Pages

Distopya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Distopya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2018 Pazartesi

Kitap Yorumu: Warcross - Marie Lu

Ve ilk Marie Lu açılışımı Warcross ile yapıyorum arkadaşlar. Bu yazarın sayısız kitabı basıldı ülkemizde. Ben Warcross ile tanımak istedim. Güzel de bir başlangıç oldu. Bakalım kitap beni nasıl etkilemiş ya da etkileyememiş... İşte tüm mesele bu. :D
Bir anda kafama esti ve Warcross'u aldım. Bu kitap o kadar övüldü, satıldı, özel eşya tasarımları çıktı ki dayanamadım. Çok sevdiğim bir çevirmen olan Onur Kınacı Birler de çevirince, kitabı kaptım.
Çeviri enfes. Yazarın kalemi sağlam. Kitabın baskısı müthiş. Ama kurguda eksiklikler vardı bence.
Warcross, dünya çapında çok ünlü bir oyun olarak belirtiliyor kitapta. Yaşlısından gencine herkes deliler gibi Warcross'u takip ediyor ve oyun zamanı gelince herkes deliler gibi oyuna odaklanıyor.
Distopya ve bilim kurgu karışımı bir konusu var. Warcross oyununa herkes dahil olabilir ama elbette seviyeleri var. Çok iyi olanlar, sıradan olanlar gibi ayrımlar söz konusu. Sanal bir ortam olduğu için yasa dışı olaylar da işin içinde. Bir ödül avcısı olan Emika Chen'in maceralarını okuyoruz.

Rengarenk saçları, inatçı, kimsesiz ve hırslı bir kız olan Emika, bir gün Warcross oyunlarını izlerken farkında olmadan büyük bir hackleme yapar. Öyle ki kendini de ele verir ve bir anda dünya çapında ünlenir. Kim bu kız?
 Warcross'un kurucusu Hideo Tanaka, apar topar Emika'yı özel uçakla Tokyo'ya getirtir. Hem oyuna dahil eder hem de reddetmesi güç bir teklifte bulunur: Dev oyunda onun gizli ajanı olmasını ister. Maddi durumu yerlerde olan Emika bunu kabul eder. Küçüklüğünden beri Warcross'a deli gibi bağımlı olması da bu işin içinde olmasına sebep olur.
Oyunda beş kişiden oluşan iki grup var. (Emika'nın yer aldığı grup Anka Süvarileri.) Bu grupların kendilerine ait cevherleri var. Oyunda, diğer grubun cevherini almaya çalışıyorlar. (Burası bana biraz Harry Potter'ı anımsattı.) Tabii çok zorlu engeller de var. Kitapta çok fazla terim var. Açıkçası aklımda kalmadı. Okudukça oturacaktır. Gruptaki karakterlerden şimdi bahsetmiyorum. İkinci kitabın yorumunu yaparken rahat rahat analiz edeceğim.
Kitap olaylarla dolu!
Sanırım en son Açlık Oyunları'nı okurken bu kadar heyecan yapıp, gözümü bile kırpmadan bir distopya okumuştum. Evet, distopya türüne aşığım ama beni benden alan kitaplar nadirdir. Warcross'un ilk 150 sayfasında "Oley be! Eski formuma dönüyorum.Ye yooo," derken sonra bir baktım kurguyu baya baya tahmin ediyorum. Öyle böyle değil... Kitap bitince, sanki ben yazmışım gibi hissettim. Marie Lu'nın hayalet yazarıyım falan dermişim. :D
İşte, kurguyu bu kadar tahmin edince bir hayal kırıklığı olmadı değil. Tam kitaba bayılacakken yazarın klişe ağalarına takılmam kötü oldu. Yoksa efsane bir seri bizi bekliyor.
Warcross gibi bir oyun kurgusu yazılıyorsa bence daha fazla detay verilmeliydi. Bazı şeyler daha ağırdan alınmalıydı. Karakterleri çözmek bu kadar kolay olmamalıydı.
Ya da yılların verdiği tecrübe ile artık bu tarz kitaplar bana çerez gelmeye başladı. Yine de kitabı çok sevdim. İyi ki almışım dedirtti. :)

Hadi siz de okuyun, dedikodu yapalım. İkinci kitap da elimde. 2018 bitmeden okurum diye düşünüyorum.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

30 Haziran 2018 Cumartesi

Kitap Yorumları: Seç, Beğen, Oku

Merhabalar
Şimdi arkanıza yaslanın ve aylar aylaaar önce okuyup da yorumunu girmeye üşendiğim kitapların kısa ama doyurucu yorumlarını okuyun. Ne yapayım? Bunlar da benim evlatlarım. Blog'a yorumlarını yazmasaydım içim sızlardı. Çareyi böyle buldum. Ki, daha önce de buna benzer bir şey yapmıştım. Tembel Jane...
Nisan ve mayıs ayında okuduğum kitapları blog'a girememiştim çünkü bir takım koşuşturmalı işlerim vardı. Hazır bu aralar vakit buluyorum, hemen yorumlarınızı yazayım dedi.

Sis Hırsızı, hiç aklımda olmayan bir kitaptı. Ta ki yazarı Lavinia Petti'nin İTEF için İstanbul'a geleceğini duyana kadar... Hemen kitabı kaptım ve okudum. Zaman yolculuklarını sever misiniz? Ben bayılırım! O yüzden severek okuduğum bir kitaptı. Alice Harika Diyarı havasında ama yazarın kendine özgü kurgusuyla ortaya çok enteresan bir kitap çıkmış. Lavinia Petti'ye bunu söylediğimde gülümseyip,"gerçekten mi?" demişti. Kendisi çok mütevazi ve sempatik bir yazardı. İyi ki okumuşum dedim. Ve Timaş Yayınları'ndan okuduğum ilk kitap diyebilirim. 😊

"Unutmak, hatırlamaktan daha büyük cesaret ister."

Oasis de okumayı düşündüğüm bir kitap değildi. Yazarı Eilis Barrett, İTEF için İstanbul'a geliyor diye hemen okuyayım dedim. Biraz beklentisiz başladım. Çünkü yazarımız bu kitabı 16 yaşında yazmış. Buna hem şaşırdım hem de imrendim. Çünkü Oasis bir distopya. Distopya türüne aşık olduğumu bilmeyen kaldı mı? O yüzden kitabı okurken beklentilerimi en düşük seviyede tuttum çünkü o kadar enfes distopyalar okudum ki, Oasis, yazarın ilk tecrübesi olduğu için bir şeyler beklemememin sebebiydi. Ki öyle de oldu. Bu kitabı ilk kez distopya okuyacaklara öneririm. Yoksa kurguyu basit bulabilirsiniz. İkinci kitabı Genesis'i de okuyup seriyi sonlandıracağım. 

Momo... Herhalde bu kitabı okumayan bir tek ben değilimdir. Geç kaldığımı da biliyordum ama nedense her zaman kitaptan uzak durdum. Bunun sebebi çok okunması ve herkeste yerinin ayrı olması. Bu tarz kitaplar nedense gözümü korkutuyor ve okumam için baya bir zaman geçmesi gerekiyor. Ama hiç unutmuyorum. Ortaokuldaydım ve en yakın arkadaşım Kabalcı Yayınları'ndan çıkan Momo'yu okuyordu ve "Hayatımda bu kadar harika bir kitap okumadım," diyordu. Ta o zamanlardan beri kitaptan tırstım. Neden bilmiyorum, belki sizde de öyle oluyordur. Neyse. Geçen gün baktım Pegasus enfes basmış. Hemen alıp, okudum. Evet, çok anlamlı ve etkileyici bir kitap ama favorim diyemem. Yine de iyi ki okumuşum dedim. Çünkü gerçekten çok güzel bir şeye değiniyor.

"Herkes çok iyi bilir ki bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı ve uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir."

Ah Franz Kafka... Nedense aramızda bir bağ olduğunu hissediyorum. Tüm kitaplarını yalayıp yutmak ama aynı zamanda ağırdan almak istiyorum. Aforizmalar, eserlerindeki alıntılardan oluşuyor. En sevdiğim şey de yazarların favori kitaplarından alıntılar okumak... Keşke bunu tüm yazarlar için yapabilseler. Franz Kafka'nın alıntıları elbette enfesti! Bütün kitabı sarıya boyayabilirdim. Bazı cümleleri adeta beni yansıtmış. Kitabı bitirince Franz Kafka'yı neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Duygusal insanlarız yav.

"Belirli bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur. İşte bu noktaya erişmek gerekir."

Franz Kafka'dan sonra kitaplarını okumak için sabırsızlandığım bir diğer yazar ise Stefan Zweig. Beni şaşırtan yazarlardan biri. Şu ana kadar iki kitabını okudum ve ikisinde de durağan başlayıp sonlara doğru beni sarmaladı. Özellikle Satranç, "nereden nereye be" dedirtti. Sıfır beklentiyle başladım ve kitabın sonunda aydınlandım. Kitabın adının neden Satranç olduğunu daha iyi anladım. Kurgu zekice düşünülmüş. Okurken, kurgudaki olayların bağlantısını çok seveceğinizi düşünüyorum. Dolandırmıyor ama ilmik ilmik işliyor. O zaman daha çok Stefan Zweig okumam dileği ile diyelim...



Sadece metroda okuyarak bitirdiğim bir kitaptan bahsedeyim. Tavşan Yılı. 41 dile çevrilmiş ve İskandinav edebiyatının kült eserlerinden biri olmuş. İlk kez Finlandiyalı bir yazar -Arto Paasilinna- okudum. İnanılmaz bir deneyimdi. Kitabı kesinlikle öneririm. Tarzı çok farklı. Herkes kaldırabilir mi bilmiyorum ama benim çok hoşuma gitti. Konusu şöyle: Orta yaştaki bir gazeteci maraton hayatından sıkılmıştır ve bir gün fotoğrafçı arkadaşıyla yol ortasında bir yaban tavşanına çarparlar. Vatanen, gazeteci, tavşanın yarasına bakmak için arabadan iner ve ormana kaçan tavşanın peşine düşer. Sonrasında tamamen kendi hayatından kopar ve tavşanla beraber bir sürü maceraya atılırlar. Dediğim gibi çok değişik ve ilk kez okuduğum bir türdü. Kısa ama eğlenceli ve anlamlı maceraları çok hoşuma gitti. Tavşan Yılı'na bir göz atın derim. 😍

Ve son olarak bugün bitirdiğim kitaptan bahsedeyim. Peter Ackroyd'ın Edgar Allan Poe'un biyografisini yazdığı "Poe: Kısacık Bir Hayat" kitabını okudum. Bunu okumamın sebebi haziran ayı şiir kitabı için Poe'nun Bütün Şiirler kitabını okuyorum ve şair hakkında da bir şeyler okumak istedim. Şiirlerinde hem kendini hem de yazdığı dönemi fazlasıyla yansıtıyor ve buna yabancı kalmak istemedim. Kitap incecikti. Sabah başladım, öğleden sonra bitti ve şu an her şey daha net. Poe çok başarılı, ünlü ve İngiliz edebiyatının en önemli ismi olabilir ama kısa hayatında (40 yaşında vefat etmiş) çok ızdırap çekmiş. Mutlu olduğu günler o kadar sayılı ki bunu biyografisini okuyunca daha iyi anlarsınız. Şu an gözümde bambaşka bir Poe var. Yarın şiir kitabı yorumunu yayımlayacağım.

O zamana kadar kendinize cici bakın. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane


22 Haziran 2018 Cuma

Kitap Yorumu: Damızlık Kızın Öyküsü - Margaret Atwood

Merhaba
Şöyle uzun uzun kitap yorumu yapmayı özledim. Aslında o kadar güzel kitaplar okuyorum ki anca yorum yazabiliyorum. Mesela Damızlık Kızın Öyküsü'nü tam iki ay önce okudum. 😏 Ama bakınız şimdi yorumunu girebiliyorum. Olsundu, iş hayatını da çok seviyorum.
Eh, artık kitap yorumuna geçelim mi?

Margaret Atwood'un 1985 yılında yayımlanan Damızlık Kızın Öyküsü adlı romanı şu ana kadar okuduğum en korkunç distopya kitabıydı. Distopya türünü çok seviyorum. Olmayan ama olma olasılıkları olan dünyaları okumak gerçekten çok ilginç geliyor. Ama Damızlık Kızın Öyküsü'nü okurken aynı zevki almadım. Çünkü çok korkunç bir kitap. Gerçekleşme olasılığı sanki diğer distopya romanlarına göre daha fazla. Ve düşünsenize yazar bu romanını 1985 yılında yazmış! Taa o yıllardan adeta geleceği ön görmüş. Ay yok, umarım böyle bir şey gerçekleşmez.
"Biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu." cümlesi bile kitabı özetleyebilir. Düşünsenize, bir gün uyanıyorsunuz ve her şey alt üst olmuş. Kadın olarak bütün haklarınız elinizden alınmış. Para harcamak, gezmek, eğlenmek, çalışmak ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şey... Özgürlüğünüz elinizden alınmış. Kadınları sadece bir kabuk olarak gören örgütle çevreniz sarılmış. Ailenizden, çocuğunuzdan koparılıp tanımadığınız birinin evindesiniz. Artık Komutan denilen kişinin çocuklarını doğurmakla görevlisiniz. Sizi insan gibi görmüyorlar. Sadece rahmi ve doğurganlık özelliği olan bir şeysiniz. Değersiz. Korkunç ve itici bir durum.
Açıkçası kitabı okumaya başladıktan sonra işkence çekmeye başladım. Kitabın konusu başlı başına baş ağrıtan bir durum. Bir de yazarın yoğun ve karmaşık anlatım biçimi; belki kitabın iki farklı çevirmen tarafından çevrilmesi... bunlar kitabı okurken yorulmanıza sebep olabilir.
Ama konu olarak kitabı ele aldığımız zaman dolu dolu ve çarpıcı gerçeklerle kurgulanmış olduğunu görebiliyoruz. Dediğim gibi bundan 33 yıl önce yayımlanan bir kitabın günümüze bu kadar yakın olması biraz korkunç bir durum. Elbette kitaptaki gibi özgürlüğümüz elimizden alınmış ya da sadece çocuk doğurmakla görevli değiliz. Şükürler olsun! O günleri görmek de kesinlikle istemeyiz. Ama kitaptaki bazı şeyler günümüzü biraz yansıtıyor.

Size biraz daha detay vereyim. Karakterlerden çok bahsetmedim. Aslında kitap cidden karışık. Kitabı daha iyi anlamak için Nisan ayında İthaki Akademi'de düzenlenen Aslı Perker ile Damızlık Kızın Öyküsü Dizi/Kitap Analizi etkinliğine katıldım. Orada dizinin ilk bölümünü izledik. Diziyi izlerken detaylar üzerinde durduk. Aslı Perker, kitapla paralel bir şekilde kurguyu yorumladı. Kendisi bu kitabı üniversitede tez konusu olarak seçmiş ve daha kitap ülkemizde basılmamışken orijinal dilinden okuyarak tezini hazırlamış. O yüzden onun anlatımıyla adeta aydınlanma yaşadım.
Aslında kitabı yorumlamak dehşet zor. Böyle kolay lokma bir kitap değil. O yüzden hem birine aktarmak hem de sindirmek çok zor.
Benim gibi özgürlüğüne çok düşkün biriyseniz bu kitap sizi çok sarsacak. Okurken çok çaresiz hissettim. Kendimi baş karakterin yerine koydum ve boğuluyormuşum gibi hissettim.
Kitabın dizisi de var. İzlemeye korkuyorum inanın. Kitabı okurken bu kadar dehşet içinde kaldıysam izlerken herhalde kalp krizi geçirebilirim.
Ne olursunuz, hayatınızın bir döneminde bu kitabı okuyun. Size çok şey katacağına eminim.
Ne diyebilirim ki, iyi ki yazıyorlar. İyi ki böyle kitaplarla karşılaşıyorum. İyi ki okumayı seviyorum. 😍

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Şubat 2018 Pazar

Dizi Önerisi: Black Mirror

Merhabalar


Birkaç aydır gerçek hayattaki sorumluluklarımdan dolayı dizilerden uzak durmuştum. Ama şimdi düzenim belli saatlere ayrıldığı için akşamları rahatlamak amacıyla dizi izleyebiliyorum. Yaşasın bölümleri tamamlanan sezonluk diziler. Ve açıkçası sezon sezon dizi izlemeye aşığım. 2009'dan beri de böyleyim. Sanırım bu konuda yaşlanmayacağım. 😃
Şimdi gelelim Black Mirror macerama... Diziyi uzun zamandır biliyordum ama izleme fırsatım olmadı. Bir Netflix dizisi olduğu için yine de görmezlikten gelemedim. Ama diziye asıl başlama sebebim şuydu; iş yerindeki diğer stajyer arkadaşım Instagram kullanmadığını ve yakın zamanda kapattığını söyledi. Sebebini sordum. "Black Mirror'u biliyor musun? Bir bölümde Instagram temalı bir kurgu vardı. Çok etkilenerek izledim. Adeta o bölümde kendimi gördüm ve bu yüzden Instagram'ın zararından dolayı kapattım, kullanmıyorum," deyince o gün eve gelir gelmez 1.sezonun ilk iki bölümünü izledim. BEYNİM ALEV! Çünkü;
  • Bölümlerin birkaçı hariç, hepsi bir saat uzunluğunda ve film tadında
  • Kurgular kesinlikle basit değil, hepsinin altında süper mesajlar var
  • Oyuncular sürekli değişmesine rağmen karakter seçimlerine hayran kalarak izliyorsunuz
  • Bu dizide ne yazık ki mutlu son diye bir şey yok
  • Bol bol distopya tarzında kurgularla karşılaşacaksınız
  • Her bölüm sonrası siyah ekrana dalıp hayatı sorgulayabilirsiniz ve gelecek için endişe duyabilirsiniz
  • İngiliz aksanına doyacaksınız
Daha liste uzar gider... Ben tabiri caizse dehşet-ü-l vahşet bir şekilde izledim. Sıkıldığım bir ya da iki bölüm olmuştur. Onun dışında her bölümü "acaba şimdi hangi konu işlenecek ve ben dehşete düşeceğim," modunda izledim. 
Black Mirror şuan 4 sezonluk bir dizi. İlk iki sezon 3 bölüm, diğer sezonlar (3.sezonun Noel özel bölümü de mevcut) 6 bölümden oluşuyor. Dediğim gibi birkaç istisna dışında bölümler ortalama bir saat sürüyor. Bir İngiliz dizisi olduğu için genel olarak İngiliz aksanı duyuyorsunuz. Bu duruma ben bayıldım çünkü İngiliz aksanına alışmak hatta aksanımı o yönde geliştirmek istiyorum. 😍 Her bölüm birbirinden bağımsız. Çok ince bağlantılar oluyor ama onu da dizinin bağımlısı fark edebilir. Onun dışında şu bölümü izlemezsen o bölümü anlayamazsın diye bir şey yok. Black Mirror'a 3.sezon ortasından bir bölüm izleyerek bile başlayabilirsiniz. Ama benim sırayla izleme gibi bir takıntım olduğu için üşenmeden tek tek izledim. Pişman değilim. 😎
Dizinin her bölümünde farklı bir kurgu işleniyor dedim. Ama Black Mirror'un bir amacı var. Genel olarak konu şu; günümüz teknolojinin bizi nasıl olumsuz etkilediği, sosyal medyanın yanlış kullanımı, gelecekte teknolojinin ilerlemesiyle bizi nelerin bekleyeceği, hangi kötülüklerle karşılaşacağımıza dair teoriler ve distopik dünya örnekleriyle bunların sonuçları. İnanılmaz kurgular vardı. Cidden bu senaryoları yazan insanların hayal dünyalarını merak ediyorum. Ya da bunlar hayal edilip, kurgulanabiliyorsa gerçek hayatta da keşfedilmiş ve üzerinde çalışılan birer teori mi? Ciddi anlamda sorgulamaya başlıyorsunuz. Spoiler vermeden birkaç bölümden örnekler vererek daha açıklayıcı olayım. 
  • Instagram'daki beğeni sayısının hayatınızın her alanında sizi yönlendirdiğini,
  • Twitter'daki hashtag etkinlikleriyle çok kötü bir şeylere yol açtığınızı,
  • Robot tarzı şeylerin ölen sevdiklerinizin görünüşleri ve hatıralarıyla aranıza karıştığını,
  • Kurtuluşu olmayan ve başkaları tarafından yönetilen bir döngünün içinde olduğunuzu,
  • Sizi tamamen kopyalayarak bir yerlere nakil aktardıklarını,
  • Gördüğünüz her şeyi kaydedip, istediğiniz zaman geriye veya ileriye sarıp durdurarak, yakınlaştırarak geçmişinizdeki görüntülerinize sahip olduğunuzu 

