Pages

İthaki Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İthaki Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ağustos 2022 Cuma

Yakın zamanda okumayı planladıklarım / Eylül 2022


 Hellöööö

Bu sefer yepyeni bir yazı dizisiyle geldim. Bu, uzun zamandır aklımdaydı. Aslında hem planlı bir okuma deneyimi olacak hem de önden size haber vererek daha motive olacağımı düşündüm. Ayrıca okuyanlardan yorumlar da gelir, daha çok okuma isteğim olur, bir sohbet oluşur dedim. Detaylar şöyle:

Her ay kaç kitap okuyorum gibi bir düzende gitmeyeceğim fakat yakın zamanda okumak istediğim kitapları sizinle paylaşmak istiyorum. İngilizce ve Türkçe karışık olacak, türde de sınır olmayacak. Birkaç yıldır nadir de olsa kurgu dışı kitaplar okuyorum ve çocuk kitaplarına fena sardım. (Çocuk kitapları için de ayrı bir yazı dizisi olacak.) Uzun zamandır okumayı ertelediğim kitapları öne çekerken yeni çıkan kitaplardan da araya serpmek istiyorum.

Ah bir de yarım bıraktığım ama devam etmek için can attığım seriler var. Açıkçası yazın öyle seri okumalarına giremiyorum. Hazır havalar yavaştan dönüyorken ben de serilerime göz atayım dedim. Yazı başlığında ay belirttim ama elbette bunları Eylül ayında okumam mümkün değil. Sadece listemde dursunlar, gelen yorumlara göre öncelik verebilirim. 

Gelelim listeye. *-* Kitapları neden seçtiğimden de kısaca bahsedeyim. 

 

(Kitap adı, yazar adı / Türk yayıncısı, çevirmen)

Eski Sevgili Mevzuları, Rachel Lynn Solomon / Yabancı Yayınları, Burcu Karatepe: Bu sürpriz bir kitap oldu benim için. Aslında daha önce okumadığım bir yazar ve bu kitabını da çıktıktan sonra keşfettim. Konusu bi hoşuma gitti. Fantastik okumalar arasında iyi gider diye düşünüyorum. Arka kapak yazısı için buraya tıklayın.

Malibu'da Son Parti, Taylor Jenkins Reid / Yabancı, Elif Nihan Akbaş: Taylor Jenkins Reid okumaya pandemide başladım ve bayıldım! Abartmayayım tabii ama yazarın dili ve kurduğu hikayeler çok hoşuma gitti. Elif Nihan'ın da çevirisi su gibi akıyor. Malibu'da Son Parti, pek heyecanla beklediğim kitaptı. Buna direkt başlayabilirim... Bakalım bu sefer nasıl ters köşe yapacak yazar. Arka kapak yazısı

 

Off Campus serisi - Anlaşma, Elle Kennedy / Yabancı, Hanife Albayrak Çift: Bir Yabancı kitabı daha. (Üst üste denk gelmiş valla.) Bu serinin eski kapakları yüzünden hiçbir zaman dikkatimi çekmemişti. Ama şimdi Yabancı ekibi öyle kapaklar hazırladı ki!!! Konularına bakmadan seriye atlamaya karar verdim. Benim için bir es kitabı olabilir. Fantastik sonrası okumalık gibi. Arka kapak yazısı

I'm Glad My Mom Died, Jennette McCurdy / Simon & Schuster, henüz çevrilmedi: iCarly izleyenler Sam karakteriyle hatırladığımız Jennette'yi tanır. Lise zamanında akşam 7'de deli gibi izlediğim dizilerden biriydi iCarly. O zamanlar onları örnek alsaydım şu an Danla Bilic'i sollamış bir YouTuber olabilirdim... Neyse, şaka bir yana Jennette'nin inanılmaz korkunç bir yaşamı varmış. Kitabın adından da anlayacağınız gibi (Annem Öldüğü için Memnunum) annesiyle ilgili dehşet bilgiler yer alıyor. Birkaç yorum okudum da etkilendim, kitabı okuyunca ne hissedeceğim bilmiyorum. Henüz Türkçeye çevrilmedi, İngilizceden okuyacağım. Çok merak ediyorum, yakında okuyup yorumunu yazarım. Arka kapak yazısı

  

Rahatlama Kitabı, Matt Haig / Domingo, Kıvanç Güney: Bir kurgudışı kitap. Matt Haig'in daha önce iki kitabını okudum. Hem dili hem de kurguları fena değildi, ayılıp bayılmadım ama hoşuma gitti. Bu kitabındaki alıntılar çook hoşuma gitti. Bir kitabı okurken eşlik edebilir. Motive edici, kişisel gelişim tadında bir kitap. Arka kapak yazısı

Ne Yaptığını Biliyorum, Alice Feeney / Yabancı, Zehra Uzun: Uzun zamandır gerilim kitabı okumuyordum. Yabancı'nın bu kitabı çok sevildi, ters köşe yaptı. Dedim ki bundan geri kalamaaam. Hemen aldım. Romantik komediler arasına sıkıştırırım mutlaka. Arka kapak yazısı

Gilded, Marissa Meyer / Feiwel and Friends, henüz çevrilmedi: Benim canım Marissa Meyer'ım. <3 En son Ay Günlükleri serisini okuyup onu en tepede bırakmıştım. En sevdiğim fantastik kadın yazarlardan biri. Ve şu an harika bir seriye başlamış!!! Henüz Türkçeye çevrilmeyen (çok yakında geliyor diye duydum, Ephesus'tan) Gilded, peri masallarının en gıcık, en uyuz ve bir o kadar en çekici karakterini, Rumpelstiltskin'i anlatıyor!!! En son Once Upon A Time izlerken ölüp bitiyordum bu karaktere. Şimdi bir kitapta yer alması, hele de Marissa Meyer'in hayal gücüyla okuyacağımız için çok heyecanlıyım. İngilizcesi elimde, çevirisi beklemeden başlarım sanırım. Arka kapak yazısı

 Manga okumaya başladım desem??? Henüz yolun çok başındayım. Ölüm Defteri serisinin ilk kitabını okudum. Devam edeceğim. Satürn Evleri ve Saga serisi de okuyacaklarım arasında. Başta bilinen serilerle devam etmek istedim. Manga önerileriniz olursa çok ama çoook sevinirim. <3 

  

Bunların dışında Sarah J. Maas ve Jennifer L. Armentrout (Blood and Ash serisi) deli gibi okuyacağım günler çoook yakında. Maas'ın yarım kalan serisine (Cam Şato) devam ederken Hilal Şehri ve Dikenler ve Güller Sarayı serilerine de bulaşacağım. *-* Heartstopper'ın okumadığım 4.kitabını da çabucak lüpletirim. Rapsodi (Martı) ve Haşhaş serisi (İthaki) için sakin bir kafaya ihtiyacım var ama onları da yakında okurum diye planlıyorum.

Benden şimdilik bu kadar. Listem çok kabarık ama şimdilik bunlara odaklanayım dedim. Önerileriniz varsa her zaman kapım açık. <3 

Kocaman sevgiler, öpücükler
Jane

22 Mayıs 2020 Cuma

Kitap Yorumu: Centilmen Piç 2: Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler



Herrrrrrkese merhaba!
(Cemal Can Canseven girişi yapayım dedim.)


Beni katır katur yiyen bir kitabı anlatmaya geldim. 21 gündür o beni dövüyor ben onu yiyorum derken kitap bitti! Aman yarep. Centilmen Piç serisi uzun bir süredir aklımdaydı. Bu yılın başında ilk kitabı okumuştum. Çok iyiydi! Ve kolay bir lokma olmayacağını biliyordum. Fakat serinin ikinci kitabı beni mahvetti. Yanlış anlaşılma olmasın. Çok severek okudum. Böyle okuma açlığımı doyurdu ama çok yordu. Bunun sebebini açıklayacağım.

"Kahretsin."

"Acaba bu haftaki dualarımızı ihmal mi ettik? Yoksa birimiz bir tapınakta falan mı osurdu?"

Öncelikle fantastik, gizem, aksiyon seven herkese öneririm. Ama bu türlerde birçok kitap okumuş, artık beklentisi tavan yapmış okurlara öneririm. Zira ağır bir seri. Okuması, sindirmesi zaman alıyor. Kitabın boyutunu da görünce ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bir oturuşta 150 sayfa gömeyim yapamıyorsunuz. Yani ben yapamadım. Araya 2-3 kitap da kattım. Yoksa kafayı yerdim. Bunun sebebi de seriye özel birçok terimin olması. Özellikle bu kitapta deniz terimleri çoook fazlaydı çünkü kitabın 3'te 2'si denizde geçiyor. Oy babam oy.

İlk kitapta Gri Kral ve baş belası büyücü Şahin ile olan entrika dolu olaylara şahit olmuştuk. Birçok kayıp da yaşanmıştı. Galdo-Calo ikizleri ve Böcek öldürülmüştü. Ekipten geriye Locke ve Jean kaldı. Macera onlarla devam ediyor. Acılarını kalplerine gömdüler ve dev bir hırsızlık yapmak için soluğu Tal Verrar şehrinde aldılar. En korunaklı, en görkemli ve en zengin Günahane'ye giderler ve hırsızlık ortamını yaratmaya başlarlar. Ama yine planlamadıkları şeyler olur. Bu sefer adeta şeytan üçgenine takılıyorlar.

Evet, olaylar üç bela şeklinde devam ediyor.

Birincisinde Requin belasıyla karşılaşıyorlar. Şehrin en güçlü adamlarından biri. Ondan habersiz kuş uçmuyor. Bizimkileri ensesinden tuttuğu gibi kendi işleri için kullanmaya başlıyor. Yardımcısı Selendri ile bu iki zeki ve kurnaz hırsızı dizginlemeye çalışıyor. Verdikleri bir görev sırasında Locke ve Jean kendini başka bir belanın içinde buluyor.

"Biliyor musun Locke," dedi Jean, sohbetvari bir ses tonuyla, "bir yerlerde yalnızca sıradan, basit maceralara atılan hırsızlar olduğuna inanmak istiyorum. Bugünlerde onlardan birkaçıyla tanışıp bu işin sırrını sorsak iyi olacak."

"Herhalde bunun gibi götoşlardan uzak durdukları içindir," dedi Locke, Arhon'u işaret ederek.

İkincisinde ise yaşlı ve sadist planlı Arhon ve sağ kolu Merrain'e esir oluyorlar. Valla bu yakalanma sahneleri çok iyiydi! Adamın planı jilet gibi işledi. Bizimkileri süper hazırlıksız yakaladı ve kendisine bağlamak için onları bir güzel zehirledi. Yaşamaları için belli aralıklarla Arhon'u görüp panzehiri almaları lazım. Arhon'u görmeleri için de elbette onun verdiği görevleri yerine getirmeleri gerekiyor. Locke, adeta arapsaçına dönecek planlar yapıp hem Requin'i hem de Arhon'u ayaküstünde uyutmaya çalışsa da Arhon'un planları çok daha farklıdır. Onları dev bir korsan hırsızlığı için deniz yolculuğuna gönderir.

Birkaç haftalık deniz eğitimi alan Locke ve Jean, kendini denizde bulur. Yanlarında danışacakları bir adam vardır ama olaylar elbette beklenmedik bir şekilde gelişiyor. Vurgun yiyorlar. Kitabın üçüncü ve en eğlenceli ve ağır geçen kısmı ise Kaptan Drakasha, Teğmen Delmastro ve ekibiyle karşılaşmalarıydı. Daha doğrusu dalaşmaları demeliydim. Hem çok komik diyaloglara şahit oldum hem de güzel bir aşk hikayesi okudum.
Ama aksiyon hiç durmadığı için güzel olaylardan çok yine entrika ve savaş sahneleri görüyoruz.

"Sen nereden çıktın böyle?"

"Bu civardan. Ordan burdan. Aslen anamın rahminden," dedi adam, halatları kesmeye devam ederken.

Sonu nasıl bitti derseniz, Locke yine şaşırttı. Hem okurları hem de Jean'i. Böyle Locke'un kıvrak zekasını çok seviyorum. Bu kitapta modunun düştüğü birçok yer vardı ama hep Jean onu ayağa kaldırdı. Şimdi o bir fedakarlık yapıyor ama bakalım sonucunda neler olacak.

Bir de kitabın başında bir sahne var. İnsanı aptala çeviren cinsten bir şey. Kitabın sonlarına doğru o sahnenin aslını okuyoruz. Baya kahkaha attım çünkü Locke gibi şoklanacaksınız. Ne diyeyim, Scott Lynch sağlam bir dünya yaramış, içini güzelce doldurmaya devam ediyor. 

Kitap beni çok yordu a dostlar! Üçüncü kitabı ne zaman okurum bilmiyorum. Bir de havalar güzelleştikçe daha hafif şeyler okumayı tercih ediyorum. Sanırım bir sonraki kitabı sonbaharda okurum. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

19 Ocak 2020 Pazar

Kitap Yorumu: Centilmen Piç 1: Locke Lamora'nın Yalanları

Selamlar efenim

Adeta yıllar sonra bir seri için yorum yaparken çok heyecanlandım. Şaka maka, son iki yıldır adamakıllı beni etkileyen bir seri okumuyordum. Tesadüf eseri Centilmen Piç'le tanıştım. Aslında Goodreads'te okumak istediklerime 2015 yılında eklemişim ama anca şimdi okuyabildim.
2020'nin ilk gününde elime Locke Lamora'nın Yalanları'nı aldım ve on günlük bir maceradan sonra kendimi yine gerçek hayatın sıkıcılığında buldum.

Kitabı okuduktan sonra hem nefes nefese kalmış hem de üst üste seviye atlamışım gibi hissettim ve şöyle dedim: Çevirmenin (Cihan Karamancı), çeviri sürecindeki duygularını öğrenmek isterdim. Allah kolaylık versin...

Scott Lynch, çok geniş ve değişik bir hayal dünyasına sahip. Taht Oyunları'nı ve Yüzüklerin Efendisi'ni henüz okumadım (taşlamayın beni) ama ne kadar zor bir dile sahip olduklarını az biraz tahmin ediyorum. Locke Lamora'nın da dili bir o kadar zor, şaşırtmalı ve ağdalıydı. Gram takılmadım çünkü hem titiz bir çeviriydi hem de güzel bir editörlükten (İhsan Tatari) geçmiş, belli. Herkesin emeğine sağlık!

Şimdi gelelim niye bu kadar sevdim ilk kitabı.
-Çok iyi düşünülmüş ve kurguya kafa patlatılmış.
-Karakterleri özene bezene yaratmış.
-Klişe yok.
-Laf gebeliği yok.
-Uzun uzun, içimi öldüren betimlemeler yok.

Amma velakin bol terimli olması beni yer yer yordu. Yani okurken sıkılmadım ama 50 sayfa okuduktan sonra sanki 500 sayfa okumuşum gibi hissettiriyordu. O yüzden sindire sindire, on gün boyunca okudum. Aceleye getirmeyin ve atlayarak sakın okumayın kitabı. Çok şaşırtmalı sahnelere sahip, benden demesi.

"Eskiden beri en iyi sahte kılığın insanların önyargıları olduğunu düşünmüşümdür."

Kurgusundan bahsedeyim hemen. Baş karakterimiz Locke Lamora, çok küçükken ailesini kaybedince bir hırsız çetesi tarafından sahiplenir. Lamora, kendini bildi bileli hırsızlık yaptığı için bu çeteye kolayca ayak uydurur ama eğitilmesi lazımdır. Çünkü kendisi yerinde duramayan ve laf dinlemeyen bir velettir. 
Hırsızbaşı, bir gün onu ensesinden tutup Gözsüz Rahip'e satıyor. Rahip de Peder Zincir'e emanet ediyor. Böylece hem geçmişe dönüp küçük Locke'un gelişimini okuyoruz hemde şimdiki zamana gelip Camorr şehrinin gözü kara ve becerikli belasının maceralarına tanık oluyoruz.
Çok fazla karakter var. Ama odak noktamız Locke; tam bir dediğim dedik kafasında, inatçı, zeki, yakın arkadaşlarına sonsuz bağlı, belayı mıknatıs gibi çeken ve aşırı yetenekli bir hırsız, Jean; masum ama süper güçlü, her zaman Locke'un arkasında olan, çocukluğunda zorbalık görmüş ama bunlardan çok güzel dersler çıkararak bugünlere gelmiş bir centilmen piç; Galdo ve Calo ikizler ise tam haylazlar, çoğu zaman ikisini ayırt etmek çok zor olabiliyor, Böcek; ekibin hem en küçüğü hem en yenisi, bu yüzden her şeye meraklı ve her şeye atlıyor. (Valla bu karakter analizi için defter tuttum, ciddiyim!)
Centilmen Piç'leri kontrol eden biri var: Capa Barsavi. Şehirde kim, ne hırsızlık yapıyorsa her ay ona bir vergi ödüyorlar. En büyük kazancını her zaman Locke'lardan aldığı için Locke'a karşı ayrı bir ilgisi var. 
İlk kitapta, yukarıda da bahsettiğim gibi Locke'un hem geçmişini hem de şimdiki zamanda neler yaptığını anlatıyor. Bu karşılaştırma sahneleri ilk baştan beyin yakabilir ama sonra her şey kafanızda oturacak. Ellinci sayfaya kadar kitaba sabırla şans verin. Sonrasında tak tak gerçekleşiyor olaylar. Locke'un gelişimi inanılmaz güzel. Latin havası sezdiriyor yazar. Özellikle şehir betimlemeleri aklıma hep İtalya'yı getirdi nedense. 

"... yoksa kıçına öyle bir tekme atarım ki hayatın boyunca sıçtığın her bokun üstünde kahrolası topuk izim olur."

Başlangıç kurgusu harikaydı! Locke, büyük bir kazanç sağlamak için inanılmaz bir oyun hazırlıyor; zengin bir iş adamını dolandırıp, sonra hükümet çalışanlarından birinin kılığına girip iş adamına kandırıldığını söyleyerek bu oyuna devam etmelerini sağlıyor ve böylece "dolandırıcı" kılığındaki karakterine kazanç sağlıyor. Kafanız yandı değil mi? Valla kitaplar şaşırtıcı fikirlerle dolu. "He o, şu ,bu" derken arka arkaya "fuck" dediğim anlar oldu. Cidden mest etti beni yazarın zekası! 

Bir de Gri Kral diye bir baş belası var... Aman yarabbi onun hikayesi bambaşka. Parayla tuttuğu süper güçlü büyücü Şahinci ile Capa'nın belalısı olur. Bu sorun elbette Locke'a da sıçrar. Sonra bakar ki olaylar hiç sandığı gibi gitmiyor, iki tarafa da oynayım derken bomba elinde patlar. Öf öf öf. Son sayfalarda göz yaşı pıt... İnanılmaz beklenmedik şeyler oldu. Kitabı bitirince ben bir süre fantastik okumayayım zira beklentim Allah katına çıktı dedim. Ve öyle gerçekten... -.-

Göz dolduran fantastik bir kurgu. Keşke filmi olsa dediğimgillerden ve sanırım WarnerBros tarafından film hakları satın alınmış. Hayran yapımı jenerik izlemek isterseniz tıklayın. Çok iyi olmuş! Ve ben kafamda nedense hep Peaky Blinders'la eşleştirdim bu seriyi. Benzer kurgulara sahip. Keşke kadınlar da ön planda olsaymış dedim. Çok az kadın karakter var. Romantiklik yok denilebilir. Locke'un bir geçmişi var fakat henüz ayrıntıları bilmiyoruz. Sır küpü velet.
Onun dışında eleştirdiğim bir şeyi yok. Didiklesem çıkar ama genel anlamda pürüzsüz bir seriye başlangıç kitabı olmuş. İkinci kitabı çok ara vermeden okuyacağım çünkü unutabilirim. Çok fazla olay zinciri ve karakter var.
Seri 7 kitaptan oluşacak ama 4.kitap yıllardır çıkmamış. -.- Yazar turşusunu kuruyor sanırım! Ama sorun değil, bekleriz. Yeter ki saçmalamasın.

Efenim okuyun, okutun. Mis gibi bir epik fantastik! Özellikle Cassandra Clare okuyan gençlerimiz büyüyünce bu seriye dadansın. <3

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

6 Nisan 2019 Cumartesi

Kitap Yorumu: Yakın - Octavia E. Butler

Size mükemmel ötesi bir kitap önerisiyle geldim! 2019'u yarılamak üzereyiz ve cidden enfes kitaplar okumaya devam ediyorum.

Octavia E. Butler, özel bir yazar çünkü ilk siyah kadın bilimkurgu yazarı kendisi. Onu keşfettiğim ve Yakın adlı kitabını okuduğum için gerçekten gurur duyuyorum! Bir efsanesin Butler!

İthaki'nin Bilimkurgu Klasikleri serisine giderek daha bağımlı hale geliyorum. Yakın, okuduğum 3.kitap bu seriden. Seri dediğime bakmayın, kitaplar birbirinden bağımsız. Her biri baş yapıt! Bu serinin editörüne kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Kitap seçimleri bir harika.

Gelelim Yakın'a... Artık işim, evimden çoook uzakta olduğu için yollarda daha çok kitap okuyorum. Yakın'ı da yollarda okuyarak bitirdim diyebilirim. Her sabah erken kalkmama rağmen heyecanla kitabı okudum. Vapur iskeleye yaklaşırken kitabı bırakmak zorunda olduğum için söylendiğim zamanlar bile oldu. Gerisini siz düşünün...

Siyah bir kadın olan Dana ve eşi yeni evlerine taşınma sürecindedir. Tam bu sırada aniden Dana'nın midesi bulanmaya ve başı dönmeye başlar ve birden kendini evinden çok uzakta bir yerde, nehrin kıyısında bulur. 
O an nehirde boğulmak üzere olan küçük bir çocuğu kurtarır: Rufus. Bu olaydan sonra Dana, sık sık zaman yolculuğu yapmaya başlar. Köleliğin en sert dönemlerinin yaşandığı Marylan'e istemsizce yolculuklar yaparak her defasında Rufus'un hayatını kurtarır. Rufus, Dana'nın atalarından biridir ve bu zaman yolculukları sayesinde kölelik anlayışını değiştirmeye çalışır.

Kitabın genel hatları böyleydi. Ah, bir de bana sorun! Bazı sahnelerde Dana'yla beraber benim de canım çok yandı. Eski döneme ışınlandığı zaman, bir siyah kadın olarak köle muamelesi gördü. Kaderini değiştirmek için buna göz yumdu ve hem fedakarlıklar yaptı hem de gereksiz yere çok fazla acı çekti. Kırbaçlandı, dövüldü, aşağılandı... Tanrım! İyi ki bu anlayış günümüzde artık yok dedirtti. Yazar, köleliği tüm çıplaklığıyla kurguyla harmanlamış ve bizlere sunmuş. 

Bu kitabı başka nasıl anlatsam bilemiyorum. Uzun zamandır bu kadar etkilenerek bir kitap okumamıştım. Artık biri öneri istediğinde aklıma gelecek kitaplardan biri olacak. Yakın, hem eşsiz hem nadir bulunan büyülü bir eser olmuş. Şu söz bile her şeyi açıklıyor aslında: "Yakın, zincirlerinden kurtulmaya çalışan insanlığın özgürlük çığlığı."

Zaman yolculuklarını konu edinen kitapları ayrı severim ama böylesine anlamlı bir kitap daha önce okumamıştım sanırım. Bir de feminist yönlerim de var benim. O yüzden bu kitabı çok benimsedim. Okurken kendimi Dana'nın yerine koydum ve çoğu zaman onunla gurur duydum. 

Yorumu şu sözle bitirmek istiyorum: "Geçmişimizi görmezden gelmek, bizi hatalarını tekrar etmeye teşvik eder."

Lütfen okuyun. 💜

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

24 Mart 2019 Pazar

Jane Neler Yapıyor?

Ah Jane neler yapmıyor ki...


Merhabalar efenim. Tam bir aydır sesim soluğum çıkmıyor. Beni tanıyanlar depresyondayım sanıyor. Oysa depresyona ayıracak bile vaktim yok. :) İş hayatına öyle bir daldım ki henüz gökyüzünü göremiyorum. Şikayetçi değilim yahu, tam tersine keyfim yerinde. Şubat ayı sosyal hayatım açısından dopdoluydu. Bazen hala onun sarhoşluğunu yaşamıyor değilim. 😎 Mart ayı ise tam tersine iş odaklı bir aydı benim için. Bunun yanı sıra inanılmaz bir şekilde bir sürü kitap okudum. Hepsini burada, minik minik yorumlayayım dedim.
Öncesinde de ufak bir şeyden bahsedeceğim. Başlarda iş gereği sonra okuma tarzımın değişmesiyle çok farklı kitaplar okumaya başladım. Lise hayatım çoook sıkıcı olduğu için kendimi hep fantastik dünyalara saldım. Vampirler, kurt adamlar, cadılar, periler, melekler, uzaylılar, distopik dünyalar derken hayal gücüm her zaman ayrı bir moddaydı. Bu ister istemez yaşantımı etkiliyordu.(Neden hala bekarım anladınız mı? *kıskıskıs*) 
Gel zaman git zaman, acısıyla tatlısıyla hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye başladım. Özellikle son bir senedir gerçekten yaşlandığımı ve olgunlaştığımı hissettim. Başlarda, neler oluyor bana ya falan diyordum. Sonra kendimi dinledim. Memnunum bu halimden dedim. İnsanlara hayır diyebiliyorum, sevgimi kontrol edebiliyorum, içime ölmek yerine duygularımı karşı tarafa hissettiriyorum. Boş konuşan insanlar hala var etrafımda, maalesef! Yine de öğreniyorum, nasıl kendimi daha çok sevebilirim diye.
İşte bu sırada devreye okuduğum kitaplar girdi. Biraz daha gerçek hayatta geçen hikayeler okuyorum. Tek bir yere odaklanmıyorum. Daha çok Türk yazar okuyorum. Daha çok bilinmeyen yazarlara yöneliyorum. Daha, daha hep daha. 
Yepyeni yayınevleri keşfettim. Hepsi birbirinden değerli. Yeni çevirmenler tanıdım. Çevirdikleri kitapları deli gibi takip ediyorum. Aynı şekilde editörleri de öyle.
Ay neyse. Çok uzattım. :) Hemen okuduklarımdan bahsedeyim.

Bridget Jones 2 - Mantığın Sınırı: Ahhh Bridget Jones! İçimden bir ses 30'larıma geldiğimde senin gibi olacakmışım diyor. Umarım olmam ama olursam da gülüp geçeceğim. Komedi dram ilerleyen serinin ikinci kitabını da sorunsuz okudum. Göz devirdiğim yerler de vardı kahkaha attığım yerler de. Seriye devam edeceğim. Mutlaka alın, okuyun diyemem ama.

On Numaralı Kamara: İthaki Yayınları'ndan çıkan Ruth Ware'in ülkemizde yayımlanan ilk kitabı. Polisiye ve gizem dolu bir romandı. Agatha Christie'nin Doğu Ekspresi'nde Cinayet romanının bir gemide geçtiğini düşünün, kurgu bu. Beklentisiz okudum, beklentisiz bitirdim. Yazarın bir diğer romanı Kapkaranlık Ormanda'yı da okuyacağım çünkü yazar nisanda İstanbul'a geliyor. :) Benden söylemesi... Detayları Instagram'dan duyarsınız.

Savaşı Bitiren Sinek: Yolda gidip gelirken, bir günde okuduğum kitap. Çocuk kitabı ama yetişkinler de okumalı. Çok anlamlıydı. Kitabın isminden belli zaten nasıl kaliteli bir kitap olduğu. Sanırım daha çok Can Çocuk okuyacağım. *-*

ArtıkAranmayanlar Gezegeni: İlk kez Sevinç Erbulak okudum. Daha da okurum sanırım. Bu kitabı, bence, tipik bir distopya dünyasıydı. Okuması zor, anlaması daha da zor ama altını çizdiğim cümleler çoktu. İsimleri belirsiz iki baş karakter var. Bulundukları gezegende bir sürü kapı var. Her kapının arkasında ayrı bir dram yer alıyor. Tek tek kapıları geziyorlar ve hayatın gerçekleriyle yüzleşiyorlar. Ben hayranlıkla okudum. Dediğim gibi, okuması zordu. Yine de bir göz atın derim.

Mahcubiyet ve Hasiyet: Allaaam bu kitap beni kanser edecekti ki tek değilmişim. Kitap çok ince, çok! Ama kurgu çok ağır işliyor. Norveç'te bir öğretmenin hayatının okuyoruz. Günümüzdeki eğitimi eleştirirken eskiye ışınlanıp, geçmişini okuyoruz. Aslında sakin kafayla düşününce çok anlamlı bir hikaye ortaya çıkıyor ama bazen okurken beynimin zonkladığını hissetmedim değil. :D Ve kitabı bitirmeden Ayfer Tunç'la Murat Gülsoy'un "Diyaloglar" etkinliğine gittim. Bu ay bu kitap üzerine konuştular. Daha da aydınlandım. Mayıs ayında tekrar bir etkinlikleri olacak. Seçecekleri kitabı merakla bekliyorum. *-*

İyilik: Şebnem İşigüzel sonsuz kaaalp ben. Bu kadının kalemini çok seviyorum. Daha önce Ağaçtaki Kız'ı okumuştum. Diğer romanlarını okumam için daha zamanım var. Karamsar yazıyor, insanı içine içine öldürüyor ama okumayı çok seviyorum. İyilik de öyleydi. Kanser olduğunu öğrenen bir kadının yaptığı seçimleri ve bu seçimleri seçme nedenini anlatıyor. Tam hayatın içinden geçen bir romandı benim için.

Yedi Yıl: Peter Stamm, yeni keşfettiğim bir yazar. Yazdığı roman iliklerime kadar deli etti beni ama okuduğuma sevindim. Hayatın gerçeklerini anlatıyor. (Taktım bu konuya.) Baş karakter erkek. İki kadın arasındaki ikilemlerini anlatıyor. Bir kadın lüks yaşamlara sahip, diğer kadın tam tersi yoksulluk içinde. Şaşırtıcı bir son okumaya hazır olun. Dili çok sadeydi, sıradan bir konusu vardı ama iştahla okudum. Bazen cidden basit bir hikayeye ihtiyaç duyuyorum...

Naif. Süper: Erlend Loe'u çoook sevdiğimi söylemiş miyim? Doppler serisini çok severek okumuştum ama bu romanı pek benlik değildi. Sıradan bir gencin, gerçekten çok sıradan bir hayatını okuyoruz. Loe'nun sıradanlığa taptığını bir kez daha anladım böylece. Çerezlik bir kitaptı.

Hepyek: Canım Seray Şahiner... Ne yazsa okurum. Okudum ama pek beğenmedim. Ya da beklentim süper yüksekti. Yine de bir günde yedim bitirdim kitabı. *-* Çok seviyorum bu kadını ya...

Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu: İlk Şermin Yaşar kitabımdı. Kitabın içindeki her bir hikayeye bayıldım! Bu kadar mı doğal yazar bir insan... Bazı hikayeleri o kadar çok sevdim ki arada açıp okumak için işaretledim. Bir doz Şermin Yaşar öneririm!

Yalnızca Yavaşladığında Görebileceğin Şeyler: Pegasus'tan çıkan bu minnak kitap nasıl dolu dolu! Normalde kurgu dışı kitaplar okumayı hiç sevmem, hiç! Ama bu kitap çok hoşuma gitti. Özellikle aşkla ilgili olan kısım beni benden aldı. (Bu duruma şaşırdık mı? HAYIR!) Löp diye bitecek bir kitap değil. Sindire sindire okuyun. Terapi gibi adeta. *-*

Unutmanın Genel Teorisi: Gelelim 2019'un bombasına. Sanırım en hızlı ve en zevkle okuduğum kitaplardan biriydi. Son üç aydır okuduğum en etkileyici romandı. Devrimden bol bol bahsediyor ve ben bu konuları aşırı merak eden ama pek anlamayan bir insanımdır. Bu kitabı okurken aydınlandım. Konusunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Çok farklı bir kurgusu var. Kitabı anlatamam ama alın okuyun derim elbette! Çevirmeni de çoook sempatik. <3 İyi ki okumuşum dedim.

Şimdilerde fantastik dünyama da sığınıyorum. Hep iş hep gereksiz insan nereye kadar. Cassandra'cığımın güvenli dünyasına sığındım. Yepisyeni yorumlar gelmeye devam edecek. Ben üşenmediğim sürece... :D 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 Temmuz 2018 Pazar

Kitap Yorumu: Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri

Merhabalar

Sadece bir gün gecikme ile "Haziran Ayı Şiir Kitabı" yorumumu yayımlıyorum. 
Tam bir senedir her ay bir şiir kitabı okuyorum ve bundan aşırı memnunum. Şiire daha çok odaklanmaya başladım ve çok güzel şairler tanıdım. Bu etkinliğimin 1.yılında bir çeviri şiir kitabı okumak istedim ve tercihim Edgar Allan Poe oldu. İthaki çok güzel bir basım yayımlamış. Poe'nun bütün şiirlerini Oğuz Cebeci'nin enfes çevirisi ile ciltli bir şekilde basmış. Kitabı fuarda çok uygun bir fiyata almıştım. Uzun zamandır uzaktan aşk yaşıyorduk. Artık okumalıyım dedim. Zamanlaması da çok güzel oldu. 😍
Şiirlerini okumadan önce Poe'yu daha iyi tanımak için biyografi kitabını da okudum. (Bir önceki yazıda yorumumu bulabilirsiniz.) Böylece şiirleri daha anlamlı geldi. İthaki'nin basımında bir de en çok şeyi sevdim; şiirlerin İngilizcesi ve Türkçesi bir arada verilmiş. Yani karşılaştırarak okuyabilirsiniz. Şöyle de bir şey var; Poe'nun dili eski İngilizce olduğu için birçok bilinmeyen kelimeleri de göreceksiniz. İnanılmaz bir eser olmuş. Açıkçası sindirilmesi zor bir kitaptı. Beni alıp, düşünceler arasında uzun yolculuklara çıkaran birkaç alıntıyı sizinle de paylaşıyorum. 

...Ve ben sana döndüm,
Mağrur akşam yıldızı;
Senin ışığın daha değerlidir benim için.
Çünkü yüreğime mutluluk verir
Göklerdeki gururun geceleri,
Ve daha çok beğenirim
O alçaktaki daha soğuk ışıktan
Senin uzaklardaki ateşini

...Bir rüyada bile olsa mutluydum.
Mutluydum ve sevmekteydim düşleri:
Düşleri, diri renkleriyle yaşamı boyayan,
Benzerliğin gerçeklikle olan
O geçici, sisli, puslu savaşı gibi,
Gösterir çılgın gözlerimize
Cennetin, sevginin ve bize ait olan her şeyin
Taze umudun, bilinen en parlak vaktinden
Daha da güzel olan şeylerini.

...Benim saadetimin pınarları değil
Fışkıran; gözyaşlarıyla ne tuhaf!
Ya da bir tek öpücüğün heyecanı
Felce uğratan yıllardır.

...-Yazık-aşkın güzelliğini anlatacak sözüm yok.
Ne de daha öteye gideceğim, bir yüzün
Güzelliğini anımsamaktan.
Esen rüzgardaki gölgeler gibi, çizgileri zihnimde
Gözlerimin eski bir kitaba daldığını anımsıyorum, bu yüzden
Ta ki harfler dönüşene dek
Anlamlarıyla birlikte hayallere.

...Ah, cehennem, göster haydi gösterebilirsen
Daha kırık bir kalp, daha derin bir acı...

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Temmuz ayı için şiir kitabı önerilerine deli gibi açım. Seçtiğim alıntılardan belki bellidir ne tarz sevdiğim; delicesine romantik! Öneri gelmezse kendimi yine Ümit Yaşar Oğuzcan'ın kollarına atacağım sanırım. 💛

10 Ocak 2018 Çarşamba

Kitap Yorumu: Alengirli Şiirler - Ali Lidar

Merhabalar
2018'deki ilk şiir kitabımı geçen günlerde okudum, bitti. Genellikle eski şairlerimizin eserlerini okuyordum. Her ay mutlaka farklı bir şairi tanıyıp, eserini okumaya gayret gösteriyorum. Bu ay biraz farklı davrandım. KAFKAOKUR dergisinde Ali Lidar'ın röportajını okuduktan sonra "bu adamı tanımalıyım," diyerek kitaplarını araştırdım. Baya ilgi çekici geldiler. Daha sonra üstünden birkaç gün geçti. Kitapçıda ocak ayı için şiir kitaplarına bakınırken Alengirli Şiirler gözüme çarptı. İçine şöyle bir göz attım. Ama en çok arka kapaktaki şiir beni ele geçirdi. Ve kitabı kaptığım gibi okumaya başladım.
Günümüz şairi olduğu için günümüz etkileri daha baskın, doğal olarak. Şiirlerin bir kısmını çok sevdim bir kısmı da bana göre değildi. Ama yine de zevkle okudum. Size birkaç alıntı bırakacağım. Ali Lidar'ın diğer kitaplarını da alıp okumayı planlıyorum. Değişik bir tarzı var. İnternetten araştırmanızı tavsiye ederim. 👀


Herkes gider
Ne?
Bilmiyor muydun sanki
Sevgili kalbim!
Neden hala apartman boşluğunun
Gün ışığı görmeyen penceresinde
Kuş sesleri beklersin.

...
hatırla ama unutma hatırla ama unutma
ateşle buz neyse seninle ben de oyduk
ayrı ayrı çok güzel
birlikteyken ölümcül.

Kaçırdığımız sabahlara ciddi bir özür borçluyuz
beraber uyanmadığımız bütün sabahlar
bir şey eksikti vardı yeryüzünün haberi
yanımızda başka bedenler
aklımızda başka hayaller
ama aynı güneş aynı gökyüzü...

Belki kadar keskin
ve keşke kadar imkansız
birbirimizden uzaklaşmamız
kırılsak da tırnak uçlarımıza kadar
kırılırız elbet bunu gerektirir yaşamak.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Kitap Yorumları: Yorumlarını Yazmaya Üşendiğim Kitaplar


Merhabalar

Bu yaz, 'tatil yapmıcam beeen' deyip de tatil yapanlardanım. Her şey aniden gelişti zaten. O yüzden blog'a giremedim. 😊 Bir aylık anneanne tatilinden sonra eve döndüm, kitaplarımla özlem giderdim ve işte blog'uma kavuştum. Bu arada ilerleyen günlerde ilginç bir duyurum olacak. Daha önce böyle bir şey denemedim. Bakalım nasıl olacak? 😉 Ama onun öncesinde yorumlarını yazmaya üşendiğim üç kitap var. Onlardan sonra da iki mükemmel kitap yorumu gireceğim.

Tatile çıkmadan önce Ay Günlükleri serisinin yan kitabı olan Uzak Yıldızlar'ı okumuştum. Kısa zamanda ve hiç sıkılmadan okudum. Çünkü Marissa Meyer nasıl harikalar yaratacağını biliyor. Yazar artık kendini oturtmuş. Bu serinin kurgularını resmen döktürüyor. Bence gözü kapalı bile yazıyor olabilir. 😈 Uzak Yıldızlar'da baş karakterlerimizin merak edilen geçmişleri hakkında kısa hikayeler var. Yazar serinin açıkta kalan her bölümünü bu kitapta tamamlamış. Çok severek okudum. Son bölümde de çok renkli bir macera vardı. Böyle kitabı okurken içiniz sımsıcak oluyor. Sanırım şu ana kadar okuduğum en saf seriydi diyebilirim. Pamuk şeker tadında ve bu sizi hiç sıkmıyor. Yazar her duyguya yer vermiş, can sıkmayan karakterler yaratmış ve heyecanı hiç eksik olmayan bir kurgu yazmış. Her zaman önereceğim serilerden biri. Hiiiç çekinmeden alın alın okuyun.

Tatile çıkarken yanıma iki kitap almıştım. Bunlardan biri Trendeki Kız idi. Uzun zamandır polisiye okumadığımı fark ettim. Ve bu kitabın inanılmaz reklamı yapıldı. Filmi de çıktı sanırım. Hal böyle olunca baya meraklandım. Polisiye kurgusu bence en zorlu kurgulardan biri. Baya kafa patlatmak lazım. Yani ben en azından okuyunca ağzım beş karış açık kalsın istiyorum. Fakat ne yazık ki Trendeki Kız beni hiç şaşırtmadı hatta okurken yordu. Başta büyük beklentilerle başladığım için kitabın yarısına kadar okumak için direndim. "Allasen nasıl bitecek süper merak ettim!" diye diye olayı çözdüm ve "mehh bu muydu ya" moduna girdim. Yazarın acemi olduğu bariz belliydi ama keşke biraz daha üstünde dursaydı kurgunun. Kitabı bitirene kadar süründüm. Polisiye kitaplarında olayı çözünce bir anlamı kalmıyor zaten. Esrarengiz olmalı! Yani canlarım, benim gibi polisiye meraklısı iseniz bu kitabı önermiyorum. Nora Roberts'ın kitaplarına kurban olayım. 😢

Yanıma aldığım bir diğer kitap ise Alaska'nın Peşinde idi. 😎 Söz konusu John Green olunca ister istemez "bu kitapta ne ile karşılaşacağız acaba" diyorum. Çünkü yazarın mizah anlayışı çok farklı. Değişik karakter seçimleri oluyor ve bunun sonucunda da farklı diyaloglar ortaya çıkıyor. Nasıl desem, John Green ismini marka yapmasının sebebi bu bence. Gençlik üzerine yazıyor ama her zaman karşımıza çıkan gençleri konu edinmiyor. Farklı tarzları olan, özgür ruhlu ve absürt diyalogları olan gençleri kitabında ağırlıyor. Alaska'nın Peşinde de aynı bu şekildeydi. Üç ana karakter var. Olaylar genellikle bunlar arasında geçiyor. Alaska bu karakterlerden biri ve göz önünde olan da o aslında. Her şey Alaska ile bağlantılı. Başta kurgu çok hoşuma gitti. Sonra dönüm noktası tarzında bir şey oldu ve ne olacağını tahmin ettim. Hatta yazar biraz gizem katmak istemiş ama onu bile çözdüm. Kitabı dikkatle okuyanlar zaten John Green'in leb demeden leblebi diyeceğini anlar. Ama kitap güzel miydi? Güzeldi, ben beğendim çünkü yazarın dünyasını seviyorum. Okuduğum üçüncü kitabıydı. En güzeliydi diyemem ama farklı bir tarzı olduğu için seviyorum. Öneri seçeneğini size bırakıyorum. 😏

Yorumlarını yazmaya üşendiğim kitaplar bunlardı işte. Diğer iki kitap yorumu yayınlanmayı bekliyor.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane