Pages

Seri İncelemesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seri İncelemesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2014 Cumartesi

Tatili Tekrardan Yaşayabilir miyiz ? Hiç mi ? Peki.


Bu tatili bir daha baştan yaşayabilir miyiz ? Gelmiş geçmiş en iyi yarıyıl tatilimi geçirdim diyebilirim. Benim için çok verimliydi. Gündüzleri inekledim, geceleri film izledim. Hiç mi hiç kitap okumadım. Sağolsun Cassandra Clare, Mekanik Prenses'ten sonra ne bir şeyler okumak istedim ne de romantik bir şeyler görmek istedim. :D Bu yüzden bende bol bol macera, aksiyon, komedi ve fantastik filmler izledim. Yazarken bile içim kıpır kıpır oluyor. Şansıma hep iyi ve kaliteli filmler izledim. Eh, izlediğim filmlerin adlarını ve ekibini görünce zaten kalitesiz bir yapım olmalarının imkansız olduğunu anlayacaksınız. :D 

Tatilin ilk günü Frozen'ı ve We're The Millers'ı izledim. Frozen, bir animasyon filmi. Oscar'a aday. Ve bir Disney filmi olduğu için hemen izledim. Tahmin edebileceğiniz gibi bayıldım ! Gelmiş geçmiş en iyi animasyonlardan biriydi. Cidden Oscar'lık. :D Kurgusu ve sahneleri çok anlamlı, eğlenceliydi. Kesinlikle izleyin derim. Film bitiminde zaten habire "Do you wanna build a snow maaan ?" şarkısını söyler oldum. Let It Go'yu çok uzun zamandır dinliyordum. Her ikisini de dinleyin ve filmi kesinkes izleyin diyorum.

We're The Millers'ın fragmanını daha önce TV'de görmüştüm. Eh, kadrosu güzel olunca izleyeyim dedim. Jennifer Aniston, Emma Roberts ve Jason Sudeikis başrollerde. Biraz küfür içerikli bir film. Yani beni rahatsız etmedi ama burada uyarayım. Yine de çok komik ve eğlenceli bir filmdi. Kurgusu hoşuma gitti. Birbirinden bağımsız dört kişi bir araya geliyor ve aile gibi gözükerek Meksika'ya bir "iş yapmaya" gidiyorlar. Uyuşturucu kaçakçılığı... Ama öyle komikler ki... izlerken habire sırıttım. Benim çok hoşuma gitti. :D Komedi severler izlesin kesinlikle.

Çok küçükken TV'de Mr & Mrs Smith'i izlemiştim. Ama hiç hatırlamıyordum. Bu tatilde filmi yeniden izleyeyim dedim. Demez olaydım. Bu filmden sonra kendime gelemedim resmen. :D Aksiyonun dibine vurmuş adamlar. Resmen filme aşık oldum. Ki ben Brad Pitt ile Angelina Jolie'yi pek seven biri değilim. Aslında hiç ilgimi çekmezler. Bu filmden sonra çifti bir sever oldum ki... Anlatamam. Öyle böyle değil. Film zaten her zaman izlenecekler listeme eklendi. Geç izlediğim için kendime baya söylendim. Çünkü cidden müthiş bir film. Aşık oldum resmen. :D Bu filme kelimeler yetmez. Gidin izleyin, tekrar tekrar...

Büyük bir aksiyon filminden sonra yine komedi tarzına döndüm ve Horrible Bosses'ı izledim. Bizdeki adı ile Patrondan Kurtulma Sanatı. Şans eseri filmi izledim ve burada da karşıma Jennifer Aniston ile Jason Sudeikis çıktı. :D Filmi ilk başta pek anlamadım. 3 kafadar patronlarından şikayet edip durmakta ve patronlarından kurtulmak için kiralık bir katil tutmak isterler. Fakat bu kiralık katil bunlara ne yapmalarını anlatır sadece ve bu üç şapşal öyle karmaşık ve eğlenceli bir plana atılırlar ki izlerken acaip eğlendim. :D Olayların oluş biçimi bile çok güzeldi. Bu film sayesinde Jamie Foxx'u tanıdım. Jason Bateman'ı daha da sever oldum. Kadrosu on numara yani. :D Komedi severler için ayrı bir öneririm.

White House Down'ı izler izlemez zaten blog'da detaylı bir yorum yazısı hazırladım çünkü cidden filme hayran kaldım. Gerek oyuncuları gerekse kurguları falan... Hatta hızımı alamadım. Aksiyon sever bir arkadaşım var. Onu aradım ve "kesinlikle bu filmi beraber izlemeliyiz" dedim. Onunla da tekrar izledim. Tek diyebileceğim bu haftasonu kesinkes izleyin ! Detaylar için ; White House Down 

Ve şimdi geldik, bu tatilde izlediğim en mükemmel film serilerini anlatmaya. Her tatilimde bir film serisi izlemeye çalışıyorum ama bu sefer kendimi aştım ve Görevimiz Tehlike ile Karayip Korsanları serilerini peşpeşe izledim. Pişman mıyım ? Deli miyim ben pişman olayım. :D Keşke daha fazla zamanım olsaydı da diğer film serilerine de gömülseydim.


Karayip Korsanları'nı inadımdan geç izlediğim için kafamı duvarlara sürtmek, kendimi camdan aşağı atmak ve gözlerimi oymak istiyorum. Hangi akılla ben bu filmi izlememişim, bilmiyorum ! Bir de seriyi izlerken aklıma habire ; 2010'da TTS- Eclipse'ı sinema salonunda izlerken yan salondan Karayip Korsanları Gizemli Denizlerde'yi izleyenlerin seslerini duyuyordum. Habire bir gürültü, kahkaha falan. Eclipse'ı doğru düzgün bile izleyememiştim. O anlar aklıma geldi de... Nasıl pişman oldum anlatamam. Neyse, filmden söz edeyim. Son pişmanlık fayda etmez. :D

Sonunda Kaptan Jack Sparrow ile tanıştım. Bu kadar sempatik, eğlenceli, umursamaz ve sarhoş tipli birini daha tanımak çok iyi geldi. :D Filmin neden bu kadar çok tuttuğunu anladım. Böyle sağlam bir karakter ile değil dört film milyon film çekilir. Johnny Depp yine oyunculuğunu konuşturmuş. Adamı zaten çok seviyorum. Gerek kişiliği gerekse oyunculuğu... Ama Kaptan Jack Sparrow sayesinde aşık oldum. Filmdeki konuşmaları, aksanı, hareketleri... Her şeyi etkileyiciydi. 

Orlando Bloom'u daha da sever oldum. Onun karakteri de çok etkileyiciydi. Keira Knigtley'i ilk bu filmde gördüm. Oyunculuğu çok hoşuma gitti. Film serisinin kadrosu zaten çok sağlam. Son filmde Sam Claflin ile Amanda Seyfried'i görünce kalp krizi geçirecektim. :D Sam'e bayılıyorum çünkü. Amanda da favorilerimden. Bu yüzden bu film serisine tutuldum. Favorilerimden oldu kesinlikle. Aslında bir bakıma iyi ki geç izlemişim dedim. Çünkü filmlerin arasında uzun bir zaman var. Özellikle Ölü Adamın Sandığı 'nı-ikinci film- izledikten sonra diğer filmi nasıl izledim hatırlamıyorum. Çünkü çok heyecanlı bir yerde bitti. Ki zaten ikinci film favorim. :D Son filmde merak edici bir şekilde bitti. Artık 2016'da sinema salonunda kamp kururum. 

Müthiş kadro, eğlenceli karakterler, komik sahneler, heyecanlı bölümler ve Kaptan Jack Sparrow, Karayip Korsanları'nı başka türlü nasıl anlatırım bilmiyorum. Artık her fırsatta filmlerini izlerim. :D 
Minik Not : Sparrow'un çığlığını mutlaka duymalısınız. :D Filmde, her çığlığında kahkaha krizine giriyordum. Bu kadar komik biri olamaz ! Adamın ses tonu bile bazen komik geliyor. Aksanına kalp kalp kalp.


Görevimiz Tehlike  filmlerine gelirsek... Adeta benim için yapılmış filmler sanki. :D Aksiyon'u ayrı bi seviyorum filmlerde. Durmadan aksiyon sahneleri olsun, hiç sıkılmadan izlerim. Bu film serisini de o yüzden izledim. Ki zaten uzun zamandır bildiğim bir seri. Sinema salonlarında kocaman afişlerini görüyordum ama izleme fırsatım olmadı hiç. Geçen TV'de Görevimiz Tehlike 4'ü veriyorlardı. Bir göz atayım dedim. Elimde kumanda, gözlerim hipnoz olmuş, ekranın karşısında heykel gibi kalmışım. O kadar heyecan verici bir sahne vardı ki... Sonra durdum ve dedim ki "TV'yi kapat. Seriyi baştan izle. Böyle olmayacak !" Ve dediğimi yaptım. İlk film açıkçası pek hoşuma gitmedi. Ki bu normal. 1996 yapımı, ne bekleyebilirim ki ? Yine de Ethan Hunt'ın peşini bırakmadım ve peşpeşe filmleri izledim. 

İlk filmden sonra diğerlerinde zaten aksiyon tavan yaptı. İkinci film çok iyiydi, cidden. Ama benim favorim üçüncü film. Film bitiminde detaylı bir araştırma yaptım ve karşıma yapımcı ve yönetmen koltuğunda J.J. Abrams çıktı. Bu adama kesinlikle bayılıyorum. Lost, Fringe ve Once Upon A Time dizilerinde beni kendine hayran bıraktı. Bu adamın her projesini gözüm kapalı izlerim. Tom Cruise ile mükemmel bir iş çıkarmışlar. O kadar güzeldi ki... Romantik bir şey falan görmek istemiyordum ama bu filmde romantik ve aksiyon çok uyumluydu. Bitmesin istedim. Tom Cruise neden babam yaşında diye bile söylendim. :D Ethan Hunt karakterine çok uymuş. Ve bu filmde geçen günlerde vefat eden Philip Seymour Hoffman ile City of Bones'dan tanıdığım Jonathan Ryhs Meyers vardı. Kadrosu harikaydı.

Son filmde ise karşıma sürpriz bir isim çıktı. İzlerken bir an kalbim durdu zaten. Yok canım, o olamaz falan derken Josh Holloway olduğunu kabul ettim. J.J. Abrams yine yapımcı olur da eski oyuncularını geride bırakır mı hiç ? İkili Lost'tan sonra bir araya gelmiş yine. Tabii filmde umduğum kadar yer almadı ama olsun. Jeremy Renner'ı doyasıya izledim. Bu adamı bu sene çok sever oldum. :D O yüzden son filmi de çok sevdim. Artık bir diğer filmi 2015'te sabır küpü olup, beklerim.

Benim tatilim böyle geçti işte. Cidden kurguları, oyuncuları ve efektleri müthiş olan filmler izledim. Hayatıma renk, aksiyon ve yenilik kattılar. Frozen'dan Anna ve Olaf sayesinde baya eğlendim, Millers ailesi ile kahkahalar attım, Smith'lerle aksiyona doydum, üç kafadar ile patronlara karşı yapılan planlarda yer alarak yeni şeyler öğrendim, John Cale ile dövüş teknikleri öğrendim, Kaptan Jack Sparrow ile hayatın tadını çıkardım ve Ethan Hunt sayesinde birkaç pratik şey öğrendim. 

Artık gelecek tatilimde -sanırım yaz tatili oluyor o- diğer film serilerini izlerim. Öneri de istiyorum. Az biraz film zevkimi anlamışsınızdır. :D Umarım iyi bir tatil geçirmişsinizdir ve bu yazım ile film konusunda yardım edebilmişimdir. Şimdiden iyi seyirler, iyi eğlenceler !

Sevgiler, öpücükler : Jane

3 Aralık 2013 Salı

Seri İncelemesi : Ölümcül Oyuncaklar 1-2


     Daha önce blog'da Kemikler Şehri'nden bahsedip, içimden geldiği gibi yorum yapmıştım. Ki kendi yazım olmasına rağmen nedense her okuduğumda eğleniyorum. Kitaplara, severek yorum yapmak bambaşka. :D Her neyse, bu yazımda ise Ölümcül Oyuncaklar serisindeki ilk iki kitabın özetçe anlatımını yapıyorum. (Daha sonra 3. ve 4. kitaplarında detaylı yorumları, kısaca özetleri gelecek. Az biraz zaman lazım bana.) Çünkü K.Şehri'nin filmi çıkmadan önce kitabı en baştan okudum. Ve o kadar hoşuma gitti ki bu durum, seriyi en baştan okumaya karar verdim. Zaten beşinci kitabı -Kayıp Ruhlar Şehri- okumadan önce seriye yeniden göz atmam gerekiyordu. Kitaplar çok uzun sürede çıktığı için unuttum. Hazır seriyi en baştan okuyorken kitapların tanıtımlarını, özetlerini ve yorumlarını blog'da yayınlayım dedim. Spoiler vermemeye çalışacağım ama kitapları anlatırken bilmediğiniz bir şey, yazıda geçiyor olabilir. Bu yüzden 'ek bilgi' almak istiyorsanız yazıyı okuyun. Ama seriyi tanımak için iyi bir fırsat. :D

- Kemikler Şehri -

 İlk kitapta baş karakterimiz Clary, en yakın arkadaşı Simon ile gittiği Pandemonium'da görmemesi gereken kişileri görür. Gölge Avcılarını. Enstitü'de yaşayan Jace, Alec ve Isabelle birer gölge avcılarıdır. Görevleri ise Aşağı Dünya'da yaşayan iblisleri avlamak. Tam iblisin işi bitirirlerken, Clary'in çığlığı ile donup kalırlar. Sıradan görünen bu genç kızın aslında onları görmemesi lazım. Hiçbir sıradan insan onları göremez. Ama Clary, sıradan bir insan değildir. Bu üç gölge avcısıyla karşılaştıktan sonra gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Annesi, garip bir şekilde ortadan kaybolur. Jace ise tam zamanında Clary'nin hayatını kurtarır ve onu Enstitü'ye götürür. Üç gölge avcısının hocası olan Huge, Clary'nin kim olduğunu bulmak için Sessiz Kardeşleri çağırır. Bu kardeşler, dikili ağızlarıyla, gözlerinin olması gereken yerlerde siyah boşluk olan ve kukuleta giyen birer tuhaf yaratıklardır. Clary'nin aklına girerek, zihnindeki engeli kaldırmaya çalışırlar ama çok güçlü bir büyüyle yapıldığı için daha fazla ileri gidemezler. Yine de bir ipucu bulurlar. Clary'nin zihnini büyüleyen kişi, iblis efendisi Magnus Bane'den başkası değildir.

"Alaycılık, hayal gücü iflas edenin son sığınağıdır" - Clary Fray

Bu çılgın adamın, çılgın partisine katılarak gerçekleri öğrenmeye giderler. Elbette bu Clary için kolay olmaz çünkü hayatı sırlarla doludur. Annesi kayıptır, kendisi yabancıların içindedir ve zihni ona gerçekleri göstermemektedir. Bunlar yetmiyormuş gibi o çılgın partide Simon, bir sıçana dönüşür ve vampirler tarafından kaçırılır. (Bu sahne, kitapta favorimdir. :D) Jace ve Clary, Simon'ı bulmak için vampirlerin inine gitmek zorunda kalırlar ve sonrası... Çok karışık ve bol aksiyonlu bir eğlenceydi. Kim vampirlerin uçan motosikletine binmek istemez ki ? Bizimkiler sağsalim kurtulduktan sonra Enstitü'ye geri dönerler.
Başlarında bir de Valentine gibi bir düşman vardır. Bu adam, Gölge Avcıları dünyasında ilk başta dost olan daha sonra düşmana dönüşen biridir. Ve üç ölümcül oyuncaklardan biri olan kupayı ele geçirmek istemektedir. Kupanın yerini ise sadece Clary'nin annesi bilmektedir ve bu yüzden Valentine tarafından kaçırılmıştır. Clary, bir süre sonra bir yeteneğini keşfeder ve kupanın nerede olduğunu anlar. Kupayı bulmasıyla Enstitü'de hiç tahmin edemeyeceğiniz biri Valentine'in adamı çıkar ve işte o zaman işler çok karışır. Kitabın sonunda zaten büyük bir bomba patladı diyebilirim. Okuyunca oldukça şaşıracağınıza eminim. Ben okurken kitabı yere düşürecektim nerdeyse. :D Yazar, bildiğiniz sizi ters köşeye yatırıyor. Bol aksiyon, heyecanlı ve bir o kadar komik, romantik olan bu kitabı tekrar okumak çok hoşuma gitti. Bu anlattıklarım, kitabın daha onda biri. Okudukça ne kadar güzel olduğunu keşfedeceksiniz. Ve elbette, bol bol olmasa da romantik sahneleri göreceksiniz.

"Sevmek yok etmekti ve sevilmek, yok edilecek kişi olmaktı." -Jace

Son olarak şunu söyleyebilirim ki, Clary çok normal bir hayat yaşarken aslında ne kadar anormal bir dünyada yaşadığını farkeder. New York'un büyülü dünyasını artık görür. En yakınındaki insanlar bile olduğu kişiler değildir. Annesinin çok yakın arkadaşı olan ve küçüklüğünden beri Clary'nin yanında olan Luke'un bile sırları var. Clary, Jace'lerle karşılaştıktan sonra gerçek hayatını görür,tanır ve yeni başlangıçlar yapar.

- Küller Şehri -

Nasıl oluyor da senin üzerine hiç çamur bulaşmıyor ? 
Isabelle omuz silkti. "Kalbim temiz. Bu, pisliği geri püskürtüyor."

Serimizin ikinci kitabı yine çok hareketli, kitabı fırlatmalık, sinir kriz geçirmelik bir şekilde bitti. Hele sonunda ben bayılacaktım. Resmen kitabın içine dalıp, Jace'i sarsıp "Kendine gel, böyle diyemezsin!" demek istedim. Seriyi tekrar okuduğum halde yine çok heyecanlandım, merak ettim, öfkelendim, şaşırdım... Çünkü yaklaşık iki sene önce falan okuduğum için bu kitabı neredeyse hiç hatırlamıyordum. Tekrar okuyunca rahatladım ve şuan her şey tam yerine oturdu.

"Sevgi, insanın seçeneklerini elinden alır."

 Şimdi konudan bahsedeceğim ama ilk kitabı okumayanlar için çoğu şey spoiler olacak. O yüzden spoiler bilgi olduğu yerlere kutucuk koydum. Bakıp bakmamak size kalmış. Hadi bakalım başlıyorum ; İlk kitabın sonunda bazı şeyler öğrenmiştik.  Bu bomba etkisi yaratacak bilgi yüzünden Jace ve Clary birbirinden uzak durmaktadır.

"Hayatımdaki her şey değişiyor, oysa dünya aynı kalıyor." -Clary

Clary, Simon'la yakınlaşırken Jace ise Lightwood ailesiyle aralarındaki sorunu ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü Maryse Lightwood -Alec ve Isabell'in anneleri- Jace'e, Valentine konusunda inanmamaktadır. Ve tam bu sırada Enstitü'ye Sorgucu gelir. Sorgucu Imogen Herondale ( Bu isim size bir yerden tanıdık geliyor mu ? Cehennem Makineleri'nden Will Herondale desem ? Bingo ! Yazarımız aile ağacı merakımızı arttırmaya başlattı.) Merkez'e bağlı olan ve çok sert yapılı bir kadındır. Valentine konusunu iyice deşmek için Jace'i bir numaralı kurbanı olarak seçer. Çünkü Valentine yüzünden oğlu Stephen ve oğlunun sekiz aylık karısı Celine ölmüştür. İntikam almanın tam sırasıdır. Fakat bir sorun vardır. Jace'i sorgulaması için Ölümcül Kılıca ihtiyacı vardır. Kemikler Şehri'nde, Sessiz Kardeşlerin mekanında yer alan bu kılıç, kaybolur. Tahmin edin, kim çalar ? Valentine ! Sessiz Kardeşleri öldürmek için ise en kuvvetli ve en korkutucu iblis olan Agramon'u çağırır. Agramon, karşısındaki kişiye en korktuğu kişi gibi görünür ve korkutarak öldürür. Böylece Sessiz Kardeşleri de öldürür ve kılıcı ele geçirirler. Fakat Valentine, kılıcın güçlerini kullanabilmek için bir peri, bir kurtadam, bir iblis ve bir vampirin kanına ihtiyacı vardır. Peri ve iblis kanlarını elde eder. Geriye kurtadam ve vampir kanları kalır. İşte bu sırada bizimkilerin hayatı alt üst olur. Çünkü kurtadam kanı için Luke'un sürüsünde olan sevimli Maia ile Simon kaçırılır.  Clary ve diğer kalanlar yerlerinde durur mu hiç ? Hemen toplanırlar.

"Bazen tehlikeyi aramak zorunda kalmazsın, o seni bulur." -Isabelle

Valentine'in saklandığı yeri Jace bulur. Büyük bir siyah gemide, bir çok çeşit iblislerle saklanmaktadır. Tabii her şey yolunda gitmez. Sorgucu, Jace'i Enstitü'ye kitler. Etrafına bir pentagram çizerek dışarı çıkmamasını sağlar. Ama Jace yerinde durur mu ? Yeni farkettiği bir yeteneği sayesinde özgür kalır ve Clary'lerle birlikte gemiye doğru yol alırlar. Magnus Bane'de en büyük yardımcılarından biri olur. Alec sağolsun. :D Gerçekten çok büyük ve etkileyici bir savaş olur. Sorgucu da sonunda savaşa katılır. Hatta çok şaşırdığım bir şekilde yardım etti. Ve diğer kitapta patlayacak bir bombanın habercisi bile oldu diyebilirim. :D Savaşta Clary, yeni farkettiği mükemmel bir yeteneği sayesinde gemiyi öyle bir havaya uçurdu ki... Okurken hayal edince resmen büyülendim. Hatta o mükemmel yeteneğini kıskandım bile diyebilirim. Gri kitapta olmayan yeni mühürleri çizme gibi bir yeteneğe sahip artık.

"Ama en çok değer verdiğin insanlara gerçekleri söyleyemiyorsan zaman içinde kendine de gerçekleri söylemeyi bırakıyorsun." -Luke

Kitabın sonunda her şey bitmiş gibi duruyordur ama Valentine yine bir şekilde kaçmıştır ve başlarına bela olmaya kesin devam edecek. Clary ve Jace'in aralarındaki sorun çok daha karmaşık bir hale geldi. Alec ve Magnus ikilisinin durumu da vahim gibi. :D Bu kitapta en küçük Lightwood, Max'i de tanıdık. Çok sevimli bir çocuk. Sonracağıma, Luke'u nedense çok seviyorum ve her defasında eski anılarını anlattıkça içim gidiyor. Clary'nin annesine fena aşık bir adam. Ah bu arada ! Clary'nin annesi hala hastanede, ölü gibi uyumaktadır. Kitabın sonunda onunla ilgili bir gelişme oluyor. :D Baya sevinmiştim. Yani öyle işte. Yine dolu dolu bir Cassandra kitabıydı. Kitabın içine düştüm resmen. Bu kitapta en favori sahnem ise Isabell, Simon, Jace ve Clary'nin perilerin mekanına gidip Seelie Peri Kraliçesi'nin önüne çıkmasıydı. Bu kitapta periler, göründükleri gibi değiller ve zaten o sahneyi okuyunca anlayacaksınız. Baya zor durumda kaldılar ama ben baya sevdim. :D

"Küçük bir çocukken bir kelimeyi tekrar tekrar ve hızla söylediğinde, bir süre sonra anlamını kaybettiğini farketmiştim." -Jace

"Kaç kez söylediğinin önemi yok. Gerçekliğini değiştiremezsin." -Clary

Ve bu kitapta en dikkatimi çeken şey ise Jace'in ruh hali. Onu o kadar iyi anladım ki... Ve onun yaşadıklarını yaşasaydım, onun kadar güçlü olur muydum bilemiyorum... Beni etkileyen bir kitap oldu. Tekrar okumak cidden iyi geldi. Seriye gömülün, Cassandra'nın hayal gücüne dalış yapın, derim. :D Bir de son olarak bu kitapta Cassandra'nın betimlemelerine bayıldım. O kadar çok dikkatimi çekti ki bu cümleler, paylaşmadan edemedim ; Aralarındaki şey bir mum alevi kadar titrek, yumurta kabuğu kadar kırılgandı. / O öpücük vücudundaki bilinmeyen bir damarı açmak gibiydi.

Serinin Camlar Şehri ve Düşmüş Melekler Şehri kitaplarında görüşmek üzere ! Serinin diğer kitaplarını yeniden okumak için sabırsızlanıyorum. Final kitabı gelmeden önce Kayıp Ruhlar Şehri'nin de dedikodusunu yaparız. :D

Sevgiler, öpücükler ; Jane

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Seri İncelemesi : Gece Avcısı - Jeaniene Frost


        Geçenlerde duydum ki Gece Avcısı serisi 9.kitapta değil 7.kitapta final oluyormuş. Yazarımız böyle bir karar almış. Bence çok da iyi yapmış. Çünkü serisinin konusu daha ne kadar gelişebilirdi, bilemiyorum. Bones'u iyi hatırlamak istiyorum. Kitaplarını zorla, sıkılarak okumak istemiyorum. O yüzden bu habere sevindim ve seriyi incelemeye aldım. :D
Seriyi okumayanlar ya da okumaya başlayacaklar için bu yazım iyi bir fırsat olabilir. Çünkü kitapların sıralanışı biraz karışık. Yazarımız habire ek kitap yazdığı için bende zor takip ettim ama sonunda doğru düzgün okuyabildim. :D Ve elimde okunacak 6.kitap ile yan seriden bir kitap daha var. (Vlad'ın hikayesi) Onları bir kenarda bekletip, seri incelemesine başlıyorum !
İlk kitabın konusu için : Mezarla Randevu
Not : Kitapların kısa özetlerinde ve yorumlarımda minik spoiler olabilir. İlk kitabı okumamış olanlar ya da seriyi okumakta olanlar ekstra bilgi öğrenmemeye dikkat etsin.:D

Tek Ayağı Mezarda : Bones ve Kediciği yine beraberdir ! Cat, gizli bir görevde olsa da Bones onu tekrardan bulur ve bu sefer hayatının aşkını bırakmamaya emindir. Cat'in annesi Bones'a hala sinir olmakla beraber bizimkiler sonunda Cat'in babasını buluyorlar. İntikam almak isterken önlerine bir kaç engel çıkıyor. Bazı vampir kuralları... Bu kural sayesinde Bones, tamamen Cat'e sahip oluyor diyebilirim. Bu kitapta serideki favorimlerimden biri. Hem Cat'in yeni ekibi hem Bones'un tavırları ve sıkmayan,daha çok heyecanlandıran aksiyon-macera son hız devam ediyor. Özellikle Cat'in, en yakın arkadaşı Denise'in düğününde Bones'la karşılaşması çok hoşuma gitmişti. Oh be, sonunda demiştim. :D Bones ve özlü sözleri elbette yine kırdı geçirdi beni. Ve aynı zamanda eritti... Bones'un geçmiş yaşamıyla ilgili bilgiler öğrendikçe ağzım beş karış açık kaldı ve kahkahalara boğuldum diyebilirim. Çok güzeldi ya, yazarın hayal gücünü bu kitapta ta çok sevdim. :D
"Kedicik, bir karar vermelisin. Ya burada kalıp uslu duracağız ya da şimdi gideceğiz ve sana söz veriyorum, eğer gidersek..." Eğildi ve sözleri dudaklarıma düştü. "Uslu durmayacağım."

Mezarın Dibinde : Bu sefer Bones'un atası olan Mencheres'in başı beladadır. Ama bizim süper ikili yine iş başındadır. Olay, tarih öncesine dayanıyor. Patra, çok güçlü ve usta bir vampir. Zaten bizimkileri de oldukça zorluyordu. Yine de Bones, Mencheres'den bazı güçler alarak daha kuvvetli ve güçlü oluyor. Vee bu kitapta Vlad'la tanışıyoruz. Kendileri şu çok meşhur vampir Dracula aslında. :D Yazar güzel bir ironi yakalamış. Ama Vlad'ın Dracula olduğuna bin şahit ister yani. Adam, manyak bir şey. Çekiciliğini geçtim eğlenceli, sempatik ve kendinden emin. Şöyle bir hayal edince... "ufuuu" oluyor insan. (Bu da ne demekse,ağzıma dolanıp kaldı işte.) Kitapta ekstra olarak büyü, zombiler ve hayaletler vardı. (Aklıma Anita Blake gelmişti.) Hayaletler, vampirler tarafından görmezden geliniyor ama Cat bir tanesi sahip edindi gibi bir şey. :D Ayrıca çokta sevimli. Son olarak bir sahne vardı ki... Eğer gerçekten öyle bir şey olsaydı yazara değil nefret,tehdit mailleri direk uçağa biner o kadını parçalardım. Aklım başımdan gitti. Birde Cat'in halini düşünün... Neyse, güzel ve yine eğlenceli bir kitaptı. Bir kaç sene önce, yaz tatilinde okumuştum. O sıralar kitapları manyak gibi hızlı bir şekilde bitiriyordum ve bu kitap gündüz başlamamla gece bitmişti. Yine de olayları hatırlıyormuşum. :D
"Benim için her zaman önceliklisin,Kedicik."

Mezara Mahkum : Bu sefer Kediciğin başı büyük büyük bir belada. Bones, bu işin altından nasıl kalktı, hayret ettim ve gerçekten heyecanlıydı. Kitap hem güldü kırdı geçirdi hemde fena duygusala bağladı. Gregor adındaki bir vampir Cat'in rüyalarını ele geçirmeye başlamıştır. Bir tür rüya hırsızı. Rüyalarına girip düşüncelerini okuyabiliyor ve nerede olduğunu bilebiliyor. Ve habire "sen benim karımsın" deyip duruyor. Tabii bu durumda bir de Bones'u düşünün... Adam zaten korumacı, Kediciğe deli gibi aşık. Piskopat bir rakibi ortaya çıkar. Yazar ortalığı fena karıştırmış.Bu yüzden bizim süper ikili ciddi kavgalar etmeye başlar. Cat'in geçmişindeki bilinmeyen sırlar, rüya hırsızı sayesinde ortaya çıkar. Mencheres'de farkında olmadan bu işe bulaşmış. Bazı yerlerde mahvoldum. Bones'u çok farklı bir şekilde görüyoruz. Resmen korkudan tüylerim diken diken oldu. Cat, artık kaçıcak delik aramıştır. :D Hep duygusal ve sinir bozucu olaylar yoktu. Cat'in annesinin başına öyle bir şey geliyor ki... Gülmekten yerlere yattım. Acaip eğlenceliydi. :D Ve Kedicik, sonlara doğru bambaşka bir 'çeşide' dönüşüyor. O sahnede de az gülmedim. Zavallı Bones, hep Kedicik'ten çekiyor. :D Kitabın sonunda "Vay be, ne heyecanlı bir kitaptı.Sanki saatlerdir koşuyormuşum gibi hissettim." dedim. Gerçekten serinin en heyecanlı ve en merak uyandırıcı kitabıydı.
"Benim karım yok." -Bones

Yan Seri Hakkında Bilgi ; Yazarımız 4.kitaptan sonra Gece Avcısı serisine 2 kitaptan oluşan mini bir yan seri oluşturmuş. 5.kitabı okumadan önce bunları okumak şart. Çünkü bu iki kitapta pek çok olay gelişiyor ve Cat'le Bones'da işin içinde. Direk 5.kitabı okursanız bir çok yeri anlayamayabilirsiniz.

Yan Seri 1- Kızıl Damla : Yan serimizin ilk kitabında Cat'in en yakın arkadaşı Denise ile Bones'un dostu Spade başroldeler. Denise, ikinci kitapta evlenen biriydi ama bir kitap öncesinde tahlihsiz bir olayla eşini kaybeder. Ve bu kitapta ise başı beladadır. Yardımına Spade koşar. :D Spade'i ilk tanıdığımdan beri sevmişimdir. Adamın ayrı bir havası var. Eh bu kitapta farkını ortaya koydu. Elbette Bones hala ilk'im. :D Aksiyon zayıftı. Romantizim güzeldi, idare eder. Ian karakteri ise -sanırım bu karakteri ikinci kitapta tanımıştık- bu kitapta fenaydı. Ian'ı da severim. Eğlenceli ve sempatik biri. Bu kitap sayesinde daha da çok sevdim. :D Kitabın sonunda Denise, şekil değiştirici oluyor. İşte o sahneler gerçekten komikti. Baya gülmüştüm. :D Bu kitapta işin içinde iblisler falan vardı. Değişik bir konusu vardı. Jeaniene yazmış, bize de okumak düşer. Ian ve Spade açısında çok güzel ve eğlenceli bir kitaptı. :D

Yan Seri 2 - Sonsuz Karanlık : Sanırım en işkenceli kitap buydu. Hatta bir ara yarım bıraktım, artık dayanamıcam bu ne böyle diye. Ama sonra tabii kitapları yarım bırakmaya kıyamadığım için devam ettim ve memnum kaldım. :D  Bu kitapta şu meşhur Mencheres ve insan olan Kira anlatılıyor. Tahlihsiz bir olayda karşılaşırlar. Sonrasında Mencheres, Kira'nın peşini bırakmaz elbette. Aralarındaki iletişim beni fena sıktı. O kadar bunaltıcıydı ki... Gerçekten. İkisininde düşünceleri aynen şöyleydi ; "Acaba benden hoşlandı mı ? , Bana niye böyle davranıyor ? Şuanda ne düşünüyor ? Acaba yanlış bir şey mi yaptım ?" Öyle mıymıy bir kitaptı. Jeaniene bu kitabı yazarken hangi alemdeydi merak ediyorum. Tamam, iyi yönleride vardı. Çoook eski bir vampir olan Mencheres'i 20'lik hayal etmek süperötesiydi. Adam bir taş,efsane. Yakışıklı,dinç,güçlü,varlıklı daha ne olsun. Başındaki belaları saymıyorum bile. :D Ve Mısır Firavunu olduğu için kitapta Mısır Mitolojisiyle ilgili güzel bilgiler vardı. Bu hoşuma gitti. (Bir mitoloji meraklısı olarak...) Kira'ya değinmek istemiyorum. Allasen, kadını hiç mi hiç sevemedim. Kitap bittiğinde "oh be" dedim. Bu yazar yan seri yazmamalı. Yazarsa Ian'ı yazsın. :D Her neyse. Zorunlu olduğu için okudum, atlattım. Belki okuyacak olanlar beğenebilir. Hatta bazı okuyuculara kitaba bayılmış bayılmış ! Zevklerine,düşüncelerine sonsuz saygım var. Fakat ben beğenmedim. :D

Mezarın Yüzü : Seri uzadıkça sanki kitaplar biraz sıkıyor mu, ne ? Yazarın hayal gücünü, dilini ve kitabı okurken güldürmesini gerçekten çok seviyorum. Hatta diğer yazarlardan en güzel farkı şu ; kitapların başında kendinizi çok heyecanlı bir aksiyon ya da macera sahnesinde bulabilirsiniz. Daha ilk cümleden Bones ve Cat düşmanlardan kaçarak, uçuyor olabilir ya da etrafta bambaşka şeyler uçuşa geçmiş olabilir. :D Ama gel gelelim bu kitaba... "Jeaniene, serin çok güzel, Bones&Cat efsane, ekstra olarak Ian,Vlad ve Spade gibi mükemmel ve eğlenceli karakterlerin var. Hayal gücün artık bu karakterlere yetmiyorsa, tadında bırak." demek istiyorum. Bu kitabın konusunda ise gulyabaniler ön plandaydı. 4.kitapta dile getirmediğim bir karakter vardı. Apollon. Gulyabanileri kışkırtması sonucu vampirlerle bir savaşa sürüklenirler ve Cat'i bunu durdurmaya çalışmaktadır. Yarı vampir olan Cat'in, gulyabanileri durdurabileceği düşünülmektedir. Bu durumda Bones'la beraber Vuudu Kraliçesi Marie'den yardım isterler. Yan serilerden sonra Bones ve Cat'i okumak gerçekten çok iyi geldi. Ama aralarındaki o muhteşem bağın tadını alamadım. Kitaba Vlad çok eğlence katmış. :D Onun dışında... Çeviride farklılıklar vardı. Sanırım çevirmen değişikliği yüzündendi. Bizim Cat, Kızıl Melek iken bu kitapta Kızıl Azrail olmuş. Kitap sıkıcı değildi ama yazar kendini tekrarlamış gibiydi. Artık bir son vermeli. Ve son kitaplara doğru Anita Blake tadı vermeye başladı. Gulyabaniler, zombiler falan... Hadi hayırlısı. :D 
"Sen benimle olduğun sürece bununla baş edebilirim," deyip yüzüne dokunmak için uzandım. "Seninleyken her şeyle baş edebilirim."
"Hep yanında olacağım Kedicik. Daima." Bones dudaklarını dudaklarıma yapıştırdı. 
Evin içinden Vlad'ın alaycı sesi yükseldi. "İhtiyacım olduğunda neden ortalıkta mendil olmuyor?"
***
Bones:"Atla."
Aşağıdaki Missisipi'nin çalkalanan sularına baktım. "Boşanmak istediğini söylemeye çalışıyorsan..."
"İstesende boğulamazsın," dedi Bones eğlenerek. "Neredeyse bir senedir nefes almıyorsun. Şimdi tereddüt etmeyi bırakta atla. Uçmayı öğrenmenin en iyi yolu bu."
"Daha ziyade çığlıklar atarken düşmeyi öğrenmenin bir yolu gibi görünüyor."
Seriye dair son olarak söyleyeceklerim ise ; Bu seriyi gerçekten çok seviyorum. Tamam, her çıkan yeni kitabını ayaklarım popoma değecek kadar koşup, kitapçıya saldırmıyorum. :D Ama fırsatım olduğunda alıp, okuyorum. Kitaplarda kolay kolay çiftleri sevmem. Yani erkek karakteri çoook severim ama partneri hiç hoşuma gitmez, söylene söylene okurum. Ama bu seride Bones&Cat çiftini çok seviyorum. Bu benim için çok önemli. Yine de dediğim gibi bu seri artık bitmeli. -Ki yukarıda haberini verdim 7.kitap sonmuş.- Umarım sizlerde severek okursunuz. Okunması gereken bir seri diyorum. -Yan seriler için yorum yok.-

Sevgiler, öpücükler ; Jane

11 Ağustos 2013 Pazar

Seri İncelemesi / Kitap Önerisi : Tanrıça Serisi - PC Cast

Bundan 3 yıl önce PC Cast'ın Gece Evi serisini okurken, Tanrıça serinin ilk kitabı Deniz Tanrıçası çıktığında kitaba balıklama atlamıştım. Ne konusuna bakmış ne de okuyucuların yorumlarına. Neyse ki kitap beklediğimden de iyiydi. PC Cast sayesinde Yunan Mitolojisiyle tanışmış oldum. Sonrasında zaten Tanrıça serisine gömüldüm.
   Günlük hayatımızda mutlaka Yunan Mitolojisiyle ilgili bir konuyla karşılaşmışızdır.Eğer mitolojiye karşı bir ilginiz yoksa bunların ne anlama geldiğini bilemezsiniz. İşte bu konuda PC Cast, Tanrıça serisi sayesinde bir fırsat sunmuş. Serinin ana konusu mitoloji. Ama yazar işin içine kendi,mükemmel hayal gücünü katınca müthiş bir seri ortaya çıkmış. Okurken bir yandan bilgileniyorsunuz bir yandan da zevk alıyorsunuz. O yüzden bu seriyi gerçekten çok seviyorum.
İlk Deniz Tanrıçası'nı okuduğumda ne olduğunu anlamadım ve açıkçası sıkılmıştım. Ama ana konuyu kavrayıp, kitabın ortalarına geldiğinde jeton yeni düştü ve kitaba aşık oldum. Seriden şuana kadar 3 kitap okudum ama hala Deniz Tanrıçası favorimdir. Okuduktan sonra baya etkisinde kalmıştım. :D 
Serideki kitapları sırasıyla okumak zorunda değilsiniz. Konuları birbirinden farklı fakat önceki kitapta ön planda olan karakterler sonraki kitapta karşımıza çıkabiliyor. "Bunlarda kim, nereden çıktılar" dememeniz için kitapları sırasıyla okumanızı tavsiye ederim.

Deniz Tanrıçası - Kitaptaki ilk olay günümüz zamanında başlıyor. Baş karakterimiz CC, hava kuvvetlerinde çalışan bir kadındır.25. yaş gününde bir dilek diler ; hayatında biraz sihir olmasını... Alkolün etkisiyle bir çılgınlık yapıp tanrıça çağırma ritüeli yapar.Tabii bu sıradan büyünün gerçekleşeceğini sanmamıştır. Bir gün iş sırasındayken uçakta kaza geçirirler. Ve tam ölmek üzereyken mitolojik varlık olan deniz kızı Undine ile yer değiştirirler. Yani CC artık bir deniz kızıdır. Bundan sonra olaylar çok heyecanlı bir hale geliyor. Tabii başı beladan da kurtulamıyor. Deniz kızının takıntılı ve sapkın bir ağabeyi Sarpedon var. Daha sonra CC'yi nişanlısı sanan Andras ve bu sinir bozucu adamın yardımcıları... Resmen okurken deli etmişlerdi beni. Ama en güzeli ise CC'nin denizde yaşayan Dylan ile olan ilişkisiydi. Yazar kitabın sonunda çok çok güzel bir mutlu son yazmış zaten. En çok ona bayılmıştım. :D Hem komik hem romantik dolu hem hüzünlü hemde heyecanlı bir kitaptı. Yazarın hayal gücüne aşık olmuştum. Mitolojiyle kendi hayal gücü müthiş bir patlama yaratmış seride.

Bahar Tanrıçası - Bu kitabı okuduktan sonra PC Cast'a olan bağlılığım iyice arttı. Kadın gerçekten bu işi yapmasını çok iyi biliyor. Mitolojiyi bir güzel harmanlayıp romantizim ve heyecan dolu bir şekilde önümüze seriyor. Bu kitabın konusu ise fırın işletmekte olan ve maddi zorluk çeken Lina, çaresizliğini gidermek için sihirli bir yemek kitabına rastlamasıyla olaylar başlıyor. Ritüel'i hazırlarken talimatları biraz saçma bulsa da ritüeli devam ettirir ve Hasat Tanrıçası Demeter ile karşılaşır.Kızıyla başı dertte olan Demeter, Lina ile kızının yer değiştirmesini önerir. Kızı Persephone'nin yer değiştirme sayesinde daha çok olgunlaşacağını düşünür.Tabii her şeyin bir karşılığı vardır. Persephone, Lina'nın yerine geçip 6 ay ölümlü dünyada yaşayıp, maddi durumunu düzeltirken, Lina'da Ölüler Diyarı'ndaki ruhlarla ilgilenip, onları sakinleştirecektir. Fakat işin içine Hades girince olaylar bambaşka bir boyuta taşınır. :D Hader yeraltında yaşayıp kendini ölümsüzlerden uzaklaştırmıştır. Bunun sebebi ise kendini farklı olduğunu düşünmesidir. Yani Hades kibirli veya egosu tavan yapmış biri değildir. :D Hades'in kendini ölümsüzlerden uzak tutmasının bir diğer nedeni ise gerçek aşkı bulmak istemesidir. Çünkü ölümsüzler arasında aşk diye bir şey yoktur. ( Herkes rastgele takılıyor. :D ) Ve Karanlıklar Lordu Hades, şımarık olarak gördüğü Persephone'yi bu sefer çok farklı olarak karşısında bulur. Çünkü aslında karşısındaki Persephone görünümlü Lina'dır. :D Hades'le beraber yeraltındaki tüm varlıklar da Tanrıça'ya hayran kalınca yeni bir aşk doğar. Fakat bir sorun vardır. Lina bu dünya da sadece 6 ay kalacaktır. Zamanı bittiğinde ne olacaktır ? Hades, yeni yeni kendine gelmişken aşkı onu terkederse ne olur ?  Biraz pembe dizi havası verdim sanırım. :D Sonunu merak ediyorsanız, okuyun arkadaşım. Yine müthiş bir kurguydu. Hades'i yakından tanımış oldum. Karanlıklar Lordu isteyince melek gibi bir adam oluyormuş. Bayılıyorum yazarın bu serisine..!

Işık Tanrıçası - Tanrıça serisi yine aynı maratonda mı gidecek diye beklerken yazar bizi ters köşeye yatırdı. Ve bilin bakalım ne oldu ? PC Cast favori yazarlarımdan biri oldu. Her kitapta beni kendisine daha çok bağlamaya başladı. :D Bu kitap farklıydı. Çünkü bu sefer Mitolojik varlıklarımız o harikalar diyarından kopup sefil dünyamıza gelmişlerdir. İlk iki kitapta ölümlü insanlar,beden değiştirip harikalar diyarına giderken, bu kitapta Altın Kardeşler ; Işık Tanrısı Apollon ve bencil,kibirli Asma Tanrıçası olan ikiz kardeşi Artemis ile tüm güçlerinden arındırılmış bir şekilde dünyada kalırlar. Zeus, hafta sonları Tanrı ve Tanrıçaların Las Vegas'a gidebilmeleri için bir kapı açar. Ama ikizler, kapının kapanış saatini kaçırdıkları için Las Vegas'da kalırlar. Tam o sırada aşk hayatından bir şey elde edememiş olan ve Las Vegas'a iş için gelmiş olan Pamela Gray bir dilek diler. Artık tanrı gibi birine aşık olmak istiyordur. Ve bu dileğini isterken farkında olmadan çağırdığı Tanrıça Artemis ise onun için çok farklı planlar yapar. Artemis bu dileği gerçekleştirmek için kardeşi Apollon'dan yardım ister ve Pamela'nın yanına yollar. Planlarda ufak bir değişiklik olur. Apollon ve Pamela gerçekten birbirlerine aşık olurlar. :D Tabii sonrasında Pamela, gerçek bir tanrı olduğunu öğrendiğinde işler karışır. Ah bir de kötü adamımız var... Kilolu ve kel olan Şarap Tanrısı göründüğünden beter bir adamdır. :D 
Kitabın sonunda gözlerim dolmuştu. Çünkü Apollon ve Pamela aşkları için bir bedel ödemek zorundaydı. Bu bedel sayesinde kırmızı gözlerle kitabı bitirmiştim. :D Yine de yazarı tebrik etmek lazım. Çok güzel bir kurgu oluşturmuş. Özellikle kitaptaki bir sahneye bayıldım. Apollon, kendi diyarında hiç tıraş olmamış ve hiçbir yeri kanamamıştır. Dünyada yaşadığı zaman tıraş olmaya kalkışır ve yanağını keser. Kanı görünce hem o hem Artemis resmen çıldırır. :D Gülmekten okuyamadım o sahneyi. Tepkileri çok hoşuma gitmişti. Pamela'nın bu ikiz kardeşlerden neler çektiklerini birde siz okuyun, görün.

Orijinal fantastik, mitoloji dolu ve aynı zamanda romantizmle renklendirilmiş bir seri istiyorsanız Tanrıça serisini okuyun derim. Gerçekten çok değişik ve bağımlayıcı bir seri.Uzun lafın kısası, piyasada çok az bulunan mitolojik romanlardan oluşan bu seriye bir şans verin derim. Ki zaten Yunan Mitolojisi'ne bir takıntılığınız varsa kitaplığınızda mutlaka bulunmalı. :D 
Not : Şuan 6 tane Tanrıça kitabı ülkemizde satışta. 7. ve son kitabın ise gecikmeyeceğini düşünüyorum. :D Diğer Tanrıça kitaplarında görüşmek üzere !

Sevgiler, öpücükler ; Jane 

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Seri İncelemesi : Vampir Akademisi / Richelle Mead


      Bu seriyi anlatmaya hiçbir zaman doymayacağım sanırım. Çünkü favori karakterimi bu seri sayesinde buldum. Richelle Mead'in mükemmel hayal gücüyle süperötesi karakterlerle ve heyecan dolu olaylarla tanıştım. "Eğer bir dilek hakkım olsaydı hafızamın kitap,müzik ve izlediğim her şeyin yer aldığı bölümün silinmesini isterdim. Böylece tekrardan o anların tadını büyük bir zevkle yaşardım." dediğim bir 'keşke' cümlesi VA serisi içinde geçerli. Seriyi ilk okuduğum zamanki heyecanla yine okumak isterdim. 

Serinin baş tanıtımı için ; VA

Bu yaz tatilim oldukça boş geçtiği için habire blog'a bi şeyler yazasım var. (Bu anların tadını çıkarmalıyım !) Blog'um da favorim olan her şeyi yazıcağıma kendime söz verdiğim için VA serisiyle yoluma aynen devam ediyorum. Umarım bu müthiş seriyi okursunuz. 2014-Mart'ta filmi de çıkacak ama öncelik kitabı okumak olmalı. O yüzden şimdi gömülün yazıma !

Rose : "O elbiseyi gördün mü?"
Dimitri : "Evet gördüm."
Rose : "Beğendin mi?" 
Dimitri cevap vermedi.
Rose : "Eğer dansta onu giyersem ünümü tehlikeye atar mıyım?"

Dimitri : "Okulu tehlikeye atarsın."



Buz Öpücük ; Serimizin ikinci kitabına nedense bayılıyorum. Çünkü şu favori karakterim diye sayıkladığım ayyaş ve keş geliyor. (Evet,yanlış duymadınız.) Kitabın konusunu boşverin. Adrian Ivashkov'la tanışın. Nerde kötü alışkanlık,Adrian orada. Sigarası, alkolü, kadınlara düşkünlüğü... Bu kitapta elbette bizim asi kızımız Rose'a takıntılı oluyor. İlk başta ciddiye almıyorsunuz ama Ivashkov feci halde takıntılı oluyor. Parfüm dolu kutular, iltifalar, habire karşısına çıkıp "küçük dampir" demeleri falan... Serseri, kendinden emin, Kraliçe'nin yeğeni olduğu için hafif şımarık olması, ona tutulmamam için bahaneler değil. Beyfendinin bir de ruh gücü var. Prenses Lissa gibi... Kitapta Adrian dışında pek eğlenceli bir şey yok :P Rose-Dimitri olağanüstü birbirlerine karşı çekimleri devam ediyor ama  Tasha (Christian Ozera'nın halası) ortaya çıkınca işler kızışıyor. Çünkü Dimitri'yle oldukça yakınlar. Mason ise Rose'a olan sevgisi giderek artıyor. Baş düşmanları Strigoiler ise yerlerinde durmuyorlar. Yani kısacası bu kitap felaketlerin sinyalini veriyor...

Ona sinsi bir bakış attım.”Bana Rusça küfür etmeyi öğretirsen ,dilinizi yeniden değerlendirebilirim.”
“Zaten çok fazla küfrediyorsun.”
“Sadece kendimi ifade etmeye çalışıyorum.” 


Gölge Öpücük ; Serinin dönüm noktası olan kitaba merhaba deyin ! Yazar, işlerin kızışacağını ve hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını açık bir dille bu kitabın sonunda belli etmişti. Bu kitabı okurken feci hastaydım. Yorganın altından zorla kitabı okuyordum. Kitap bitince o hastalığa salya sümük ağlamak eklendi. Sonunda nedense ağladım. Duygusal anlarımdan biriydi sanırım. :D Rose'un mezuniyeti yaklaşmıştı fakat St. Vladimir Akademisi Strigoilerin saldırısına uğrayınca ortalık fena karıştı. Rose, hayatını değiştirecek bir yol ayrımına girmişti. Ya en yakın arkadaşının yanında kalacaktı ya da aşkının peşine düşecekti. Onu öldürmek için !  Ne kadar sancılı bir durum değil mi ? Kitap bitince zaten kendimi direk 4.kitabın kollarına attım....

Kalbim durdu. Dünyam durdu.
En çok değer verdiğin şeyi kaybedeceksin...
Rhonda'nın bahsettiği ben değildim. Dimitri'nin hayatı bile değildi.
En çok değer verdiğin şeyi.
Kaybettiği ruhu olmuştu.


Kan Sözü ; Kesinlikle serinin en "Ne yaptın yazar sen ya ?", "Olamaz.İşte şimdi ayvayı yediler.", "Yok canım daha neler ?", "Kitabı fırlatmak istiyorum.Şimdi ne olacak?" kitabıydı. Yazarda bu durumu kabullenmiş olacak ki "Okuyuculardan bir çok mesaj aldım. Kitabı fırlatanlar bile olmuş." demiş bilmiş bilmiş. (Yine de çok seviliyorsun Richelle Mead!) Rose'un korkulu rüyası gerçekleşmişti. İmkansız aşkı, Strigoi olmuştu ve onu avlaması gerekiyordu ama elbette yapamadı. Bunun sonucunda baya acı çektiği gerçeği var... Okurken bende Rose'la birlikte süründüm diyebilirim. Serinin patlama noktası olarak bu kitabı gösterebilirim. İyi yönleride vardı. Rose, Rusya'ya giderek Dimitri'nin ailesiyle tanışmış oldu. Ama Strigoi Belikov yerinde durmamaya yemin etmiş gibi. Kitabın sonunda Rose'a bir mektup yazmış ki... "Nerede 5.kitap, rahatsız etmeyin beni." dedirten cinstendi.

"İlk dersimi unutmuşsun: Tereddüt etme."

Ruh Bağı ; Bu kitapta heyecan aynen devam ediyor. Rose'un önünde iki seçenek vardı ; ya ölecekti ya da öldürecekti ama asi kızımız kalbinin sesini dinlediği için yanlışı seçti. Akademi'ye geri dönmüş olsa bile aklı hala Dimitri'deydi. Bu sefer kovalamaca tam tersine dönmüştü. Dimitri,Rose'un peşine düşmüştür. Ve bir de Adrian Ivaskov meselesi var... Gölge Öpücük'te Rose gitmeden önce Adrian'dan para almıştı ve bunun karşılığında ona bir şans vereceğine dair söz vermişti. Şimdi aklı Dimitri'de olsa bile Adrian'la bir ilişki yaşamaya başlamıştır. -Onların sahnesini okurken krizlere girdiğim gerçeği var elbette.-  Bu kitapta bir çok olay oluyor. Okurken resmen başım dönmüştü. Rose ve arkadaş grubu bir mucizenin peşine düşerler. Ve imkansız gibi görünen mucize gerçekleşir. Ama bu sefer Rose'un başı derttedir. Cinayetten suçlu bulunarak tutuklanır. Bakın şu işe... Dimitri'yle aralarındaki buzlar yetmiyormuş gibi hapishanenin parmakları arasında yer alıyor.

"Savaşırken çok güzel görünüyorsun," dedi Dimitri. "Cennetin adaletini dağıtmaya gelen bir intikam meleği gibisin."
"Komik," dedim, kazığı tutuşumu değiştirirken. "Zaten bu yüzden buradayım."
"Melekler de düşer, Rose."


Son Fedakarlık ; Serinin son kitabına merhaba deyin ! Okumaya kıyamıyorum diyordum kitap ne ara bitti bilmiyorum. Seriyle birlikte bende bittim. Yine macera ve aksiyon tavan yapmıştı. Aşk üçgenine hiç girmiyorum... Rose'un bir seçim yapması lazımdı ve seçimi sayesinde Adrian gibi benimde kalbim fena kırıldı. Aslında Dimitri'yi seçtiği için acaip mutlu oldum. Çünkü öyle olması gerekiyordu.Ama serseri, ayyaş, keş aşığımız kalbi kırılınca çok fena oluyormuş onu anladım... Her neyse. Rose seçim yapabildiğine göre katil suçlamasından kurtulmuş gibi görünüyor. Ama hiçbir şey görüntüğü gibi değildir. Katili öğrenince şoka girmiştim. Ve Rose suçsuz olduğunu kanıtlamak için arkadaşlarının hazırladığı kaçış planı sayesinde firardadır. Ne kadar mantıklı bir durum değil mi ? Suçsuz olduğunu kanıtlamak için kaçıyor. :D Gerçekten çok heyecanlı bir kitaptı. Son sayfaları okurken aklım başımda değildi zaten. Yazar seriyi dört dörtlük bir kitapla bitirmiş.

Adrian: ''Seni sevdim! Seni sevdim ve sen beni yok ettin. Kalbimi alıp parçaladın. Kazık saplasan daha iyiydi!''

Son kitapla beraber VA maceramda sona erdi. Seriyi okuduğum için acaip mutluyum. Adrian Ivashkov'u tanımakla, seri benim gözümde seviye atlayıp bir sürü artı puan kazandı zaten. :D Richelle Mead, her ne kadar her fırsatta Ivashkov'a acılar çektirse de favori karakteri olduğunu biliyorum !!!

Not: Serinin ilk 3 kitabının kapak görüntüleri gerçekten çok itici. Ama buna dayalı olarak seriden uzak durmayın. Dışı ne kadar kötüyse içi bir o kadar mükemmel. Serinin son 3 kitabının kapak görüntüsü için laf yok. Önemli olan VA'daki  sürükleyici olaylar ve karakterler.

Sevgiler,öpücükler ; Jane

4 Ağustos 2013 Pazar

Seri İncelemesi / Kitap Önerisi : Mekanik Prens

     Serinin üçüncü kitabı çıkmadan önce Mekanik Prens'e bir göz atayım dedim... Demez olaydım. Hani çok önceden izlediğiniz dizi-film, dinlediğiniz şarkı ya da okuduğunuz bir kitap tekrar karşınıza çıkınca böyle tuhaf bir his yaşarsınız. O anlardaki havayı tekrar soluyormuş gibi içinizde bir kıpırtı belirir. ( Ya da bunları sadece ben yaşıyorum :P) İşte kitabı elime alınca aynen öyle oldu. Kitabı okuyalı bir yıldan fazla olmuştur. Ama hala  bazı yerleri çok net hatırlıyorum. Kalın ve çok yoğun bir kitap ama sizi öyle bir etkiliyor ki aklınızdan çıkması mümkün olmuyor.
Cassandra Clare'in hayal gücünü, anlatım biçimini gerçekten seviyorum. Bazı okuyucular hep aynı konu üzerine kitap yazdığı için söyleniyor ama ben halimden memnunum. Kitaplarını okurken ruh halim çok dengesiz oluyor.Bazen gülmekten kitabı elimden bırakıyorum. Bazen heyecandan ve meraktan tırnaklarımı kemirirken kitap elimden düşmüyor. Bazen de karakterler acı çekerken bende acı çekiyorum.Bu nasıl bir iş anlamış değilim. Okurken öyle etkileniyorum ki görende ben iblis kanı taşıyorum, ben savaşlara katılıyorum,ben aşk üçgeninde kalıyorum sanacak. :D İşte bir yazar bunları bana tattırıyorsa tüm kitaplarını gözüm kapalı alır, okurum. Cassandra beş sayfalık bir şey yazsa bile okumak için can atarım. O yüzden favori yazarlarımdan biri olduğuna söylememe gerek yok sanırım... :D 
İkinci kitap hakkında yorum yapmadan önce seriyi bilmeyenler için serinin ilk kitabının tanıtımını okusunlar : Mekanik Melek Bu Ölümcül Oyuncaklar'ın yan serisi. Yani direk alıp, okuyabilirsiniz ama o kadar çok yeni terimler var ki... Kafanız allak bullak olabilir.İlk Ölümcül Oyuncaklar 'ı okumak daha mantıklı ama seçim sizin elbette. ( Seriyi okumayanlar spoiler yememek için devamını okumasın,derim.)

Mekanik Prens hakkında ilk söylenecek şey ; dolu dolu bir kitaptı. Şurası çok saçmaydı, gereksizdi gibi bir bölüm kesinlikle yoktu. Okurken zaten gerçekten hayattan direk kopup, Cassandra'nın işkenceli ve bir o kadar cazibeli hayal dünyasına adım atıyorsunuz. :D 
Tessa ilk kitapta Will Herondale'dan ters tepki görünce Jem'le yakınlaşmaya devam eder. Ama her şey göründüğü gibi değildir. Will'in neden insanları kendinden uzak tuttuğunu ve nefret ettirecek kadar ağır laflar söylediğini anlıyoruz. Üstünde bir lanet vardır. Bu lanet sevdiği tüm insanları ölüme sürükleyebiliyor. Will, bu lanete o kadar inanmış ki dünya da tek kalmaya razı olmuş diyebiliriz. Yine de bu laneti bir an önce üstünden atmak istiyor. O yüzden çılgın karakterlerimizden biri olan Magnus Bane'den yardım almaya gider. Magnus bir iblis efendisidir. Fakat bu laneti kaldırmak o kadar kolay değildir. Ve Will'inde Tessa'dan uzak durması o kadar kolay değildir. Anlayacağınız işler fena halde karışır. 
Londra Enstitüsü'nü yöneten Charlotte ise elindeki gücü kaptırmamak için çabalamaktadır.Çünkü Konsey, yönetimi onun elinden alıp Benedict Lightwood'a vermek istiyordur. Bu durumu engellemek için Will,Tessa ve Jem  hem Enstitü'yü hem Charlotte'yı kurtarmak için Mortmain'in geçmişiyle ilgili sırları açığa çıkarmaya çalışırlar. Bunlar yetmiyormuş gibi Tessa, gölge avcısı olması ve iblis kanı taşımasıyla ilgili bilinmeyen şeyler öğrenir ki bunlar gerçekten hiç hoş şeyler değil. Aşk üçgeninde kaldığı yetmiyormuş gibi canavar'a dönüşmesine yardımcı olan Gölge Avcılarıyla da baş etmeye çalışır.
Bunlar sadece kitabın genel özeti. Her şeyi ballandıra banllandıra anlatmak isterdim ama spoilerden kitap okuyamazsınız. :D  Tek diyebileceğim : "Bu kitabı okuyunca ilk kitapta neymiş be!"
Gerçekten bu kitap beynimi sarstı. Hayatımda böyle dolu dolu, baş döndüren bir kitap daha okudum mu hatırlamıyorum. Kitabı elime alınca bile bazı sahneler gözümün önünde sahneleniyor. Will'in mutluluktan uçup, hayal kırıklığıyla koltuğa çöktüğü an ; bir partide Tessa'yla balkonda yakınlaşırlarken Magnus'un onları basması ve daha milyon şey. Jem'e gelirsek... Team Will'ciyim ama Jem'i ezemiyorum. Öyle bir karakter ki sarılıp, "her şey yoluna girecek" demek geliyor içimden. İkisininde Tessa'ya olan sevgisine kızamıyorum çünkü Tessa'yı da seviyorum. Eh, Tessa'ya da kızamıyorum aşk üçgeninde kaldı diye. Bir yanda Will diğer yanda Jem. Tek kızabildiğim kişi Cassandra Clare. Ortalığı karıştırıp, ateşe veren ve işkenceleriyle bizi hasta eden yazar o. Her türlü işkencesine rağmen şu kadına ahtapot gibi sarılıp, her kitabını okuyorum. Sonum hayrola...
Son söyleyeceğim şeyler ise... Sıkıcı, maraton hayatınızdan bir kaç günlüğüne kopmak ve bir kitaba sığınmak istiyorsanız Cassandra Clare alın, okuyun. Şanslı sizler yurtdışında çıkan kitapları ülkemizde çıkmış bulunuyor. Benim gibi sürünmeyeceksiniz "Nerde bunun devamı ?!" diye. :D 
Will Herondale'e not : Her şey yoluna girecek, Cassandra Clare'e rağmen. Kalpsiz bir cadı olamaz o kadın !

Sevgiler, öpücükler ; Jane

1 Ağustos 2013 Perşembe

Seri İncelemesi : Kanbağı - Richelle Mead

Yeni kitaplarının çıkmasını beklerken aşırı heyecanlandığım ve kitapları çıktığı zaman da okumaya kıyamadığım, işin içinde Adrian Ivashkov'un baş karakter olduğu Vampir Akademisi'nin yan serisi olan Kanbağı ile tanışmaya hazır mısınız ? Şahsen bu seriye bayılıyorum. En sevdigim kitap karakterini yakından tanıma şansı veren bu seriyi sevmemem imkansız. Sydney Sage'in başlardaki sıkıcı, uyuz anlatımına rağmen daha ilk kitaptan serinin bağımlısı oldum. Evet bu seri Vampir Akademisi'nin mükemmel yan serisi. (Yazının bundan sonrası şuan VA okuyan ya da okumamış olanlar için spoiler olabilir.)
Baş karakterlerimizde ilk Vampir Akademisi-Kan Sözü'nde tanıdığımız Simyacı Sydney Sage, Kraliyet ailesinden ve VA serisinde çok iyi tanıdığımız Adrian Ivashkov, yine VA'dan tanıdığımız gardiyanlardan biri olan Eddie ve Moroi olan Jill var. Serideki olaylar genel olarak bu dört karakter arasında yaşanıyor. Tabii elbette Sydney ve Adrian odak noktalarımız.
Richelle Mead, bu serisinde simyacıları ön planda tutmuş. Vampirlerden çoğu zaman uzak duran ve soğuk tipli olan bu simyacılar, vampirlerin arkalarını toplamakta da ünlüler. (Yani vampirlerin öldürdükleri kişileri ortadan kaldırabiliyorlar.) Sydney Sage'de vampirlere karşı çok katı olan bir ailede büyümüş bir simyacı. Kan Sözü'nde Rose'la karşılaştıklarında ne kadar mesafeli olduğunu görmüştük. İlk başta bu bana çok tuhaf gelmişti ama empati kurunca Sage'i anlayabildim. Yazarımız işte bu nokta da işleri karıştırmaya başlamış. Çünkü serimizde imkansız bir aşk daha doğmak üzere. Adrian Ivashkov bir Moroi (üst model vampir de denilebilir) ve Sydney ise Simyacılıkta ilerleyen bir genç. Eğer bir vampire tutulursa neler mi olur ? Seriyi okudukça felaketleri daha çok ciddiye almaya başlayacaksınız.


Kanbağı : Serinin ilk kitabında biraz durgunluk var gibi gözükse de oldukça akıcı bir kitaptı. Sydney, kardeşini simyacı dövmelerinden uzak tutmak için (simyacıların simgesi yanaklarına yapılan zambak şeklindeki ve altın rengi dövmeler) verilen görevi üstlenmeyi kabul eder. Görevi ise Moroi Jill'i (umarım VA serisini okuyanlar bu yazıyı okuyordur çünkü Jill, Lissa'nın sonradan ortaya çıkan kardeşi) Palm Springs'de güvenli bir şekilde koruması ve hayatına devam etmesini sağlamaktır. Yani korkulu rüyaları gerçek olmuştur : bir vampirle baş başa kalacaktır. Tabii Sage, Jill'le beraber Adrian Ivashkov'un geleceğini bilmiyordur. Ivashkov'la beraber işler daha çok eğlenceli ve karışık bir hal alır. Şahsen ben konusuna bayıldım. Tahmin ettiğim gibi de heyecanlı ve süper eğlenceliydi. Adrian Ivashkov'un olduğu bir kitapta eğlence sınır tanımıyor, bunu kesinlikle bilmelisiniz. Tabii kalbi kırık Adrian her ne kadar kendinden bir şeyler kaybetmediğini gösterse de içindeki fırtınaları Sage görebiliyordur. Bazen rahat tavır halleri Sydney Sage'i çıldırtsa da şimdiden süper ikili oldular diyebilirim. :D Ama kitapta sadece eğlence yoktu. Çözülmesi gereken sırlar ve korunması gereken bir Moroi kızı Jill vardır. Yazar bu seride işleri daha çok karıştırmış. Okudukça ağzım kapan gibi açılmıştı. 
Vampirlerle uğraşması gerekmiyormuş gibi meslektaşlarından birinin sırrını açığa çıkarması gerekiyordur. Çünkü el altından yasak işler yapıyordur. Elbette Simyacı kahramanımız Sydney bu olaya el atar. :D Ama durun. Kitabın son sayfasında çığlık atmanıza, bir sonraki kitaba geçmek için kendinizi parçalamanıza neden olacak bir karakter geliyordur. Dimitri Belikov'a yeniden merhaba deyin ! 









Altın Zambak : Sydney, büyüyle uğraşan, kendi halinde biriyken insanlar ve vampirler arasında bir köprü görevi görmeye başlamıştır. Üniversite hayallerini bir kenara bırakıp Moroi Jill'le Palm Springs'de yaşamak zorunda kalmıştır. Ayyaş ve beş parasız olan, her defasında peşine düşen Adrian'ı unutmamak lazım. Ivashkov ailesi Adrian'dan parayı kesince bizimki parasız kalır ve Sage'in başının etini yemeye başlar. Bu tatlı takılmalar, şakalara ciddileşmeye başlayınca... Evet sonrasını anladınız. Simyacı ve vampir aşkı. Yani imkansız bir aşk. Ama Sydney başkasıyla takılmaya başlayınca ortalıkta imkansız diye bir şey kalmıyor. Adrian, yeniden aşık olmaya başlıyor ve bu sefer kaybetmeye niyeti yok gibi. 
Şok edici bir sır tüm vampir dünyasını yerinden oynatmaya başlar.Dimitri Belikov'un neden geldiğini o zaman anlıyoruz. Beraberinde getirdiği Sonya Karp ve Angeline (Jill'in yeni oda arkadaşı) 'da kitabı daha eğlenceli hale getirdikleri kesin. Adrian ve Sydney dışında bir aşk üçgeni var ki... Gardiyan Eddie, Moroi Jill'e aşık ; Angeline ise Eddie'yi gözüne kestirmiştir. Tabii böyle saf gibi görünse de onların aşk üçgeni de daha sonra alev almaya başlıyor. :D 
Bu kitapta beni etkileyen bir çok sahne vardı. Özellikle Adrian'ın babasıyla Sydney'in tanıştığı bölüm. Mr.Ivashkov'a  ne kadar sinir olduysam Sydney'le bir o kadar gurur duydum. Bunun dışında Adrian'ın Sydney'le zaman geçirmek için yarattığı bahaneler ise okunmaya değer. :D Adrian Ivashkov, aşık olunca bambaşka biri oluyor bunu bir kere daha anladım.










Her ne kadar Sydney Sage'i sevmesem de (Ivashkov yüzünden) Adrian'ın çabalarını, aşk dolu sözlerini eriyerek okumamak mümkün değil. Rose'un yıkıcı etkisinden sonra Sage onu toparlayacaksa bu aşka onayım tamdır. Ama yazarımız işleri karıştırmaya meyillidir. Her fırsatta kazığı Adrian'ın kalbine sokmaya çalışıyor kadın resmen. Ne garezi var bu karaktere anlamış değilim. Eski sevgilisinden etkilenerek mi yazdı da şimdi tüm hıncını benim adamımdan alıyor ? Bir de "Yazmayı en sevdiğim karakter Ivashkov" diyor ama... Bu yaptığını cadılar bile yapmaz Mead ! 


Evet, her neyse. :D VA serisini okumadan da bu seri okunabilir ama anlayamayacağınız bir kaç yer olabilir. Bu yüzden ilk VA serisini okuyun. Anın tadını çıkarın ve yan seriye sonra gömülün. 


Sevgiler,öpücükler ; Jane