hayal edin... Bazıları çok ilgi çekici değil mi? Aslında biz insanların yararlı şeyleri bile nasıl kötüye çevirdiğimizi yansıtan bir dizi olmuş Black Mirror. İzlediğim için kendimi kutsanmış hissediyorum desem yeridir. Her zaman bilime, teknolojiye ve distopya dünyalarına merakım olmuştur. Ve çok dile getirmesem de deli gibi kullananlardan biri olsam da teknolojinin gelişmesinden tırsan biri de olmuşumdur. Hatta en büyük hayallerimden biri bir gün sıfır teknoloji ile tatil yapabileceğim bir ıssız adada vakit geçirmek. Neyse, konu başka yere sapacak. 😄
Tek diyebileceğim kesinlikle izleyin. Zaman yaratın ve izleyin. Her bölüm mükemmel diyemem. Elbette birden fazla sevdiğim, gözümü bile kırpmadan izlediğim bölümler vardı. Ama bir tek favorim oldu. Açıp tekrar tekrar bıkmadan izleyebilirim. Aslında tüm bölümler içindeki en saf ve en sıradan olanı bile olabilir ama ben kendimden bir şeyler bulduğum için 4.sezon 4.bölüm (ki işin tuhaf yanı 4 rakamı benim uğurlu sayımdır) şuan en favori bölümüm. 4x4 bölümünü ayrı öneririm.

Not: Bazı bölümleri irdelemek isterseniz Youtube'da Black Mirror'un incelemesini yapan insanlar var. Bölüm adlarını yazarak incelemelerine ulaşabilirsiniz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Aralık 2017 Pazartesi

Kitap Önerisi: 1984 - George Orwell

Merhabalar
Hayatımda en çarpıcı, en dehşet ve aynı zamanda en etkileyici distopya kitabını okudum diyebilirim. Daha önce bahsettim mi bilmiyorum ama distopik dünyaları çok seviyorum ve bu türdeki romanları okumaya bayılıyorum. Şuana kadar en popülerden Açlık Oyunları ve Uyumsuz serilerini okudum ama tabii bunlar bir süre sonra entrikalı dünyalara dönmüşlerdi. Yine de iki seri de enfesti ve distopya türüne merakımı arttırmışlardı. George Orwell'ı ise ilk kez lise 3'teyken okumuştum. Felsefe dersi için Hayvan Çiftliği okuma listemizdeydi. O zamanlar çok bilinçli okuduğum söylenemez ama yine de çok etkilemişti. Yıllar sonra üniversite ortamında 1984'ün bir sohbeti oldu. Arkadaş, kitabı öyle etkileyici anlattı ki 'en kısa zamanda okumazsam boşa yaşıyorumdur,' dedim ve İstanbul Kitap Fuarı'nda hiç oyalanmadan aldığım kitaplardan biri de 1984 olmuştu. 
Kitabı yiyip bitirmemek için kendimi zor tuttum. Bu aralar zaten bende bir okuma isteği var ki... Anlatamam. Sanki yıllardır hiçbir şey okumamışım gibi kitap okuyorum. Terapi gibi geliyor. Ve 1984'ü elime almamla kitap açlığım daha da kabardı. 
Enfes ama aynı zamanda dehşet bir distopya dünyasına hazır olun. 

"Bilinçleninceye kadar asla baş kaldırmayacaklar, ama baş kaldırmadıkça da asla bilinçlenemezler."

Ortada bir sistem var. Parti diye adlandırılıyor ve başlarında Büyük Birader diye biri var. Aslında gerçekte var mı yok mu belli değil. Ama sizi her yerden gözetleyebiliyor. Herkesin evinde tele-ekranlar var ve hem ses hem görüntü olarak takiptesiniz. Uykunuzda bile takip ediliyorsunuz. Öyle ürkütücü bir dünya ki... Winston, 39, kendi halinde bir baş karakterdir. Ama aslında göründüğü gibi değildir. Sistemin ve onun kirli oyunlarının farkındadır. Hatta bu sistemin tam göbeğinde çalışmaktadır. Ama 'farklı' düşüncelerini kimseyle paylaşmaya cesaret edemez. En ufak bir hareketi bile ölümle sonuçlanabilir. Ve bir gün sonunda ölümün olacağını bile bile günlük tutmaya başlar. Küçükken hatırladıklarını ama şimdi olmayan şeylerden bahseder. Winston'nın bir konuşmasından alıntı yapacağım ve yazıma öyle devam edeceğim: "Geçmişin resmen silinip yok edildiğini kavrayamıyor musun? ... Artık Devrim'le, Devrim'den önceki yıllarla ilgili hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Bütün kayıtlar ya yok edilmiş ya da çarpıtılmış, bütün kitaplar yeniden yazılmış, bütün resimler yeniden yapılmış, bütün heykeller, sokaklar ve yapılar yeniden adlandırılmış, bütün tarihler değiştirilmiş. Üstelik bu işlem her gün, her dakika uygulanmaya devam ediyor. Tarih durdu. Parti'nin her zaman haklı olduğu sonsuz bir şimdiden başka bir şey yok. Geçmişin çarpıtıldığını biliyorum, ama bu çarpıtmaları ben yaptığım halde bunu asla kanıtlayamayacağım. İş bittikten sonra geride tek bir kanıt kalmıyor. Tek kanıt kafamın içinde ve benim anılarımı paylaşacak bir kişi daha var mı, bilemiyorum." 
Bu alıntı daha hiçbir şey. Kitap korkunç gerçeklerle dolu. Düşünsenize, bildiğiniz düzen bir anda ortadan kaldırılıyor. Ve eski düzeni bilenleri de bir bir yok ediyorlar. Geriye yeni nesil kalıyor ve her şey en başından beri böyleymiş gibi onlara aktarıyorlar. Basılan kitaplar, haberler, dergiler her şey ama her şey yeniden düzeltiliyor ve eskisi hiç olmamış gibi davranıyorlar. Bunun bilincinde olan bir siz varsınız ve tek başınıza mücadele etmeye çalışıyorsunuz. Winston, kesinlikle cesaret verici şeyler yaptı. Yani, bile bile ölümün kucağına atlamaya razıydı. Kitap dehşetlerle dolu.
Abartmıyorum, kitabı okurken tüylerim diken dikendi. Bu kurgunun gerçekleştiğini düşündükçe yok olasım geldi. İnsanlardan insan haklarını komple alıyorlar. Sizi birer ruhsuz robota dönüştürüyorlar. Bir hiç için. 
Kitap hakkında söylenecek çok şey var da yok. Her yaştan herkesin okumasını öneririm. Celal Üster enfes çevirmiş. Bazen okurken kurgunun korkunçluğundan başıma ağrılar girdiyse, çevirmen çevirirken neler hissetmiştir kim bilir. Georger Orwell'ı okuyun, okutun. Yazar gibi yazar. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu: Karanlık Zihinler 3: Ateş Çemberi - Alexandra Bracken


Merhabalar

Bir seriyi daha sonlandırdım. Karanlık Zihinler serisine geçen yaz başlamıştım. Distopya türünü en güzel yansıtan serilerden biri olmaya adaydı. Çünkü cidden ilk kitap enfesti. Okurken adeta büyülenmiştim. "İşte bu... Distopya... Sıradaki kitap..." Böyle etkilemişti beni. Sonra ikinci kitabı Buz Kapanı büyük bir merakla okumuştum. İlk kitap kadar olmasa da o da çok iyiydi. Yeni karakterler resmen ortama renk katmıştı. Ve ikinci kitabın sonunda olaylar yine karman çorman olmuştu. Şimdi ise serinin son kitabı Ateş Çemberi'ni okudum. 587 sayfalık kitabın sadece son 100 sayfasından çok zevk aldım ve şaşkınlıklara uğradım. Yani yazar dolandırmış, gereksiz betimlemeler yapmış. Final kitabı elle tutulur bir şey olsun diye çabalamış ama asıl hünerlerini sona saklamış.

Son sayfaya gelmeden önce kurguda oradan oraya savruluyorsunuz. Ruby ve inanılmaz ekibi yine iş başındaydı. Cole karakterine ba-yı-lı-yo-rum! Liam gibi aşk çocuğu değil ama ayrı bir sempatisi ve çekiciliği var. Stewart kardeşlere kalp kalp. Vida ve Chubs karakterleri zaten serinin en renkli karakterleriydi. Ruby ve Liam'a olan dostlukları inanılmaz güzeldi. Zu'ya gelirsek... Ekibin en küçüğü ve en sevimlisi. Günü kurtaran isimlerden biri diyebilirim. Zaten seriyi sevdiren de bu ekibin üyeleriydi.

