Pages

Everest Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Everest Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2019 Cumartesi

Napoli Romanları 4: Kayıp Kızın Hikayesi - Elena Ferrante

Merhabalar

Napoli Romanları'na veda etmek ne zormuş! Son kitabı okuyalı neredeyse 2 ay olacak ama anca yorumunu yazabiliyorum. Çünkü bu seriden kopmak istemiyorum. :(

Hatta 6 gündür Bologna'daydım. Gezdiğim kitapçılarda sürekli karşıma serinin hem İtalyancası hem de İngilizcesi çıktı. Almamak için zor tuttum kendimi! Bir daha İtalya'ya gidersem sanırım sırf koleksiyonuma eklemek için serinin bir kitabının İtalyancasını alacağım. Çünkü canım Ferrante. *-*

Gelelim serinin 4. ve son kitabı Kayıp Kızın Hikayesi'ne...

İlk kitapta, 60 küsur yaşında olan Lila'nın ortadan kaybolmasıyla tüm olayları Elena'nın gözünden okumaya başlamıştım. En sonunda Lila'ya ne olduğunu öğreneceğim diye heves ederken kitabı bitirince uzay boşluğuna adım atmış gibi hissettim. Lila'ya ne olduğunu bilmiyoruz. Kocaman bir soru işareti! Nasıl ya? 

Son kitabı da soluksuz okudum. Elena'nın Nino'yla beraber olup, hayatını nasıl mahvettiğini okumak gerçekten heyecan vericiydi! Bu da yetmezmiş gibi ondan bir çocuk yaptı... Sonracığıma baktı ki Nino hiç değişmemiş, yalan üstüne yalan söylemeye devam ediyor, onu birçok kadınla aldatıyor hooop kendi hayatını kurmaya çalışmaya başladı. Zorlu bir annelik sürecinden geçerken yeni kitaplar yazdı. Eski eşi Pietro'dan da bol bol yardım aldı. Lila'ya görüşmeye devam etti ama araya hep iş güç girdiği için eskisi gibi yakın değillerdi.
Ah, asıl sürpriz onların çocuklarındaydı! Allaam böyle gözlerimi pörtlete pörtlete okudum. 

Olaylar arka arkaya gerçekleştiği için kitabı elimden bırakmak mümkün değildi. Bu kitabı, hayatımın en yorucu ve yoğun döneminde okudum bir de! Ama bitirince vay be dedim... Bir daha Napoli Romanları gibi bir seri okuyabilirim miyim, emin değilim. Başta Elena ve Lila olmak üzere birçok karakteri hem çok sevdim hem de onlara çok sinir oldum. Yazarın, karakterler üzerindeki duygu değişimleri inanılmaz gerçekti. Sanki tüm karakterler gerçek kişilerdi. (Belki de öyledir, kim bilir?) 
Bir de ben şu tarz hikayeler okumayı çok severim; iki baş karakterin her dönemini hem detaylı hem de boğmadan anlatılması. Ferrante bu konuda uzman bence. Elena ve Lila'yı küçük bir kızken tanıyoruz. Sonra ergenlik çağı geliyor, gençlik dönemleri, ilk sevgilileri, evlilikleri, çocuklarının olması falan derken sonunda yaşlılık dönemlerine geliyoruz ve geriye dönüp baktığım zaman neler olmuş neler diyorum.

İnanılmaz bir kurgu, inanılmaz bir baş yapıt. Seri tam zamanında bitmiş bence. Bir kitap daha olsaydı uzatmalı olaylar olurdu. Evet, Lila'ya ne olduğunu bilmiyoruz ama Elena da bilmiyor ve bunu böyle kabul ediyor. Çünkü Lila, çoğu zaman ya vardı ya hiç yoktu. 

Umarım seriyi okursunuz. Çok sevdiğim serilerden biri oldu. Bir gün olurda Napoli'ye yolum düşerse kitapta adı geçen mekanları da ziyaret edeceğim. *-*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

24 Mart 2019 Pazar

Jane Neler Yapıyor?

Ah Jane neler yapmıyor ki...


Merhabalar efenim. Tam bir aydır sesim soluğum çıkmıyor. Beni tanıyanlar depresyondayım sanıyor. Oysa depresyona ayıracak bile vaktim yok. :) İş hayatına öyle bir daldım ki henüz gökyüzünü göremiyorum. Şikayetçi değilim yahu, tam tersine keyfim yerinde. Şubat ayı sosyal hayatım açısından dopdoluydu. Bazen hala onun sarhoşluğunu yaşamıyor değilim. 😎 Mart ayı ise tam tersine iş odaklı bir aydı benim için. Bunun yanı sıra inanılmaz bir şekilde bir sürü kitap okudum. Hepsini burada, minik minik yorumlayayım dedim.
Öncesinde de ufak bir şeyden bahsedeceğim. Başlarda iş gereği sonra okuma tarzımın değişmesiyle çok farklı kitaplar okumaya başladım. Lise hayatım çoook sıkıcı olduğu için kendimi hep fantastik dünyalara saldım. Vampirler, kurt adamlar, cadılar, periler, melekler, uzaylılar, distopik dünyalar derken hayal gücüm her zaman ayrı bir moddaydı. Bu ister istemez yaşantımı etkiliyordu.(Neden hala bekarım anladınız mı? *kıskıskıs*) 
Gel zaman git zaman, acısıyla tatlısıyla hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye başladım. Özellikle son bir senedir gerçekten yaşlandığımı ve olgunlaştığımı hissettim. Başlarda, neler oluyor bana ya falan diyordum. Sonra kendimi dinledim. Memnunum bu halimden dedim. İnsanlara hayır diyebiliyorum, sevgimi kontrol edebiliyorum, içime ölmek yerine duygularımı karşı tarafa hissettiriyorum. Boş konuşan insanlar hala var etrafımda, maalesef! Yine de öğreniyorum, nasıl kendimi daha çok sevebilirim diye.
İşte bu sırada devreye okuduğum kitaplar girdi. Biraz daha gerçek hayatta geçen hikayeler okuyorum. Tek bir yere odaklanmıyorum. Daha çok Türk yazar okuyorum. Daha çok bilinmeyen yazarlara yöneliyorum. Daha, daha hep daha. 
Yepyeni yayınevleri keşfettim. Hepsi birbirinden değerli. Yeni çevirmenler tanıdım. Çevirdikleri kitapları deli gibi takip ediyorum. Aynı şekilde editörleri de öyle.
Ay neyse. Çok uzattım. :) Hemen okuduklarımdan bahsedeyim.

Bridget Jones 2 - Mantığın Sınırı: Ahhh Bridget Jones! İçimden bir ses 30'larıma geldiğimde senin gibi olacakmışım diyor. Umarım olmam ama olursam da gülüp geçeceğim. Komedi dram ilerleyen serinin ikinci kitabını da sorunsuz okudum. Göz devirdiğim yerler de vardı kahkaha attığım yerler de. Seriye devam edeceğim. Mutlaka alın, okuyun diyemem ama.

On Numaralı Kamara: İthaki Yayınları'ndan çıkan Ruth Ware'in ülkemizde yayımlanan ilk kitabı. Polisiye ve gizem dolu bir romandı. Agatha Christie'nin Doğu Ekspresi'nde Cinayet romanının bir gemide geçtiğini düşünün, kurgu bu. Beklentisiz okudum, beklentisiz bitirdim. Yazarın bir diğer romanı Kapkaranlık Ormanda'yı da okuyacağım çünkü yazar nisanda İstanbul'a geliyor. :) Benden söylemesi... Detayları Instagram'dan duyarsınız.

Savaşı Bitiren Sinek: Yolda gidip gelirken, bir günde okuduğum kitap. Çocuk kitabı ama yetişkinler de okumalı. Çok anlamlıydı. Kitabın isminden belli zaten nasıl kaliteli bir kitap olduğu. Sanırım daha çok Can Çocuk okuyacağım. *-*

ArtıkAranmayanlar Gezegeni: İlk kez Sevinç Erbulak okudum. Daha da okurum sanırım. Bu kitabı, bence, tipik bir distopya dünyasıydı. Okuması zor, anlaması daha da zor ama altını çizdiğim cümleler çoktu. İsimleri belirsiz iki baş karakter var. Bulundukları gezegende bir sürü kapı var. Her kapının arkasında ayrı bir dram yer alıyor. Tek tek kapıları geziyorlar ve hayatın gerçekleriyle yüzleşiyorlar. Ben hayranlıkla okudum. Dediğim gibi, okuması zordu. Yine de bir göz atın derim.

Mahcubiyet ve Hasiyet: Allaaam bu kitap beni kanser edecekti ki tek değilmişim. Kitap çok ince, çok! Ama kurgu çok ağır işliyor. Norveç'te bir öğretmenin hayatının okuyoruz. Günümüzdeki eğitimi eleştirirken eskiye ışınlanıp, geçmişini okuyoruz. Aslında sakin kafayla düşününce çok anlamlı bir hikaye ortaya çıkıyor ama bazen okurken beynimin zonkladığını hissetmedim değil. :D Ve kitabı bitirmeden Ayfer Tunç'la Murat Gülsoy'un "Diyaloglar" etkinliğine gittim. Bu ay bu kitap üzerine konuştular. Daha da aydınlandım. Mayıs ayında tekrar bir etkinlikleri olacak. Seçecekleri kitabı merakla bekliyorum. *-*

İyilik: Şebnem İşigüzel sonsuz kaaalp ben. Bu kadının kalemini çok seviyorum. Daha önce Ağaçtaki Kız'ı okumuştum. Diğer romanlarını okumam için daha zamanım var. Karamsar yazıyor, insanı içine içine öldürüyor ama okumayı çok seviyorum. İyilik de öyleydi. Kanser olduğunu öğrenen bir kadının yaptığı seçimleri ve bu seçimleri seçme nedenini anlatıyor. Tam hayatın içinden geçen bir romandı benim için.

Yedi Yıl: Peter Stamm, yeni keşfettiğim bir yazar. Yazdığı roman iliklerime kadar deli etti beni ama okuduğuma sevindim. Hayatın gerçeklerini anlatıyor. (Taktım bu konuya.) Baş karakter erkek. İki kadın arasındaki ikilemlerini anlatıyor. Bir kadın lüks yaşamlara sahip, diğer kadın tam tersi yoksulluk içinde. Şaşırtıcı bir son okumaya hazır olun. Dili çok sadeydi, sıradan bir konusu vardı ama iştahla okudum. Bazen cidden basit bir hikayeye ihtiyaç duyuyorum...

Naif. Süper: Erlend Loe'u çoook sevdiğimi söylemiş miyim? Doppler serisini çok severek okumuştum ama bu romanı pek benlik değildi. Sıradan bir gencin, gerçekten çok sıradan bir hayatını okuyoruz. Loe'nun sıradanlığa taptığını bir kez daha anladım böylece. Çerezlik bir kitaptı.

Hepyek: Canım Seray Şahiner... Ne yazsa okurum. Okudum ama pek beğenmedim. Ya da beklentim süper yüksekti. Yine de bir günde yedim bitirdim kitabı. *-* Çok seviyorum bu kadını ya...

Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu: İlk Şermin Yaşar kitabımdı. Kitabın içindeki her bir hikayeye bayıldım! Bu kadar mı doğal yazar bir insan... Bazı hikayeleri o kadar çok sevdim ki arada açıp okumak için işaretledim. Bir doz Şermin Yaşar öneririm!

Yalnızca Yavaşladığında Görebileceğin Şeyler: Pegasus'tan çıkan bu minnak kitap nasıl dolu dolu! Normalde kurgu dışı kitaplar okumayı hiç sevmem, hiç! Ama bu kitap çok hoşuma gitti. Özellikle aşkla ilgili olan kısım beni benden aldı. (Bu duruma şaşırdık mı? HAYIR!) Löp diye bitecek bir kitap değil. Sindire sindire okuyun. Terapi gibi adeta. *-*

Unutmanın Genel Teorisi: Gelelim 2019'un bombasına. Sanırım en hızlı ve en zevkle okuduğum kitaplardan biriydi. Son üç aydır okuduğum en etkileyici romandı. Devrimden bol bol bahsediyor ve ben bu konuları aşırı merak eden ama pek anlamayan bir insanımdır. Bu kitabı okurken aydınlandım. Konusunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Çok farklı bir kurgusu var. Kitabı anlatamam ama alın okuyun derim elbette! Çevirmeni de çoook sempatik. <3 İyi ki okumuşum dedim.

Şimdilerde fantastik dünyama da sığınıyorum. Hep iş hep gereksiz insan nereye kadar. Cassandra'cığımın güvenli dünyasına sığındım. Yepisyeni yorumlar gelmeye devam edecek. Ben üşenmediğim sürece... :D 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

3 Şubat 2019 Pazar

Kitap Yorumu: Napoli Romanları 3: Terk Edenler ve Kalanlar - Elena Ferrante

Selamlar!

