Pages

Hayatın İçinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayatın İçinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2014 Cumartesi

Jane'den Bir Haftasonu Sohbeti : Kendi Terapinizi Kendiniz Oluşturun

Merhabalar !

Az önce bir günlük defterinin daha sonuna geldim. Defteri, diğer günlüklerin yanına koyarken bir baktım ki bir sürü defterim olmuş. Hepsinin içi yamuk yazılarımla dolu. (Şükürler olsun ki blog'da el yazımı kullanmıyorum.) Bir gelenek haline gelmiş olan, eski günlükleri karıştırma zamanı olarak yatağın üzerine hepsini koydum. Lise yıllarımdaki günlüklere şöyle bir göz attım. Resmen kendimden soğdum. :D Günlük tutmak iyi bir şey mi kötü bir şey mi henüz anlamış değilim. Daha hayatın gırgır şamatasındayım. Belki şöyle 30'lu yaşlarıma geldiğim zaman günlüklerimin değeri artacak. Deneyimlerinizi, yaşadıklarınızı, gizli saklı duygularınızı kağıtlara yazmak... gelecekteki benliğinize inanılmaz bir miras olacak.

Her zaman insanların deneyimlerine hem merakım hemde saygım vardır. Bu yüzden günlüklere aşırı merakım var. Şuana kadar bi PuCCa'nınkileri okudum. Ama her fırsatta yayınlanan günlükleri okumak istiyorum. İnsanın neler yaşadığı o kadar ilgi çekici ki... Her insan bambaşka şeyler yaşıyor. Bazen ortak yaşadığınız şeylerde oluyor. 
Ve bunları kayıt altına almak cidden cesaret verici bir şey. Günlük yazıp, onları saklamak ise bambaşka bir olay. Tumblr'da hep "Günlüğümden bile gizlediğim şeyler var." ya da "Günlüğüm okunsa mahvolurum." gibisinden yorumlar görüyorum. Haklılar yani... En açık, en doğal, en içten olduğunuz yerdir günlükler.

Ben kendimi bildim bileli günlük tutuyorum, yazıyorum. Elbette bazılarını ya kaybettim ya da okunmayacak bir hale getirip sinirden çöpe attım. Hiç unutmuyorum, 7.sınıfta tuttuğum günlüğün sayfalarını guaj boyalarıyla linç etmiş, ateşe vermiştim. Sanki devlet sırrı var içinde! :D Tabii böyle yapma sebebim ise küçük yaşlarda tuttuğum günlüğün babamın eline geçmesiydi. Hani sadece sizin bildiğiniz bir sırrınız vardır. Bir günlüğe yazmışsınızdır o kadar. Kimse bilmiyordur. İşte o "sırrımı" babamın ağzından duyunca tüm günlüklerimi okuldaki kağıt atık kutusuna atmıştım. Kimse karıştırmasın, direk öğütücüden geçsin diye. Ve umarım cidden birilerinin eline geçmemiştir !

Neyse, günlük tuttuğumdan bahsediyordum. Yazmayı zaten çok sevdiğim için günlük tutmak benim için büyük bir hobi. O kadar alışmışım ki bir gün yazmasam sanki yaşadığım o günü unutuyormuşum gibi hissediyorum. Her fırsatta yazıyorum. Bazen minik kağıtlara, bazen özel tuttuğum defterlere... Bir de şöyle bir huyum var günlükte açık açık isim vermiyorum. Herkesin bir takma adı var. :D O kişiler takma isimlerini okusalar kesin beni taşlarlar. Ama öyle yazmak daha eğlenceli. Sadece senin bildiğin bir oyunu oynuyormuşsun gibi oluyor. Ve özgürce, içimden geldiği gibi yazıyorum. Elbette bazı minik şeyleri günlüğüme yazmıyorum. Her ne kadar kişisel olsa da günlüklerini karıştırmak için fırsat kollayan minik bir kardeşiniz olabilir. Ya da ileride büyüyüp, afacan bir yeğeniniz olabilir. Önlem almak lazım.

Ama genel olarak benim her şeyimi günlüklerimden öğrenebilirsiniz. Motora bağlanmış gibi yazıyorum. Yazmak, artık benim bir terapim olmuş. Anlatmaya çekindiğim, anlatmak istemediğim ya da anlatsam da karşımdaki insanın anlamayacağını düşündüğüm şeyleri yazıyorum. İçimde kalırsa daha kötü. Hepsini yazıya döküyorum ve benden hafifi kimse olmuyor. Öyle bir rahatlıyorum ki... Zaten çok konuşmayı seven biri değilimdir. Her zaman dinleyici tarafı olmuşumdur. Karşımdaki anlatsın, ben dinleyeyim. Ama bana "ee sende ne var ne yok" demesin. Anlatamam. Bir kıtlık gelir. Ki ben içtenlikle anlatamam da. Bir an önce konuşma bitsin diye kelimeleri arka arkaya sıralarım ve bir süre sonra kekelerim. "Eee-ee öyle işte" diye cümleyi sonlandırırsam zaten pilim bitmiş demektir. :D 

Günlüklere yazmak, en büyük terapim. Hayatımın bir parçası. Kurtarıcım. Bazen insan kimseye bir şey anlatmak istemez. İşte o zaman yazıya dökün. Saklamak istemiyorsanız bile yazın ve sonra yok edin. Bir şekilde dışarı yansıtın ki rahatlayın. Kendi terapinizi kendiniz oluşturun. Tamam, bu biraz tuhaf olacak ama her ne kadar psikolog olmak istesem de psikolog'a gidip, bir şeyler anlatmak istemiyorum. Ama psikolog olup, insanları dinlemek istiyorum. Ne yazık ki bu dünyaya dinleyici olarak gelmişim. :D Bu yeteneğime alıştım ve sevmeye başladım.
Anlatamadıklarınızı, içinizde yaşadıklarınızı yazın. Bir şekilde dökün, kurtulun. Günlük yazmak gibisi yok. Şuan içimi dökmek için yazıyorum ama ileride bana yol gösterek bir etken olabilir. O yamuk yazılarda, sayfalarca kağıtlarda yaşadıklarım, iyi veya kötü deneyimlerim, yaşadığım her yılın bir profili yer alıyor. Bir gün yaşlandığımda, sallanan sandalyemde oturup, sıcak kahvem yanımda dururken hepsini tek tek açıp, okuyacağım. Hayatın aslında ne kadar kısa olduğunu, nasıl değerlendirdiğimi ve tüm pişmanlıklarımı, keşke'lerimi, acaba'larımı ve iyi ki'lerimi göreceğim. Bundan güzel bir mutluluk olabilir mi ? 

Yazın, yazabildiğiniz kadar. Boş bir sayfayı önünüze alın, kalemi parmaklarınıza tutturun, sonrası zaten kendiliğinden gelecek. Arka fonda favori şarkılarınızın çalmasını ihmal etmeyin !

Kocaman sevgiler, öpücükler : Jane

Not : Bir gün öldüğüm zaman günlüklerime el atacak kişiye de minik bir yazı yazdım. Umarım etkileyici bir yazı olur ve okumaz ! :D 

21 Eylül 2013 Cumartesi

Film Önerileri : Haftasonların Tadını Çıkarın !


 21 Jump Street -Liseli Polisler- : Aksiyon, Komedi, Suç / Filmi, ilk çıktığı zamanlar izlemiştim. Channing Tatum başrolde olunca yerimde duramadım. :D Aksiyon ve komedinin olduğu her film güzeldir bence. O yüzden bu filmi çok sevdim. 2012'nin en güzel filmlerinden biriydi.

Honey : Drama, Müzikal, Romantik / Step Up serisi bittikten sonra habire müzikal ve dans dolu filmler izlemek isteyebilirsiniz. Honey'de de bol bol dans, eğlence ve aşk var. Jessica Alba'yı bir de dans ederken görün. :D

Maske : Fantastik, Komedi, Macera / Jim Carrey'in eski filmlerinden biri. Eminim ya ismini duymuşsunuzdur ya da mutlaka bir yerlerde fotoğraf, replik falan görmüşsünüzdür. İşin içinde Carrey olunca eğlenmemek, gülmemek imkansız. Mutlaka izleyin derim. :D

Son Durak Serisi : Korku / Bu seriye bayılıyorum ! Bir yaz, sadece korku ve gerilim filmleri izlemiştim. Son Durak'ta izlediğim filmlerden biriydi. Beş filmini de bıkmadan seyrederim. Gerçekten korku ve gerilim severler bu seriyi izlesin. Her filmde konu farklı fakat mantık aynı. Yine de insan izlerken heyecanlanmadan ya da bir gözünü kapatıp, diğer gözüyle korkuyla izlememek mümkün değil. :D

Bir Gün : Dram, Romantik / Bir Gün'ün ilk önce kitabını duydum fakat okumadım. Okuyan bir kaç arkadaşım pek tatmin olmadığı için bende pek ilgilenmedim. Derken, filmi çıktı. Anne Hathaway başrolde olunca, izlenmeye değer buldum. Ve izledim. Çok çok çok etkilenmiştim. O kadar güzel bir filmdi ki... Yeniden izlemeye korkuyorum. Çünkü filmin son sahnesinde canım acımıştı. İçimi burkan, beni hüzünlendiren filmleri ayıla bayıla izlerim ama içimde koca bir boşlukta oluştururlar.
Dear John - Sevgili John : Dram, Romantik / Channing Tatum ve Amanda Seyried başrolde ve ben izlemeyecektim ? Tanrım, bu iki oyuncuya bayılıyorum. Her filmlerini ön yargısız izleyebilirim. Bu filmlerini de izledim. İçimi burkan bir filmdi, yine. Bazen hüzünlendirse de bazende aptal aptal sırıtmama sebep oldu. :D
The Last Song - Son Şarkı : Bir ara Miley Cyrus'ın filmlerine takıntı olmuştum. Bu filmini de o zamanlar izledim. Aslında bu da bir kitaptan uyarlama film. Dear John'ın yazarıyla aynı. Adam nerede hüzünlü, can acıtı konular var hepsini kitap olarak yazmış ve yapımcılarda filme çevirmiş. Film sonunda ağlamadan duramadım. Eğlendiğim sahnelerde vardı. Bkz : Miley ve Liam Hemsworth'ün eğlenceli sahneleri. (Ve film müziklerini çok sevdim.)

Diğerleri : Dram, Gerilim, Korku, Gizem / Sanırım izlediğim ilk korku filmlerinden biri. Bir gün ablamla evde dvd'sini bulunca açıp izledik. Bana bir şeyler oldu sanki. :D İlk izlediğim de fena halde korkmuştum. Sonra her haftasonu bıkmadan izleyince, aslında korkudan çok gizemin ön planda olduğunu farkettim. Yıllar geçse de hala etkisinden çıkamadım filmin. Eh, Nicole Kidman'nın yan etkileri...

Part Of Me - Katy Perry : Belgesel, Dans, Müzikal / Katy Perry'nin hayatını anlatan, belgesel niteliğinde bir film. Açıkçası bu filmi çok merak ediyordum. Dünyaca ünlü, büyük başarılar kazanmış biri olan Katy'nin hayatını çok merak ediyordum. Ve filmi izleyince, gerçekleri anladım. Dünyaca ünlü bile olsa sadece kameralar önündeki mutlu hallerini görüyoruz. Kamera arkasında, yalnız kaldıklarında neler yaşadıklarını kimse bilmiyor. Katy, bu anlarını çok güzel yansıtmış. Zaten kendisini ve müziğini seviyordum, saygı duyuyordum. Şimdi gözümde bambaşka bir Katy Perry var. İzlemenizi öneririm.

Aşkın 500 Günü : Romantik, Komedi, Dram / Zooey Deschanel ve Joseph Gordon-Levitt ikilisine bayılıyorum ! Onları aynı filmde izlemek mükemmeldi. Değişik ve hayatın içinden bir konusu vardı. Bu sefer aşkı, erkeğin gözünden izleyin. Bazı erkekler odun olmayıp, delice sevebiliyorlar. Gerçekten çok anlamlı bir filmdi. O yüzden en sona sakladım. Çünkü bu filmden bol bol replik paylaşmak istiyorum! :D 
Umarım okul dışındaki zamanlarınızı önerdiğim filmlerle değerlendirip, beğenirsiniz. Bir sonraki film önerilerimde görüşmek üzere !!!  :D

Sevgiler, öpücükler ; Jane

4 Eylül 2013 Çarşamba

Kitap Önerileri : Kristin Hannah Romanları



 Yaklaşık 3 gün blog'a yazı yazmayınca içime dert oluyor, kocaman bir boşluk hissediyorum. En sevdiğim aylardan birindeyim, favori mevsimim sonbahara adım attık, sonunda üşüyorum, üstüme bir şeyler giyip kitap okuyorum, film izliyorum... Kısacası bu anların tadını çıkarıyorum. Ama bir şeyler eksik... Kristin Hannah romanları. Bu kadının kitaplarını nedense sonbahar ya da kış zamanı okuyorum. Resmen içimi ısıtıyor, delip geçiyor beni. Sıcak, bunaltıcı havalardan kurtulduğuma göre Kristin Hannah zamanı diyebilirim. :D
Şuana kadar beş kitabını okumuş olmama rağmen resmen K.H. delisi oldum. Her kitabını gözüm kapalı alıp, okuyorum. Ki daha okunacak iki kitabı daha var. Onları kitap fuarına saklıyorum. :D Ama öncesinde geçen senelerde okuyup, hala etkisinde kaldığım ve anlatmaktan hiç bıkmayacağım kitaplarını blog'a eklemek istedim.
Acaba Kristin Hannah okumayı sevmeyen insan var mıdır ki ?
Blog'u ilk açtığım zamanlarda, K.Hannah'ın favori kitabım olan Ateşböceği Yolu'nu zaten doyasıya yorumlamıştım.

Gece Yolu : Beni yine çok etkisinde bırakan, okurken ve okuduktan sonra içime kocaman bir boşluk yerleştiren bir kitaptı. Hannah'ın bu özelliğini çok seviyorum. Okurken öyle bir etkisinde bırakıyor ki insanı... Sanki tüm o dertleri, acıları ben yaşıyormuşum gibi hissedip mahvoluyorum. İşin içine duygusallığımda eklenince uzun bir süre etkisinden çıkamıyorum elbette. :D Konusundan bahsetmek gerekirse... Yine işin içinde aile, dostluk, sevgi, aşk, acılar, kırgınlıklar ve hüzün var. Lexi,Zach ve Mia çok yakın arkadaşlardır. Zach ve Mia kardeşleri, Lexi'yi kendilerinden biriymiş gibi severler. Ve beklenildiği gibi Lexi ile Zach beraber olurlar. Bu çılgın dostlar gerçekten çok güzel günler geçirirler. Lexi, onların yanında biraz masum,saf ve yoksul gibi görünse de onlara gayet iyi ayak uydurur. Mia ve Zach'in annesi Jude ise çok panikli, korumacı ve paranoyak biridir. Hani bazı anneler, dışarı çıktığınızda habire erken gelin, şunu yapmayın, dikkatli olun falan der ya... Jude, aynen öyle bir anne. Ve çocuklarının bu kadar üstüne düşmesi onun felaketi olur. Bir gün Zach, Mia ve Lexi'yi dinlemeden içkili araba kullanır ve Mia ölür. Jude ise bu olanlardan sorumluyu Lexi olarak görür. 18 yaşındaki bir genç kızın hayatı mahvolmaya başlar. Sanki hapishaneye girdiği yetmiyormuş gibi Zach'le büyük bir sorumluluğun içine girerler. Aradan yıllar geçtikten sonra bazı şeyler yerine oturur ama olanlar olmuştur. Çok güçlü bir kadın olan Lexi'ye imrendim. Onun yerinde olsam ben ne yapardım, hiç bilmiyorum. Hannah'ın kadın karakterlerinin, erkek karakterlerinden daha güçlü olmasını seviyorum. Kitaplarında da bunu çok güzel bir şekilde dile getiriyor zaten.
Tüm duyguları yoğun bir şekilde yaşadığımız bir kitaptı.

Kış Bahçesi : Kitap bir masal tadındaydı. Böyle okurken beni aldı, götürdü o masallarda anlatılan diyarlara. Anne olmadan annelik bilinmez derler ama Hannah bu kitapta anneliğin fedakarlık,sevgi ve koruyucu duygularını öyle bir güzel anlatmış ki... İlk sayfalarda gerçekten neler olduğunu anlamamıştım. Yaşlı, huysuz bir kadın kendisini ziyarete gelen ve çok zıt olan kızları Nina ile Meredith'e karşı çok mesafeli ve soğuk davranır. Sanki onlara zor katlanıyormuş gibi... Bir de buz gibi hava da bahçesine çıkıp, saatlerce oturduğu oluyordu. Ama sonradan yaşam hikayesini anlatınca tüylerim diken diken oldu. Bir kadının, genç yaşamındaki aşığı, evliliği, çocukları ve zorlu yaşamını okumak çok etkileyiciydi. Savaş dönemlerini, kurgusal okumak çok hoşuma gidiyor. Bu kitaptan da büyük bir zevk aldım okurken. Dediğim gibi kitabın başlarında konunun ne olduğunu, nasıl ilerlediğini pek anlamıyorsunuz. Ama eğer benim gibi inatçı bir kitap kurduysanız sonunda zafere ulaşıp, mükemmel bir K.Hannah kitabı okumuş oluyorsunuz. Tüyler ürperten ve tam adına yakışır bu kitabı kesinlikle öneriyorum !

Gerçek Renkler : Ateşböceği Yolu ve Kış Bahçe'sinde yaşadığım inanılmaz duyguları bu kitapta ne yazık ki yaşamadım. K.Hannah okumayı çok severim ama bu kitabında nedense eksik olan bir şeyler vardı. Doğruya doğru... Ama yinede inat ettim ve bitirdim. Bir daha açıp, okur muyum ? Hayır. Çünkü beni derinden etkileyen bir konusu yoktu. Ama okumasaydım da içimde kalırdı. :D Büyük etkiler bırakmasa da sonuna kadar okutturdu kitap. Bu sefer ki konumuz üç kız kardeş. Aralarındaki sorunları, kıskançlıkları, birbirlerine bazen düşman olmaları gibi konuyu ele almış yazar. Yinede okuduğum için mutluyum. Kesinlikle pişman değilim. Ama eğer ilk defa bir Kristin Hannah romanı okuyacaksınız, bu kitap ilk önereceğim tercih olmazdı. Bu benim kendi görüşüm elbette. :D 

Sevgi Uğruna Yaptıklarımız : Hannah okumaktan kesinlikle büyük bir zevk alıyorum. Yazar, realist ve genellikle kadınların ilgisini çeken konuları ele alıyor ama bazen öyle etkiliyor ve örnek oluyor ki... Her kitabından mutlaka bir ders çıkarabilirsiniz.
Bu kitabında ise yine çok sık karşılaşacağımız bir güncel konuyu ön plana koymuş ; Lauren, 17 yaşında ve lisede okuyan bir genç kızdır. Annesi ayyaşın tekidir ve gerçekten çok yoksullardır. Lauren, bir yandan okurken bir yandan da geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Ve bir süre sonra öğrenir ki erkek arkadaşından hamile kalmıştır. Annesinin yaşadığı hayatı yaşamamak için bebeğini evlatlık vermeyi kabul eder. Her ne kadar çok zor bir karar olsa da başka şansı yoktur. Angie ise genç bir kadındır. Mutlu bir evliliği ve büyük bir ailesi vardır. Fakat ne yazık ki çocuğu olmuyordur. Bir kaç denemeden sonra evlatlık almaya karar verirler ama işler yolunda gitmez. Evlatlık verecek olan anne adayı doğumdan sonra Angie'den kaçar. Yıllar sonra Angie, kader sayesinde Lauren ile karşılaşır. Ama geçmişindeki yaşadığı olayı tekrar yaşamamak ister. Lauren ise kararında kesindir.
Kitapta çaresizliği bariz hissediyorsunuz. Lauren'ın genç yaşta hamile kalması ve yapayalnız olması, Angie'nin ise ne kadar istese de bir çocuk sahip olamayışı... İki çaresizlik bir mutluluk filizi verdi kitapta. Yine soluksuz okuduğum bir kitaptı. Hannah yıktı, geçti ortalığı. :D
"Bazen sanki paramparça olmuş gibi hissediyorum."
"Böyle zamanlarda nefes alıp vermeye devam ederiz.Başka bir şey yapamayız."

Yeni çıkan iki kitabını alıp, okumak için gerçekten sabırsızlanıyorum. Ama dediğim gibi onları kitap fuarına saklıyorum. Öğrenciyiz sonuçta. :D 
Kristin Hannah okuyun, okutun. Eminim zevk alıcaksınız ve etkisinden çıkmak biraz zor oluyor. Bu kadın dram ve realist kurgu yazmada bir numara !

Sevgiler, öpücükler ; Jane

28 Haziran 2013 Cuma

Kitap Yorumu : Senden Önce Ben - Jojo Moyes


 

 Pegasus Yayınları'ndan çıkan ve okuyucular tarafından çok beğenilen bir kitap daha... "Senden Önce Ben" ülkemizde çıkar çıkmaz büyük bir ses getirdi. Okuyan herkes olumlu yorumlar yaptı. Ki okuyanların çoğu ağlamakla meşguldü. Benim okuduğum yorumlarda, kitabı okuyan sarsılmış ve etkisinden çıkamamış bir kitle vardı. O yüzden bu kitabı okurken hep bir korku içerisindeydim. Aniden bir şey olucakmış gibi diken üstünde okudum. Neyseki, kitap sonunda salya sümük ağlamadım. Sadece boğazıma kocaman bir yumruk takıldı ve nefes alamadım. İşte en fenası oydu.
     Aslında çok tuhaf bir okuyucuyum. Bazen kafam eser kendimi fantastik dünyaya kapatırım. Bazen ağlamak istediğim için Kristin Hannah tarzı kitaplar okuyup,kendime işkence ederim. Bu kitabı okumamın sebebi de hem çok beğenilmesi,hem konusu dikkatimi çekmesi hemde kitabın kapağı...


Kitabın arka kapak yazısını okuduğunuzda "Hmmm.Klasik bir aşk hikayesi tadında. Deli dolu bir kız, kaza geçiren adamla dramatik bir şekilde karşılaşır ve yakınlaşırlar. Sonu mutlu biter. Böylece klasik bir aşk romanı okumuş olurum." diyebilirsiniz. Şahsen ben öyle algıladım ilkten. Ama okudukça hayatın diğer gerçekleriyle yüz yüze kaldım... Kitaplarda sık sık tekerlikli sandalyede yaşam mücadelesi veren bir erkek karakteri, ailesinin durumu çok iyi olmadığı için ne iş bulursa çalışması gereken ve renkli bir kişiliği olan ama hayatını doğru düzgün yaşamayan bir kadın karakteri maalesef okumuyoruz. Bu yüzden kitabı okurken arada tuhaf hissettiğim zamanlar oldu.

Will; yakışıklı bir iş adamı, her fırsatta her şeyin tadını çıkaran varlıklı ve mutlu bir adamdır. Ama kaderin karanlık yüzüyle karşılaştığında hayatı tepe taklak olur. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Evet,bu konuyu hemen herkes düşünüp,yazabilir.Trajedi tarzında bir kaza ve klasik olay işte... Ama karakterin iç dünyasını okumak bir başkaydı. Yanınızda biri olmadan yemek yiyemiyorsunuz,yatamıyorsunuz,gezemiyorsunuz.Hiçbir şey yapamıyorsunuz. Çünkü tekerlikli sandalyeye bağlısınız. Empati kurunca gerçekten berbat bir his olduğunu anlıyor insan.



Lou ; ufak tefek yirmi yedi yaşında bir kız. Ailesiyle yaşıyor ve onlara bakabilmek için çalışıyor. Kendinden küçük kardeşi Katrina ise hamile kalıp eve dönmüştür. Her şey daha zorlaşıp,tüm yük Lou'nun üstüne kalır. Sporlar kafayı yemiş sevgilisi Patrick'le ilişkisi yolunda gibidir. Zevkle çalıştığı Cafe kapanınca ne yapacağını bilemez. Önüne gelen her işi kabul etmek zorundadır... Lou karakteri çevremizde karşılaşabileceğimiz türde. Çok renkli biri ama hayatını yaşayamıyor. Çünkü bambaşka sorumlulukları var.

Ve kader onları birleştiriyor.Lou,Will'e bakıcılık yapmak için iş görüşmesine gidiyor. İşe ilk başladığı zamanlar Will, Lou'ya gerçekten çok kaba davranıyor. Neyseki Lou çok sabırlı bir kız. Kardeşinin desteğiyle  işe devam ediyor. Bir süre sonra Will'le iyi kötü anlaşmaya başlıyorlar. Birbirleriyle uğraşıyorlar,Lou tekrardan Will'i hayata döndürüyor. Saçını,sakalını kesiyor.Bu basit,küçük bir şey gibi gözükebilir ama Will için büyük bir adım oluyor. Ama Lou, berbat bir şey öğreniyor. Will, daha fazla yaşamak istemiyor ve kendi isteği ile Dignitas'a* gitmeye karar alıyor. Ailesi bunun üzerine ondan altı ay daha zaman istiyor. İşte bu zaman içinde Lou, onu bu fikirden vazgeçirmeye çalışıyor. Will'in bakıcılarından biri olan Nathan'da yardım ediyor. Bir çok yeri geziyorlar. Hatta Will kaza geçirdikten sonra eski sevgilisi ve en yakın arkadaşının evlendiğini duyunca ilk önce çok sinirleniyor ama Lou ile yakınlaştıkça bu düğüne gitmeyi bile kabul ediyor.

Kitabın sonunu mutlu bitmesini beklemiyordum zaten. Ama yinede okurken bambaşka oluyor. Beni asıl etkileyen ise son sayfalardaki Will'in mektubu. İnsanın hem gözlerini dolduran hemde gülümseten bir mektuptu. Gerçekten çok anlamlıydı.


Neden böyle mutsuz sonla biten kitaplar okuyorsun diye soranlar oluyor. Bazen gerçek hayatı konu alan kitaplardan da yardım almak gerek. Hayatta her zaman güzel,mutlu ve iyi şeyler olmuyor. Diğer tarafıda görüp,öğrenmek lazım.Bu kitabı okuyunca hayatta "her an her şey" olabileceğini anlıyorsunuz. O yüzden yaşadığımız hayatın değerini bilmek lazım. Belki de nefret ettiğimiz hayat bir başkasının hayalindeki yaşamdır.Bunu bilemeyiz.


*Dignitas : İsviçre'de intihar etmek isteyen insanlara yardım eden (?) bir yer. İlaçlarla ya da iğnelerle acı çeken hastaların ölümlerini gerçekleştiriyorlar.

|||||

"...Sana bu parayı veriyorum, çünkü beni artık mutlu eden pek bir şey yok, sadece sen varsın.
 Beni tanımanın sana acı ve hüzün getirdiğinin farkındayım. Umarım bir gün bana daha az öfkeli ve kırgın olduğunda sadece bu yaptığımdan başka yapacak bir şeyim olmadığını, bunun gerçekten iyi bir yaşama sahip olmana, benimle tanışmasaydın sahip olacağın hayattan daha iyi bir hayata sahip olmana yardımcı olacağını da anlarsın.
... İşte böyle. Kalbimde bir iz bıraktın Clark. Komik kıyafetlerin, kötü esprilerin ve en küçük bir duygunu bile saklamak konusundaki beceriksizliğinle odamdan içeri girdiğin ilk andan itibaren bende bir iz bıraktın. Sen benim hayatımı, bu paranın senin hayatını değiştireceğinden çok daha fazla değiştirdin.
Beni o kadar sık düşünme. Seni sulu gözlü bir şekilde hatırlamak istemiyorum.Sadece iyi yaşa."

10 Haziran 2013 Pazartesi

Nora ROBERTS - Gelin Serisi

Serideki karakterlerin sanal ortamdaki halleri.Baştan ; Emma,Laurel,Mac ve Parker

  İlk defa bir Nora Roberts romanı okudum.Uzun zamandır okumayı planlıyordum zaten ve Y O R U M B A Z 'ın kitapları yollamasıyla Gelin serisine başladım. ( Bu konuda sonsuz teşekkürler Büş ! ) Fena başlangıç olmadı.Bazen gerçek hayat konulu romanları okumakta çok iyi geliyor. Serinin genel konusu şöyle ; Çocukluklarından  beri sıkı arkadaş olan Mac,Laurel,Emma ve Parker büyüdükleri zamanda aynı dostluklarını koruyorlar ve ortak bir iş yapıyorlar.Evlilik organizasyonu. Mac,profesyonel fotoğrafçı,Laurel tatlı ustası,Emma çiçeklerden sorumlu ve Parker ise elinden gelen her işi yapan bir karakter.Vows adını verdikleri organizasyon işlerini Parkerların büyük malikanesinde gerçekleştiriyorlar.Her kitapta her birinin mutluluklarını,yaşamlarını okuyoruz.


    İlk kitapta Mac ön planda.Onu tanıyoruz ve onun gözünden yaşamlarını okuyoruz.Bu 4 iş kadını aralarında süper görev dağılımı yapıyorlar ve ne olursa olsun her zaman beraberler.Mac,sorunlu bir aileden geliyor.Anne babası o 4 yaşındayken ayrılmış,babası özgür ruhlu bir insan olduğu için Avrupa'da geziyor.Annesi ise çok sinir bozucu bir kadın. 3 kere evlilik yapmış ve hala hayatının aşkını arıyor.Ve Mac ,dostları sayesinde hayatını normal yaşıyor.Daha sonra karşısına öyle biri çıkıyor ki...Aslında liseden beri tanıdığı Carter Maguire, şimdi gözünde daha farklı.İşte,olaylar o zaman başlıyor.Çünkü Mac birine bağlanmaya hazır bir kadın değil.Fakat Carter,onu öyle etkiliyor ki planladığı işlerde değişim oluyor.
  İlk kitap başlarda beni biraz sıktı.Her zaman ilk seriye başlarken biraz sorunlar yaşarım.Yeni karakterler,yeni yazar,yeni olaylar ve bakış açıları...Gerçek hayat konulu kitaplarla başım o yüzden dertte ama üstesinden geldim.İlk 50 sayfasından sonra kitaba ısındım.Ve geceleri,oda arkadaşım oldu diyebilirim.Akıcı bir anlatımı vardı.Güçlü kadın karakterleri her zaman severim ve Mac'de öyle biri.O yüzden kitabı çok sevdim.Bir de 4 kadının aralarındaki dostluk beni çok etkiledi.Her seride sıkı dost bağları görmek zor.Ama bu seride imrenilecek derecede bir dostluk bağları var.
   Kitabı öneririm.Özellikle boş zamanlarınız çok varsa çerez niyetinde okunacak tarzda bir kitap.


 İkinci kitapta ise çiçeklerle iç içe olan Emma karşımızda. Bu sefer onun gözünden olaylara tanık oluyoruz ve Emma'yı daha yakından tanıyoruz.Kendini bildi bileli çiçekler,bitkilerle bambaşka bir bağ kurmuş durumda.Uzaktan bazen delidolu gibi görünüyor ama aslında çok narin bir karakter.Anne babasının aşkını o kadar çok benimsemiş ki kendiside hayatının aşkını arıyor.Tıpkı ailesindeki yaşanılan aşklar gibi...Ama ne yazık ki bu zamana kadar öyle bir aşka sahip olamamış.
   4 baş kadın karakter dışında seride yakından tanımaya başladığımız bazı erkek karakterler bu kitapta daha çok ortaya çıkıyor.Carter'ı,Mac sayesinde tanıyoruz zaten.İngiliz öğretmeni ve klasik bir eş olacak tipte biri. Delaney Brown,Parker Brown'un erkek kardeşi.Kendisi bir avukat.Hafifte çapkın gibi ama Parker'ın dostlarına kardeş gözüyle baktığı gerçeği var elbette.(Hatta kasabada Del'in kızları diye bir laf geçiyor.O derece benimsiyor kızlarımızı :) Malcolm ise tamirci ve Del'in arkadaşlarından biri.Kendisi uzaktan biraz asi gibi görünebilir ama oldukça çekici biri.Grupta pek gözükmemekte ama ilerleyen kitaplarda baş karakterimiz olabilir... Ve son olarak Jack ise bu grubun mimarisi.Çapkın,serseri biri gibi.Ve Mac gibi o da birine bağlanmaktan korkuyor.Fakat Emma her zaman gözünde farklı.Jack,Del'in çok yakın arkadaşı olduğu için Emma'ya yakınlaşmaya çekiniyor biraz ama birbirlerinin arasındaki bağın farkedilmemesi imkansız.Kitapta elbette beraber oluyorlar ama Jack'in sorunları yüzünden olaylar farklı bir boyuta taşınıyor... Emma gerçek aşkını bulmuş gibi ama Jack'in duvarlarını yıkması lazım.


Üçüncü kitap ise acaip akıcı geçti.Aslında ilk başlarda biraz ön yargılı düşündüm.Çünkü serideki 4 kadın karakterden Laurel içlerinde en soğuk kişi gibiydi.Ama onun ağırlıklı olduğu kitabı okuyunca aslında cana ne kadar yakın biri olduğunu farkettim.Özellikle kendini bildi bileli Del'e aşık olması beni çok etkiledi.Yıllar boyunca başkalarıyla denemiş,beraber olmuş ama hiçbir zaman ondan vazgeçmemiş.Ve Del'de ona karşı bir şeyler hissetmemeye çalışmış.Çünkü Laurel'da onun 'kızlarından' biri. Ama artık dayanamadılar ve sonunda beraber oldular !!! Nasıl mutlu oldum anlatamam. :D Seriye çok alıştım.Sanki 4'ü de benim yakın arkadaşımmış gibi hissediyorum.Sorsalar bu nasıl bir karakter,biraz açıkla diye...gözümü yumup ağzımı açarım.Seri ilerledikçe bu grubu daha çok sevdim.Artık çiftler belli olmaya başladı. Mac-Carter,Emma-Jack şimdi Laurel-Del ve sıradaki çifti tahmin etmek zor olmasa gerek... Parker-Malcolm olacak.Zaten bu kitapta beraber olucaklarına ilişkin sinyaller aldım ve Malcolm'a daha çok ısındım.
     Onun dışında bu kitapta Mac'in annesi Linda'ya daha da sinir oldum.Laurel'ı bile üzdü.Neredeyse Del'le aralarına bile girecekti.O derece uyuz bir kadın...Del'in varlıklı olması Laurel'la ilişkilerini biraz zedeliyor gibi ama kitabın sonundaki Del'in konuşması ve sürprizi...Ayakta alkışlanacak türdendi.Kısacası...Bu seriye bayıldım.Her karakteri,her bir kitapta doyasıya tanımak,görmek müthiş bir şey.


Dördüncü kitap, Malcolm ve Parker çiftini anlatıyor.En sabırsızlıkla beklediğim kitaptı diyebilirim.Çünkü erkek karakterler içinde en çok Malcolm'ı sevdim.Hafif serseri tarzı,rahat giyinimi,kendinden emin davranışlarıyla favori karakterlerimden biri oldu.Ve annesine bayıldım ! Çok içten,sempatik ve doğal bir kadın.Kadının hal ve hareketlerini okurken çoğu yerlerde güldüm.Malcolm o konuda çok şanslıydı diyebilirim. Parker ise grubun en düzenli en planlı ve en titiz karakterlerinden biriydi.Karşısına araba tamircisi,çoğunlukla lekeli pantolonlarla ve yağlı ellerle gezen bir adam çıkınca tuhaf oldu aslında.Ama Malcolm öyle çekici biri ki Parker bu durum karşısında tepkisiz kalamadı.İlkten ık mık etti ama sonra çok tatlı bir çift oldular.
    Serinin son kitabında Mac ve Carter'ın düğünlerinide görüyoruz.Çok eğlenceliydi.Özellikle Vows'da kendilerinden birinin evlenmesi...tuhaftı ve okurken çok zevk verdi.Beni asıl etkileyen ise Malcolm'ın yaşamıydı.Geçmişte baya olaylar yaşamış ve kendi ayakları üstünde durmuş biri.Bu konuda Parker'la biraz zıtlar ama birbirlerini çekemeden duramadılar. :D 
     Bir Nora Roberts serisi bitirdim,sonunda ! Ve çok çok güzel bir seriydi.İçinizi ısıtan,yüzünüzü güldüren bazen gözlerinizi dolduran ve her kitabın sonunda bir iç çekişle kitabı elinizden bıraktıran bir seriydi. Artık yaz tatiline doğru girdiğimize göre kumsalda ya da evde okuyabileceğiniz ve memnun kalacağınız bir seri olduğu için kesinlikle öneririm.
     Bu arada kadın karakterlerden en çok Laurel'ı sevdim ve benimsedim.Onun kitabını okurken evde habire kurabiye yaptım.Sanırım tatlı yapmayı sevdiğimiz için Laurel'ı diğerlerinden daha çok sevdim.Ama Del'in kızlarının hepsi mükemmel !


Malcolm kucağında bir cips paketi ve elindeki kolayla koltuğa yayılmış,televizyonda yakaladığı bir motor yarışını izliyordu. 
Carter volta atıp duruyordu.
....
...
...
"Dökül artık."
"Sevdiğin birini bulduğunda,ama sonuna kadar sevdiğin biri ve o da seni sevdiğinde -tüm hatalarına,kötü özelliklerine rağmen, her şey sanki yerine oturuyor.Onunla konuşabiliyorsan, ve dinliyorsa , eğer seni güldürebiliyorsa, düşündürüyorsa, bir şeyler istemeni sağlıyorsa, gerçekte kim olduğunu görmeni sağlıyorsa, ve olduğun kişi daha iyiyse, sadece onunlayken daha iyiyse, hayatının geri kalanını onunla geçirmek istememek delilik olur."
Carter şaşkın bir tavırla güldü. "Geveliyorum değil mi ?"
"Hayır." Duyduğu şeyler içinde bir şeyleri harekete geçirirken Mal başını salladı. "Senin adına çok mutlu oldum Carter.Sen çok şanslı bir herifsin."

4 Haziran 2013 Salı

Kitap Önerisi-Yorumu : Açlık Oyunları / Suzanne Collins



Kazanmak ün ve talih anlamına gelir.
Kaybetmek kesin ölüm anlamındadır.
Açlık Oyunları başlasın...


Bir zamanlar Kuzey Amerika diye bilinen bir yerin yıkıntıları içinde Panem ulusu yaşamaktadır.Capitol'de on iki bölge bulunmaktadır.Bölgede yaşayan halk arasındaki çocuklar her yıl yapılan Açlık Oyunları'na katılmak zorundadırlar.Çünkü Capitol acımasızdır.Yarışma için yaşları on iki ve on sekiz arasında,bir erkek ve bir kız çocuğu olmak üzere iki kişi yarışmaya gönderiliyor.Bölgede yaşayan,bu yaş aralığındaki kişiler katılmak zorundalar.Başka şansları yok.Çekilişle 2 kişi belirleniyor ve TV'de canlı olarak yayınlanan ölümüne bir kavgaya yollanıyorlar.

  Katniss Everdeen,on altı yaşındadır,anne ve küçük kız kardeşiyle beraber yaşamaktadır.Açlık Oyunları'n da çekilişte ismi çıkan küçük kız kardeşinin yerine gönüllü o olur ve vahşi savaşa gitmeye hazırlanır.Ama her şey göründüğünden farklıdır ve Katniss tek başına hayatta kalmak zorundadır.



    Konusu yukarıda özet geçtiğim gibi.Bu seriyi ele almamın nedeni ise beni çok etkilemiş olması.Kitap ilk çıktığı zamanlar pek ilgimi çekmemişti.Fakat daha sonra herkesin elinde görmeye başlayınca bir risk aldım ve konusuna bakmadan satın aldım.Bir süre kitaplığımda süs gibi durdu.Daha sonra okuldaki kitap okuma saati için yanıma alıp,okumaya başladım.İşte o andan sonra bende kendimi Açlık Oyunları içinde buldum.İnanılmaz bir kurgu ! Okurken gerçekten kendimi kitaba gömdüm.Hala olayları düşündükçe ve hayal ettikçe kendimden geçiyorum.Macera seven bir insanım ve bu kitapta macera doruk noktasında.Katniss'le beraber hırslandım,savaştım,çabaladım diyebilirim.Çok güçlü bir karakter.Zaten bu ölümüne savaşta,kardeşinin yerine geçmesi bile ne kadar cesur olduğunu gösteriyor.
  
    Yazar, bu seriyi yazmadan önce araştırma yapmış ve buna benzer oyunların ( daha doğrusu ölümlü savaş diyebiliriz ) daha önce gerçekleştirildiğini duymuş.Çok tiksindirici bir şey aslında.Normal bir hayat yaşıyorsun,daha sonra zorunlu olarak bir oyuna katılmak zorundasın.Ve bu oyunda sadece bir kişi canlı kalabilir.Diğerlerini ya öldüreceksin ya da canını kurtaracaksın.Ama kazanmak için öldürmek şart.Ve bunları daha reşit olmamış çocuklar yapıyor.Okurken bir yandan söylendim bir yandan da hırsla okudum.Sonu beni tatmin etti ama sevdiğim karakterler öldüğünde mahvoldum diyebilirim.Zaten başka çareleri yoktu...

Açlık Oyunları filminden Katniss Everdeen

       Katniss,bu zorlu yaşamda hem annesine hem kardeşine sahip çıkıyor.Babaları öldüğünü için annesi henüz kendini toparlamış durumda değil.Bu yüzden tüm yük Katniss'de.Ve en yakın arkadaşlarından Gale var.Her zaman avlanmaya beraber gidiyorlar.Katniss ok atma konusunda oldukça uzman.Bu da Açlık Oyunları sırasında ona çok yardımcı oluyor.
  
       Peki Katniss dışında başka kim Açlık Oyunları'na katıldı ? Peeta Mellark ise diğer bir erkek karakterimiz.Katniss'le beraber oyunlara katılan diğer kurban diyebiliriz.

Açlık Oyunları filminden bir kare. Stilistleri Cinna, Katniss ve Peeta'yı gösteriye hazırlarken.Şu çok ünlü 'Alevler İçindeki Kız' kostümünün ön hazırlığı.
       
          İşin komik tarafıda ne biliyor musunuz ? Oyunlar başlamadan önce oyunculara el bebek gül bebek gibi bakıyorlar ve sonra ölümcül oyuna salıyorlar.Ne kadar acımasızlar değil mi ?
Oyunlar öncesinde seçilen adaylar bir trene bindiriliyor.Orada her çeşit yemek var.Yani bir güzel karınları doyuruluyor.Daha sonra Capitol'e geldiklerinde baştan aşağı temizleniyorlar ve özel odalarında dinleniyorlar.Özel yardımcılar var.Kuaför,moda uzmanı v.b. gibi. Oyunlar öncesinde tanıtım amaçlı büyük bir gece hazırlanıyor.Oyuncular bu gece için özel olarak hazırlanıyor.Katniss ve Peeta çiftini benim çok sevdiğim karakterlerden biri, Cinna hazırlıyor.Kostümlerine gerçekten bayılmıştım.Hatta kostümleri o kadar etkileyici ki Katniss, 'Alevler İçindeki Kız' olarak tanılıyor. Ve her çiftin başında bir akıl hocası oluyor.Bu akıl hocaları daha önce Açlık Oyunları'na katılıp,galip gelen kişiler oluyor.Katniss'le Peeta'nın akıl hocası ise Haymith,tam bir ayyaş herif.Ama göründüğünden de zeki bir insan.Oyunlar sırasında bizimkilere sponsorlar bulup,oldukça yardım ediyordu.Neyse, bu özel gecede her oyuncu tek tek sahneye çıkarılıp tanıtılıyor ve röportaj yapıyorlar.Özellikle Peeta'nın röportajı sırasında şok girmiştim ve bir sonraki sayfayı nasıl okuduğumu hatırlamıyordum.Orayı çok güzel düşünmüş yazar.Gerçekten merak edilisi ve okunulası bir bölümdü. ( Biraz daha meraklanmanız için o bölümden kısa bir şey paylaşacağım.Yazının biraz daha aşağısında yer alacak.) Ve oyuncular tam oyun öncesi küçük bir odadaki arenaya katılıyorlar.Aslında bir bakıma sınılıyorlar.Ne kadar çok ilgi çekici bir şey yaparlarsa ve yeteneklerini ortaya koyarlarsa o kadar yüksek puan alıyorlar.Bu puanlar onlar için değerli.Açlık Oyunları sırasında sponsor bulmaları konusunda kolaylık sağlamış oluyor. ( Bu sponsorlarda neyin nesi derseniz...Oyunlar sırasında oyuncular bir çok şeyle karşılaşıyorlar ve yaralanıyorlar.Bazı şeylere ihtiyaçları oluyor ve sponsor olan zenginler onların istedikleri şeyleri oyun alanına yollayabiliyorlar. ) Ve Katniss o deneme arenasında öyle güzel bir performans sergiliyor ki...Tam kızımızdan beklediğimiz bir şeydi.
     
Ve Açlık Oyunları Başlasın !

        Ve bu kadar hazırlıktan sonra her biri oyun alanına gidiyor.Öyle bir ortam var ki,Capitol her şeyi kendisi hazırlamış.Tüm alanı istediği gibi yönetebiliyorlar.İsterlerse hava çok soğuk oluyor isterlerse bir çöle dönüştürebiliyorlar.Ve savaşmak yerine habire saklanan oyunculara da korkutucu sürprizleri var. O yüzden bu oyundan kaçış yok ! Açlık Oyunları başladığı zaman oyuncular tam ortadaki erzaklardan kapabildiklerini kapıp,ormanın içine dağılıyorlar.Tabii o sırada size saldıranda olabilir çünkü oyun başladı artık.İşte ondan sonra macera başlıyor diyebilirim.Ben okurken çok büyük zevk aldım.Resmen olayların içindeydim.Anlatılmakla olmaz,okuyun derim.Zaten dünyada ve ülkemizde baya ses getiren bir kitap.
  Kitabın sonu,devam edileceğinin sinyallerini elbette veriyor.Tüm seriyi okumuş olmama rağmen ilk kitabın yeri bende çok ayrı. 2.ve 3. kitaplarıda severek ve merakla okudum.Ve seri bittiğinde boşluğa düştüğümü söyleyebilirim.O yüzden seriye başlarsanız pişman olacağınızı sanmıyorum.


   Ve serinin filmide var.Geçen sene Mart ayında vizyona girdi.Ben,arkadaşlarımla resmen heyecandan uçarak sinemaya gitmiştim.Bayılarak okuduğum kitabın filmini izlemek harikalar yaratacak diye hissediyordum ama filmi izleyince tüm hayal kırıklıkları bende toplandı.Kitap çok farklı film çok çok daha farklı.Ve kesinlikle kitabı tercih ederim. Filmdeki oyuncu kadrosu çok güçlü.Jennifer Lawrence,Liam Hemsworth,Josh Hutcherson gibi genç,yetenekli oyuncular var.Ama hem karakterler benim kafamda bambaşka,oyuncular onlara göre daha yetişkin duruyorlar hemde filmdeki bazı değişiklikler hoşuma gitmedi. 

Alaycı Kuş iğnesi

Açlık Oyunları'nın simgesi 'Alaycı Kuş' iğnesini Katniss,arkadaşının ona destek vermesi için hediye olarak alıyordu ama filmde gidip satın alıyor.Bu duruma çok gıcık olmuştum nedense.O yüzden eğer filmide izlemek istiyorum diyorsanız benim tavsiyem ilk önce kitabı okuyun daha sonra filme göz atın derim.Diğer kitapların filmleride çıkacak. Ateşi Yakalamak ( 2. kitap ) Kasım-2013 , Alaycı Kuş ( 3.kitap) Part 1 / Kasım 2014 ve Part 2  / Kasım 2015 olarak belirlenmiş.Serinin hayranları için iyi beklemeler dilerim.Sanırım bu sefer sinemaya uçarak gitmeyeceğim. :D 

Filminde en çok sevdiğim şey ise müzikleri oldu.Gerçekten çok etkileyici müzikleri vardı.



Açlık Oyunları filminden bir kare. Peeta'nın röportaj için katıldığı özel geceden bir fotoğraf. Ve aşağıda ise hem kitapta hem filmde geçen sözünü ettiğim bölümden alıntı yer alıyor ;

Peeta'nın röportaj sırasındaki heyecan verici konuşmasından minik bir alıntı ;

"Senin gibi yakışıklı bir delikanlı...Mutlaka özel bir kız vardır.Haydi,bize ismini söyle," dedi Caesar.
Peeta iç geçirdi. "Bir kız var elbette.Onu gördüğüm ilk andan beri aşığım.Ancak,toplama gününe kadar varlığımdan bile habersiz olduğuna eminim."
Kalabalıktan sempati sesleri yükseldi.Karşılıksız aşk konusu büyük bir rağbet görüyordu.
"Yoksa başka bir sevgilisi mi var ?"
"Bilmiyorum ama ondan hoşlanan çok erkek var," dedi Peeta.
"O zaman,yapman gerekeni söyleyeyim.Kazanıp,eve dönüyorsun.Herhalde o zaman sana hayır diyemez,değil mi?"
"Bunun bir işe yarayacağını sanmıyorum," dedi Peeta. "Yani kazanmak,benim durumumda bir şey ifade etmiyor."
Caesar kafası karışmış bir halde, "Ama neden?" diye sordu.
"Çünkü," dedi Peeta kıpkırmızı bir suratla adeta kekeleyerek."Çünkü...Benimle birlikte,o da buraya geldi."

Ölümcül oyundan sadece bir kişi canlı çıkabilir.Açlık Oyunları sonrasında galip kim mi geliyor ? Spoiler vermeyi sevmediğimi söylemiştim.Gerçekten şaşırtıcı bir şekilde oyun sonlandı.Merak ediyorsanız...Kitabı hemen kapın derim. :D 

Sevgiler,öpücükler ; Jane

Filmdeki Gale'yi Liam Hemsworth canlandırıyor.

Not : Seride Team Gale'ciyim.Peeta'yı da çok seviyorum ama Gale...işte o benim adamım.Hem kitapta hem filmde. :D

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Kitap Yorumu : Ateşböceği Yolu - Kristin Hannah



Ölmeden önce okunacaklar listesinde Kristin Hannah'ın 'Ateşböceği Yolu' da olmalı.Çünkü bu roman her şeyiyle mükemmel.

Kitabın yorumunu yapmadan önce kitabı elime aldığımda bi tuhaf hissettim.Hani bazı şeyler,geçmişte yaşadığınız anıları hatırlatır ve o an çok değişik bir duygu içinde olursunuz ya...İşte az önce bende o durumdaydım.Romanı geçen sene okul zamanında okumuştum.Ve etkisinden uzun süre çıkamamıştım.624 sayfaya doyamadım diyebilirim.Kristin Hannah'la ilk olarak 'Kış Bahçesi' romanıyla tanıdım.Ama bu romanını okuyunca yazarın büyük bir hayranı oldum ve o günden beri çıktığı her kitabını gözüm kapalı alıp,okuyorum.Yakında kitaplığımda sırf bir raf K.Hannah romanları ile dolabilir. :D



Gerçekten çok anlamlı,etkileyici,yeri geldiğinde eğlenceli ve kesinlikle değer verilecek bir romandı. Sevgi ve sadakat,fedakarlık ve dostluk üzerine yazılmış bir kitap.Unutulmayacak eserlerden biri.Olaylar 70'lerden başlayıp 2000li yıllara kadar geliyor.Ve yazar benim hiç yaşayıp,görmediğim o enfes 70li ve 80li yılları öyle güzel anlatmış ki yaşamış kadar oldum.Her zaman 80li yılları yaşamak istemişimdir.Çünkü gerçekten o yıl dünya bambaşka bir yer gibiymiş.Annemin anlattıkları kadarıyla...Belki de bu kitabı o kadar çok sevmemin nedeni de budur. Kitabı okurken o yılların heyecanını,enerjisini iliklerime kadar hissettim.Hele ki bu zamanlar, iki dost tarafından anlatılınca tadından yenmez oluyor.Yazar, iki kadının yıllarca yaşadıkları ebedi dostluğu mükemmel bir şekilde anlatmış.



Kitabı okumadan önce arka kapağındaki Susan Elizabeth Phillips'in yorumu çok dikkatimi çekti ve kitaba başlamama en büyük etkenlerden biriydi ; " Bu muhteşem romanın sayfalarını çok hızlı geçmek istemeyeceksiniz. Kapıyı kilitleyin, telefonunuzu kapatın ve yanınıza bir paket mendil alıp koltuğunuza yerleşin. (Sonra uyarmadı demeyin.) Kristin Hannah'dan başka hiç kimse kadınların dostluğunu tüm acısı, tatlısıyla bu kadar güzel yazamazdı.Harika bir yazar."

  Kitap,nasıl anlatsam...Yorumunu en zor yaptığım romanlardan biri olacak sanırım.Çünkü kelimeler yetmiyor anlatmaya.Beni bu kadar etkilemesinin diğer bir özelliği dostluk üzerine kurulu olması.Her zaman küçük yaşlardan itibaren başlayan arkadaşlıklara hayranımdır.Ve bu kitapta iki genç kızın nasıl tanıştıkları,nasıl hayaller kurduklarını ve nasıl eğlendiklerini anlatıyor.Kitap belli yıllardan oluşuyor. 70li yıllar ; lise hayatları,ilk aşkları,gelecekteki hayalleri,minik kıskançlıklar ve birbirlerine her zaman dost kalacaklarına dair verdikleri sözler,80li yıllar ; üniversite yaşamları,beraber sahip olacakları meslek hayatları ve gelecekteki yaşamları,90lı yıllar ; meslek hayatlarının getirdiği aradaki kopukluklar ama her fırsatta dostluklarını korumaları,aşk yaşamlarındaki karmaşa,2000li yıllar ise anlatılamayacak kadar dram dolu bir bölümdü.Anlatılması güç,okunması gereken bir kitap.



 Kitapta en en en çok etkilendiğim şeylerden biri de yazar aralara şarkı adları serpiştirmiş.Yaşanılan dönemlerin en sık dinlenen,genç kızların dinlemekten bıkmadıkları en ünlü şarkıların adlarını da kitabında yer vermiş.Ben ki müzik delisi insan,bu şarkıları tek tek araştırıp,dinlemeye koyuldum.Ve yazara bir kere daha hayran kaldım.Sayesinde eski tarzda müziklerle daha iç içe oldum.Özellikle Kelly Clarkson'ın A Moment  Like This şarkısını görünce baya şaşırdım.Çünkü kitabı okuduğum zamanlar K.Clarkson'a fena halde takmış durumdaydım.Benim için mucize olmuştu resmen.Ve bir diğer şarkı ise,hala sık sık dinlediğim ve beni çok etkileyen bir şarkı ABBA - Dancing Queen. Hem eski tarzda olması hemde dinledikçe kitabı bana hatırlatması nedeniyle şarkı her zaman dinlenilecek listemde.Ki bunlar daha başlangıç.Kitapta sayamadığım kadar eski tarzda şarkı adları vardı.Kesinlikle dinlenilmesi gereken şarkılar.Tabii modern zamandan kopup,geçmişe geri dönen insanlar için geçerli bu önerim.



      Şimdi yazımı tekrar okurken farkettim de ben kitabın konusundan pek bahsetmemişim.Kim bu iki kadın ? Neler yaşadı da beni bu kadar etkiledi ? İşte Kristin Hannah'ın şüphesiz en mükkemel romanının konusu ; Tully Hart,kendini bildi bile büyükannesi ve büyükbabasıyla yaşamaktadır.Annesi,özgürlüğüne düşkün,serseri bir kadındır.Tully'nin kaderi anne-babası yüzünden daha şimdiden belli olmuş gibiydi.Ama iyi bir dostluk her zaman geleceği değiştirebilir.Kitapta bunu fazlasıyla kanıtlıyor bize. Diğer karakterimiz Kate Mularkey ise çok iyi bir aileye sahip bir genç kızdır.Onunda kaderi bellidir.Kendi ailesi gibi mükemmel bir yuva kurup,mesleğinde iyi yerlere gelecektir.Ama Tully'le tanıştığında hayatın gerçekleriyle karşılaşır.Ve beraber bu hayatlara adım atarlar.Lise hayatlarından üniversite yaşamlarına,meslek seçimlerinden aşk hayatlarına ve günümüzdeki hallerine kadar ne çok detaylı ne çok sıkıcı ne de çok kısa anlatılmış bir roman.Her şeyi tam tadında okuyoruz.Yazar , dostluklarını küçüklüklerinden başlayıp,yetişkin birer kadın olana kadar anlattığı için onlar hakkında daha fazla bilgi sahibi oluyoruz.Ve sonu dram,duygu dolu bir şekilde bitiyor.Ama buna gerçekten değiyor.
Bazen olağanüstü,bilim kurgu kitaplarına sığınırken bazen de dram dolu kitaplara ihtiyacım oluyor ve bu kitap kesinlikle ihtiyacımı karşılamıştı.



  Herkese öneririm diyemiyorum çünkü bu kitap anlayana güzel.O yüzden bu yazıyı okuduktan sonra merak ediyorsanız kesinlikle alın,okuyun derim.Dram sevmeyen insanlar bile seveceklerdir diye düşünüyorum. :D Şimdiden iyi okumalar.Kristin Hannah ile tanışmaya çok geç kalmayın !

Sevgiler,öpücükler ; Jane

"Yaşlı bir dost en iyi aynadır..." - George HERBERT