Her distopya serisinde olduğu gibi bunda da kurallara uymama, kötü adamlar ve günü kurtaran iyiler vardı. Clancy kötü karakterdi falan ama nedense severdim keretayı. Az biraz uslu dursaydı ekiple çok güzel anlaşırdı. Ama neyseki yazar seriyi cidden güzel bitirmiş. Böyle minik bir kapı bile aralamış. Bakarsınız, parası falan biterse bir ek kitap daha yazar. :D Şaka bir yana hayal gücü güzeldi. Şekillendirmesi biraz boğucuydu ama nedense bu yazarın kaleminde bir çekicilik var. Kitabın geneline bakınca sevdim diyorum. O baştaki dolambaçlı diyaloglar, sahneler aklıma geldikçe de ilk kitap en güzeliydi diyorum. Ki öyle. Bu serinin en iyisi Karanlık Zihinler idi. Tartışmasız.

Aslında seriyi bitirdim diyorum ama okunacak bir kitabı daha var. Karanlığın İçinden adlı kitabından yazarın parça parça yazdığı kısımlar varmış. Liam ile ilgili sanırım. Kitap elimde değil ama okuyacağım. Merak etmiyor değilim.

Son olarak... Distopya tarzını cidden çok seviyorum. Bu seride türünü güzel yansıtanlardan biri. Ama keşke hepsi aynı kalıpta kalmasa ve farklılıklar yaratsalar... Yine de seriyi cidden öneririm. Kurguyu geç karakterleri çok sağlam. Bir şans verin derim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

24 Nisan 2016 Pazar

Kitap Yorumu: Karanlık Zihinler 2: Buz Kapanı - Alexandra Bracken


Merhabalar !

Favori distopya serime devam ediyorum. Beni bilen bilir distopya türüne aşığım. Açlık Oyunları ile başladım bu türe ve Karanlık Zihinler sayesinde daha da bağımlı oldum. Yaklaşık bir sene önce okumuştum kitabı ama etkisi hala devam ediyor. Hazır durum böyleyken ikinci kitabı Buz Kapanı'nı okudum. Chubs, Ruby, Liam... Fırlatın üstüme!

Karanlık Zihinler ne kadar etkileyici ve şaşırtıcıysa Buz Kapanı da ona denk şuan. Yazar olay kurgusunu öyle güzel işlemiş ki... İlk kitabın sonunda Ruby, Liam'ın 'iyiliği' için hafızasını silip, yanından ayrılınca 'haaayır, olamaz' demiştim. Bu kitap için ne desem bilemedim ki. Böyle ağzınıza bir parmak bal çalıp, kaçıyor. Tadı damağımda kaldı. 

Olaylar giderek daha da kızgınlaşıyor. Ruby belanın içinden çıkamıyor. Bu kızı sürekli tehlike buluyor. Ama yeni ekibine bayıldım. Bu karakterlerimiz ağzı iyi laf yapan Vida, masum mu masum Jude, Liam'ın tam zıttı olan abisi Cate. Ekibe bir merhaba deyin. Çünkü üçüncü kitapta çok sık karşımıza çıkacakları kesin.

Kitaptaki olaylardan bahsedemeyeceğim çünkü birbirleriyle bağlantılı ve spoiler içerikli. Ama emin olun Ruby'nin zekasına, ekibinin çalışma şekline ve yazarın sürprizlerine bayılacaksınız. Tabii son sayfalarda yine 'olamaz!' dedirtti. Bunlara ek olarak Liam Stewart'a aşıksanız daha da aşık olacaksınız. Aşık değilseniz de aşık olacaksınız. Adamın hafızasından Ruby silinmesine rağmen 'ben niye sana sarhoşum' modundaydı. Bazı yerlerde haklı olarak ters tepkileri de oldu. Ama öyle romantik konuşmaları oldu ki, sen gerçek olamazsın ya cidden dedim. Yazar bizdeki çıtayı böyle almış en tepelere koymuş. Sonra gel de gerçek hayatta Liam Stewart'ı bul da mutlu ol. (Evde kalacak olan Jane yazıyor...)

Bu kitap hakkında daha ne desem ki ? Benim favorilerim arasında. Kalın olmasına rağmen su gibi okutturdu kendini. Üçüncü kitabı ve hikayelerden oluşan ara kitabını okumak için sabırsızlanıyorum ama acele etmeyeceğim. Çünkü sırada bu seriye eş değerde müthiş kitaplarım var. Onları okuyana kadar görüşmek üzere!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Ekim 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Kurucunun Kızı - Amy Engel


Merhabalarrr

Dün Goodreads'teki Challenge (Meydan Okuma Etkinliği) 'ımı tamamladım. 2015'te 50 kitap okuyacağım demiştim. 2015 bitmeden 50 kitabı yiyip, bitirmişim bile. Neler okumuşum, Goodreads'te kaç puan vermişim, hangilerini yorumlamamışım, hangilerine doymamışım falan filan bunlara ayrı bir yazı yazacağım. Ama haftasonu. Bugün en 'pimpirikli' olduğum gün. :D O yüzden sakince kitap yorumumu yapıp, bugünün beni oymasına izin vereceğim. Hadi başlayalım.

Challenge'ımı sonlandıran kitap Kurucunun Kızı oldu. Geçenlerde indirimle almıştım. Ciltli kitabı 10TL'ye almak elbette cennete bilet almak gibi bir şey oldu. Bir de Distopya türü olması... Çak oradan bir beşlik.

Ama kitaba büyük ümitlerle başlamayın. Ben ne fırtına koparan Distopyalar okudum... Kurucunun Kızı çerez gibi geldi. Distopya demek için henüz erken bence. Yazarın ilk kitabıymış sanırım. Aslında kurgusunu sevdim. Ama çok eksiklikleri vardı. 'Sen kimsin ki yazarın eksik yönlerini göreceksin' demeyin. Artık bir okuyucu olarak elemeler yapmaya başladım. Piyangolardan biri Kurucunun Kızı'na çıktı valla. Söz konusu Distopya olunca hele eli maşalı olmaya başladım. Çünkü gerçekten favori türümdür. 

....kime aşık olacağımızı seçemezdik. Aşk bizi seçerdi. Aşk uygunluğu ya da kolaylığı ya da tasarıları umursamıyordu. Aşkın kendi planları vardı ve tek yapabileceğimiz yolundan çekilmekti.

Kitabın konusu; Amerika'da yıllar önce bir nükleer savaşı oluyor ve bunun sonrasında küçük bir grup hayatta kalmış oluyor. İki aile var. Lattimer'lar ve Westfall'lar. Bu iki aile arasında da savaş oluyor, bu insanları kim yönetecek falan diye. Sonrasında Lattimer'lar kazanıyor ve yeni bir gelenek başlatıyorlar. Her yıl yapılan bir törenle kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkekleri ile seçim yoluyla bir evlilik gerçekleştiriyorlar. Evlenenler birbirlerini tanımıyor, çoğunlukla birbirlerini hiç görmemiş oluyorlar. Evlendikten sonra bebek yapmaları bekleniyor. Kızlar istisnalar dışında çalıştırılmıyor. Yani aslında bizim deyimimiz ile görücü üsulü evlilikler yapılıyor. Yazar, modern dünyamızı unutup, Türkler misali geçmişe dönmüş ve her şeyi eski yönteme göre ayarlamış. Çoğu zaman evlerde elektrikler olmuyor. Çamaşırlar elde yıkanıyor. Pazarlardan alışveriş yapılıyor. Devlet dışında silah taşıyan yok. Ve yaşadıkları yerin çevresinde çitler var. Kanunlara uymayanlar (hırsızlık, tecavüz ya da evliliği kabul etmeyenler) çitin öbür tarafına atılıyor. Çitin öbür tarafında ne olduğunu kimse bilmiyor. Tehlike olabilir ya da bambaşka bir yeni dünya olabilir. Bu iki aile topluluğu kendilerini bir alana kapatmışlar ve evcilik oyunu oynuyorlar resmen. Bu kurguya hem sinir oldum hem de kurgunun bazı hatlarını sevdim. Açıklayacağım hemen.

Kitabın karakterlerinden Ivy, Başkan Lattimer'ın oğlu Bishop ile evlendirilir. Sırası ona gelmiştir. Ama Ivy'nin ailesi (baba ve abla var sadece anneleri yok) bir suikast planı düzenliyorlardır ve Ivy burada başrolde. Onun görevi bir eş olmak değil Bishop'ı öldürmek. Eş rolü yapmaya çalışıyor, ondan uzak durmaya çalışıyor, onu öldürmek için kendini gaza getiriyor ama tahmin edersiniz ki ortaya bir aşk çıkacak. Distopya'ların klasik kurgusu olmaya başladı bu da. :D
Ama hakkını vermem lazım Bishop karakterini sevdim. Tek sorun ne biliyor musunuz? Karakterlerin yaşlarından çok olgun olmaları ve yaşlarını hiç yansıtmamaları. Aslında bundan memnun kaldım. 16 yaşındaki bir kızla 18 yaşındaki bir erkeğin evcilik oyunlarını okumak istemezdim. Ama yazar karakteri öyle bir betimlemiş ki Ivy sanki 21'inde Bishop da 30'a dayanmış, sorumluluk sahibi biri. Bana böyle hissettirdi yazar. Ama yine de Bishop karakterini sevdim. 

"Ben... Ben asla her şeyi ortaya döken biri olmayacağım. Öyle biri değilim. Birini tanıyana dek, pek bir şey çıkmaz. Yaratılış şeklim böyle. Ama bu duygularımın olmadığı, bir şeyleri umursamadığım anlamına gelmiyor." -Bishop (Resmen hayatımı kopyalayıp, yapıştırmış bu cümlesine.)

Bunların dışında... Kitapta aksiyon, heyecan ne bileyim entresan bir şeyler aramayın. Çok sıradan geçiyor her şey. Ivy'le Bishop evlilik hayatları, Ivy'nin ailesiyle olan planları, Lattimer ailesinin genel hatları, kurgudaki yaşam, kısaca geçilmiş olaylar... Kitabın genelinde elle tutulur bir şey yok ama okutturuyor. Çerezlik niyetine süper bir kitap. Bir gün elimde kaldı ve bitti. 

Kitabı övdüm mü sövdüm mü ben bile anlamadım. :D Övülcek yanları da var sövülecek yanları da. Çok güldüğüm sahneler de vardı. Bishop'ın çamaşır yıkama sahnesi komikti. Ve çoğunluk Bishop'ın tepkilerine güldüm sanırım. Çok sağlam bir karakter bence. Ivy için de ne desem bilemedim. Isınma aşamasındayım. :D

İlk defa Distopya türü okuyacaklar için birebir gelebilir bu kitap. Kafanızı yormayan, sonu öyle 'ayyy n'olcak şimdi' dedirtmeyen bir şey. Zaten demenize gerek kalmayacak. Serinin ikinci kitabı bizde 6 Kasım'da raflarda. 

Şimdilik bu kadar. Her çarşamba şans dileyin bana. 
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Evrenin Ötesi 2 - Bir Milyon Güneş


Merhabaaa

Bu aralar çok akıcı ve güzel kitaplar okuyunca kendimi sadece kitaplara kaptırdım. Ama Bir Milyon Güneş bunlardan biri desem yalan olur. Nasıl desem... Serinin hem pısırık hem de acayip şaşırtıcı kitabı çıktı. Elbette ilk kitaba göre yazar seviye atlamış. Karakterler cuk oturmuş, olaylar belli bir boyuta yerleşmiş ama... Sanki bir şeyler eksikti ya. Tam doyamadım. Okurken zorluk çekmedim ama tam beklentimi de vermedi.

Ama nedense bu seriyi seviyorum. Olayların uzay boşluğundaki bir gemide geçmesi falan bana baya esrarengiz geliyor. Önceki kitapta da olaylar hep sonlara doğru patlamıştı. Bu kitapta da aynısı oluyor. 

Bu kitapta lider artık Çırak. Ve inanın bana bu hiç de iyi olmuyor. İsyanlar mı dersiniz, Çırak'ı tehdit etmeler mi... Neler neler. Gemide olaylar baya karışıyor. Çırak bir yandan bu olayların üstesinden gelmeye çalışırken diğer yandan Amy'i korumaya çalışıyor. Eh, Amy de pek yerinde durmuyor. Sık sık ailesini ziyaret ediyor. Ve beklenmedik bir şeyle karşılaşıyor. Orion -önceki kitapta sıradan biriymiş gibi görünüp de aslında yüz yıllar önce Çırak adayı olan biri- Amy'e sırlarla dolu bir sürü ipucu bırakmış durumda. Harley'in tabloları, bazı mekanlardaki yazılı kağıtlar ve daha neler neler.


Bir sır ortaya çıkıyor ki... Okurken böyle ağzım açık kaldı. Orayı okuyunca sizin de tepkinizi görmek isterdim. Tahmin edemezsiniz bence. Ben bile lay lay lom okurken o yere bi geldim sanki ayağımı çukura uzatmışım da son anda toparlanmışım gibi oldu. Kitabın kurtarıcı yönü buydu.

Kitap hakkında pek bir şey diyemem. Ama sonu öyle merak edici bitiyor ki... Son kitabı en en en kısa zamanda okuyacağım. Çok fena şeyler olacakmış. Bakalım. Ona ne zaman sıra gelecek.

Ya, seri sıradan gibi duruyor ama bir şans verin derim. Dediğim gibi ben seviyorum. Ufak şaşırtmalı şeylerle kitap yürüyor. Okutturuyor kendini. Yazarın dili zaten çok basit ve sade. Kitabın kapakları zaten... 

Hadi ben kaçar. Yeni kitap yorumları arka arkaya gelecek.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

19 Temmuz 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Beni Seç - Kiera Cass


Merhaba !

Öncelikle herkese iyi bayramlar! Sizin tatiliniz nasıl geçiyor bilmiyorum ama ben tatilimi her zamanki gibi kitap okuyarak geçiriyorum. Hele geçen gün resmen uçtum. Sabah Beni Seç'e başladım. Gecesinde bitti. Bir kitap bu kadar mı akıcı olur arkadaş!

Dex Yayınları'ndan çıkan Beni Seç, uzun zamandır okumayı planladığım bir kitaptı. En sonunda elime aldım. Ve almamla beraber bitti. Tamam, zaten ince bir kitaptı. (300 sayfa) Ama cidden kendini çok rahat okutturan bir kitaptı. Bir de distopya olması... Favorilerim arasına girdi bile.

Konusu, tam distopya türüne layık olmuş. Ama yazarın betimlemeleri, aralardaki diyaloglar konuyu daha da etkileyici kılmış. Ve bunu kolay kolay söylemem ama kitaptaki kız karakteri sevdim. Canımı sıkmadı, gıcıklık yapmadı. Amma sonlara doğru sanki döneklik yaptı. Bir Maxon bir Aspen... Dur bakalım bi. İkisi de hoşuma gitti. Ama Aspen biraz süzme salak, Maxon da biraz saf bir karakter. İlerleyen kitaplarda ne olacak cidden merak ediyorum!

Illéa adında bir yer düşünün. Teknoloji ile Krallığın bir arada olduğu yer. Sınıflandırmanın bariz olduğu bir zaman diliminde Kral'ın oğlu Prens Maxon, evleneceği kızı seçmek üzere 35 aday seçilecektir. Zorlu ve çirkef dolu bir seçim. Aynı zamanda hem kızların hem de ailelerinin ziyafet çekeceği bir yarışmadır. Seçilen adaylar sarayda el bebek gül bebek bakılacak ve aileleri de belli bir miktarda para alacaklardır. 

 Şimdi gelelim asıl kurguya. America da seçilen kızlardan biridir. Ama seçileceğini hiç ummamaktaydı. Çünkü aşık olduğu biri var zaten. Aspen. Ama hem ailesinin zor geçiminden dolayı hem de Aspen'in onu ikna etmesi ile seçimlere katılır. Ve kendini birden sarayda bulur. Açıkçası Aspen'in davranışı bana tuhaf geldi. Sen nasıl sevdiğin kızı bir başkasına yollamaya izin verebilirsin ki ? America da çabuk pes etti gibi. Neyse, bunlar detaylar. Okuyunca görürsünüz.

"Sence," diye sordu Maxon, "Sana hala 'tatlım' diyebilir miyim?"
"Hiç şansın yok." diye fısıldadım.
"Denemeye devam edeceğim. Vazgeçmek doğamda yok."

Saraydaki olaylar ise bambaşkaydı. America hem zeki hem de nasıl hareket edeceğini bilen bir kız gibi geldi bana. Her ne kadar Maxon'dan hiç mi hiç hoşlanmasa da onu radarına alır ve aralarında bir bağ oluşur. Sevgili anlamında değil. Daha çok arkadaş kıvamında. Açıkçası onların bu bağı hoşuma gitti ve onların bir arada oldukları sahneleri okurken çok eğlendim. Onlar hakkında daha ne anlatsam bilemedim. Serinin ilk kitabı olduğu için pek bir şey de anlatamıyorum. Ama kurgudaki sınıf farklılığı olayını beğendim. Desteklediğimden değil ama sanki yazar bazı şeyleri aydınlatmak istemiş. Çok da güzel olmuş. Benden tam onay alıyor yani.

Ve son olarak bu kitabın yazarını bulun bana. Teşekkürler kısmını öyle güzel yazmış ki... Her kitapta yazarın özel yazısını hiç üşenmeden okurum. Ama bu yazarınki çok içten ve samimi olmuş. Onu arayıp, bir kahve ısmarlamak bile istedim. *-*

Şimdilik bu kadar. Serinin ikinci kitabında daha heyecan dolu bir yorum yapacakmışım gibi hissediyorum. Bakalım...

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

9 Temmuz 2015 Perşembe

Kitap Yorumu: Evrenin Ötesi - Beth Revis


Herkese merhaba!

Vlog maratonundan sonra nabersiniz ? Ben süperim. Oturduğum yerden çok eğlenceli ve destekleyici yorumlar aldım. Bir yandan da Evrenin Ötesi'ni büyük bir keyifle okudum. Serinin ilk kitabı olmasına rağmen çok sevdim ve seriye elbette devam edeceğim. Kim görmüş benim serileri yarıda bıraktığımı ? (Ehem, birkaç tane olabilir.)

Spot ışıklarını şimdi Evrenin Ötesi'ne doğru tutalım. Çünkü gerçekten ilgiyi hakkeden bir kitap. Kısaca bu seriye yaptığım haksızlıktan bahsedeyim. Birkaç yıl önce ÖnOkumalar'dan çekilişle hediye kitap kazanmıştım. İçinden Evrenin Ötesi çıkmıştı. Ama ben ne konusuna ne yorumlarına baktım. Direk sahafa gidip değiş-tokuş yaptırmıştım. Sonra birkaç hafta önce Goodreads'sdeki yorumları okudum. Bir pişman oldum... Ama şansıma Kitapyurdu'nda serinin üç kitabı toplam 18TL'ye falan satılıyordu. Hemen kaptım. Ve ona öncelik vererek hemen okudum. Şimdi başımı duvarlarda sürtmek istiyorum. Bu seriyi nasıl elimin tersiyle iterim diye...

"Hiç aşık olmamaktansa aşık olup, o aşkı kaybetmek daha iyidir." dedi.

Evrenin Ötesi biraz distopya bir fantastik karışımı. Aslında sadece distopya demek isterdim ama olaylar uzayda geçiyor. Godspeed adını verdikleri bir uzak gemisi var. Dünyadan önemli bilim adamlarını ve askerlerini dondurarak yolculuğa çıkan insanlar, yeni keşfettikleri yere ulaşmak için 301 yıl boyunca bu uzay gemisinde kalacaklardır. Burada yolculuk yapanlar biri de Amy ve ailesidir. Dondurularak gemiye alınırlar. Ama bir süre sonra birisi dondurulan insanların fişlerini çekmeye ve onları ölümle yüz yüze bırakmaya başlar. Uyananlardan biri Amy'dir ve hayatta kalır. 

Kurgumuzun genel hatları böyle. Tüm olaylar Godspeed'de geçiyor. Normalmiş gibi görünen ama aslında bir ilaçla ruh gibi gezen insanlar ile akılları yerinde olan ama deliymiş muamelesi gören insanların bir arada yaşadığı bir topluluk var. Başlarında en yaşlı insan olan ve Bilge dedikleri bir adam var. Kendinden sonraki Bilge için eğittiği ve Çırak dedikleri bir genç var. Bilge ve Çırak olmak üzere gemideki hemen herkesin ırkı aynıdır. Koyu tenler, koyu renk saçlar ve koyu renk gözler. Ama Amy hepsinden farklıdır ve bu yüzden süper dikkat çeker. Doktor dedikleri adam ile Bilge, Amy'den pek haz etmezler ama Çırak... Sevgili okuyucular Çırak'ın ve Amy'nin yakınlaşacağını tahmin ettiğinizi söyleyin. Kitapta romantizim olmasa nasıl işlesin kurgu değil mi ? Çelişkili bir durum ama Çırak'ın halleri, Amy'nin davranışları... Birazcık dengesiz olsalar da bu iki karakteri sevdim.

Kitabı zaten bir Amy'nin bir de Çırak'ın gözünden okuyoruz. Çırak, zeki ve cingöz birisi. Bu yüzden Bilge'nin ondan sakladığı bazı bilgilere ulaşıp, yeni şeyler keşfedecek. Bu onun başlangıcı da olabilir sonu da olabilir. Her şey kitapta gizli.

İlk kitaptaki bazı kavramlar, olaylar kurguyla öyle güzel bağdaştırılmış ki kitabın sonunda her şeyin bir nedeni olduğunu ve mantıklı açıklamaları anlıyorsunuz. Zaten sonlara doğru bir sır ortaya çıkıyor. Resmen ağzım açık kaldı. Kitabı öyle büyük bir saflıkla okumuşum ki o sırrı çözmem sordu. Yazar son anda ters köşeye yatırdı. Alkışlar!

Seriye devam etmek için sabırsızlanıyorum! Kurgu çok güzel bir şekilde devam ettirilebilir. Hatta bazen okurken film izliyormuşum gibi hissettim. Film haberi var mı acaba ? o.O Neyse, araştıracağım.

Bir sonraki kitaba kadar kendinize iyi bakın!
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Yukarıdaki yorumda nasıl yazacağımı bilemedim buraya sakladım. Kitapta Harley adında bir karakter var. Çok mu çok sevdim. Hatta bir ara bana Prison Break'deki  Haywire'yi anımsattı. *-*

30 Haziran 2015 Salı

Kitap Yorumu: Kızıl Yükseliş - Pierce Brown


Merhabalar!

Şimdi bugün üst üste çok güzel haberler alınca bu yazıyı yazmamak olmazdı. Ki zaten bu kitabın yorumunu yapmak için sabırsızlanıyordum. Daha kitabı okumadan kitaba aşık oldum diyebilirim. Niye mi ?

Pierce'e merhaba deyin!
1- Kitabın yazarına bir göz atın. Hem bu kadar yakışıklı hem bu kadar sempatik (Instagram'dan takip ederseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız.) hem de bu seriyi yazacak kadar yetenekli olması... Bu özellikler bir araya gelince kitabı görüp, direk bağımlısı olabilirsiniz.

2- Kitabın hem orijinal ismi hem de Türkçe ismi çok mu çok havalı.

3- Aynı şekilde kitabın kapak tasarımı al beni sarmala diyor. Bizde ciltli olması da ayrı bir hava yaratıyor.

4- Ciltli bir kitap size hediye olarak alınıyorsa o kitap sizin göz bebeğiniz olur. Kızıl Yükseliş şu an o konumda bende. Canım benim.

"Ölüm söylediğin kadar boş bir şey değil. Asıl boşluk, özgürlük olmadan yaşamaktır, Darrow. Boşlu; korku, kayıp ve ölüm korkusu tarafından zincire vurulmuş halde yaşamaktır.

Şimdi gelelim Kızıl Yükseliş'in genel hatlarına. Kitap tam bir Distopya kitabı. Başka türde görmek mümkün değil. Buram buram Distopya kokuyor yani. Darrow adındaki bir erkek karakter tarafından olayları okuyoruz. Her şey onunla başlıyor. Onunla gelişip, onunla şaşırıp, onunla heyecanlı bir sona varıyoruz. 

Gerçekten değişik bir konusu var. Zaten Distopyalarda hep değişik kurgular okuyoruz ama bu kitap cidden çok farklı geldi. Çok fazla terimsel kelimeler vardı. Öyle böyle değil. Şu an hiçbirini hatırlamıyorum. O yüzden konuyu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Ağır bir distopya kitabı olmuş. Türkçesini okurken zorlandım diyebilirim. İngilizcesini düşününce kafayı yedim. O yüzden kitabın çevirmenini, Selim Yeniçeri'yi ayakta alkışlıyorum. İyi üstesinden gelmiş kitabın. 

İşte bu yüzden Kızıl Yükseliş'i okurken bazen kafam alev almadı değil. Aslında başlangıcı gayet güzel yaptılar. Kitap 4 ana bölümden oluşuyor. İlk ana bölümü çok sevdim. Gerçekten çok akıcıydı. Darrow'un bir Kızıl olarak nasıl hayat sürdüğünü, ailesini, mesleğini (bir cehennemdalgıcı) falan her şeyi görüyoruz. Yaşadıkları dünya farklı. Kızıl'lar en alt kademede ve en ezilen bölge. Ne yaparlarsa yapsınlar köle gibi yaşamaya mahkumlar. Ama Altın'lar öyle değil. Yaşadıkları yeri yöneten, her şeyin en iyilerine sahip bir bölge. Zaten buradaki insanlar Dünya'da değil Mars'da yaşıyorlar. (Umarım doğru algılamışımdır bu durumu. Okurken ikilemde kaldım ama Mars olduğunu düşünüyorum.) 

Bana daha fazlası için yaşamamı söylemişti. Savaşmamı istemişti. Oyse ben burada, onun isteğinin aksine, ölüyordum. Acıya dayanamadığım için vazgeçiyordum.

Distopyalarda zaten hep bir taraf ezilen taraf olmuyor mu ? Burada da aynı yöntem devam etmekte. Ama daha sonra Darrow kötü bir olayla karşılaşır. Cidden acı vericiydi ve karakteri yeni yeni tanımama rağmen onun adına çok üzüldüm. Ama bu acı sayesinde kitabın asıl kurgusuna giriş yapıyoruz. Darrow ve yeni tanıdığı ekip büyük bir risk alıyorlar. Ve o Kızıl olmasına rağmen Altın'a dönüştürülüp, içeri sızdırılmaya çalışılıyor. Darrow'un inanılmaz gelişimini okuyunca oldukça şaşıracaksınız. Yazar buraya kadar her şeyi oturup, cidden didik didik incelemiş ve adam akıllı hayal edip, kurguya dökmüş. Dediğim gibi bazı yerlerde beynim algılamadı, okurken aslında bazı yerleri okumadığımı fark ettim. Bazı bölümleri tekrar okudum. Baya cebelleştim kitapla ama sevdim. Konusu ağır ve biraz anlaşılması zor olsa da cidden sağlam ve çok güzel ilerleyecek bir kurgusu var. 

Bir de çok distopya kitabı okuduktan sonra bazı şeyleri benzetmeye başlıyorsunuz. Darrow'un ve diğer rakiplerinin sınandıkları sınavlarda, yaşadıkları bölgelerde ve birbirleriyle savaşıp, hayatta kalmak için karşı tarafı öldürdükleri kısımlarda aklıma Açlık Oyunları gelmedi değil. Elbette bu demek değil ki yazar onlara benzetmiş. Sadece benim gözüme çarpan bir şeydi. Kızıl Yükseliş'teki Fitchen ile Açlık Oyunları'ndaki Haymitch'i de benzettim. Aslında aralarındaki benzerlikleri sevdim bile.

Aşk ve savaş, iki farklı savaş alanıydı.

Neyse, işte kitabın genel hatları bunlar. Kitap içeriği hakkında çok fazla yorum yapamam. Hem çok net hatırlamıyorum hem de spoiler olur falan. Şunu da belirteyim. Kızıl Yükseliş birden fazla okunmalı ki her şey tam yerine otursun. Dediğim gibi çok fazla terimsel kelimeler vardı.

Kitabın karakterlerini de seveceksiniz. Darrow'a uyuz olmadım değil ama kendini sevdiren bir tarafı da var. Arkadaş olduğu gruba bayıldım zaten. Mesela Sevro. Aralarında diyaloglar çok komik ve eğlenceli. Kitabı renklendiren de onların ilişkileriydi zaten.

Kitap böyleydi millet. Okuyun elbette. Distopya severler özellikle direk kitaba gömülsün. Benim baş tacım oldu bile. İkinci kitap için yayın evini dürtmeye gidiyorum!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Mayıs 2015 Salı

Kitap Yorumu: Karanlık Zihinler - Alexandra Bracken


Merhaba!

Direk konuya girmek istiyorum. Karanlık Zihinler ile evlenebiliyor muyuz ? Okuduğum en iyi distopyalar arasına girdi bile! Distopya türüne aşığım. Bundan sonra zaten gözüm kapalı okurum bu türü. Karanlık Zihinler beni büyüledi. Kusursuz kurgu, boş yere trip atmayan ve aklı başında olan bir kız karakter, ergence hareketler sergilemeyen kendinden emin erkek karakter ve elbette ortamı renklendiren diğer iki karakter... Kesinlikle başucu kitabım olabilir. Kitapla bu aralar fena aşk yaşıyoruz. Bitmesin dedim bitti ama beni de bitirdi. Çok güzeldi be!

Benim gibi bu kitaba geç başlamayın. Ben baya beklettim. Her yerde fotoğrafını görmeme rağmen sonra alırım diyordum. D&R mağazalarında şuan 10 TL indiriminde. Maalesef Safranbolu'nda D&R olmadığı için alamıyorum diye üzülüyordum. Sonra Parodi Yayınları'ndan rica ettim. Ve işte, bu güzel bebek şuan ellerimde. Nasıl mutluyum. Nasıl teşekkür etsem yayınevine bilemedim. *-*

Kitaba kritik sınav zamanında başladım. O yüzden ilk üç gün elimde süründü ama sonra... Hele dün resmen elimden bırakamadım. Konusu hem değişik, hem ilgi çekici hem de olayları sinir bozucu bir hale dönüştürebilecek şekilde gelişiyor. Kitabı bitirmek için sabırsızlanmayın. Sonunda kafayı yiyebilirsiniz. Hem buruk bir gülümseme hem de 'eyvah, nolcak şimdi' modunda bırakıyor sizi. Ve duyumlarıma göre ikinci kitap Haziran ayında çıkıyormuş. 

En parlak zihinler, en karanlık olanlardır

Bu Distopya dünyasında olaylar biraz daha karışık. Dünyada çocukları etkileyen bir salgın hastalık oluşuyor. Bu hastalığa kapılan çocuklar ya ölüyorlar ya da bazı özel yeteneklere sahip oluyorlar. Ama bu özel yetenekleri, yetişkinler tarafından birer tehdit olarak algılanıyor. Ve Başkan Gray'in önderliğinde Psi Özel Kuvvet oluşturuluyor. (Psi, Yunan alfabesinde bir harf imiş. Kitabın kapağındaki şekil.) Bu Psi Grubu, hastalanan çocukları ya zorla alıkoyuyorlar ya da zaten aileleri tarafından teslim edilmiş oluyorlar. Ki bu da en acı kısmı sanırım. Ailenizin sizden korkup, sizi başkasına verdiğini bir hayal edin ? Rehabilitasyon görünümündeki bir hapishaneye gittiğinizi düşünün ? İnanılmaz dehşet bir şey. Çocuklar gittikleri yerde bir teste sokulup, sınıflandırılıyorlar. Beş renk grubuna ayrılıyorlar. Maviler, telekinezi; Yeşiller, üstün zeka; Sarılar,elektrik oluşturma ve kontrol etme; Kırmızılar, ateş oluşturma ve kontrol etme; Turuncular, zihin kontrolü. (Bilginin kaynağı: Kutsal Yorumcu)


Bu sınıflandırmaya giren çocuklar uzun bir süre orada tutuluyor. Bunlardan biri de Ruby. 10.yaş gününde yeteneğini farkında olmadan ailesinin üstünde kullanıyor ve çok acı bir şekilde (kitabı okuyunca gerçekten etkileneceksiniz) o da diğer çocukların yanına gidiyor. Tam 6 yıl boyunca orada kalıyor. Test sırasında yine ister istemez yeteneğini kullanıyor ve kendini Yeşil grubuna dahil ettiriyor. Ama kızımız aslında bir Turuncu. Hem de en tehlikelisinden. İnsanların zihinlerine girebiliyor, elinde olmadan insanların anılarını görüp, onları silebiliyor. Ve bu, onun en büyük şanssızlığı ve gücü. 

Ruby, 6 yıl aradan sonra yine Thurmond'daki kampında verilen işi yaparken birden 'Beyaz Gürültü' dedikleri siren çalmaya başlar. Bu siren genellikle çocuklar yeteneklerini kullandıklarında, birbirlerine bakıp konuştuklarında ya da kural dışı bir şey yaptıklarında çalıyor. Ve Ruby'i pek etkileyen bir şey olmamasına rağmen o gün onu etkiler ve bayılır. Ama aslında bu bir oyundur. Bu siren, saklanan Turuncuları ortaya çıkarmak için ayarlanmıştır. Ruby tam yakalanacakken içerideki doktorlardan biri Cate, onu ve başka bir çocuğu kaçırma planları kurar. Eh işte bundan sonrası... Çok mu çok fena.

"... her son bir başlangıçtır. Bir zamanlar sahip olduklarını geri alamasan da onları arkanda bırakabilirsin. Yeniden başlarsın. En baştan."

Ruby, aptal bir kız değil. O yüzden kendince planları vardır. Aslında biraz da aceleye gelen planlar. Böylece kendini başka bir kaçak grubun içinde bulur. Liam, Zu ve Chubs'a merhaba deyin! Bu gruba bayılacaksınız. Elbette ilkten Chubs, Ruby'e hiç güvenmiyor ve resmen sözleriyle işkence çektiriyor. Liam ise onların başındaki lider gibi bir şey. Zu, en küçükleri ve Sarı grubundan. Konuşamamasına rağmen kitapta sizi güldürecek ve hüzünlendirecek. Bu grubun hikayesi ise bambaşka. Bir şekilde kamplarından kaçmayı başarırlar ama onları takip edenler var. Ve kaçarlarken birkaç arkadaşlarını da kaybetmişler. Ellerinde arkadaşının mektubu var. Bu mektup için Kaçak Çocuk'u arıyorlar. Kaçak Çocuk, kitapta oldukça ünlü biri. Kamplardan kaçan, askerleri yenebilen nadir çocuklardan biri ve kaçan çocuklara da yardım ettiği söyleniliyor. Bir şekilde Ruby, Liam, Chubs ve Zu yollara düşerler ve cidden birbirinden inanılmaz maceralara sürüklenirler. Çok mu çok güzeldi. Bence. Ve kitabı okurken kimseye güvenmeyin. Herkesin kendi çıkarı var. Yeteneklerden yararlanmak isteyen mi dersiniz, para için çocukların yerlerini söyleyenler mi dersiniz... Etrafınız hainlerle dolu olacak.

Son olarak karakterlerden söz edersem... Ruby'i çok sevdim. Bu kitapta bile ondaki değişimi görebilirsiniz. Kitabın ilk yarısında her an saldıraya uğrayacakmış gibi kırılgan dursa da ilerleyen zamanlarda kendinden emin olup, grubunu korumaya başladı. Çok dramatik olaylar yaşamasına rağmen aklı başında davranıyor ve tam bir lider olacak türde. Liam ise... Çok sevdim bu çocuğu. Etrafındaki herkesi korumaya çalışıyor, herkesin derdine ortak olmaya çalışıyor ve yaşadıkları ortamın 'korkunçluğu' düşünülürse oldukça komik biri. Özellikle bir bölümde Ruby'e bir şaka yapıyor ki... Hem Ruby hem de ben çıldırma noktasına geldik ama sonra baya güldüm. :D Chubs'a ilk başta uyuz olabilirsiniz. Aslında haklı olarak Ruby'e güvenmiyor ama çok acımasız davranıyor. Sonrasında kardeş gibi oluyorlar ve inanın bana Chubs'a çok güleceksiniz. Ortamı renklendiren karakterlerden biri. Zu ise kırılgan bir kız çocuğu. Kitabı okurken onu kollarımın arasına alıp, sıkıca sarılmak istedim. Grubun en miniği ve en akıllısı. Bu grup çok iyi cidden.

Daha ne diyebilirim, bilmiyorum. Kitabı çok sevdim. Benimsedim. Ve merakla ikinci kitabı bekliyorum. Kitaplığımda en üst köşeyi kapacak. Bazı bölümleri tekrar tekrar okuyacağım. Gidin, okuyun. Daha anlatmadığım bir ton şey var. Özellikle kitabın sonu sizi mahvedecek!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Mayıs 2015 Perşembe

Kitap Yorumu: Cam Şato - Sarah J. Maas


Merhabalar...

Sizin oralarda çok sıcak mı ? Vallahi, ben burada -Safranbolu'nda- bildiğiniz yanıyorum. Denize girmeden, sezonu açmadan karardım. Tembeldim, sıcaklar yüzünden daha da tembel oldum. O yüzden blog'a da pek uğramaz oldum. Esen bir yer gördüm mü direk uzanıyorum. Şuan esen bir yer bulduğum için rahat rahat yazıyorum. Çünkü bu kitabı bir an önce yorumlamak ve ikinci kitaba geçmek istiyorum!

"Son derece yargılayacısın."
"Yargılarda bulunmuyorsan akla ne gerek var?"
"Peki ya insanları aklının acımasız yargılarından sakınmayacaksan kalbe ne gerek var?"

Cam Şato, ülkemizde hakkettiği değeri bulamayan kitaplardan biri. Ama eğer Instagramınız veya Goodreads hesabınız varsa bu serinin ne kadar çok hayranı olduğunu görebilirsiniz. Ben de biraz o yüzden heveslendim ama ilk kitabı almam tamamen tesadüf olmuştu. Geçen yaz (evet taa geçen yaz) D&R'ın 5 TL'lik indiriminden almıştım. Tabii sonra serinin ne kadar ünlü olduğunu görünce ikinci kitabı gözüm kapalı aldım. Ve sonunda kitabı okudum. İstediğim türdeydi, hayal etmeyi sevdiğim bir kurguydu, karakterleri de sevdim. Yola devam!

Cam Şato, adının hakkını veren bir kitap olmuş. Kitap, ünlü suikastçı Celaena'nın yakalandıktan sonraki hayatını anlatan bir kitap. Öncesinde neler olduğunu, neler yaptığını ve neden yakalandığını bilmiyoruz. Aslında bilebiliriz. Cam Şato'dan önce novella'lardan oluşan bir kitap var ama ülkemizde çıkmadı. İngilizce alıp, okuyabilirsiniz ancak. (Yazın bunu yapacağım. Kafaya taktım.) Bu kitapta ise olaylar olaylar ve olaylar. Tek yapmanız gereken sabırla okumak.

Serinin ilk kitabı. Elbette ilk önce yazar, hayal dünyasını tanıtmış. Celaena Sardothien Adarlan'ın en ünlü suikastçısıdır. Ama elbette kimse onu fiziksel olarak görmemiştir. Bu da onun için bir avantajdı. Ama ne yazık ki bir ihanetten dolayı yakalanır ve Endovier'da tutsak edilir. Bir yılın ardından Prens'ten Kral'ın yaveri olması için teklif alır ama bu elbette bu kadar kolay değildir. Çeşitli yerlerden gelen suçlular ve savaşçılarla birlikte bir yarışmaya dahil olmalı ve eğer kazanırsa dört yıl boyunca yaver olduktan sonra tamamen özgürlüğüne kavuşacaktır. Eğer kazanamazsa geldiği yere, hapishaneye geri dönecektir. Celaena ise çok zeki bir kız olduğu için teklifi kabul eder. Taa ki riskli bir oyunun içinde olduğunu anlayana kadar.

"Başka bir silah seç. İlginç bir şey olsun. Beni terletecek bir şey, lütfen."
Celaena ince kılıcını yerden alıp, "Diri diri derini yüzüp, göz kürelerini ayağımın altında ezdiğimde eper terleyeceksin," diye mırıldandı.
"İşte aradığımız ruh bu."

Klasik kitap yorumu buydu. Şimdi kendimce yorum yapacağım. Olaylar zaten bundan sonra başlıyor. Kitabın kurgusu Krallıklar, hizmetliler, balolar, yakışıklı Prens, centilmen ve soğuk görünümlü muhafız, güçlü ve iradeli bir kadın. Yani ortaya enfes bir tarihi aşk, distopya ve olağanüstü kurgu karışımı bir şaheser ortaya çıkar. O yüzden ben bayılarak okudum. Cidden tam benim istediğim gibi anlatılmış. Karakterler tam sevdiğim özellikte. Prens Dorian, Adrian Ivashkov'un daha narin ve eski yıllarda yaşan versiyonu gibiydi. Komik ve ağzı laf yapan, zengin, yakışıklı.... Daha ne diyeyim ki. :D Muhafız Kıtası Yüzbaşısı (amma uzun isim değil mi) Chaol ise bizim Dimitri gibi. Kendini işine adamış, gereksiz yere pek konuşmayan, duygularını belli etmeyen ama yeri geldiğinde açılan bir karakterdi. Celaena aşk üçgenine düşerse kızmayın. Kız haklı. Adaylar çok fena rakipler. Üstelik Dorian'la Chaol dostlar. *Gözlerimi deviriyorum* Durum vahim.

"Umarım bir dahaki görüşmemize kadar niteklikli bir şeyler okursun."
Chaol odadan çıkarken havayı kokladı. "Umarım bir dahaki görüşmemize kadar sen de bir banyo yaparsın."

Cam Şato'yu çok sevdim. Eğer benim tarzımı seviyorsanız zaten bayılacaksınız. Celaena, küçük yaştan beri eğitildiği için öyle çıt kırıldım kız karakterlerden değil. Kendinden emin, kendini koruyan, ağız dalaşına hiç çekinmeden giren, nerede nasıl davranacağını çok iyi bilen baya güçlü bir kız. Fiziksel gücü yanı sıra olağanüstü güçlerle ilgili bir şeyler olacak gibi. Her ne kadar Krallıkta büyü yasak olsa da eminim serinin ilerleyen kitaplarında çok heyecanlı bir şeyler olacak. :D

Bunların dışında... İlk kitap olduğu için her şeyden bahsedemiyorum. Ama emin olun seveceksiniz. Ben sevdim. Siz neden sevmeyeceksiniz ki? :D Eski zamanlarda geçen kurgulara merakınız varsa, bu kitapta karşılığını alırsınız zaten. Karakterler de gayet iyi ve eğlenceli.

Şimdilik bu kadar. Mayıs bitmeden yine buralardayım. Şuan zaten çok mu çok merak ettiğim bir kitabı okuyorum. Blog'un sol üst köşesinde görebilirsiniz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

31 Mart 2015 Salı

Kitap Yorumu: Kıyamet Sonrası - Susan Ee


"Bazen paranoyak olmak, gerçekten de hayatınızı kurtarabiliyordu."

Merhabalar...

Sanırım ilk defa az önce bir kitabı 'sonunda bitirdim' diye dans ettim, mutlu oldum. Hayal kırıklığı, azimle bitirme mutluluğu ve sıradaki kitapların heyecanını yaşıyorum şuan. Siz siz olun, serilerden çok fazla bekletiniz olmasın. Sonra benim gibi tuhaf biri olabilirsiniz.

Susan Ee'nin Meleğin Düşüşü kitabı bir harikaydı. Gerçekten, yazarın ilk kitabına aşık olmuştum. Kitabın kapağına, kurgusuna, karakterine, anlatım tarzına... Her şeyiyle mükemmel gelmişti. Hatta sonu da çok fena bitmişti. Blog'da yazarken bile heyecan yapmıştım. İkinci kitap için çıldırıyordum. Ve sonunda sahafta tam yarı fiyatına aldım. Nasıl mutluyum ama... Okumaya kıyamadım ilkten. Sonra Mart'ın ortasına doğru elime aldım. Sınav başlamadan önce başlayayım diye. Kitaba başladım ve resmen ilerleyemedim. Tıkandım kaldım. Kitap ilerlemeyince kendimi Hannibal'a verdim. Kısa sürede o da bitince kitaba tekrar dönüş yaptım ve gerçekten büyük bir azimle bitirdim. Üstümden yük kalktı.

Şimdi gelelim kitabın içeriğine. Okuyanlar nasıl yorum yaptı bilmiyorum ama açıkçası ben sevmedim ve boş boş okudum. Geneli kötüydü, bir tek sonlara doğru heyecanlı ve akıcıydı. Çünkü Raffe geliyor!

"Silinip giden bir rüya gibi karanlıkta gözden kayboldu."

İlk kitabın sonunda Penryn, akrepler tarafından sokulduğu için kısa süreliğine felç geçirmişti. Raffe de onu öldü sanıp, annesine bırakmıştı. Olaylar aynen kaldığı yerden devam ediyor. Ama biraz sıkıcı... O günden sonra Raffe ortalarda gözükmez. Penryn ise bir süre sonra kendisine gelir. Çatlak annesiyle ve canavara dönüşmüş kardeşi Paige ile ilgilenmeye ve bir yandan da hayatta kalmaya çalışırlar. Melek istilası hala sürmektedir. Direniş ekibi yine iş başındaydı. Dee-Dum ikizleri yine yapacaklarını yapıp, sizi kitapta güldürüyor. Ama bir süre sonra olaylar karışıyor. O kadar çok olay arka arkaya gelişiyor ki bir ara cidden takip edemedim. Ya da bana sıkıcı geldiği için çok odaklanamadım. Penryn, tek başına olayları anlatınca sıkıcı oluyormuş onu anladım. Raffe kurgunun içinde yer almayınca kocaman bir boşluk oluştu ve okumak zorlaştı benim için. Kitabın yarısından fazlası Penryn ve hayatta kalma çabaları ile gelişti. Birkaç sahne akıcıydı. O da kurguya komiklik ve heyecan kattığı için. Taa ki kitabın sonlarına doğru Raffe gelene kadar. Gelişi bile etkileyici, heyecan verici, el çırptıran türdendi. :D Onun olduğu bölümleri okurken daha canlıydım. 

"Kollarında olmak, asla sahip olamadığım yuvada olmak gibi bir histi."

Açık konuşacağım, bir kitapta romantik ya da aşk tarzında minik bir şeyler bile olmadığı sürece o kitap bende gitmiyor. Tıkanıp, kalıyor. Bunu kabullenmek istemezdim eskiden. Kitap illa romantik sahnelerden oluşsun istemiyorum elbette ama iki insanın arasındaki o iç ısıtan bağı okumak bambaşka oluyor. Her şeyi değiştiriyor. Raffe'nin minnacık korumacı hareketi bile kitabı renklendiriyor, daha akıcı yapıyor. O yüzden bu kitabı çok sevemedim. Ana karakterimiz son anda geliyor ve zaten sonra kitap bitiyor. Ne anladım ben bu işten ?

Yine de bu seriyi seviyorum. :D Ben de ayrı dengesizim. Kitap beni günlerce süründürdü ama hala seriyi seviyorum. Son kitabı sabırsızlıkla olmasa da bekleyeceğim ve merakla okuyacağım. Bu arada seri 5 kitaptan oluşacaktı ama yazarımız 3 kitaba düşürmüş ve son kitap da Mayıs ayında yurt dışında çıkacak. Bizde de Dex çok bekletmez ve Haziran sonu gibi çıkar diye umut ediyorum.

Kitabın genelini sevmemiş olsam da bir yerde çok güldüm ve karakterleri sevdiğimi fark ettim. Penryn ve Raffe'nin melek kılıçları hakkındaki komedi sohbetini okumalısınız. Penryn umursamaz davranırken Raffe resmen kılıcı babasıymış gibi koruyordu. Kitaptaki tek favori sahnem o oldu. :D Ve şunu da ekleyeyim, bu kitabın esas odak noktası melek kılıcıydı. Daha doğrusu Raffe'nin kılıcıydı. Size sürpriz şeyler sunabilir. 

İkinci kitap yüzünden ilk kitaba başlamama gibi bir hata yapmayın. İlk kitap cidden çok güzeldi. Seriye başlayamayanlar bu lezzetli kurguyu kaçırırlar.

Şimdilik bu kadar. Bir sonraki kitabım eğlenceli olur diye umut ediyorum. Başladığım zaman fotoğrafını blog'da ve Instragram'da paylaşırım.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane