğe dönüştürmüşler. Zaten Portal sayesinde Mourmain'in savaşına katılıyorlar. Gerçekten büyük bir icat ! Ve Magnus Bane demişken... Onu Ölümcül Oyuncaklar serisinde de çok seviyordum ama bu seride o kadar çok sempatik ve sevilesi geldi ki... Magnus'a daha çok saygı duyar oldum. Farkında değiller ama Will'le dost oldular. Magnus Bane... Adamım ya. Ve son olarak Will'in kız kardeşi Cecily'den bahsetmek istiyorum. Kendileri resmen Will'in kız versiyonu diyebilirim. Hem dış görünüş olarak hemde davranışları bakımından. İnatçı, kendinden emin, yerinde duramayan ve oldukça zeki. Kitapta, herkesi gözlemleyip yorumlarda bulundu. Ve birçok şeyi kendisi keşfetti. (Tessa ve Will'in arasındaki bağı.)

Hayat bir kitaptır ve henüz okumadığım yüzlerce sayfa var. Ölmeden önce, okuyabildiğim kadarını seninle okumak istiyorum...

Will, Tessa ve Jem üçlüsünden bahsetmeye korkar oldum. Onları her düşündüğümde kitabın sonu aklıma geliyor ve istem dışı gözlerim doluyor. Yalan söylemeyeceğim, özellikle son bölümü okurken salya sümük -cidden- ağladım. Hele bir paragraf var ki... İlk okuduğumda göz yaşları yüzümü yıkadı resmen. Bir daha okuyayım dedim -kendime işkence etmek için- ama okuyamadım. Göz yaşlarım resmen kelimeleri bulanık gösterdi ve o paragrafı yasaklı bölge olarak işaretledim. Orayı okumaya ne zaman cesaret ederim bilmiyorum. Yazar beni mahvetti. Resmen azrailim oldu. O kadar içten betimlemeler yapmış ki... Belki de bu yüzden karakterler ve kurgu beni gerçekmiş gibi etkiledi.

Kelimelerin bizi değiştirme gücünün olduğunu söylemiştin. Senin kelimelerin beni değiştirdi Tess. Kelimelerin, beni aksi takdirde olacağımdan daha iyi bir adama dönüştürdüler. 

Bu kitapta yazar kendini cidden aşmış. Will ve Jem'in dostluğu, kardeşliği ve Tessa'nın ikisi arasında kalışı... Serinin başından beri bu aşk üçgenine gıcık olamıyorum, öfkelenemiyorum. Çünkü üç karakteri de çok seviyorum. Will önceliğim ama Jem'i de bir kenara atamıyorum. Belki hastalığı yüzünden belki de saf iyiliği yüzünden. Tessa'ya hiç kızamıyorum. İki müthiş erkek bulmuş, kız nasıl seçim yapsın ? Will ise kardeşim dediği insanın sevdiği kıza tutulmuş... Yazar resmen oturup, düşünmüş "Acaba okurları nasıl çıldırtsam diye..." Ve bu yüzden kitabın sonu beni yerle bir etti. Aslında yazar iki tarafıda memnun etmeye çalışmış. Hem Will hemde Jem yönünden. Finalden memnun kaldım ama bir şey yapmış ki... Resmen göz yaşlarımın ayarını bozdu. Sulu göz oldum onun yüzünden. Ne zaman o paragraf aklıma gelse gözlerimi pörtledip, "Ağlama Jane" diye kendimi teselli ediyorum. Eminim bir ölümün olduğunu farketmişsinizdir. Yoksa niye bu kadar ağlayayım di mi ? :D Kimin öldüğünü ise okuyunca öğrenin. Tek diyebileceğim, yazılabilecek en anlamlı finaldi.

Ki yazar her şeyi düşünmüş. Her şeyi. Kitapta eksik bir parça bulamıyorsunuz. Puzzle gibi her şey birbirine bağlı. O yüzden kitabı ya tatilde ya da çok sakin bir zamanınızda okuyun. Ben üç günümü sırf kitaba verdim diyebilirim. Yemek ve uyku dışında kitapla beraberdim. Üç günüm resmen Enstitü'de, Will'le, diğerleriyle beraber geçti. Ve tahmin edebileceğiniz gibi kitap bitince kendimi kovulmuş gibi hissettim. En acı verici olan ne biliyor musunuz ? Kitap sizi üç gün sihirli bir dünyanın içine çekiyor. Sonra birden tekmeyi basıyor ve yine sıkıcı gerçek hayata geri dönüp, çözülmesi gereken matematik testlerin başına geçiyorsunuz. Will'den matematiğe... Neyse, bir şey demiyorum. :D

... Katlanılmaz olana katlanıyorsun ve bu yükü taşıyorsun. O kadar. 

Sevdiğiniz ve sizi hayattan koparan seriler, karakterler bitince neler hissediyorsanız bende şuan onları hissediyorum. Terk edilmiş gibi... Okuduğum serilerin nedense hiç biteceğini düşünmem ve bitince de kocaman bir boşlukta buluyorum kendimi. Eh, Will fena koydu bana. Onu çok ayrı seviyordum. Onun şakalarına, şarkılarına, aşk dolu sözlerine, klasiklerden bahsedip alıntı yapmasına, kendisini övmesine, sarhoş taklidi yapmasına, içindeki kırılgan Will'i göstermemeye çalışmasına ve laf sokma çabalarına kadar her şeyini çok ayrı seviyordum. Ve şimdiden bu özelliklerini özlüyorum. Sağol Cassandra, cidden sağol !

Cehennem Makineleri bitti ama yazar sanki son cümlelerinde bir sürpriz yapacağını belli etmiş. Bu sürprizi Ölümcül Oyuncaklar serisinin devam eden kitabında göreceğiz. Tahminim var ama bakalım... Ve şunu belirteyim ; her ne kadar Cassandra'nın ilk, Ölümcül Oyuncaklar serisini okuyup çok sevsem de Cehennem Makineleri şuan tüm serilerimi ezdi, geçti. Yani şuanki favori serim kesinlikle C. Makineleri.

Her kalbin kendi melodisi vardır. 

Gerçek hayattan kopmak, eğlenceli ve romantik karakterler okumak, şaşırtmalı bir kurguya gömülmek istiyorsanız bu seriyi okuyun. Hemde hemen ! Pişman olmayacağınıza garanti ediyorum. Cassandra Clare'in hayal gücüne tutulmamak imkansız.

Sevgiler, öpücükler : Jane

Not: Bu seride İki Şehrin Hikayesi ve Büyük Umutlar'dan baya bahsedildi. Ki Will'in sevdiği klasikler bunlar. En kısa zamanda okuyacağım. Will Herondale okuyorsa, bir bildiği vardır değil mi?

4 Ağustos 2013 Pazar

Seri İncelemesi / Kitap Önerisi : Mekanik Prens

     Serinin üçüncü kitabı çıkmadan önce Mekanik Prens'e bir göz atayım dedim... Demez olaydım. Hani çok önceden izlediğiniz dizi-film, dinlediğiniz şarkı ya da okuduğunuz bir kitap tekrar karşınıza çıkınca böyle tuhaf bir his yaşarsınız. O anlardaki havayı tekrar soluyormuş gibi içinizde bir kıpırtı belirir. ( Ya da bunları sadece ben yaşıyorum :P) İşte kitabı elime alınca aynen öyle oldu. Kitabı okuyalı bir yıldan fazla olmuştur. Ama hala  bazı yerleri çok net hatırlıyorum. Kalın ve çok yoğun bir kitap ama sizi öyle bir etkiliyor ki aklınızdan çıkması mümkün olmuyor.
Cassandra Clare'in hayal gücünü, anlatım biçimini gerçekten seviyorum. Bazı okuyucular hep aynı konu üzerine kitap yazdığı için söyleniyor ama ben halimden memnunum. Kitaplarını okurken ruh halim çok dengesiz oluyor.Bazen gülmekten kitabı elimden bırakıyorum. Bazen heyecandan ve meraktan tırnaklarımı kemirirken kitap elimden düşmüyor. Bazen de karakterler acı çekerken bende acı çekiyorum.Bu nasıl bir iş anlamış değilim. Okurken öyle etkileniyorum ki görende ben iblis kanı taşıyorum, ben savaşlara katılıyorum,ben aşk üçgeninde kalıyorum sanacak. :D İşte bir yazar bunları bana tattırıyorsa tüm kitaplarını gözüm kapalı alır, okurum. Cassandra beş sayfalık bir şey yazsa bile okumak için can atarım. O yüzden favori yazarlarımdan biri olduğuna söylememe gerek yok sanırım... :D 
İkinci kitap hakkında yorum yapmadan önce seriyi bilmeyenler için serinin ilk kitabının tanıtımını okusunlar : Mekanik Melek Bu Ölümcül Oyuncaklar'ın yan serisi. Yani direk alıp, okuyabilirsiniz ama o kadar çok yeni terimler var ki... Kafanız allak bullak olabilir.İlk Ölümcül Oyuncaklar 'ı okumak daha mantıklı ama seçim sizin elbette. ( Seriyi okumayanlar spoiler yememek için devamını okumasın,derim.)

Mekanik Prens hakkında ilk söylenecek şey ; dolu dolu bir kitaptı. Şurası çok saçmaydı, gereksizdi gibi bir bölüm kesinlikle yoktu. Okurken zaten gerçekten hayattan direk kopup, Cassandra'nın işkenceli ve bir o kadar cazibeli hayal dünyasına adım atıyorsunuz. :D 
Tessa ilk kitapta Will Herondale'dan ters tepki görünce Jem'le yakınlaşmaya devam eder. Ama her şey göründüğü gibi değildir. Will'in neden insanları kendinden uzak tuttuğunu ve nefret ettirecek kadar ağır laflar söylediğini anlıyoruz. Üstünde bir lanet vardır. Bu lanet sevdiği tüm insanları ölüme sürükleyebiliyor. Will, bu lanete o kadar inanmış ki dünya da tek kalmaya razı olmuş diyebiliriz. Yine de bu laneti bir an önce üstünden atmak istiyor. O yüzden çılgın karakterlerimizden biri olan Magnus Bane'den yardım almaya gider. Magnus bir iblis efendisidir. Fakat bu laneti kaldırmak o kadar kolay değildir. Ve Will'inde Tessa'dan uzak durması o kadar kolay değildir. Anlayacağınız işler fena halde karışır. 
Londra Enstitüsü'nü yöneten Charlotte ise elindeki gücü kaptırmamak için çabalamaktadır.Çünkü Konsey, yönetimi onun elinden alıp Benedict Lightwood'a vermek istiyordur. Bu durumu engellemek için Will,Tessa ve Jem  hem Enstitü'yü hem Charlotte'yı kurtarmak için Mortmain'in geçmişiyle ilgili sırları açığa çıkarmaya çalışırlar. Bunlar yetmiyormuş gibi Tessa, gölge avcısı olması ve iblis kanı taşımasıyla ilgili bilinmeyen şeyler öğrenir ki bunlar gerçekten hiç hoş şeyler değil. Aşk üçgeninde kaldığı yetmiyormuş gibi canavar'a dönüşmesine yardımcı olan Gölge Avcılarıyla da baş etmeye çalışır.
Bunlar sadece kitabın genel özeti. Her şeyi ballandıra banllandıra anlatmak isterdim ama spoilerden kitap okuyamazsınız. :D  Tek diyebileceğim : "Bu kitabı okuyunca ilk kitapta neymiş be!"
Gerçekten bu kitap beynimi sarstı. Hayatımda böyle dolu dolu, baş döndüren bir kitap daha okudum mu hatırlamıyorum. Kitabı elime alınca bile bazı sahneler gözümün önünde sahneleniyor. Will'in mutluluktan uçup, hayal kırıklığıyla koltuğa çöktüğü an ; bir partide Tessa'yla balkonda yakınlaşırlarken Magnus'un onları basması ve daha milyon şey. Jem'e gelirsek... Team Will'ciyim ama Jem'i ezemiyorum. Öyle bir karakter ki sarılıp, "her şey yoluna girecek" demek geliyor içimden. İkisininde Tessa'ya olan sevgisine kızamıyorum çünkü Tessa'yı da seviyorum. Eh, Tessa'ya da kızamıyorum aşk üçgeninde kaldı diye. Bir yanda Will diğer yanda Jem. Tek kızabildiğim kişi Cassandra Clare. Ortalığı karıştırıp, ateşe veren ve işkenceleriyle bizi hasta eden yazar o. Her türlü işkencesine rağmen şu kadına ahtapot gibi sarılıp, her kitabını okuyorum. Sonum hayrola...
Son söyleyeceğim şeyler ise... Sıkıcı, maraton hayatınızdan bir kaç günlüğüne kopmak ve bir kitaba sığınmak istiyorsanız Cassandra Clare alın, okuyun. Şanslı sizler yurtdışında çıkan kitapları ülkemizde çıkmış bulunuyor. Benim gibi sürünmeyeceksiniz "Nerde bunun devamı ?!" diye. :D 
Will Herondale'e not : Her şey yoluna girecek, Cassandra Clare'e rağmen. Kalpsiz bir cadı olamaz o kadın !

Sevgiler, öpücükler ; Jane

24 Mayıs 2013 Cuma

Cehennem Makineleri 1 - Mekanik Melek / Cassandra Clare


 

     Cassandra Clare'in Ölümcül Oyuncaklar serisinin bir de yan serisi var ki...Ölüp ölüp dirilmeye değer bir seri.

    Yazar,her kitabında daha da geliştiriyor kendini ve işkencelerine son hız devam ediyor.Şahsen bu seriyi okurken kendimden geçiyorum.Tamam,Ölümcül Oyuncaklar serisi de çok çok fena ama Cehennem Makineleri,beni alıp uçuruyor resmen.O yüzden bu kitaba doya doya yorum yapmak istiyorum.İlk kitabı Mekanik Melek'i ilk okuduğumda hiçbir şey anlamamıştım."Bu da ne böyle ?" diyordum.Ama sonra anladım ki ilk önce Ölümcül Oyuncalar serisini okumam lazımmış.Çünkü serilerde bir çok yeni kavram,dünyalar ve karakterler var.Bambaşka bir dünyaya alışmak biraz zor oldu ama daha sonra kopamadım.Mekanik Melek'i 2.defa okuduğumda adeta vuruldum.Yazarı o zaman kıskanmaya başladım.Hayal dünyası müthiş ! İnsanı için çekip,yalayıp yutuyor resmen. 


   Konusundan bahsetmek gerekirse ; Yine genç bir karakterimiz var ; Tessa Gray.Kendisi kitap kurdu,kendi halinde bir kız.Ağabeyinin yanına gitmek için İngiltere yolculuğu başlar.Fakat onu inanılmaz sırlar bekliyordur.Aslında sırların tam göbeğine gidiyor ama farkında değil tabii.Çünkü kendisini diğer herkes gibi normal biliyor.Londra'nın Aşağıdünya'sının ıssız sokaklarını vampirler,büyücüler ve daha bambaşka doğaüstü yaratıklar ele geçirdiğini bilmeden ağabeyinin yolladığını zannettiği Pandemonium Kulübü'nde çalışan Kara Kardeşlerin ağına düşer.Çünkü Tessa,ender bulunan bir yeteneğe sahiptir.İsteği zaman bir başkasına dönüşebiliyordur.Kara Kardeşler'in bu yeteneğin gelişmesini sağlama çabaları ise Kulübün yöneticisi Magister'ın bu yeteneği,gücü ele geçirmek istemesidir. Ve sonra karşımıza kahramanlar çıkıyor ! Tessa'nın kurtarılmasını sağlayan Gölgeavcısı Will Herondale ile kitabın içine gömülüyoruz. :D 

     Will fırtınasına hazır olun derim.Karakterlere takıntı olma gibi bir huyunuz varsa listeye Will'de eklenmiş olur.Kitaptaki olaylar 1870'li yılların Londra'sında geçiyor.Kardeşi Nate'in daveti için New York'dan Londra'ya gelen Tessa'nın hayatı birden değişiyor.Henüz yeni yeteneğini farkına vardığında Will'le karşılaşıyor ve olaylar o zaman başlıyor.Sırlar,aşklar,yetenekler,ihanetler...Hepsi arka arkaya okuyucuya sürükleyici bir şekilde sunulmuş.Tabi bazen öyle eğlenceli,komik ve esprili sahneler oluyor ki...bir an kitabı elinizden bırakıp gülmeye devam ediyorsunuz. (Şahsen Will'in çoğu sahnesinde gülmekten yorulmuşluğum bile var) Kitaptaki tek dikkat çeken karakter Will değil.James Carstairs yani Jem'de olayların çoğunda sizi güldüren bazen hüzündüren bir karakter.Hüzündürüyor çünkü kendisi hasta.Nedenini öğrenmek istiyorsanız kitaba gömülün derim.Acıklı bir hikayeydi.Ayrıca Will ve Jem kardeş gibiler.Hatta kardeşten de öte.Küçüklüklerinden beri birbirlerini tanıyorlar.Bu yüzden aşk üçgeni daha da işkenceli bir hale geliyor.
   Kitabı 2.defa okuduğum zaman olayları daha çok kavradım.Ama dediğim gibi bu kitabı okumadan önce Ölümcül Oyuncaklar serisini okuyun.Sonuçta Cehennem Makineleri onun yan serisi.
     Cassandra'nın eserlerindeki en belirgin özellik ise hem karakterlerine hemde okuyucularına işkence etmesi.Okurken kendinizden geçiyorsunuz.O yüzden bu kitabın sonunu mutlu beklemeyin.Dudaklarınızı,tırnaklarınızı kemirttirecek bir şekilde bitiyor.

Kitapların orijinal kapakları.Seri 3 kitaptan oluşuyor.Kapaklardaki kişiler sırasıyla ; Will | Jem | Tessa

Şanslısınız ki benim gibi 1.5 sene diğer kitap için beklemeyeceksiniz.2. kitap Mekanik Prens ülkemizde çıkmış durumda.Serinin son kitabı olan Mekanik Prenses ise yurt dışında satışa çıktı,okudular ve okuyucular binbir türlü ruh haline girdiler.Biz mi ? Biz ise Artemis Yayınlarını sabırla bekliyoruz.Tek dileğimiz yaz bitmeden kitabın çıkması.

    Bu arada.Bu olaylar sadece bir başlangıç.Ayılıp,bayıldığım Mekanik Prens'in uzun uzun inceleme yazısı için avuçlarım kaşınıyor.Umarım Cassandra Clare'in büyülü hayal dünyasına adım atarsınız.Çünkü gerçekten tadılması gereken bir dünyası var. (Kıskançlıktan çatladı.)

---

Kitaplığımdan Mekanik Melek'i elime sık sık almama sebep olan replikler ;


"Bu kitapta aradığın her şeyi bulabilirsin.Kim olduğumuzu, tarihçemiz ve hatta senin gibi Aşağıdünyalılar'la ilgili pek çok şey bu kitapta yazıyor." Will'in yüz ifadesi ciddileşti. "Ama kitaba iyi bakmaya özen göster.Altı yüz yıllık bir kitap ve elimizdeki tek kopya.Onu kaybetmenin veya ona zarar vermenin cezası ölümdür."
Tessa sanki alev almış gibi, kitabı kendinden uzaklaştırdı."Ciddi olamazsın."
"Haklısın, ciddi değilim." Will merdivenlerden aşağı atladı ve kızın önüne kondu. "Söylediğim her şeye inanıyorsun.Sence çok güvenilir birine mi benziyorum yoksa gerçekten saf mısın ?"

|-|-|-|-|-|-|-|

Jem gitmemesini istercesine kıza baktı. "Gitmek zorunda mısın ? Kalıp benim koruyucu melekliğimi yapabileceğini ummuştum ama gitmen gerekiyorsa gitmelisin."
"Ben kalırım."dedi Will huysuz bir sesle.Tessa'nın boşalttığı koltuğa geçti."Ben de koruyucu meleklik yapabilirim."
"Hiç de meleğe benzemiyorsun.Ayrıca sana bakmak,Tessa'ya bakmak kadar hoş değil." Jem gözlerini kapatıp başını yastığa koydu.
"Ne kadar kabasın.Pek çokları,bana bakmanın güneşe bakmak gibi olduğunu söyler."
Jem'in gözleri hala kapalıydı. "Baş ağrısı yaptığını kastetmişlerse haklılar." | Devamı gelecek.

Sevgiler,öpücükler ; Jane