Valla Napoli Romanları serisi öyle bir sardı ki gözüm kimseyi görmez oldu. Geçenlerde birkaç günlüğüne Köyceğiz'e kaçamak yapmıştım ve yollardayken hep ama hep üçüncü kitabı okudum. Yanımda kardeşim de vardı, sürekli söylendi, "Bir kitap kadar olamadık be!" diye. Yani süper yol arkadaşı olduğum söylenemez çünkü yanımda hep kitap götürürüm.
Neyse efenim. Ben yine daldan dala atlamadan hemen kitabın yorumunu yapmak ve dördüncü kitabı da yorumlamak istiyorum zira o da bitti. :) Seri bitmesin diye uzatmaları oynayacaktım ama yok anam... Üçüncü kitabı okuyup da sakin sakin oturan insana insan demem.

Şimdi genel bir özet geçeyim. İkinci kitapta hop oturup hop kalkmıştım. Lila'yı yerden yere vurmak istemiştim. Stefano ile evlenip, mutsuz bir yaşam sürerken annesi ve Elena'yla beraber Ischia'da tatile yapmaya gittiklerinde Elena'nın çocukluk aşkı Nino ile sevgili olunca beynim alev almıştı. Yakın bir arkadaş bunu nasıl yapabilir! Nino da ayrı bir salak... Şu karakteri bir türlü sevemedim. -.-

Durun, bu olaylar bir hiç! Nino'yla aşk yaşayıp, hamile olduğunu öğrenince Lila, Stefano'yu terk edip saçma sapan bir hayat yaşamaya başlamıştı. Bu sırada Elena, olayları her şeye rağmen soğukkanlılıkla karşılayıp, eğitim hayatına devam etti. Ben olsam Lila'nın saçını başını yolardım.
Aslında ikinci kitabın sonlarına doğru bir sürü olaylar oluyordu. Herkes daldan dala atlar gibi birbiriyle oluyordu. Olayların en dışında kalıp kendini koruyan tek kişi Elena'ydı.
Kitabın sonunda akademik kariyerinde büyük bir adım atmıştı. Hayatında yeni biri vardı: Pietro. Yaşam kalitesi giderek artarken bilin bakalım karşısına kim çıkmıştı? Nino!
Üçüncü kitapta olaylar kaldığı yerden devam ediyor. Ama yazar U dönüşü yapmış. İlk iki kitapta olaylar hep Lila'nın etrafında gerçekleşiyordu. Her şeyi Elena'nın gözünden okusak da odak noktamız hep Lila'ydı. Bu sefer spot ışıkları Elena'ya dönmüş durumda çünkü hayatı çok değişiyor.
Napoli'yi anlatan bir roman yazıp da yazarlık kariyerine adım atınca bambaşka bir çevreyle karşılaşıyor. Bunun Pietro'nun da etkisi çok. Çocuğun ailesinin çevresi hep yayıncılık dünyasından. Durum böyle olunca Elena birden parlayan yazar konumuna geliyor.
Sonrasında her şey pat pat gerçekleşiyor. Okurken başım döndü ve daha neler olacak diye heyecanla okudum kitabı.

Bu kitap, kesinlikle Elena'nın geçiş dönemlerini yansıtan bir kitap olmuş. Hayatı birden değiştiği için iniş çıkışlı yaşıyor her şeyi. Pietro'la evlendikten sonra aslında istediği şeyin bu olmadığını fark ediyor ama çok geç. Çoluk çocuğa karışıyor. Anneliğe alışma süreci çok sancılıydı. Bu duyguyu iliklerime kadar hissettim çünkü benim de korkulu rüyam budur. Anne olduktan sonra kitap yazamamaya başlıyor. Kendi annesi ve Pietro'nun annesi Adele her ne kadar ona yardımcı olmaya çalışsa da bunalıma giriyor. Kendini beğenmiyor. Pietro'nun umursamazlığı sinirlerini bozuyor. O bu şu derken Nino hayatına tekrar giriyor. Hem de öyle bir giriyor ki çok normal bir şeymiş gibi. Pietro'yla yakın arkadaş oluyorlar. Nino da Eleonora diye biriyle evlenmiş ve bir oğlu olmuş. Ailecek görüşmeye başlıyorlar. Elena'nın aklı çok karışık. Bir yandan eşinin işkolikliği ve çocuklarının sorumluluğu bir yandan Nino'dan gördüğü ilgi bir yandan Lila'nın kendi yaşamına odaklanması derken ipin ucu kaçıyor ve bam! Kitabın sonunda "Holly shitttt" diye bağırıyorsunuz. Elena Ferrante'nin cehennemine hoş geldiniz...

Sanırım, uzun zamandır bu kadar soluksuz bir seri okumamıştım. İtalyan yazarımız Ferrante'ye daha da tapmaya başladım. Kalemi inanılmaz sağlam. İki baş karakterin hayatlarındaki en kritik dönemleri öyle güzel anlatıyor ki sanki Lila ve Elena hep sizden biriymiş, yakın birer arkadaşınız gibi hissediyorsunuz. Çocuklukları, ergenlikleri, gençlikleri, yetişkinliğe ilk adımları, evlilikleri, annelik dönemleri... İnanılmaz bir kurgu!
Bu seri nasıl sonlanacak diye kudururken dördüncü kitabı da okudum. Çok ara vermeden onu da yayınlayacağım. O zamana kadar bu seriyi hala okumadıysanız, okuyunuz efenim. Napoli'nin gerçekleriyle yüzleşin.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

6 Ocak 2019 Pazar

Kitap Yorumu: Napoli Romanları 1: Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım - Elena Ferrante

Selamlar
Size enfes bir seri önermeye geldim. Bunun için yazdan beri hazırlık yapıyorum ve artık zamanı geldi: Napoli Romanları

Kısaca bu seriyle nasıl tanıştığımı anlatayım. En küçük teyzem de benim gibi deli kitap okur. Tek farkımız; aldığı kitapları elinde tutmayı sevmez. O yüzden arada bir toplu kitap verir. İçlerinden okuyacaklarımı seçerim, kalanları da arkadaşlarına dağıtır. Geçen yaz elime dört kitaplık bir seri verdi. "Bu seriyi okudum ama ısınamadım. Al,bir de sen oku bakalım." dedi. Balıklama atladım çünkü bu serinin çevirmeniyle tanışma fırsatım olmuştu. (İtalyanca çevirmen Eren Yücesan Cendey)
Yazın bir ara Yalova'ya gittim. 90 dakikalık yolculuğum sırasında kitaba başladım. O kadar çok fazla karakter var ki okurken beynim alev alıyordu resmen. Yine de direndim ve kitabı bitirdim. Açıkçası seriye devam edip etmemeyi düşündüm. Sonra iş yerindeki arkadaşım Napoli Romanları'na aşık olduğunu, herkese deli gibi okutturduğunu falan anlatınca ve benim de durumumu öğrenince ikinci kitabı okumam için motive etti. Sonra bir baktık ofiste dört kişi bu seriyi okuyoruz. :) 
Serinin dizisi de yapıldı. HBO'da ilk sezonu yayınlandı. Bu aralar bir evde toplanıp, diziyi izliyoruz. Hal böyle olunca artık blog'da da bahsedeyim dedim.

İlk kitap Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım'da öyle çok fazla olay olmadığı için yorumunu blog'a yazmamaya düşünüyordum ama kısaca bahsetmek istiyorum. İkinci kitabın yorumuna, yazının sonunda ulaşabilirsiniz.

Napoli Romanları'nın birinci kitabı Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım'da, Napoli'nin kirli, kavgaları hiç bitmeyen bir ara mahallesinde yaşayan iki küçük kızın hikayesini okuyoruz: Elena (Lenu) ve Lila. Kitabın başında altmış yaşındaki Elena, birinden telefon alıyor: Lila kayıptır. Yaşlı kadın bu telefon sonrası oturup, eski defterleri açıp okumaya başlıyor. İşte böylece dört kitaplık bir maceraya adım atıyoruz.
 Bu kitapta çocukluk yıllarını okuyoruz. Lila, kavgası eksik olmayan bir ailede yaşayan ama hiçbir zaman güçsüzlüğünü belli etmeyen, hırçın, intikamcı, savaşçı, biraz bencil ama çok zeki bir kızdır. Elena ise Lila'nın tam zıttı bir karakter. O da zeki ama daha duygusal, kendi halinde bir kızdır. 
Bu romanda, Napoli'de yaşadıkları her şeye tanık oluyoruz; okul dönemleri, mahalledeki olaylar, aile içi şiddetler, iki küçük kızın birbirini bulması ve dostluklarının gelgitleri. Dediğim gibi çok fazla karakter var. Bir sürü soylu aile ve onların çocukları var. Yazar, bunların listesini kitap başında veriyor. Okurken oradan da yardım alabilirsiniz. İlk kitap, çoklu karakter sebebiyle sizi zorlasa da okumaya devam edin. Zira seri ilerledikçe sizi daha da içine çekecek. İlk kitabın sonundaki olaydan bahsetmeyeceğim. Ama ikinci kitaptaki olayları anlatmak için sabırsızlanıyorum. *-*

Not: Serinin yazarı Elena Ferrante de ayrı bir olay. Yazarın erkek mi kadın mı olduğu yıllarca tartışılmış. Çünkü yazdığı bu kitapları yayımlaması için yayıncısına gönderirken, "Bu seri için hiçbir şey yapmayacağım. Çünkü yeterince yaptım ve yazdım." diyerek bir mektup yollamış. Hiçbir şekilde fotoğraf çektirmemiş, televizyonlara çıkmamış, imza günü yapmamış. Röportajlara sadece yazılı olarak cevap vermiş. Acayip gizemli bir yazar. Hakkında bir sürü teoriler çıktı. Bazıları gerçek kimliği buldum ama kararına saygı duyuyorum diyerek basına bilgi vermemiş. Falan filan. Ne olursa olsun yazarın kararına ben de saygılıyım. İyi ki Napoli Romanları'nı yazmış. <3

İkinci kitap yorumu için tıklayınız.

Kitap Yorumu: Napoli Romanları 2: Yeni Soyadının Hikayesi - Elena Ferrante

Şimdi gelelim Napoli Romanları 2: Yeni Soyadının Hikayesi'ne...
Sanırım kitabı yiyip bitirmemek için zor tuttum kendimi. Olaylar hiç bitmiyor. Ağzınız sürekli açık okuyacaksınız. Lila'ya bol bol küfredeceksiniz. Daha ne olabilir derken darbe üstüne darbe yiyeceksiniz. Benden söylemesi. -.-
İlk kitabın üzerinden uzuuun bir süre geçince ve karakterleri tamamen unutunca oturdum karakter analizi yaptım. (Bunu Vampir Akademisi için de yapmıştım.) Sonra ikinci kitabı okurken karakterlerin yanına notlar aldım.Şaka maka cidden çok karakter var. Yazarken bile kafam yandı. Bu karakter analizini görmek isteyenler için fotoğrafı aşağıya ekliyorum. 

Gelelim bu kitaptaki olaylara. Birinci kitabın sonunda Elena ve Lila büyüyüp, genç kız oldular. Farklı hayallere sahipler. Elena okumaya devam etmek isterken Lila, mahallenin serserisi Stefano ile evlendi. Mutsuz bir evlilik bu. Sürekli şiddet, kıskançlık krizleri, çocuk meselesi derken Lila sonuna kadar direniyor. Bu süreçlerde Elena ona yardımcı olamıyor çünkü Lila buna izin vermiyor. Şiddetin izlerini örtüyor, mutlu bir evliliği varmış gibi davranıyor ve Elena'nın okuldaki başarısını kıskansa da bir yorumda bulunmuyor.
Gel zaman git zaman bir gün Elena, Lila, Lila'nın abisinin eşi ve Stefano'nun kız kardeşi Pinuccia ile Ischia Adası'nda  yazlık bir ev tutup tüm yaz orada kalıyorlar. Stefano ve Lila'nın abisi Rino da fırsat buldukça eşleriyle özlem gidermek için adaya gidiyor. Bu zaman diliminde Elena, Lila'nın yakın arkadaşından çok adeta onun hizmetçisi gibi bir şey oluyor. Mahallerindeki eski arkadaşlarından ve Elena'nın da sevdiği çocuk Nino da adada yaşıyor. Burada yaşanılanları anlatmayacağım. Okuyun ve dehşete düşün istiyorum. Resmen adanın içinde yaşadım. Elena-Nino-Lila üçlemesindeki olaylar entrikalarla dolu. Lila'dan nefret edeceksiniz, bu bir gerçek. Elena'ya çok kızacaksınız, çok pasif diye. Nino zaten tam bir salak!

Karakter analizi 
 Birbiriyle bağlantılı bir sürü olaylar oluyor. Ada dönüşündeki karmaşa, dağılan karakterler, hayata tutunmaya ve yaşadıklarını sindirmeye çalışan Elena, yaptığı seçimlerle baş etmeye ama hala dik kafalı olan Lila, arka plandaki tüm karakterler... Yazarın hayal dünyası inanılmaz derecede etkileyici. Sanki Napoli'de yaşayanlardan biriymiş gibi hissettiriyor. O dünyadan kopmak istemeyeceksiniz. Mesela şu an ben üçüncü kitap için deliriyorum ama bir yandan seriyi de hemen bitirmek istemiyorum. :( Yine de bu ay kitabı okuyacağım. 
Ne olur okuyun şu seriyi ve dedikodusunu yapalım. Dizisini de izleyin. İlk iki bölüm izledik ve şöyleydik: "İşte bizim Napoli! Her şey çok gerçekçi olmuş. Adeta karakterleri canlandırmışlar!"

Tüm olaylar Napoli'de yaşanıyor fakat yazar, okuru hiç sıkmadan tüm kurguyu sindirmemiz için ustalıkla yazmış. Napoli'den bıkmayacaksınız. 

Üçüncü kitabın yorumunda elbette ikinci kitabın tüm hassas olaylarından bahsedeceğim. :) O zamana kadar kendinize iyi bakın!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

30 Aralık 2018 Pazar

Kitap Önerisi: Şiir Denizi 1 - Ümit Yaşar Oğuzcan

La la la laaaa. Ümit Yaşar'a aşığım, la la la laaa!
Ya bunu kesinlikle kabul ediyorum. Ümit Yaşar Oğuzcan'a delicesine aşığım! Çünkü o da bir yengeç burcu! Şaka. :D 
Bu dünyaya erkek olarak gelseydim kesinlikle Ümit Yaşar olurdum. Her düşüncemiz mi aynı olur? Her yazdığını okumak istiyorum. Tüm eserlerini toplayacağım! 
Şiir Denizi 1'i yaklaşık iki ay önce aldım ve dedim ki bu kitabı löp diye bitirmeyeceğim. Bazı günler okudum, bazı günler okumadım. Mutluyken de okudum acı çekerken de. Yorgunluktan ölsem de keyif yapsam da. Tadını çıkara çıkara. Sindire sindire. Oh be, dünyalar varmış.
Efenim, yıllardır şiirlerden kaçan biri olarak aslında doğru şairimle karşılaşmadığımı fark ettim. Benim şairim Ümit Yaşar'mış. Tabii severek okuduğum birkaç şair daha var ama şu ana kadar her bir şiirinden ayrı keyif aldığım tek şair şu an kendisidir. 2018 bitmeden size özel seçtiğim satırları aşağıya bırakıyorum. 2019'da daha çok şiir okumak, daha çok şair keşfetmek ve daha çok Ümit Yaşar okumak dileği ile...

ROMAN
O bana baktı
Ben ona baktım
O güldü
Ben güldüm
O gitti
Ben kaldım

KAN
Kalbime girdin
Koynuma girdin
Kanıma girdin
İşte öldüm
Mezarıma da girsene

ÇIKMAZ SOKAK
Bir daha dünyaya gelsem
Yine seni severdim
Beni üzesin diye
Beni deli divane edesin diye
Biliyorum
Sen de bir daha dünyaya gelsen
Yine beni sevmezdin
Kahrımdan öleyim diye

İNSAN BİR YERDE KENDİNİ BIRAKMALI
İnsan bir yerde boş vermeli kurallara, düzenlere
İnsan bir yerde kendini bırakmalı
Hiçe saymalı düzenini dünyanın
Zamana karşı koymalı
Sıyrılmalı ayıplardan, korkulardan
Küçük hesapları bir yana atmalı
Yaşamalı şöyle alabildiğine
Büyük delilikler yapmalı
İçmeli
Sevmeli
Küfretmeli
Adam öldürmeli
Kendine bir başka gözle bakmalı
İnsan bir yerde boş vermeli kurallara, düzenlere
İnsan bir yerde kendini bırakmalı

Sev
Öyle sev ki
O hiç sevmesin
Bekle
Bekle ki
O hiç gelmesin

AYRILANLAR İÇİN
Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi, evet her şeyi unutmalıyız

Her kederin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler gelir geçer, yıllar geçer
Sen de unutursun bir gün gelir

Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine 
Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi
O günlerce, gecelerce sevişmelerimizi

Her şeyi, evet her şeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Kitap Önerisi: Aşka Dair Nesirler - Ümit Yaşar OĞUZCAN


Merhabalar

Bu aralar süper bilinmezliğin içindeyim. Öyle böyle değil hafakanlar basıyor bazen. Tam da bu zamanlarda kitap okumak pek de yardımcı olmuyor. Çünkü sayfalardaki yazıları okurken aklım çok başka yerlerde oluyor. O yüzden kitaplardan uzak duruyordum. Ama o zamanda evin içinde gün geçmiyor. Ve kendime bir iyilik yaptım: yeni bir şiir kitabı aldım. Thpensieve önerisi ve paylaşımları sayesinde gözüme kestirdim. Hayatımda aldığım en doğru kararlardan biriydi sanırım.

"Sesini duymak varmış şarkılarda, bütün kitaplarda seni okumak varmış."

Aşık mısınız, aşık mı olmak istiyorsunuz ya da platonik bir döngü içinde misiniz? Kesinlikle Ümit Yaşar'ın Aşka Dair Nesirler kitabını okuyun. Adeta romantik olan tarafım mutluluk dansı yaptı. Yani nasıl desem size, romantiklikten ölen ama kesinlikle belli etmeyen biriyim. Geçmişte hoşlandığım çocukların ruhları duymazdı hatta onlardan nefret ettiğimi düşünenler bile oldu. Yani süper ketum biriyim. 😃 Ama içimde romantiklikten ölen bir taraf var ki... Ya şarkı sözleri ya anlamlı cümleler ya da Ümit Yaşar gibi yazarlar dile getiriyor bu gizli tarafımı. Kitap yapıştırdığım post-it'ler yüzünden rengarenk oldu. Bir tane sarı fosforlu kalemim bitti. Gerisini siz düşünün... Adeta tam da aklımdan geçenleri dile getirmiş yazar. Böyle romantiklik akıyor... Okurken eridim, bittim. "İşte beni benden daha çok anlatan kitap bu," dedim. Yani hislerimi anlatamadığım zaman ona vereceğim bu kitabı, "al canım aynen bunları hissediyorum sana karşı," diye. Kesinlikle benim kılavuzum bu kitap. 😍

"Sevmek insan tarafımızı bulmamızda bence."

Aşka aşık bir insanım. Sevginin sınırsız bir şey olduğuna inananlardanım. Sevdiğim insanın tüm kusurlarını görmezlikten gelip, adeta taparım. Ama tabii ki belli etmek yok. Egosu tavan olup, poposu tavanlarda gezebilir. Ama cidden romantik olmayı seviyorum. Her şeyi dibine kadar yaşamak isteyenlerdenim. Sevmeden, aşık olmadan evlenmeyeceğim dediğimde tuhaf bakışlara maruz kalabiliyorum çünkü artık günümüzde mantık evliliği daha ön planda. Ya da sevgileri yapay. İşte bu yüzden evde kalacağım. 😄 Ay şaka bir yana konuyu başka yere saptırdım.

"Tuttum resmini indirdim duvardan. Duvar ağlamaya başladı."

Yazara ve muhteşem eserine geri dönüş yapıyorum hemen. Ümit Yaşar'ı iyi ki bu eseriyle tanımışım dedim ve bundan sonra diğer kitaplarını da okuyacağım. Çünkü kafa yapılarımız birebir aynı. Erkeklerin ne kadar derinden sevebileceğinin en güzel kanıtı Ümit Yaşar. Şiir kısmı başlı başına aşık olunası. Ama en çok Sahibini Arayan Mektuplar kısmına aşık oldum. Yazdığı mektuplar, hayali birine. Öyle bir yazmış ki mektupların sahibi olası geliyor insanın. Bir insan bir insanı ancak bu kadar içten, karşılıksız ve doyumsuz sevebilir.

"İnsan olarak aşktan başka övünecek neyimiz kaldı?"

İmkanım olsa milyon tane alıntı yapabilirdim. Ama bence kitabı edinip, kendi görüşlerinizle okuyun alıntıları. Kitabı yiyip, bitirin ve gerçek aşkın varlığını keşfedin. Ümit Yaşar'la tanışma vaktiniz geldi gençler! Şiir'e ön yargılı olan insanı şiir sevdalısı yapar bu adam. 💚

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane