Pages

Yabancı Diziler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yabancı Diziler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Dizi Önerisi: Normal People

Herkese merhaba!

Şu günlerde löp löp dizi izleme fırsatım varken tüm eski ve güncel dizilere göz diktim. En son Normal People'ı izledim. Tam geçen sene mayıs ayında kitabını okumuştum. Okurken sinir krizleri geçirmiştim. Kitabı duvara fırlatıp mangalda cız bız yapmamak için zor tutmuştum kendimi.
Türkçesi Can Yayınları tarafından basıldı. Dayanamadım o baskısını da aldım ama okumaya bünyem kaldırmaz deyip sevap işlemek için birine verdim, hatta direkt suratına fırlattım. "Oku ve bana fikrini söyle! Kitabı sevdin mi yoksa nefret mi ettin?" 
Evet, böyle de bir mesele var. Kitabı okuyanlar ya cidden nefret ediyor ya da tapıyor. Ben nefret edenlerdenim çünkü yazar süperötesi iki uyuz karakter yaratmış ve hayatlarının içine etmiş. Bu kadar sinir olup söylendiysem demek ki yazar cidden hakkını vermiş. Yani kitaptan nefret etmemin sebebi tamamen iki dengesiz karakterin kararları ve tavırlarıydı.
Ay yine sinirlendim. Kitabın yorumunu bu linkten okuyabilirsiniz.

Açıkçası dizisinin çekileceğini duyunca hiiiç umursamadım. Ne oyunculara baktım ne de çıkış tarihine. O kadar umrumda değildi yani. Sonra geçen gün Instagram'da paylaşımlarını görünce dizinin yayınlandığını öğrendim. Amacım sadece ilk bölüme bakıp diziyi nasıl batırdıklarını görmekti. Aman yarep. İşte böyle çarpılırsın Jane!
Ortalama 25'er dakikalık 12 bölümlük ilk sezonu tam iki günde bitirdim. İlk gün bitirirdim de işte bunlara göz diyorlar...
Kitabı gömüyorum ama çok severek okumuştum. Ve fakat şunu itiraf etmem gerekir; dizisini daha çok sevdim. Duygu geçişleri, karakterlerin kendilerini ifade etme biçimleri, sahnelerin kurgulanışı, kullanılan müzikler ve senaryoya katılan minik yeniliklerle beraber ortaya enfes bir Normal People çıkmış. Kitap ve dizi dili çok farklı elbette. Genellikle beyaz perde burada hep çakılan taraf olur ama nedense son zamanlarda harika uyarlamalar izliyorum ve şaşırtıcı bir şekilde kitabı bile solluyorlar.
Normal People'ın oyuncu seçimleri h a r i k a olmuş. Abartmıyorum. Bir insan Marianne'yi bu kadar gerçekçi canlandırabilirdi ve Connell'ı oynayan erkek oyuncu ise adeta vücut dilini konuşturmuş. Bir bakışı, nefes alış verişi bile söylenmeyen birçok şeyi ekrana yansıtmış. Kocaman bir tebrik geliyor ekibe. (Ben de sanki dünyaca ünlü yönetmenim he, yorumlara gel...)


Kitabı da okuyun elbette ama üşeniyorsanız balıklama diziye atlayabilirsiniz. Senaryoda dev değişiklik yapılmamış. Hatta son bölümde yeni sezona göz kırpılmış gibi geldi. Valla 2.sezon gelirse izlerim. Hatta geri sayım bile başlatırım. Hakkını vermişler. Belki de BBC yapımı olduğu için ağırbaşlı bir dizi olmuş. Aaa, şu uyarımı da yapayım. Dizinin hemen her bölümünde +21 sahneler yer alıyordu. Hatta seks sahneleri oldukça açık çekilmiş. Bunun uyarısını yapmak istedim.

Benim gözüme kötü çarpan hiçbir şey yoktu. Hatta kitabı okurken sinirlendiğim bölümleri dizide izlerken boğazım düğüm düğüm oldu. Başta söylediğim gibi duygu geçişleri çok etkileyici olmuş. Belki de izlemek daha farklı hissettirdiği için diziyi bu kadar beğendim. Dönüp dolaşıp yine aynı şeyi söyleyeceğim; oyuncular çok iyi seçilmiş! 

Her şey bir yana, dizinin soundtrack'ındaki müzikler özenerek seçilmiş ve doğru sahnelerde kullanılmış. Spotify'da deli gibi müziklerini dinliyorum. 

Kısacası diziyi memnuniyetle öneriyorum. Pişman olmayacağınızı umuyorum. Özellikle romantik delileri izlesin. Bazı sahnelerde bu karantinada bile aşık olasım geldi. :P

Kocaman sevgiler, öpücükler,
Jane

4 Haziran 2019 Salı

Dizi Önerisi: Chernobyl


Bayramın ilk gününden herkese merhaba!

Jane ortalarda yok dediler, nerede bu blog yazıları dediler. Sahalara geri döndüm. Bir ara yazmayı bıraktım çünkü ne zamanım ne de sabrım vardı. Günlük bile yazmaz oldum. :( Yetişkin mi oluyorum ne?!
Konuyu saptırmayacağım. Hayatımda artık tatil günleri altın değerinde. Çünkü hobilerime vakit ayırmak için bu zaman dilimlerini kovalıyorum. Bu tatilde HBO'nun yeni mini dizisi Chernoybl'i izledim. 
Lisedeki tarih derslerimde genellikle uyuklarken bazen ilginç konular konuşulduğunda kulak kesilirdim. Bunlardan biri de Çernobil olayıydı. Kimyasal, patlama, insanlık tarihi, radyasyon... Çernobil'i bu kelimelerle hatırlıyordum ama tam olarak ne olduğunu bilmiyordum açıkçası.
Sonra mini dizisi yapıldığını duyunca açtım, okudum tüm haberleri. Dehşete düştüm. 
İnsanlık tarihinin en büyük olaylarından biri sayılıyor! 

Ukrayna'nın Çernobil şehrindeki nükleer santralinde bir deney sonucu patlama gerçekleşir. (Nisan 1986) Bu patlamayla beraber çok yüksek oranda radyasyon yayılır. Sadece Ukrayna değil Avrupa ve Türkiye'nin Karadeniz bölgesi de etkilenir. Patlamadan sonra önlemler alınırken birçok insan (sayı belirtilmiyor) ya yaralanıyor ya ölüyor ya da çok fazla radyasyona maruz kaldığı için haftalar, aylar hatta yıllar sonra ölüyorlar. 
30 yıl geçmesine rağmen günümüzde de patlamanın etkileri görülüyor. O bölgedeki insanlar kansere yakalanıyor, doğan çocuklarda kalıtsal hastalıklar meydana çıkıyor. Ve bu durum en az 100 yıl daha devam edecek gibi duruyor. (Belki de daha fazla...)
Çok değil, sadece 30 yıl önce gerçekleşmiş bu felaketin belgesel-dizi olarak beyaz perdeye yansıtılması çok iyi olmuş. Bilmeyenler de öğrenmiş olacak.

Diziye gelirsek... Korkunç bir şeydi. 5 bölümden oluşan bu dizi, Çernobil'in bilinmeyenlerini gün yüzüne çıkarmış. Hem gerçek hikaye hem kurgu çok güzel harmanlanmış. Gerçekteki insanları canlandıran oyuncu seçimleri de titizlikle yapılmış. Adeta Çernobil'i yeniden yaşatmışlar.
Tırnaklarımı kemirerek izledim. Hayatını bile bile tehlikeye atan işçiler, imha edilen hayvanlar, geçici bir süreliğine diyerek insanları evlerinden tahliye etmeleri, radyasyona maruz kalan insanları tek tek yok oluşları, şehrin terk edilişi... Sadece üç ahmağın verdiği bir kararla tüm dünyayı etkileyen bu dehşeti izlemenizi öneririm. Daha da bilinçlendim. Mesela, bu Çernobil'deki nükleer santralini kuran firmanın şu an Mersin'de çalışmalar yaptığını ve şimdiden zeminde iki çatlak oluştuğunu biliyor muydunuz? Kim bilir, bu dehşeti izliyorken belki de gelecekte aynı şeyleri biz yaşayacağız.

Son olarak; Çernobil terk edilen bir şehir olsa da günümüzde ziyarete açık bir yer. Tabii elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz. Maske takmak ve özel kıyafet giymek zorundasınız. Açık alanda yemek yemek yasak. Yere bir şey düşürürseniz geri alamıyorsunuz. Aynı şekilde oradan bir şey alamıyorsunuz. Radyasyon ölçer bir alet veriyorlar, bu aletle gezerken aşırı yüksek radyasyon içeren yerlerden uzak duruyorsunuz. Bu geziyi bir rehber eşliğinde yapıyorsunuz. 
Sanırım bir de birkaç yıl önce bu gezi sonrası saç, sakal kesimi zorunluymuş. Yani şehirden çıktığınız an saçlarınızı kısacık kestirmeniz gerekiyormuş. Ama günümüzde öyle bir zorunluluğu yok. Yine de girerken ve çıkarken bir kontrol makinesinden geçiyorsunuz. Ve tüm riskleri aldığınıza dair bir belge de imzalamanız gerekiyor. Bu geziyi gerçekleştiren Orkun Işıtmak'ın Çernobil videosunu izlemenizi de tavsiye ederim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Şubat 2019 Pazartesi

Dizi Önerisi: Peaky Blinders


Dikkat! Bu yorumdan sonra alev alabilirsiniz.

Aman Tanrım dedim!!! Yav niye daha önce Peaky Blinders izle diye başımı duvarlara sürtmediniz. Niye bu dizi tam senlik Jane demediniz. Niyeeee! Yıllardır bu diziden mahrum oluyormuşum, haberim yok.
Ya da boşverin. Şimdi izlemem daha iyi oldu. 4 sezonu löp diye izledim. Oh mis. Biri Twitter'da şey demiş: "Ay herkes Peaky Blinders hayranı olmaya başladı. Önermeyin şu diziyi. Çakma fanlar ortaya çıkıyor. 2013'te neredeydiniz..." falan filan. Ay popom! Kalite akan bir diziyi önermeyip, turşusunu mu kuracaksın? Oh, buradan bangır bangır duyuruyorum: Gelmiş geçmiş en havalı diziyi izlemeye hazır olun!


Efenim bu diziye Instagram'daki dostlarım sayesinde başladım. Bir gün evde kilitli kaldım. Sevgili anneciğim kapıyı üstüme kitlemiş ve kendi anahtarı sanıp benim anahtarımı almış. O gün de işe gitmek için nasıl hazırlanmışım, nasıl acil işlerim var... Evden çalışayım dedim. Patroncuğum müsade etmedi. Eh, siz bilirsiniz diyerek koltuğa yayıldım ve açtım Netflix'i. O piti piti yaparken bir baktım Peaky Blinders var. "Yav bu dizi Netflix'te var mıymış?" diyerek ilk bölümü açtım. İşte o andan sonra dünyam değişti, daha da kaliteli oldu. Çünkü Thomas Shelby ile tanıştım. *-* 


Dizinin konusu şöyle: Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere'de giderek yaygınlaşan çete olaylarına şahit oluyoruz. En büyük çetelerden biri de Birmingham'daki Shelby Ailesi. Gelirlerinin bir çoğu at yarışlarından gelse de kumar, soygunculuk ve silah kaçakçılığı da yapıyorlar. Polislere rüşvet vererek her işin altından kalkıyorlar. 
Shelby ailesinin lideri ortanca kardeş Thomas, dizinin de baş karakteri. Ağabeyi Arthur, erkek kardeşi John ve halaları Polly de çok sık gördüğümüz karakterlerden biri. Kız kardeşleri Ada, isyankar ve sürekli Shelby soyadını kabul etmeyen biri.
İşte Shelby ailesini -ya da çetesini demeliyim- anlattım size. Şimdi gelelim resmi olmayan kısımlara... Dedikodu zamanı!!!


Yaş 24 olmak üzere ama hala izlediğim dizi karakterlerine aşık olabiliyorum çünkü gerçek hayattaki erkeklerden bir cacık olmuyor. Yani bir Thomas Shelby olmak çok mu zor? Sevdiği kadını unutmamasına rağmen başka kadınlarla beraber olsa da -bu sahnelerde sürekli sövdüm çünkü sevmem böyle zevk için sevişen kişileri- sevdim be keretayı. Bir sigara içişi var... Aman yarabbi! Hayatımda sigara hiç ilgimi çekmemiştir ama onu her sigara içerken gördüğümde mest oldum. Adam karşıma otursun, sigara içsin. Valla manzaraya bakar gibi bakarım. Dalar giderim. Çünkü o bir Thomas Shelby... Şaka maka adam cidden deli sigara içiyor. Sahneleri çekerken kim bilir kaç paket sigara bitiriyordur. Ahhh, Thomas Shelby. Aksanına vurulduğum adam. Tam bir psikopat aynı zamanda. Gençliğinde savaşa katılıp, kötü şeyler deneyimledikten sonra psikolojik sorunlar yaşamaya başlıyor. Uyumama, sevmeme ve gülmeme gibi... Taa ki Grace ile tanışana kadar. Hadi hadi, romantik olmadan bir dizi mi olur canım? Ama söz, vıcık vıcık aşk yok. Ahh ahh dedirten bir aşk var. Sizi paramparça edecek, Thomas'la beraber yerlerde süründürecek bir aşk. Ya, boğazım düğümlendi yine. Diğer karakterlere geçeyim.

Arthur
Arthur Shelby. Tam bir sayko. Hem salak hem komik hem de korkunç yav. Sevdim bu karakteri de ama gelgitleri çok fazla. Thomas'a aşık olduğum gibi ona olamadım. 
John Shelby. Ah bayık bakışlım... İlk sezonda ağzından eksik etmediği kürdanı sürekli ağzından çekip alasım gelmişti. Ve cidden bayık bakışlı. Bir izleyin, görün. Sarhoş gibi velet ya. 
Ada Shelby. Aksanına ve tavırlarına hayran kaldığım bir karakter oldu. Ailenin en aklı başındaki kişisi. İlk sezonda salak gibi davranıyordu sonra bir baktım Shelby'lerin annesi olmuş. Of, hatun çok güzel cidden. Ve onun gibi bir aksana sahip olmak isterdim. *-*

John
Polly hala. Bu kadının da sigara içişi fena. Hatta konuşma tarzı çok hoşuma gidiyor. Çok orijinal bir karakter olmuş. Oyuncu adeta bu karakter için doğmuş diyebilirim. Aklı başında biri ve Thomas'ın en güvendiği insanlardan biri. Nerede böyle halalar be...
Efenim, gördüğünüz gibi diziye aşık oldum. Şu an 4 sezonu yayınlandı. Toplam 24 bölüm. (Sezonlar 6'şar bölümden oluşuyor.) Bölümler rahat 1 saat sürüyor. Ama inanın gram sıkılmıyorsunuz. Aksiyon da gizem de olay da eksik olmuyor. Hele dizinin müzikleri efsanin de ötesi. Jenerik müzikleri kalp ben. (Peaky Blinders

Ada
Dediğim gibi diziden kalite akıyor. Mis gibi aksanlar, saçmalamayan bir kurgu, cool ötesi karakterler, nefessiz bırakan sahneler, ritmi arttıran müzikler ve 1800'lü İngiltere manzaraları... Ayyyy Peaky Blinders 💚
Diziyi izlerken Instagram hikayelerimde bol bol paylaşım yaptım ve benimle izleyen birçok kişi vardı ve hepsinden olumlu yorumlar aldım. N'olur izleyin! Beğenmeyen gelsin karşıma. "Püüüh Jane, bu mu önerdiğin dizi," desin valla yayınlayacağım burada. :D

Neyse, çok abartmadan gidiyorum. (İzleyin.) Bu arada sürekli açıp izlediğim iki favori sahnem var. (Diziyi izleyin.) Aşağıya linklerini bırakıyorum. (Peaky Blinders izleyin.) Belki diziyi izleyenler tekrar izlerler. (Thomas'ı keşfedin ve izleyin.) 

No Fucking Fighting -Kavga yok diye herkesi uyarırken son anda çıldırması...
Tommy Nearly Killed - Bu sahnedeki isyanı... Oyunculuk tavan!

Son olarak, 5.sezon çekimleri tamamlandı. Bu yıl yayınlanacak ama net bir tarih yok. Neler olacak aşırı merak ediyorum. Bakalım Thomas'a sövmeye devam edecek miyim? Canım Shelby <3

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

P.s. Shelby saç tıraşı diye bir şey var arkadaşlar. Sırf ona bile aşık olursunuz. Tabii Thomas'ın saç tıraşı daha da çekici. Hele ses tonu... Sigara dumanını çekip, üfleyişi... "Heyy" diye bağırışı... Ben Cillian Murhpy'e fena aşık oldum. *-*

P.s. 2 Ekşideki bu yoruma katılmadan edemeyeceğim: diziyi izlerken bile üstünüzün başınızın sigara kokmasına sebep olan adam.

8 Ocak 2019 Salı

Netflix ve İzlediklerim

Selamlar
Uzun zamandır aklımda olan yazıyı sonunda klavyem aracılığıyla sizlere de sunuyorum.
Netflix'i duymayan kalmamıştır diye umuyorum. Çünkü son zamanlarda adeta onsuz yapamaz oldum. Keşke bize bu kadar geç gelmeseydi dedim. Keşke orijinalindeki tüm içerikler bizde de olsa dedim. Dedim de dedim ve 2018 Mayıs itibariyle Netflix'e üye oldum. Her ay çatır çatır 27,99 TL ödeyerek hayatımı daha da renklendirir oldum.
Eskiden devam ettiğim bir dizinin sezon bölümlerini bitirmeden diğer diziye geçememe gibi garip bir huyum vardı. Sonra baktım ki diziler saçmalıyor ve zamanımı yiyor ehhh yeter dedim. Çoğu diziyi yarım bıraktım ve bu aralar karşıma ne çıkarsa izliyorum. Allah'ın sevgili kuluyum sanırım hep de güzel şeylere denk geliyorum. *-* 
Netflix'e üye olmamın en büyük sebebi aslında dizilerin İngilizce alt yazı seçenekleri olmasıydı. Son birkaç aydır dizilerimi böyle izliyorum. Baya yararını gördüm. (Tabii bazen oyuncuların hareketlerini kaçırıyorum ama olsun.) Sırf bu yüzden bile Netflix'i önerebilirim.
Sonracığıma, bazı diziler sadece Netflix'e ait olduğu için diğer dizi sitelerinde bulmanız giderek zorlaşıyor. Bir de bazı şeyler cidden sadece Netflix'te yayınlanıyor. Örneğin Taylor Swift'in Reputation Konser videosu gibi... 
Artıları kadar eksileri de var Netflix'in. Çevirileri kötü. Bazı dizilerin sezonları çook geç ekleniyor. Ya da Amerika'nın Netflix'inde yayınlanan Friends, bizim Netflix'te yer almıyor. Neden? Koca bir soru işareti...
Gel gelelim izliyor muyum? İzliyorum. Deli gibi. Para verince daha da izler oluyorsunuz. :) 
Bu yazıda şu ana kadar neler izlediğimden bahsedeceğim. Çok sevdiğim bir dizi olduğunda onu ayrı olarak yazıyorum ama artık o kadar üşengecim ki paylaşımlarımı Instagram'dan anlık yapıyorum. Geçen biri "Dark'ı blog'da bulamadım, yazmadın mı?" diye sorana kadar bunu fark etmemiştim. Oysaki Dark'ı da çok sevmiştim.
Neyse. Aşağıya listemi ve minik notlarımı bırakıyorum. Önerilere tabii ki de açığım! Öneri yağdırın üstüme. *-*


Diziler
Daredevil: 3 sezonluk bir dizi. 2.sezonuna aşığım fakat son sezonu çöptü. Zaten sonrasında iptal edildi. -.- Bir Marvel dizisidir.
13 Reasons Why: Taparak izliyorum. Neden diye sormayın. 3.sezonu deli gibi bekliyorum.
Sense 8: Bu diziyi izlemeyen varsa gelmesin valla karşıma. Final bölümünde ağlayacaktım. Favorimdir. Netflix! Yanlış yaptın bu diziye koçum!
Stranger Things: Ah ah ne anılarım var bu dizide. Çok severim. Gizem severler yumulsun. 3.sezon 4 Temmuz'da geliyormuş. Kim öle kim kala...
The Punisher: İlk sezonda çok fazla kan vardı. Daredevil'daki Punisher'ın kişisel dizisi. Marvel parayı nereden kazanacağını iyi biliyor. 2.sezon bu ay çıkıyor.
Black Mirror: Bölüm çıkarsınlar diye deli gibi oturup bekleyebilirim. Geleceğin korkunç yüzüyle karşılaşmak istiyorsanız oturun izleyin. Bölümler birbirinden bağımsız. 4x4 önceliğiniz olsun.
La Casa De Papel: İspanyol bir dizi. Bayılarak izlemiştim ve İspanyolca öğrenmeye can atmıştım. 3.sezon çekimleri İtalya'da başladı. Aslında 2.sezonda bitirebilirlerdi ama para tatlı geldi İspanyollara...
Dark: Alman yapımı bir korku gerilim dizi. Stranger Things'le çok karşılaştırılıyor, evet benzerlikleri var ama izlemenizi öneririm. Konusu çok ilgimi çekmişti.
Breaking Bad: İlk iki sezonu deli gibi izleyip, 3.sezonun ortasında sıkışıp kaldığım bir dizi. Çok sevdim ama devam edemiyorum. Neden diye sormayın, bitch! -.- (Bitch imasını anlayanlar el kaldırsın.)
Elite: Bir İspanyol dizisi daha... Ufak Tefek Cinayetler'in İspanyol versiyonu şekerim. Bol ergen dolu. İspanyolcasını geliştirmek isteyenleri buraya alalım.
The Protector (Hakan: Muhafız): As bayrakları as! İlk Türk Netflix dizisi efenim. Çağatay Ulusoy aşkımı alevlendirdi. Umduğumdan iyiydi. Bir bakın derim.
YOU: Söve söve izlediğim yepis yeni bir dizi. Gossip Girl'ün Dan'i burada adeta psikopat bir sevgiliyi canlandırıyor. Tırnaklarımın kenarında et kalmadı. İzlerken parmaklarınızı kemireceksiniz. Merakla izledim. 2.sezon için öne arkaya sallanarak bekliyorum. Hayırlısı. -.-

Filmler
Outlaw King: İngiltere, tarih, aşk, savaş... Mmm, en sevdiğim konular. Ağır ama izlettiren bir filmdi. 
Edebiyat ve Patates Turtası Derneği: 2018'de izlediğim en favori filmim. Daha birçok kez izlerim. Aşık oldum filme. <3 Bir filmi izlerken ağlıyorsam o film olmuştur arkadaş!
The Princess Switch: Noel filmi diye atladığım ve zamanımı çaldı diye söylendiğim bir film. Sakın izlemeyin! Vanessa Hudgens dandik filmleri ne zaman bırakacak acaba?
Midnight in Paris: Zamanda yolculuk içeren tüm kurgulara aşığıyım. Bir de olaylar Paris'te geçiyorsa oh tadından yenmez. İzleyin efenim.
Minimalizm: Önemli Şeylere Dair Bir Belgesel: Benlik bir belgesel değilmiş. Ben eşya saklamayı çok seviyorum. Manevi şeylere çok değer veririm. Fazlalık diye bir şey yoktur benim odamda. O yüzden bu belgeseli izlerken sinir krizi geçirecektim...
Taylor Swift Reputation Stadium Tour: Teksas konserinin videosu. 2 saat gözümü kırpmadan izledim. Şarkılarını tapıyorum. Canlı performansları enfes. Tam bir sinsirellasın, Taylor!

Şimdilik bu kadar. Arada bu tarz bir güncelleme yazısı yazarım. :)

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

15 Aralık 2018 Cumartesi

Dizi Önerisi: The Protector - Hakan: Muhafız


Herkese selam!!!
İlk Türk Netflix dizisi yayınlanır da ben yerimde durur muyum hiç? Hazır bu aralar üşengecim, depresyondayım ve insanlardan bıkmış durumdayken bir dizi günü yapayım dedim ve The Protector - Hakan: Muhafız adlı milli dizimizi izledim. 
Dün ilk sezon Netflix'te yayınlandı. Bölümler genellikle 30-40 dakika uzunluğunda. Baş rolünde Çağatay Ulusoy var. Fantastik bir dizi. Öyle işte.
Dün Instagram'da yorum bombardımanı oldu. Yok beğenmemişler, yok basit bulmuşlar, oyuncuların oyunculuklarını yerden yere vuranlar mı dersiniz yoksa kurgunun saçmalığından bahsedenler mi...
Dedim ki, Jane sıfır ön yargı ve beklentiyle şu diziyi izle bir allasen. Neymiş, ne yapmışlar bir incele. Valla beni bilirsiniz, seversem de belli ederim sevmezsem de. Blog'dan bir para kazancım olmadığı gibi her şeyi tamamen hobi olarak yaptığım için reklam kokulu yazılar yazmama gerek yok. O yüzden gelin, bir de benim gözümden bakın diziye.

Genel konu şu: Hakan isimli genç delikanlı, onu evlat edinen yaşlı bir adamla beraber Kapalıçarşı'da çalışmaktadır. Kanı kaynayan, delikanlı ve serseri tipli biridir Hakan. Bir gün kendini hiç beklenmedik bir anda olayların içinde bulur.Geçmişiyle yüzleşir ve büyük bir sır açığa çıkar: Hakan, İstanbul'u kurtaracak bir kahramandır ve "Ölümsüz" diye adlandırılan düşmanı öldürmelidir. Muhafız'a, Sadık Olanlar var. Bunlar yıllardır son Muhafız'dan beri (Son muhafız Hakan'ın babasıdır.) üç önemli eşyayı saklıyordur: Tılsımlı Gömlek, Yüzük ve Hançer. 
Hakan'a bütün gerçekleri anlatan ise Sadık Olanlardan Kemal ve kızı Zeynep'tir. Daha bir sürü karakter var fakat bahsetmeyeceğim. Sadece genel olaydan bahsetmek istedim.
Şimdi gelelim en genel yorumuma.
Dizinin ilk birkaç bölümünde gözlerimi devirmedim değil. Türk dizilerine ön yargım var, ne yazık ki... (Çok nadirdir bir Türk dizisini finaline kadar izlemişliğim.) Yine de diziyi izlemeye devam ederseniz aslında hiç klişe olmadığını ve gerçekten ilk kez bir Türk dizisinin saçmalamadan ilerlediğini göreceksiniz. Çağatay'ın oyunculuğunu seviyorum. Mutluluğu, öfkeyi, her şeyi çok doğal ve gerçekçi yansıtıyor. Özellikle aşık hallerine bayılıyorum. Sanki o an gerçekten karşısındakine aşıkmış gibi hissettiriyor, helal. :D

Dizi, İstanbul'u çok güzel yansıtıyor. Sadece iyi yönlerini değil kötü yönlerini de sahnelere yansıtmışlar. Bunu çok sevdim. Yabancı insanlar diziyi izlediklerinde İstanbul'un harika bir şehir olmadığını öğrenecekler. 
Sahne geçişleri de çok iyi. Kullanılan müzikler de tam yerindeydi. Klasik Türk dizileri gibi klip tarzı sahneler yoktu. Fakat efektler kötüydü, beğenmedim ama zaten çok az efekt kullanılan sahne vardı. O yüzden çok da kötülemeyeceğim. 
Hakan karakterini çok sevdim! Hem komik hem ciddi hem güçlü... Güzel bir karakter ortaya çıkmış. 
Fantastik bir dizi ama sizi boğacak kadar bunu hissetmiyorsunuz. Zaten diziye de yakışmazdı sanırım. İster istemez insan, "Türkler fantastik bir dizi yapabilir mi?" diye sorguluyor. Bu konularda çok geri kaldığımız için kendimize yakıştıramıyoruz ve maalesef başarılı da olamıyoruz. The Protector ile bunun üstesinden geleceğimize inanıyorum. Zira, son sahnelerde güzel işler başarmışlar. Fantastik sahneler var ve göze batmıyor. Tam tersine çok heyecanlanarak izledim.

Dizinin çoğu sahnesinde kahkahalar attım, hiç tahmin etmediğim şeyler olduğunda şaşkınlığımı belli ettim ve diziyi bitirince "Oh be, zaman kaybı olmadı." dedim. İşe başladığımdan beri bir şey izlerken ya da okurken çok ikilemde kalıyorum. Günlük hayatta bana özel çok az zamanım var ve en iyi şekilde değerlendirmek istiyorum doğal olarak. Bu yüzden, diziye başlarken çok düşündüm. Ya beğenmeyip, cumartesimi heba ettim diye söylenirsem... Ama yo! 10.bölümün sonunda şöyleydim: "Evet bebeğim işte bu! Gelsin 2.sezon! Aferin ya aferin!" 

Netflix'e üye olup, her ay para ödememin en büyük sebebi her dizinin İngilizce alt yazı seçeneğinin olması. Artık her şeyi İngilizce alt yazılı izliyorum. The Protector, Türk dizisi olsa da alt yazımı açtım ve bazı cümleleri özellikle takip ettim. Aman Tanrım didim! Ya, dilimizi İngilizceye çevirmek cidden çok zor. :D Öyle mükemmel, benzersiz bir dilimiz var ki birebir çeviri yapmak imkansız. Bugün bunu diziyi izlerken o kadar iyi anladım ki! Cidden iyi ki Türkçe biliyorum dedim. Burada çevirmene laf söylemiyorum elbette ama bazı cümlelerimiz o kadar çevirilememiş ki... En basit örneği: Kolay gelsin cümlesini Have a nice day diye çevirmişler. Dehşetle baktığım bir sürü çeviri vardı. Keşke fotoğraflarını çekseydim. İnanılmaz kötüydü. Yani bir yabancı bu diziyi izlerken bazen çok alakasız cümleler okuyacak aslında. Ve bu bende soru işaretleri oluşturdu: Her dilin kendine has bir tarzı vardır elbette fakat ben İspanyolca bir diziyi İngilizce alt yazılı izlediğimde de bana da böyle bir çeviri mi sunuyorlar diye şüphelenmeye başladım. :( Allah beni kahretmesin ya... Takıntılı olduğum şeyler gün geçtikçe artıyor.

Ay neyse! Durun. Bombemi sona sakladım. Diziye başladığımdan beri hem kurguyu hem karakterleri hem de bazı sahneleri aklımdaki bir seriye çok benzeterek karşılaştırmalar yapıyordum. Bunu dillendirmek istemedim çünkü "Yuh Jane! O seriyle kafayı yemişsin," diye linç yemekten korktum. :( Ama sonra yorumlarına çok güvendiğim ve sıkı takip ettiğim Aydan, DM'den şu mesajı atınca zafer çığlığı attım: Ölümcül Oyuncaklar'ı anımsatmıyor mu ya? 
Mesajı okuyunca beni görmeliydiniz. Kalkıp halay çekecektim bunu düşünen bir tek ben değilim diye! Gerçekten çok benzettim. Dizinin isminin yazı biçiminden tutun da sahne çekimlerine kadar! Hakan'la Jace'i kafamda boşuna eşleştirmiyorum. İkisi de savaşçı ruhlu, komik, atarlı giderli ve güçlü kahramanlar! Sanırım Hakan'ı bu yüzden çok sevdim. :D Ya valla inanın bana, daha birçok benzettiğim şeyler var. Sanki Ölümcül Oyuncaklar'dan esinlenilmiş gibi. (Aslında bu dizi İpek Gökdel'in Dex'ten çıkan Karakalem ve Bir Delikanlının Tuhaf Hikayesi kitabından esinlenilmiş.)
Abarttığımı düşünüyorsanız açın izleyin canım! :D Ve artık Netflix'e üye olmayan kaldı mı? Böyle söyleyince arkadaşlarım beni Netflix'te çalışıp, reklam yaptığımı sanıyor ama tamamen müşteri memnuniyetimle öneriyorum. Ağustos'tan beri çatır çatır para veriyorum ve mutluyum. 
İşte böyle gençler. İlk Türk Netflix dizimiz hayırlı olsun. Umarım devamı da güzel, heyecanlı olur ve sapıtmazlar. Öneriyorum, izleyin. Hemencicik bitiyor. Öğlen 12 gibi başladım akşam 8'de bitirdim. Çünkü ben bir dizi canavarıyım. 😍

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

11 Kasım 2018 Pazar

Dizi Önerisi: Elite


Merhabalar!
Size bombe bir dizi önerisiyle geldim. Aslında bu diziyi neden önermek istedim, inanın bilmiyorum. 1.5 günde izledim. Geçen hafta sonu eve kapanıp izledim. Zaman yiyen bir diziydi ama kendini fena izlettirdi. Şimdi neden size önerdiğimi, blog yazısına devam ettikçe ben de öğreneceğim. 😁
Elite, İspanyol yapımı bir dizi. İlk sezonu 8 bölümden oluşuyor ve Netflix'te yayınlandı. Dizide tanıdık yüzler de var. La Casa De Papel'den ergen çocuğumuz Rio (Miguel Herran), tuhaf gülen Denver (Jaime Lorente) ve çok güzel kıvır saçları olan Alison Parker (Maria Pedraza) var. Açıkçası bu üçünün aynı dizide olduğunu öğrenince 'reklam' kokusu aldım. Evet, kesinlikle dizinin kadrosunda yer almaları diziyi daha da ünlendirmiş olabilir. Ama onları tamamen farklı karakterlerde görüyoruz bu sefer.
En öndeki Marina
Elite, bana Ufak Tefek Cinayetler'i anımsattı. UFC'nin ilk sezonunu deliler gibi izlemiştim. Sonra bıktım, usandım aynı döngüden. 😔 Bir cinayet işleniyor. Polisler bu cinayeti çözmek için birçok kişiyle görüşmeler yaparken o an konuştukları konuyla ilgili sahneleri görüyoruz. Her şey gizemli. Herkes katil olabilir. Entrikalar. Zengin aileler. Zorbalıklar... İşte Elite böyle bir dizi. UFC'nin tam bir ergen versiyonuydu ama çook sevdim. Dizi, sizi içine çekiyor gerçekten.
Tamam, şimdi konuyu toparlıyorum. Elite, liselilerin olduğu bir dizi. Üç öğrencinin, İspanya'daki en seçkin okullarından birinde burs almasıyla başlıyor. Bayık bakışlı Samuel, yerinde duramayan Christian ve müslüman bir kız olan Nadia kendini bir anda zengin ailelerin çocuklarının arasında buluyor. Klasik bir zengin-fakir çatışması oluyor. Sonra nedeni bilinmeyen bir cinayet işleniyor ve tüm öğrenciler sorgulanmaya başlıyor. Her biri olayı farklı açılarla anlatıyor. Zengin bebeler grubundan bahsedeyim.

Guzman
İlk başta süper gıcık olup, boğazlamak istediğiniz bir karakter olacak: Guzman. Ama sonrasında valla favori karakterim oldu. Şu an süper hayranıyım. Böyle, bir yerlerde karşılaşsak direk sarılacağım. Oyuncunun performansından kaynaklı bence. Rol yeteneği harika!
Guzman'ın kız arkadaşını her daim duvarlarda sürtmek isteyebilirsiniz: Lu. Ama kız çok güzel be! Gerçekte Meksikalı ve ünlü bir şarkıcıymış. Helaaal dedim. Cidden, diziyi izlerken kızı ayrı keseceksiniz. :D

Lu
Lu'nın bir numaralı kankisi olan ve güzelliğine hayran kaldığım bir karakter: Carla. Bakın, bu karakter sizi fazlasıyla şaşırtacak. İnanılmaz etkiledi beni. Kızın güzelliğine değinmiyorum bile... Allaaam bu İspanyol kızları neden bu kadar güzel???
Guzman'ın kız kardeşinden bahsetmiş miydim? La Casa De Papel'in Alison'ı, Elite'nin Marina'sı... Bu kadının tarzı beni benden alıyor. İzleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Çok yakında bu kızı Hollywood'da görmezsek ben de neyim! Dizide de çok hoşuma gitti. Orta yolu bulan bir kız. Bazen salakça davransa da en sağlam karakterlerden biri.

Nadia ve Christian
Bu kıza aşık olan kardeşler var. Samuel ve abisi Nano... Allah'ım dizi boyunca bu ikisinden tiksindim valla. Samuel'in bayık bakışları, ezik hareketleri, itici davranışları beni deli etti. Nano da La Casa De Papel'in Denver'i işte. Bu adamdan tırsıyorum nedense. Böyle her an psikopatça bir şey yapacakmış gibi geliyor. Kiii iki dizide de deli deli hareketler yapıyor. :D
Gelelim müslüman kardeşlere: Nadia ve Omar. İkisi de gerçekte müslümanmış. Ama dizide 'müslüman' kavramı çok abartılı anlatılıyor. Çok dar görüşlü bir ailenin çocukları olan Nadia ve Omar'ın bu zengin bebeleriyle nasıl bir değişime gittiğini görüyoruz. Nadia, çok ağır başlı ve gerçekten ne yapacağını bilen bir kız. Diziyi izlerken çok takdir ettim. Ama Omar... Onla ilgili bir şey öğreneceksiniz. Ona lafım yok ama süper itici karakterlerden biri bence. -.-

Carla ve Polo
Dizide izlerken sürekli sırıttığım bir karakter var: Christian. LCDP'in Rio'su. İki dizide de acayip sempatik ve güldüren bir karakter. Tam takılmalık bir çocuk. Diziyi renklendiren bir karakter diyebilirim. :)
Sona sakladığım bir karakter var: Carla'nın manitası Polo. Abovvv. Bu çocuk nasıl bir şey?! Dizide her an delirip, herkese saldıracakmış gibi bir hali ve saçma sapan fantezileri var. Kendine güveni sıfır. Ay, bu çocuğun sahnelerinde şekilden şekile girebilirsiniz. :D

Diziyi izlemeden önce şu uyarıyı yapayım: +18 sahneler fazlasıyla var. Baya baya açık sahneler var. Bilginiz olsun. Onun dışında mis bir dizi. Buram buram İspanyol kokuyor. Valla seviyorum İspanyolları. Ne çıkarırlarsa izleyeceğim. Dizi 2.sezon onayını da aldı. Ne duruyorsunuz? Başlayın hemen. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

16 Şubat 2018 Cuma

Dizi Önerisi: La Casa De Papel

Merhabalar!
Bendeniz Jane, yeni bir Netflix dizi önerisiyle karşınıza çıkıyorum. Ah, ne yapayım? Güzel bir dizinin kokusunu alınca kendimi kaptırıyorum. Kendimle övünmek gibi olsun, cidden sağlam diziler izliyorum. Yani izlediğim dizilerin arkasından "hayatımdan şu kadar zaman çaldı," demek yerine "bu diziyi izlemeden önce çok boş yaşıyormuşum," diyorsam doğru yoldayımdır. 
 Genellikle ailem Türk dizisi izlemeyip yabancı dizilere gömüldüğüm için benle uğraşıyorlar ama sorarım size Lost, Fringe ya da ne bileyim Black Mirror izledikten sonra nasıl bizim klişe dolu dizilerimizi izleyebilirim ki? Hiç izlemedim değil. Ama ne zaman bir Türk dizisi izlemeye başlasam birkaç bölüm sonra beni sinir krizlerine sokacak bir döngüye giriyor. O yüzden yaşasın yeni dönem Netflix dizileri! 
Netflix de cidden bağımlılık yapan dizilere sahip. Hayatımda ilk kez İspanyol yapımı bir dizi izledim. La Casa De Papel, İspanyolca merakımı daha da alevlendirdi. Sanki video hızlandırılmış gibi konuşuyor olsalar da diziyi aşkla izledim. Diziyi anlatmaya başlamadan önce genel bilgileri vereyim.
İlk sezonu Netflix tarafından alınıp, yayımlandı. Dizi, orijinal kanalında her bölümü 1er saat olmak üzere toplam 9 bölüm şeklinde yayımlanmış ama Netflix bölümleri 40-50 dakikaya düşürüp 13 bölümlük bir sezon yayımlamış. Ve dizinin 2.sezonu da yayımlanıp final yapmış. Henüz Netflix 2.sezonu yayımlamadı ama her yerde alt yazılı bir şekilde 6 bölümlük 2.sezonu bulabilirsiniz.
Gelelim La Casa De Papel macerama... Instagram'da sık sık karşıma çıkıyordu. Black Mirror'u bitirince direk izlemeye başladım. Açıkçası ilk bölümde biraz afalladım. Uzun zamandır(2009'dan beri) hep İngilizce diziler izliyordum. Bir anda İspanyolca bir dizi izleyince konuşulanlar, aksanlar falan çok garibime gitti. Zaten İspanyollar süper hızlı konuşuyorlar. O yüzden ilk bölümde alt yazıya odaklanmaktan birkaç sahneyi kaçırdım. Ama bir süre sonra buna alıştım ve dizinin bağımlısı oldum. Aralarda kaptığım İspanyolca kelimeleri evde kendi kendime tekrar etmeye başladım. "Ya İspanyolca öğreniyorum ben yaa," moduna girebilirsiniz. 😃 

Hatta bir ara kişisel Instagram hesabımda diziyi paylaştım. İzlediklerinden haberim olmadığım arkadaşlarım pıt pıt mesaj attı. İşte o zaman 2.sezonun da varlığından haberdar oldum. Jane durur mu? Anında tüm sezonları silip süpürdüm. Ve hemen blog'da önermeliyim dedim. Çünkü La Casa De Papel hiç boş bir dizi değil. BAYILACAKSINIZ!
Dizide alttan alttan çok ince mesajlar da verilmiş. Oyuncular mükemmel seçilmiş. Yaratılan karakterler bu kadar olmaz dedirtmiş. Adeta Hollywood yapımlarını sollamış bir dizi bence. Dizinin konusu şöyle: Bir Profesör yıllardır planladığı banka soygunu için hem tecrübeli hem de aranan 8 insanı bir araya getiriyor. Beş ay boyunca aynı evde kalıyorlar. Kişisel bilgi paylaşımı ve kendi aralarında özel bir şeyler yaşamak yasak! Gerçek isimlerini kullanmıyorlar. Her biri şehir ismi seçiyor. Tokyo, Rio, Berlin, Moskova, Denver, Helsinki, Oslo ve Nairobi. Bu beş aylık süreç içinde Profesör kusursuz planından bahsediyor ve hepsini bir eğitime sokuyor. Adam öngörülebilecek her şeyin planını hazırlamış! Polislerin nerede nasıl düşüneceğini, neyle bağdaştıracağını ve nasıl hareket edeceklerini en ince detayına kadar planına işliyor. Ve İspanya Kraliyet Darphanesi'ni soyma zamanı başlasın! 
Dizinin genel hatları bunlar ama ağzınız açık izleyecek birçok şeyle karşılaşacaksınız. Bazen Tokyo'nun asiliğine öfkeleneceksiniz bazen Berlin'in süper uyuz biri olduğunu düşüneceksiniz bazen de Profesör'ün inanılmaz zekasına aşık olacaksınız. Of, evet Profesör'e aşık oldum sanırım. Clark Kent gibi adam ya! Jet hızıyla konuşmasını, eliyle sürekli gözlüğünü düzeltmesini, şaşkınlık yaratan ani planlarını aşkla izledim diyebilirim. Bölümler boyunca birçok duygu karmaşası içinde olacaksınız. Sıradan bir polisiye, soygun, suç dizisi izlemiyor olacaksınız. 
Soyguncu ekibimiz Dali maskeleri takarak ve kırmızı tulumlar giyerek topluma bir mesaj iletiyorlar: Bize dayatılan ahlaki ve genel adetlere aykırı yaşıyoruz ve sosyalizmi temsil ediyoruz. Darphane'yi soymaları da kapitalizmi işaret ediyor. Para için nelere katlanmak zorunda olduğumuzu ve kısa yoldan para elde edersek nasıl suçlandığımızı, paranın her şeyi yönettiğini v.b. 
Profesör, cidden tam bir lider rolünde. Her şeyin hesabını yapıyor. Yani bazen aynı kalıplara bağlı kalmamak lazım.
Müthiş bir yapıt olmuş. Zaman öldürmek için izlemeyin diziyi. Çünkü cidden çok güzel mesajlar veriyor. Profesör, planın kusursuz olması için elinden geleni yapıyor ama planlamadığı tek bir şey vardır: Aşk. Bu dizinin en hassas noktası zaten. Hepsinin ölümü bile olabilir.
İki sezon boyunca olaylar heyecanından gram kaybetmeden devam ediyor. İnanın bana. Nefes almadan, saatlerce izlemek isteyeceksiniz. Bu bölümleri iyi değerlendirin çünkü üçüncü sezon yok. Kesin bir bilgi yok sanırım. Ama bence devam etmezler çünkü son bölümü güzel ve bağlayıcı bir şekilde bitirmişler. Devam etmek isterlerse de saçmalamazlar çünkü yazabilecekleri güzel bir konu mevcut. Bakalım neler olacak?
İzleyin, izletin efenim. Biraz gerçekleri, dizilerden görmemiz gerek. 💛

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane


Not: Evet, cidden Tokyo ve Duygu Özaslan birbirine çok benziyor ama Tokyo'nun ayrı bir havası var. Süs bebeği yerine asi bir kızımız kendileri.
Not 2: Denver'in gülüşüne bayık bakışlarla karşılık veren bir tek ben değilimdir umarım?
Not 3: Berlin sütten çıkmış ak kaşık olmasa bile bu adama tutulmadığınızı, nefret ettiğinizi söylemeyin bana? Profesör'ün sağ kolu olması tam yerindeydi bence.
Not 4: Bella Ciao dinlerken ister istemez etkileniyorsunuz değil mi?
Not 5: Lütfen diziyi izlerken Nairobi'nin burnuna gözünüzün sürekli takıldığını, kadını izlerken de dikkatinizin dağılmadığını söyleyin?

4 Şubat 2018 Pazar

Dizi Önerisi: Black Mirror

Merhabalar


Birkaç aydır gerçek hayattaki sorumluluklarımdan dolayı dizilerden uzak durmuştum. Ama şimdi düzenim belli saatlere ayrıldığı için akşamları rahatlamak amacıyla dizi izleyebiliyorum. Yaşasın bölümleri tamamlanan sezonluk diziler. Ve açıkçası sezon sezon dizi izlemeye aşığım. 2009'dan beri de böyleyim. Sanırım bu konuda yaşlanmayacağım. 😃
Şimdi gelelim Black Mirror macerama... Diziyi uzun zamandır biliyordum ama izleme fırsatım olmadı. Bir Netflix dizisi olduğu için yine de görmezlikten gelemedim. Ama diziye asıl başlama sebebim şuydu; iş yerindeki diğer stajyer arkadaşım Instagram kullanmadığını ve yakın zamanda kapattığını söyledi. Sebebini sordum. "Black Mirror'u biliyor musun? Bir bölümde Instagram temalı bir kurgu vardı. Çok etkilenerek izledim. Adeta o bölümde kendimi gördüm ve bu yüzden Instagram'ın zararından dolayı kapattım, kullanmıyorum," deyince o gün eve gelir gelmez 1.sezonun ilk iki bölümünü izledim. BEYNİM ALEV! Çünkü;
  • Bölümlerin birkaçı hariç, hepsi bir saat uzunluğunda ve film tadında
  • Kurgular kesinlikle basit değil, hepsinin altında süper mesajlar var
  • Oyuncular sürekli değişmesine rağmen karakter seçimlerine hayran kalarak izliyorsunuz
  • Bu dizide ne yazık ki mutlu son diye bir şey yok
  • Bol bol distopya tarzında kurgularla karşılaşacaksınız
  • Her bölüm sonrası siyah ekrana dalıp hayatı sorgulayabilirsiniz ve gelecek için endişe duyabilirsiniz
  • İngiliz aksanına doyacaksınız
Daha liste uzar gider... Ben tabiri caizse dehşet-ü-l vahşet bir şekilde izledim. Sıkıldığım bir ya da iki bölüm olmuştur. Onun dışında her bölümü "acaba şimdi hangi konu işlenecek ve ben dehşete düşeceğim," modunda izledim. 
Black Mirror şuan 4 sezonluk bir dizi. İlk iki sezon 3 bölüm, diğer sezonlar (3.sezonun Noel özel bölümü de mevcut) 6 bölümden oluşuyor. Dediğim gibi birkaç istisna dışında bölümler ortalama bir saat sürüyor. Bir İngiliz dizisi olduğu için genel olarak İngiliz aksanı duyuyorsunuz. Bu duruma ben bayıldım çünkü İngiliz aksanına alışmak hatta aksanımı o yönde geliştirmek istiyorum. 😍 Her bölüm birbirinden bağımsız. Çok ince bağlantılar oluyor ama onu da dizinin bağımlısı fark edebilir. Onun dışında şu bölümü izlemezsen o bölümü anlayamazsın diye bir şey yok. Black Mirror'a 3.sezon ortasından bir bölüm izleyerek bile başlayabilirsiniz. Ama benim sırayla izleme gibi bir takıntım olduğu için üşenmeden tek tek izledim. Pişman değilim. 😎
Dizinin her bölümünde farklı bir kurgu işleniyor dedim. Ama Black Mirror'un bir amacı var. Genel olarak konu şu; günümüz teknolojinin bizi nasıl olumsuz etkilediği, sosyal medyanın yanlış kullanımı, gelecekte teknolojinin ilerlemesiyle bizi nelerin bekleyeceği, hangi kötülüklerle karşılaşacağımıza dair teoriler ve distopik dünya örnekleriyle bunların sonuçları. İnanılmaz kurgular vardı. Cidden bu senaryoları yazan insanların hayal dünyalarını merak ediyorum. Ya da bunlar hayal edilip, kurgulanabiliyorsa gerçek hayatta da keşfedilmiş ve üzerinde çalışılan birer teori mi? Ciddi anlamda sorgulamaya başlıyorsunuz. Spoiler vermeden birkaç bölümden örnekler vererek daha açıklayıcı olayım. 
  • Instagram'daki beğeni sayısının hayatınızın her alanında sizi yönlendirdiğini,
  • Twitter'daki hashtag etkinlikleriyle çok kötü bir şeylere yol açtığınızı,
  • Robot tarzı şeylerin ölen sevdiklerinizin görünüşleri ve hatıralarıyla aranıza karıştığını,
  • Kurtuluşu olmayan ve başkaları tarafından yönetilen bir döngünün içinde olduğunuzu,
  • Sizi tamamen kopyalayarak bir yerlere nakil aktardıklarını,
  • Gördüğünüz her şeyi kaydedip, istediğiniz zaman geriye veya ileriye sarıp durdurarak, yakınlaştırarak geçmişinizdeki görüntülerinize sahip olduğunuzu 

hayal edin... Bazıları çok ilgi çekici değil mi? Aslında biz insanların yararlı şeyleri bile nasıl kötüye çevirdiğimizi yansıtan bir dizi olmuş Black Mirror. İzlediğim için kendimi kutsanmış hissediyorum desem yeridir. Her zaman bilime, teknolojiye ve distopya dünyalarına merakım olmuştur. Ve çok dile getirmesem de deli gibi kullananlardan biri olsam da teknolojinin gelişmesinden tırsan biri de olmuşumdur. Hatta en büyük hayallerimden biri bir gün sıfır teknoloji ile tatil yapabileceğim bir ıssız adada vakit geçirmek. Neyse, konu başka yere sapacak. 😄
Tek diyebileceğim kesinlikle izleyin. Zaman yaratın ve izleyin. Her bölüm mükemmel diyemem. Elbette birden fazla sevdiğim, gözümü bile kırpmadan izlediğim bölümler vardı. Ama bir tek favorim oldu. Açıp tekrar tekrar bıkmadan izleyebilirim. Aslında tüm bölümler içindeki en saf ve en sıradan olanı bile olabilir ama ben kendimden bir şeyler bulduğum için 4.sezon 4.bölüm (ki işin tuhaf yanı 4 rakamı benim uğurlu sayımdır) şuan en favori bölümüm. 4x4 bölümünü ayrı öneririm.

Not: Bazı bölümleri irdelemek isterseniz Youtube'da Black Mirror'un incelemesini yapan insanlar var. Bölüm adlarını yazarak incelemelerine ulaşabilirsiniz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Kasım 2017 Cumartesi

Dizi Önerisi: Stranger Things

Merhabalar
Hazır kış kapımıza dayanmışken, yorgan altında izlemelik bir dizi önerisi yapmaya geldim. Eminim Stranger Things'i duymayan kalmamıştır. Hem çok reklamı yapıldı hem de baya izleyici kitlesi var. Eh, haksız değiller. Hele de ben öneriyorsam kesinlikle izlemelisiniz demektir. Çünkü Jane bir oturuşta bir diziyi löp diye bitirmez. Lütfen yorumumu dikkate alınız. 😃
Şaka bir yana cidden diziye b-a-y-ı-l-d-ı-m! Her şeyden bahsedeceğim. Çünkü bu zamanda kaliteli yeni dizi bulmak zordur. Özellikle Netflix beni şaşırtmaya devam ediyor. Sanırım bu Netflix'ten izlediğim dördüncü dizi ve gram hayal kırıklığı yaşamadım. Hatta eski günlerime geri döndürdü. Bir diziye başlayınca bitirene kadar başka bir işle uğraşmazdım. Stranger Things'te de öyle oldu. Diziyi sanırım 3 günde bitirdim. Fena bir şey! Okul, yurt ve sosyal hayatım yerlerdeyken resmen kurtarıcım oldu. Bitince cidden ağlayacaktım. Yapayalnız bıraktı beni. 😢

Neyse, şimdi gelelim konusuna. Başta bana sıradan bir şeymiş gibi gelmişti: Sevimli ve sıradan masum bir çocuğun ortadan kaybolmasıyla birden işler değişir. Çünkü çok gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Diğer üç arkadaşı ve annesi ile ağabeyi Will'i aramaya başlarlar ama ortada hiç ipucu yoktur. Will'i aradıkları sırada yine gizemli bir şekilde ortaya bir kız çıkar. Will'in arkadaşları Mike, Dustin ve Lucas bu kızı ilk önce herkesten saklarlar. Daha doğrusu Mike, bu kızı saklamakta ısrar eder. Nereden geldiğini, kim olduğunu, ailesinin nerede olduğunu öğrenmeye çalışır ama kızdan bir tepki alamaz. Çünkü kız, Eleven, aslında çok fazla deneye mahrum kalmış ve özel yeteneklere sahip biridir. İlerleyen zamanda Eleven'ı daha fazla tanıyan bu çocuklar dünyada 'olağan' şeyler olduğunu keşfetmeye başlarlar ve Will'in kaçırılmasına da bununla bağlantılıdır. 80'li yıllarda geçen dizi gizem, gerilim ve fantastik türlerini bir araya getirerek ortaya enfes bir kurgu çıkarmış.
Konuyu çok mu karışık anlattım, bilemedim. Ama genel hatlarıyla kurgu bu. Daha ilerisini anlatmıyorum yoksa bir heyecanı kalmaz.

Dizideki karakterler muazzam! Yani hem karakterler hem de karakterleri canlandıran çocuk oyuncaklar efsaneydi. Hatta genel olarak ekip çok iyiydi. Her birinin oyunculuğunu hayranlıkla izledim. Mike, Dustin, Eleven, Will ve Lucas, çocuk oyuncu olmalarına rağmen dizinin direği olmuşlar resmen. Bu kadar mı güzel oynanır ya! Bayıldım cidden. Çoğu kişi gibi Dustin'e ayrı hayran kaldım. Çocuk inanılmaz komik. 😄

Çocuk karakterler dışında diğer karakterlere de bayıldım. Will'in annesi Joyce, cidden tam bir anne gibiydi. Kadının duygularını iliklerime kadar hissettim resmen. Oğluna ulaşabilmek için elinden gelen her şeyi yapan bir karakterdi. Joyce'a her zaman destek olan kasabının polis şefi Jim Hopper'a ayrı bir hayran kaldım. Adamın kendinden emin oluşu, cool tavırları, yani sigara içişi bile 'yav yıkılıyor ortalık' dememe sebep oldu. Ve kesinlikle 2.sezonda daha da sevdim. Of, burada anlatamıyorum ama kesinlikle izleyin. 2.sezonun ana karakterlerinden biriydi Hopper. Will'in ağabeyi Jonathan'a kalpler atıyorum buradan. İçine kapanık, pısırık gibi dursa da bu karaktere vuruldum! Böyle cidden 80'lerden fırlamış gibiydi. Mike'ın ablası Nancy'i bir kaşık suda boğmak isteyen bir ben değildim herhalde? Hele Nancy'nin erkek arkadaşı Steve'e ne demeli? İlk sezonda bu iki karakteri cidden dövesim geldi. Ama 2.sezonda tüm düşüncelerim değişti. Özellikle Steve kendini sevdirdi. Kereta ya! (Hele o saçları...)

Ah bu arada dizinin şuan 2 sezonu mevcut. Hatta 2.sezonu çıkalı daha bir ay bile olmadı. İlk sezon 8, ikinci sezon 9 bölüm olmak üzere toplam 17 bölüm yayımlandı. İlk sezon, tanıtım sezonu olmasına rağmen baya akıcıydı. Yani ben bir bölüm bitince aralık vermeden diğerine geçiyordum. Bunu yaptıran çok az dizi vardır. Ve inanın bana 2.sezon çok daha fenaydı. Yani konu olarak çok gelişme yoktu ama çok daha derin bir konu işlemişler. Onu çok sevdim. Karakterler artık tam oturmuş, dizinin gidişatı belli olmuş. Birkaç yeni karakter de gelmiş ama bazıları hiç gelmese de olurmuş. Hatta 2.sezonda hangi bölüm tam hatırlamıyorum (7.olabilir) çok gereksizdi. Yani izledim sonra dedim ki ne alakaydı? Onun dışında enfes iki sezon sizi bekliyor.
Dizinin müziklerine de aşık oldum. Olaylar 80'lerde geçtiği için efsanevi şarkılar kullanılmış. Diziyi daha da yüceltti gözümde. 
Ay daha fazla beni yormayın. Direk başlayın. Gerilim var dedim ama süper korkunç değil. Bence gayet izlenebilir. Fringe ve X-Men havası bile verebilir size. Stranger Things'i izleyin ve yapılan esprilerden geri kalmayın derim. 😘

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

30 Haziran 2017 Cuma

Yabancı Dizi Önerileri: Genius ve Westworld


Merhabalar

Bu yıl Jane dizilere doymuyordu. Sürekli birini bitirip birine başlıyordu. 😏 Gençler cidden kendimi aştım. Eskisinden beter olmaya başladım. Dizi izlemeye başladım mı hayattan kopuyorum. Erasmus yaparken bile yarım bıraktığım tüm dizilerin yeni sezonlarına yetişmiştim. Siz düşünün gerisini...

Bu dönem de okul zamanı birkaç yeni diziye başladım. Eh bir de yaş ilerledikçe (22'yi doldurmak üzereyim çok da yaşlı değilim yahu) insanın ilgi alanları değişiyor ya da genişliyor. Ne hikmetse bende ikisi de oluyor. Hem değişiyor hem aynı kalıyor hem de genişliyor. Hal böyle olunca değişik kurgulu diziler izlemeye başladım.

Bunlardan biri Genius. Diziye aniden başladım. Konusuna bakmadım sadece Albert Einstein'in hayatını anlatacağını biliyordum. National Geographic'in yayımladığı 10 bölümlük bir diziydi. Her sezon başka ünlü insanların hayatlarını anlatacaklarmış. İlk sezon açılışı çok güzeldi bence. Albert Einstein'in ismini hep duyuyoruz. Kafasına elma düşerek yer çekimini bulan ünlü bir bilim insanı. Peki özel hayatı? Bilinmeyen yönleri? Ünlü olurken yaşadığı olaylar? Hepsini bu dizide bulabilirsiniz. Ben büyük bir merakla izledim. Ve cidden çok kaliteli bir dizi olmuş. Oyuncu seçimleri bile harikaydı. Böyle ilgi çekici değişik kurgulu dizi arıyorsanız kesinlikle Genius'ı öneririm. Ki zaten kültürel açıdan da size çok şey katıyor. 2.sezonu sabırsızlıkla bekliyorum efenim. 👯

Bir diğeri ise cidden beyin yakan bir dizi: Westworld. Bu diziyi Polonya'dayken duydum. İki arkadaşım izleyip, sohbetini yapıyorlardı. Gram bir şey anlamıyordum. Sonra dizi sezon finaline girdi. Tüm bölümler hazır olunca bir izleyeyim dedim. O da ne? Meğersem benim delisi olduğum
Lost ve Fringe'in yapımcısının yeni projesiymiş. J.J. Abrams candır. 💙 Hoş

 son bölüme kadar kurguyu toparlayamadım. İşin içinde ileri düzeyde robotlar var. Resmen insanlardan ayırt edilemiyorlar ve bu robotlar için ayrı bir dünya da yaratmışlar. Westworld (Batı Dünyası) İnsan görünümlü son sürüm bu robotlar orada belirli bir kurguya göre yaşıyorlar. Yani aslında bir nevi Yaratıcı ve yanında çalışanlar senaryo yazıp onlara göre rol veriyorlar. Ama bir süre sonra iş kontrolünden çıkıyor. Spoiler vermeyeceğim ama son bölümden sonra böyle donup kaldım. "O neydi kız!?" 😲 Yani anlayacağınız şu an 2018'i en sabırsızlıkla bekleyenlerden biriyim. Ve diziye alıştım. Kesinlikle de öneriyorum. Sadece izlerken sabırlı olun. Öyle kolay lokma bir dizi değil. Sindire sindire izleyin. Günde iki bölümden fazlasını kaldıramayabilirsiniz. Beyin yakar. 😖

Şimdilik dizi maratonum böyle. Önerilerinizi elbette beklerim. Siz de önerdiklerimi izlerseniz gelin muhabbetini yapalım. Şu hayatta en zevk aldığım şeylerden biri de bu. Sanki çevremdeki insanlarmış gibi dizideki karakterlerin dedikodularını yapmaya bayılıyorum. 😂

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Haziran 2017 Pazartesi

Yabancı Dizi Önerisi: Sense8 (Şiddetle Önerilir)


Merhabalar

Bazen 'keşke tamamen unutsam da ilk defa izliyormuşum gibi yine izleyebilsem' dediğiniz diziler var mı sizin de? Benim elbette var. Hatta beni çok iyi tanıyanlar Lost ve Fringe'ın bende yerinin çok ayrı olduğunu bilirler. Merlin, Prison Break gibi vazgeçemediğim dizileri hiç dile bile getirmiyorum. Anlayacağınız dizi listem baya uzun.

Size şimdi son zamanların çok keşfedilmemiş ama enfes bir kurgusu olan diziden bahsedeceğim. Ah, bir de bu enfes diziyi iptal ettiler. İnanabiliyor musunuz? Durun, ona da geleceğim.

Sense8'i duymuş muydunuz? Netflix'te yayımlanan 2 sezonluk bir dizi. Normalde yeni diziye başlamayacaktım. Ama sonra Instagram'da PuCCa ve eşinin bu diziyi izlediğini gördüm. Ki PuCCa'nın zevkine hayranımdır. Ondan görerek ben de başladım. İlk bölümü izledikten sonra beynim hafiften alev aldı. Gram bir şey anlamadım. Ama yarım bırakır mıyım? O göz var mı bende! Ben ki Fringe'ı çözmüş ve aşık olmuş insanım. Neyse efenim. Dizinin kurgusundan bahsedeyim.

Sekiz farklı karakter var. Sekizi farklı yerlerdeler. Hatta ikisi dışında diğer tüm altı karakter bambaşka ülkedeler. Ama birbirlerine bağlılar. Yani süper ötesi bir bilim kurguyu içeriyor dizi. Şöyle; Londra'da olan kızımız bir anda kendini Berlin'de ya da Hindistan'da ya da Amerika'da bulabiliyor. Sadece sekiz kişiden biri onu görebilir. Yani bu sekiz kişi birbirlerini farklı ortamda görebilir, temas kurabilir. Diğer insanlar ne görüyor ne duyuyor. Of düşünsenize ne maceralar ortaya çıkıyor. Mesela Koreli bir kadın var. Kadını öldürmeye geliyorlar ve tam o sırada diğerlerinden yardım istiyor. Alman bir tane asi bir adam var. Süper dövüşüyor. Sonracığıma Amerikalı taş bir bebek de polis o da çok iyi koruyor kendini. Hintli bir kadın var, tıpçı, yaralanmalarda yardımcı oluyor. Ve daha ne yeteneklileri var. Benim öyle bir ekibim olsa değil yardım çağırmaya altın gününe  dedikodu yapmaya çağırırdım.. Eee, konuyu saptırmayayım.

Konuyu tam anlatamamış olabilirim. Diziyi çok güzel kavradım ama anlatması biraz zor. Dizi konusunda bana güveniyorsanız kesinlikle izleyin. Yani elimde olsa etrafımdaki insanları bir odaya kapatıp bu diziyi izletirdim. O derece dehşet-ü-l vahşet bir diziydi. İki sezondan oluşuyor. Özel bölüm de dahil toplam 24 bölümcük. Yani ben üç günde bitirdim. Diziyi adeta yedim bitirdim. 

Ben izlerken başka bir arkadaşım da başladı. Muhabbetin dibine vurduk. "3.sezonu nasıl bekleyeceğiz yaaa" derken Netflix bir açıklama yaparak diziyi iptal ettiklerini, 3.sezonun olmayacağını söylediler. Neymiş efendim çok masraflıymış. Tamam 7 farklı ülkede diziyi çekmek zordur. Hele o aksiyonlu sahneler baya zorluyordur ama bunu göze alıp da başladınız sonuçta. 3.sezona gelince mi dank etti masraflı olduğu. Hayır yani çok gereksiz diziler devam ediyor da böyle kalite kokan bir dizi nasıl kenara itilir. Allah'ım umarım başka bir kanal keşfeder de o devam ettirir. Yemin ederim bu haberi aldıktan sonra kim bir şey dese, "Ya ama Sense8'i bitirmişler," diyerek suratımı asıyorum. Ve Sense8'ten sonra hiçbir dizi tat vermemeye başladı. O kadar etkileyiciydi ki. Ne ararsanız var.

Aksiyon dolu sahneler, hem çekici hem çelişkili aşklar, çıkar ilişkisi olmayan dostluklar, LGBT, müthiş aksanlar ve soundtrack. Dizide çalan her şarkıyı indirdim. Hele bir tanesi var! Kesinlikle dinleyin ve şu sahneyi de izleyin.


Eh bir de aykırı bir dizi. Evet, bilim kurgu bir konusu var. Aksiyonlu sahnelerde soluğunuz kesiliyor. Ama gerçek hayattan kesitler de sunuyor. Siyaseti eleştiren bir tarafı da var. LGBT temalı olması da hem destek görüyor hem de bazıları tarafından beğenilmiyor. Oysaki öyle güzel işlemişler ki konuyu. Meksikalı iki erkeğin ilişkisi gözünüze itici gelmiyor. Ya da bir erkeğin kadına dönüşerek bir kadınla ilişki yaşaması size mantıksız gelmiyor. Günümüzde artık bu kabul edilebilir bir şey. Sonuçta hepimiz insanız. Seçimlerimiz, kararlarımız bize ait ve kimliğimizi oluşturan faktörler. Kimse kimseyi eleştiremez ya da yargılayamaz. İşte Sense8 bunu adeta içinize işliyor. Farklılığı sevdiriyor ve kötü bir yanı olmadığını gösteriyor.

Ne diyebilirim ki? İyi ki karşıma çıkmış ve izlemişim. İyi ki böyle bir yapım yapmışlar. İyi ki bu oyuncuları seçmişler. Ve iyi ki bu şarkıyı dizide çalmışlar. Şu an hayatımın şarkısı "What's up" kesinlikle!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Bakın çok ciddiyim. İzlediğinize pişman olmayacaksınız! Eee bazı sahneler çok açık olabilir. Rahatsız olanlar o sahneleri atlayabilirler. Game of Thrones izleyen nesiliz çok da şeey etmez bizi bence. Bol kahkahalı, nefes kesen dizi sizi bekliyor! 

23 Haziran 2017 Cuma

Yabancı Dizi Önerisi: 13 Reasons Why


Merhabalar

Gündeme bomba gibi düşen bir diziden bahsedeceğim. 13 Reasons Why (Ölmek İçin 13 Sebep) aslında bir kitap uyarlamasıdır. Ülkemizde de Artemis Yayınları'ndan çıkan Jay Asher tarafından yazılmış bir gençlik hikayesidir. 

Amerika'daki okullarda gerçekleşen zorbalıkları ön plana alan yazar, değişik bir yöntemle bunu ifade etmiş. Yani öyle ki kitabı okuyan ya da diziyi izleyen bir kişi ya çok etkilenip, aynı şeyi uygulamak istiyor ya da zorbalığa kalmış biri ise nasıl mücadele edeceğini keşfediyor. 

Kurgunun genel hatları şöyle; Hannah Baker adındaki bir genç kız okulda ciddi zorbalıklara maruz kalıyor. Bir süre sonra bunun üstesinden gelemiyor ve intihar etmeden önce intihar etmesine sebep olanlara birer kaset hazırlıyor. Toplamda 13 kişiyi hedef alan bu kasetleri, hedeflediği kişilerin dinleyeceği şekilde bir plan yapıyor. İntihar ettikten sonra ise bu kasetler sırasıyla o kişilere gidiyor. Her biri dinledikten sonra sıradaki kişiye ulaştırmak zorunda. Clay Jensen adlı bir çocuğun kasetleri alıp, dinlemesiyle asıl olaylar başlıyor. Kendisi de listenin içinde aslında. Ama diğerlerinden daha farklı bir tepki veriyor. Bir nevi Hannah'ın intikamını almaya çalışıyor.

Diziyi izlemeden önce kitabı okudum. Okurken bazı şeyleri tam kavrayamamıştım. Yani çeviriden mi kaynaklı yoksa yazarın dilinden mi kaynaklı bilemiyorum. Ama diziyi izledikten sonra her şey yerine oturdu ve büyük bir depresyona girdim. "Gerçekten de böyle şeyler yaşanıyor mu?"

Dizinin bu kadar tutmasının bir sebebi de yapımcılığını Selena Gomez yapıyor. Hatta çoğu kişi o da oynuyor sanıp diziye öyle başlamış. Buna açıklık getireyim; Selena Gomez dizide rol almıyor sadece iki şarkısı soundtrack'ta yer alıyor. Bunun dışında dizinin kadrosu çok iyi seçilmiş bence. Karakterlerle oyuncular cuk oturmuş. İzlerken rahatsız olduğum bir durum olmadı.


Öncellikle, Hannah Baker'i kesinlikle desteklemiyorum. Evet, zorbalık görmesinden dolayı zor zamanlar geçirmesi gayet normal. Ama kaçış noktası olarak intiharı görmesi çok yanlış. Ve son kez, yaşamasının bir anlamının olmadığını destekleyecek bir sebep bile arıyor. Hatta direk bu sebebe koşuyor bile diyebilirim. Okuyanlar ya da izleyenler ne demek istediğimi anlayacak. Yani Hannah'ın kararı bana tamamen yanlış geliyor. Ama öteki yandan şu kaset olayını çok güzel düşünmüş. İnsanların hatalarını saklamak ya da görmezlikten gelmek yerine bir bir yüzlerine vuruyor. Hatta birbirlerinin pisliklerini dinlemesini sağlıyor. Listedeki kişilerin yaptıkları düşünülürse gayet güzel bir yöntem.

Şöyle de bir şey var ki dizi bir çok liseliye ilham vermiş. Bazı intihar haberleri bile gelmişti. Çok riskli bir yapım olmuş. Ama diğer taraftan olaylar çok da güzel yansıtılmış. Yani bilinçli bir şekilde izlediğinizde iyi yönden örnek verici olduğunu görürsünüz. Şakasına, "Ya ehehe ben de size kaset hazırlayacağım ortalık karışacak" diyerek arkadaşlarıma da önerdim diziyi. Hatta en yakın arkadaşım 1.5 günde diziyi izledi ve ortalıkta ruh gibi gezdi. Aynı şekilde ben de bir hafta sonumu bu diziye ayırdım ve beklenmedik şekilde etkilendim. Değişik bir şey de oldu. Diziyi izlerken saçlarımı normalinden baya kısa kestirmiştim. Hemen ardından Hannah'ın da saçını kestirdiği bir bölüm vardı. Ne hikmetse saçlarımız aynı modeldi ve şöyle bir şey diyordu; "dış görünüşümdeki değişiklik aslında bir yardım çağrısıydı ama kimse duymuyordu" Bir ara kendimden şüphelendim yoksa ben de ağır bir depresyonda mıyım diye. 👀 Yani dizi aslında baya etkileyici bir faktör olmuş.


Ve tüm bu detayları görmezlikten gelirsem de diziyi izlemenizi öneririm. Cidden kaliteli bir dizi olmuş. Soundtrack müthiş. Oyuncular yetenekli. Sahne geçişleri en sevdiğim özelliği oldu. Ve kurgu sizi kendinize çekiyor. İzlediğim hiçbir bölümden sıkılmadım. İlk sezon zaten 13 bölümdü. İkinci sezon onayı da aldı. 2018'de Nexflix'de yayımlanacak. 

Çok da ciddiye almadan izleyin diziyi. Etkilenmeyin. Ama bilin ki böyle şeyler gerçekten de Amerika'da gerçekleşiyor. Bizim okullarımızla çok zıtlar. Çok farklı özelliklerimiz var ama insan ister istemez etkileniyor yine de.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Kesinlikle "The Night We Met - Lord Huron" dinlemenizi öneririm!