Pages

Macera etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Macera etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2017 Cuma

Kitap Yorumu: Ateş Serisi 5 - Gölge Ateşi


Merhabalar

En sonunda Ateş Serisinin son kitabı olan Gölge Ateşi kitabını bitirebildim. Aslında kitaba geçen Eylül ayında başlamıştım ama sonra yurt dışına gidince yarım bırakmak zorunda kalmıştım. Öyle böyle derken geçen günlerde bitirdim. Ama tam bir işkenceydi!

Yani bu seriyi nasıl önerdiğimi bilirsiniz. Ki gerçekten hem ilk iki kitabı çok zor bulunan bir seri hem de oldukça çekici bir kurgusu var. Yazarın hayal dünyası var ama şekillendiremiyor. Beş kitaptır ha gelecek ha açıklayacak diye diye bizi ortada ebeveynsiz bırakmış gibi seriyi bitirmiş. Seriyi çok seviyorum, karakterlerine bayılıyorum ama bu kitap baydı beni. Niye mi?

Seri başladığından beri Barrons gizemliliğini koruyordu. Ki bu başlarda baya çekici bir şeydi. Hakkında gram bir şey öğrenmek için deli gibi sayfaları çeviriyordum. Hatta 4.kitabın sonundaki “o” olaydan sonra beşinci kitapta ne zaman düzelecek diye bölümlere şöyle göz bile attım. Ama bu gizemli adam figürü bir süre sonra sıkmaya başladı. Yani tamam onu özel kılan özelliği bu ama yazar biraz aşırıya kaçmış. Mac deseniz o çılgın, dediğim dedik karakter gitmiş sorumluluk sahibi ve süper düşünceli bir karakter gelmiş. Yani biraz yapmacıktı. Her şeye yetişmeye çalışmalar, herkesi kontrol altına almaya çalışmalar… Kitap komple gözüme batmış aslında. :D

Ve yazar kurguda yerinde sayıyor gibiydi. Konu hep Barrons’un karanlık ve gizemli yönü, Kitap hakkında bilinmezlik, Mac’in giderek artan sırları, diğer karakterlerin dengesizliği etrafında dönüyordu. Dublin dışına çıkamadılar bi. Ve yazarın hayal dünyasının betimlemesi süper beyin yakıcı. Hem okuyup hem hayal etmesi çok zor olan kısımlar vardı. Ya da çevirmenden kaynaklı anlaşılmayan bazı bölümler mevcuttu. Kitap zaten kalın, bir de böyle durumlar olunca okumak işkenceye dönüştü.


Bu seriden beklentim bir tık daha fazla olduğu için final kitabı hayal kırıklığına uğrattı. Güldüğüm, benimsediğim sahneler oldu ama geneline bakınca fiyasko. Oturup, bir daha okumam. Serinin kalitesi gözümde hala aynı ama yazar kurguyu daha farklı yönlendirebilirdi. Yine de seri bitti, mutluyum. Yan serisini okur muyum ya da ne zaman okurum bilmiyorum. Karakterleri özleyip de yan seriye başlarım büyük ihtimal. -.-

Son kitaptan dolayı “ayyy kesin okuyun bu seriyi” diyemeyeceğim artık. Evet, sağlam ve özgün bir kurgusu var. Karakterler benzersiz ama yazar kendini geliştirmiyor. Bunları göz önüne alarak seriye başlayabilirsiniz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

30 Haziran 2017 Cuma

Yabancı Dizi Önerileri: Genius ve Westworld


Merhabalar

Bu yıl Jane dizilere doymuyordu. Sürekli birini bitirip birine başlıyordu. 😏 Gençler cidden kendimi aştım. Eskisinden beter olmaya başladım. Dizi izlemeye başladım mı hayattan kopuyorum. Erasmus yaparken bile yarım bıraktığım tüm dizilerin yeni sezonlarına yetişmiştim. Siz düşünün gerisini...

Bu dönem de okul zamanı birkaç yeni diziye başladım. Eh bir de yaş ilerledikçe (22'yi doldurmak üzereyim çok da yaşlı değilim yahu) insanın ilgi alanları değişiyor ya da genişliyor. Ne hikmetse bende ikisi de oluyor. Hem değişiyor hem aynı kalıyor hem de genişliyor. Hal böyle olunca değişik kurgulu diziler izlemeye başladım.

Bunlardan biri Genius. Diziye aniden başladım. Konusuna bakmadım sadece Albert Einstein'in hayatını anlatacağını biliyordum. National Geographic'in yayımladığı 10 bölümlük bir diziydi. Her sezon başka ünlü insanların hayatlarını anlatacaklarmış. İlk sezon açılışı çok güzeldi bence. Albert Einstein'in ismini hep duyuyoruz. Kafasına elma düşerek yer çekimini bulan ünlü bir bilim insanı. Peki özel hayatı? Bilinmeyen yönleri? Ünlü olurken yaşadığı olaylar? Hepsini bu dizide bulabilirsiniz. Ben büyük bir merakla izledim. Ve cidden çok kaliteli bir dizi olmuş. Oyuncu seçimleri bile harikaydı. Böyle ilgi çekici değişik kurgulu dizi arıyorsanız kesinlikle Genius'ı öneririm. Ki zaten kültürel açıdan da size çok şey katıyor. 2.sezonu sabırsızlıkla bekliyorum efenim. 👯

Bir diğeri ise cidden beyin yakan bir dizi: Westworld. Bu diziyi Polonya'dayken duydum. İki arkadaşım izleyip, sohbetini yapıyorlardı. Gram bir şey anlamıyordum. Sonra dizi sezon finaline girdi. Tüm bölümler hazır olunca bir izleyeyim dedim. O da ne? Meğersem benim delisi olduğum
Lost ve Fringe'in yapımcısının yeni projesiymiş. J.J. Abrams candır. 💙 Hoş

 son bölüme kadar kurguyu toparlayamadım. İşin içinde ileri düzeyde robotlar var. Resmen insanlardan ayırt edilemiyorlar ve bu robotlar için ayrı bir dünya da yaratmışlar. Westworld (Batı Dünyası) İnsan görünümlü son sürüm bu robotlar orada belirli bir kurguya göre yaşıyorlar. Yani aslında bir nevi Yaratıcı ve yanında çalışanlar senaryo yazıp onlara göre rol veriyorlar. Ama bir süre sonra iş kontrolünden çıkıyor. Spoiler vermeyeceğim ama son bölümden sonra böyle donup kaldım. "O neydi kız!?" 😲 Yani anlayacağınız şu an 2018'i en sabırsızlıkla bekleyenlerden biriyim. Ve diziye alıştım. Kesinlikle de öneriyorum. Sadece izlerken sabırlı olun. Öyle kolay lokma bir dizi değil. Sindire sindire izleyin. Günde iki bölümden fazlasını kaldıramayabilirsiniz. Beyin yakar. 😖

Şimdilik dizi maratonum böyle. Önerilerinizi elbette beklerim. Siz de önerdiklerimi izlerseniz gelin muhabbetini yapalım. Şu hayatta en zevk aldığım şeylerden biri de bu. Sanki çevremdeki insanlarmış gibi dizideki karakterlerin dedikodularını yapmaya bayılıyorum. 😂

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

13 Ağustos 2015 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Taç - Sarah J. Maas


Merhaba !

Ya, şimdi ben geçen aylarda Cam Şato'nun yorumunu yapıp, bu seri fıstık gibi falan bence demiştim hani ? Az bile demişim. Serinin ikinci kitabı Karanlık Taç'ı okuduktan sonra böyle havada süzüldüm. Nasıl da beklentilerimi karşıladı modundaydım. Cidden seri fıstık gibi gidiyor. Bir ara, kitabın ilk yarısında falan sanırım 'hmm hmm ilginç ne olacak acaba' kıvamındaydım. Sonra yazar sanki benim dalga geçtiğimi görmüş gibi bir dalga yaratmış... Okurken cidden gözlerim fıldır fıldır oldu. Kitap bitince böyle sanki saatlerce yüzmüşüm de aniden durmuşum gibi bir halsizlik hissettim. Hemen sonrasında yayınevine, yani Dex'e mesaj attım. Serinin devam kitabı, üçüncü kitabı 2016 yılında geliyormuş. Sağolun ya. Ben kudurayım burada. Hemen orijinal halini indirip, okuyayım dedim. Cıks. Yemedi. Nerede bende o kadar ingilizce. -.-

Bu yorumu buraya kadar okuyup da hala Cam Şato okumayan varsa blog'u kapatıp, kitabı inceleyip, sipariş versin. Bundan sonrası Cam Şato'yu okuyanlara gelsin.

"Başının çaresine bakacağını biliyorum. Fakat endişeleniyorum çünkü umurumdasın. Tanrılar yardımcım olsun, seni önemsememeliyim ama önemsiyorum. Bu yüzden sana hep dikkatli olmanı söyleyeceğim çünkü başına ne geldiği hep umurumda olacak."

İlk kitabın sonunda ne olacağı az buz belliydi. Yarışmayı Caleana kazandı. Artık Kral'ın en gözde suikastçısıdır. Ki zaten daha kitabın başında işlere başlamış durumda. Ama minik gibi gözükse de bomba etkisi yaratacak bir sırrı var. Caleana bir yandan Kral'ın pis işlerini yapıp, bir yandan önceki kitaptaki büyü sırrını araştırmaya devam ediyor. Odasındaki gizli kapıdan içeri girip, Elena'ya ulaşmaya çalışırken komik ve bir o kadar sinir bozucu bir şeyle karşılaşır. Ya ben onu çok sevdim. Spoiler olmasın. Ne ad ne detay veriyorum. Ama cidden serinin devamında baya eğlenceli olacak bir şey. :D Neyse. Kızımız sadece işleriyle meşgul değil. Aşk hayatında da hareketlenme var. Prens Dorian'ı bir önceki kitapta reddedip resmen aralarına sınır koymuştu. Çünkü o Kral'ın oğlu. Caleana, onca şeyden sonra Dorian'la olması tuhaf olurdu cidden. Ama Chaol... Ya Chaol'u çok mu çok seviyorum değil ama ikisinin diyalogları beni benden alıyor. Kitapta en çok güldüğünüz yerler oralar olur zaten. Hem zıtlar hem benzerler. İkisi de inatçı. Dediğim dedik oldukları için aralarındaki konuşmalar baya komik olabiliyor.

"Konuşma ve cezbetme işini bana bırak."
Chaol kaşlarını kaldırdı. "Burada dekor olarak mı bulunuyorum o zaman?"
"Seni aksesuar olmaya değer gördüğüm için minnettar olmalısın."

Ya bir de bu kitapta çok hareketlenme vardı. Özellikle sonlara doğru başım döndü. Uzun zamandır böyle fantastik ve aksiyon karışımı bir şeyler okumamıştım. Süper iyi geldi. Dorian hakkında bir şeyler öğreneceksiniz. Caleana'nın dostum dediği insan Nehemia hakkında da şaşırtıcı şeyler okuyacaksınız. Dorian'ın pırt diye ortaya çıktığı kuzeni Roland bu kitapta pek ön planda değildi ama duyumlarıma göre serinin ilerleyen kitaplarında büyük bir rol oynayacakmış. Merakla bekliyoruz efenim.
Ve bir şey diyeyim mi ? Kitabın sonunu okuduktan sonra aklıma nedense Karayip Korsanları geldi. O tür tarzda bir şeyler okursam cidden hint dansı yaparım. Üçüncü kitabı sabırsızlıkla beklememin bir sebebi de bu işte.
Bunların dışında... Ya aslında kitabı bitirir bitirmez yorumu yazsaydım neler neler anlatırdım ama şimdi üstünden birkaç gün geçince durgunlaştım. Ama cidden çok çok çok güzeldi. İlk kitap hiçbir şeymiş. Bana göre. Sağlam bir fantastik kitap istiyorsanız alın okuyun yani.

Serinin diğer kitabına kadar görüşmek üzere !
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

30 Haziran 2015 Salı

Kitap Yorumu: Kızıl Yükseliş - Pierce Brown


Merhabalar!

Şimdi bugün üst üste çok güzel haberler alınca bu yazıyı yazmamak olmazdı. Ki zaten bu kitabın yorumunu yapmak için sabırsızlanıyordum. Daha kitabı okumadan kitaba aşık oldum diyebilirim. Niye mi ?

Pierce'e merhaba deyin!
1- Kitabın yazarına bir göz atın. Hem bu kadar yakışıklı hem bu kadar sempatik (Instagram'dan takip ederseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız.) hem de bu seriyi yazacak kadar yetenekli olması... Bu özellikler bir araya gelince kitabı görüp, direk bağımlısı olabilirsiniz.

2- Kitabın hem orijinal ismi hem de Türkçe ismi çok mu çok havalı.

3- Aynı şekilde kitabın kapak tasarımı al beni sarmala diyor. Bizde ciltli olması da ayrı bir hava yaratıyor.

4- Ciltli bir kitap size hediye olarak alınıyorsa o kitap sizin göz bebeğiniz olur. Kızıl Yükseliş şu an o konumda bende. Canım benim.

"Ölüm söylediğin kadar boş bir şey değil. Asıl boşluk, özgürlük olmadan yaşamaktır, Darrow. Boşlu; korku, kayıp ve ölüm korkusu tarafından zincire vurulmuş halde yaşamaktır.

Şimdi gelelim Kızıl Yükseliş'in genel hatlarına. Kitap tam bir Distopya kitabı. Başka türde görmek mümkün değil. Buram buram Distopya kokuyor yani. Darrow adındaki bir erkek karakter tarafından olayları okuyoruz. Her şey onunla başlıyor. Onunla gelişip, onunla şaşırıp, onunla heyecanlı bir sona varıyoruz. 

Gerçekten değişik bir konusu var. Zaten Distopyalarda hep değişik kurgular okuyoruz ama bu kitap cidden çok farklı geldi. Çok fazla terimsel kelimeler vardı. Öyle böyle değil. Şu an hiçbirini hatırlamıyorum. O yüzden konuyu nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Ağır bir distopya kitabı olmuş. Türkçesini okurken zorlandım diyebilirim. İngilizcesini düşününce kafayı yedim. O yüzden kitabın çevirmenini, Selim Yeniçeri'yi ayakta alkışlıyorum. İyi üstesinden gelmiş kitabın. 

İşte bu yüzden Kızıl Yükseliş'i okurken bazen kafam alev almadı değil. Aslında başlangıcı gayet güzel yaptılar. Kitap 4 ana bölümden oluşuyor. İlk ana bölümü çok sevdim. Gerçekten çok akıcıydı. Darrow'un bir Kızıl olarak nasıl hayat sürdüğünü, ailesini, mesleğini (bir cehennemdalgıcı) falan her şeyi görüyoruz. Yaşadıkları dünya farklı. Kızıl'lar en alt kademede ve en ezilen bölge. Ne yaparlarsa yapsınlar köle gibi yaşamaya mahkumlar. Ama Altın'lar öyle değil. Yaşadıkları yeri yöneten, her şeyin en iyilerine sahip bir bölge. Zaten buradaki insanlar Dünya'da değil Mars'da yaşıyorlar. (Umarım doğru algılamışımdır bu durumu. Okurken ikilemde kaldım ama Mars olduğunu düşünüyorum.) 

Bana daha fazlası için yaşamamı söylemişti. Savaşmamı istemişti. Oyse ben burada, onun isteğinin aksine, ölüyordum. Acıya dayanamadığım için vazgeçiyordum.

Distopyalarda zaten hep bir taraf ezilen taraf olmuyor mu ? Burada da aynı yöntem devam etmekte. Ama daha sonra Darrow kötü bir olayla karşılaşır. Cidden acı vericiydi ve karakteri yeni yeni tanımama rağmen onun adına çok üzüldüm. Ama bu acı sayesinde kitabın asıl kurgusuna giriş yapıyoruz. Darrow ve yeni tanıdığı ekip büyük bir risk alıyorlar. Ve o Kızıl olmasına rağmen Altın'a dönüştürülüp, içeri sızdırılmaya çalışılıyor. Darrow'un inanılmaz gelişimini okuyunca oldukça şaşıracaksınız. Yazar buraya kadar her şeyi oturup, cidden didik didik incelemiş ve adam akıllı hayal edip, kurguya dökmüş. Dediğim gibi bazı yerlerde beynim algılamadı, okurken aslında bazı yerleri okumadığımı fark ettim. Bazı bölümleri tekrar okudum. Baya cebelleştim kitapla ama sevdim. Konusu ağır ve biraz anlaşılması zor olsa da cidden sağlam ve çok güzel ilerleyecek bir kurgusu var. 

Bir de çok distopya kitabı okuduktan sonra bazı şeyleri benzetmeye başlıyorsunuz. Darrow'un ve diğer rakiplerinin sınandıkları sınavlarda, yaşadıkları bölgelerde ve birbirleriyle savaşıp, hayatta kalmak için karşı tarafı öldürdükleri kısımlarda aklıma Açlık Oyunları gelmedi değil. Elbette bu demek değil ki yazar onlara benzetmiş. Sadece benim gözüme çarpan bir şeydi. Kızıl Yükseliş'teki Fitchen ile Açlık Oyunları'ndaki Haymitch'i de benzettim. Aslında aralarındaki benzerlikleri sevdim bile.

Aşk ve savaş, iki farklı savaş alanıydı.

Neyse, işte kitabın genel hatları bunlar. Kitap içeriği hakkında çok fazla yorum yapamam. Hem çok net hatırlamıyorum hem de spoiler olur falan. Şunu da belirteyim. Kızıl Yükseliş birden fazla okunmalı ki her şey tam yerine otursun. Dediğim gibi çok fazla terimsel kelimeler vardı.

Kitabın karakterlerini de seveceksiniz. Darrow'a uyuz olmadım değil ama kendini sevdiren bir tarafı da var. Arkadaş olduğu gruba bayıldım zaten. Mesela Sevro. Aralarında diyaloglar çok komik ve eğlenceli. Kitabı renklendiren de onların ilişkileriydi zaten.

Kitap böyleydi millet. Okuyun elbette. Distopya severler özellikle direk kitaba gömülsün. Benim baş tacım oldu bile. İkinci kitap için yayın evini dürtmeye gidiyorum!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

23 Haziran 2015 Salı

Dizi Önerisi (Şiddetle): Prison Break


Merhaba!

Çok ara vermeden yeni bir dizi önerisi ile geri gelmek istedim. Ki aslında bu yazıyı uzun zamandır planlıyordum. Eğer bana güveniyorsanız, bu diziye aşık olup, fena bağımlısı olacaksınız. Ve ben öyle her diziye kendimi kaptıran biri değilimdir. En favori dizilerin hangisi diye sorsalar hemen Lost ve Fringe diye atlarım. Çünkü bu dizileri cidden deli gibi izlemiştim. Hala izlemeye kıyamıyorum. Ve her fırsatta öneriyorum. (Eh, içinizde bu ikisini izlemeyen varsa yazıyı okumayı bırakın ve hemen başlayın!)

Sıra geldi yeni favorime. Prison Break! Dizi baya eski yapımlardan. 4 sezondan oluşuyor. Sizi sıkmayan, kurgusuyla her bölümün sonunda sizi daha çok bağlayan ve süperötesi şaşırtan biri dizi. Birkaç hafta önce benim hayatımı alt üst etti. Aslında birkaç yıl önce ilk bölümünü izlemiştim ama o sıralar hala Lost'un etkisinde olduğumdan olsa gerek pek anlamayıp, sevmemiştim. Daha sonra en yakın arkadaşım tutturdu izleyelim diye. Zaten sezonları indirmiştim. Başladık diziye. Ve işte o an hayattan koptuk. Tüm günüm, zamanım, hayatım Prison Break'le geçti. Kesinlikle izlenilmesi gerekiyor. Tabii siz bilirsiniz de...

Dizinin kurgusu cidden hem çok özgün hem de süper şaşırtmalı. Micheal Scofield bir mühendistir. Ama hapiste olan abisi Lincoln'ı kurtarmak için suç işler ve kendisini çok başka bir dünyada bulur. Fox River, cidden cehennemin somut halidir. Birbirinden beter serseriler, katiller, tecavüzcüler ve para göz gardiyanlar... Hepsini bir arada düşünün. Ama Micheal planını çoktan yapmıştır. Hapise girmeden önce binanın şemasını ve bazı ipuçlarını vücuduna dövme olarak yaptırmıştır. Geriye sadece göze çarpmadan bu yerden abisiyle kaçmak kalıyor. Ama tabii o kadar kolay değil hiçbir şey. Micheal sadece abisiyle kaçmayı planlarken ister istemez bir grup oluşturuyor. Ve inanın bana bu gruba bayılacaksınız. Bir yandan sevip, bir yandan sövüceksiniz. Çünkü herkes birbiri arkasından işler çeviriyor. Hepsi çakal. Hepsi büyük paralar ve bu delikten kaçma peşinde.

Konuyu oturup saatlerce bıkmadan anlatabilirim ama ne yazık ki yazıyla olacak iş değil. Gerçekten izlenmeyi hakkeden bir diziymiş. Zaten Dünya çapında baya sevilmiş. Hala izlenilen biri dizi. Tamamen gerçek hayattan oluşuyor ama o kadar özgün bir kurgusu var ki sıkılmıyorsunuz. Açıkçası bu diziyi izlerken 'iki bölüm izleyip, bırakacağım bugün' diyemedim ve demek istemedim. Hiç bunaltmadığı için canımın istediği kadar izledim. Son sezonda özellikle 9 bölüm arka arkaya izlemişim. Kardeşim dürtüklemese hipnoz olmuş gibi izlemeye devam edecektim.

Bu dizi aynı zamanda birçok kategoriye girebilir. Dram, aksiyon, gizem, aşk, komedi... Her şeyden bir şeyler var. Ah, aşk demişken... Ya öyle güzel bir aşk hikayesi var ki cidden imrendim. :D Micheal Scofield'a aşık olmayacak kız tanımıyorum. O bakışları, keskin zekası, zarifliği, korumacı halleri... Ellerimi yelpaze yapmak zorunda kalıyordum hep. Aşık olduğu kadın da The Walking Dead'in zillisi Lori'ymiş. TWD'de kadından ne kadar nefret ettiysem bu dizide bir o kadar çok sevdim. Buradaki adı Sara'ydı. Ve öyle güzel bir ikili olmuşlar ki... Hani günümüzdeki dizilerde çiftler ya vıcık vıcık aşk yaşıyıp, löp diye ayrılıyorlar ya da yataktan çıkmak bilmiyorlar ya... Bu dizide açık seçik bir şey bulmak imkansız. Saf aşkı bulabilirsiniz. Ki bu diziye daha çok renk ve özgünlük katmış. Kocaman bir artı daha!

Dizideki karakterlerden bahsedersem... Her türden var. Psikopat olanı mı dersin dosttan öte kardeşliğe adım atan mı dersin... Müthiş bir ekip kurmuşlar. Karakterleri canlandıran oyuncuları ayakta alkışlamak istiyorum. Bu kadar mı mükemmel rol yapılır. Nedense bu dizide oyuncuların performanslarını takip edip, takdir ettim. Resmen gerçeklermiş de gerçek bir şeyi yakınlarından izliyormuşum gibi hissettim. Micheal-Sara çiftine yanıp tutuşacaksınız. Micheal-Fernando dostluğuna imreneceksiniz, T-Bag ve Bellick'e süperötesi kıl olabilirsiniz. Ajan Mahone ve Ajan Kellerman sinir krizlerine sokacaktır büyük ihtimalle. Gretchen'ın güzelliğine kapılmayın, tam bir şeytandır kendileri. Ajan Don'ı nedensizce sevdim. Micheal'ın abisi olmasına rağmen Lincoln'a gıcık olabilirisiniz. Bir karakter bu kadar odun olmamalı! Ay, resmen dedikodularını yapıyorum şuanda. İçimi döktüm. Diziyi izleyenler varsa yanıma uğrasınlar. İçimdekileri dökmem lazım.

Sezonları da değerlendirmek istiyorum. Birinci sezon, dizinin ilk sezonu olmasına rağmen çok heyecanlı ve akıcıydı. Tüm karakterleri tanıma imkanı sağlayıp, diğer sezonların alt yapısını oluşturan ve kurguyu akıcı hale getiren bir sezondu. İkinci sezon baya şaşırtmalı ve komedi dolu bölümlerle çevriliydi. Her bir karakteri ayrı ayrı analiz etmişlerdi. Yeni gelen karakterleri de hemen sevdiren ve tanıtan bir sezondu. Üçüncü sezonda resmen level atlamışlar. İzlerken tırsmadım değil. Çok başka bir dünyada geçiyor olaylar sanki. Çok etkilenerek izledim. İnsanların analizlerini yaptım resmen. Ve gerçekten bana bir şeyler kattı. Son sezon ise... Resmen kalbimi parçaladı. İlk yarısı mükemmeldi. Cidden. Ekibi daha ne kadar sevebilirim bilmiyorum ama son sezonda yerimde duramadım. Tam benim istediğim ve sevdiğim şekilde olaylar gelişti. Kurgularına daha da aşık oldum. Ama ikinci yarıda bir kötü oldum. Hayır niye içim buruk bir şekilde bitirdiler ki diziyi. Rezil olacağımı bile bile söylüyorum; son bölümü ve ekstra iki bölümü zırlayarak izledim. Sanki ben yaşıyormuşum gibi. Dizi tamamen bitince 'kesinlikle favorim oldu, mahvetti beni, gerçek hayata dönmek istemiyorum' dedim ama bitti işte. Nasıl bitirirler ya! Son zamanlarda tekrardan devam edecekleri haberi geldi ama cıkss izlemem. Son sezonu izleyin, neden böyle dediğimi anlayacaksınız.

Of, son sezondan bahsedince yine kötü oldum. Daha ne diyebilirim bilmiyorum. İzleyin canlarım. Cidden izlenmeye değer bir dizi. Müthiş zekalar bir araya gelmiş, çılgın entrikalar dönüyor. En bi sevdiğimdir.

Ve size küçük bir sır vereyim mi ? Bu diziyi izledikten sonra bir cesaret geldi bana. Micheal'ı örnek alıp, ortalığı karıştırmak istercesine olaylara atlamak istedim. Ama popom yemiyor.

Son olarak favori repliklerim. Eminim ki bir yerlerde görmüşsünüzdür. İşte bu efsanevi replikler aslında Prison Break'den! (Üstlerine tıklayın.)


Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Durun son bir şey daha! Micheal'ı canlandıran Wentworh Miller, gerçek yaşamında eş cinsel olduğunu kabul etmiştir. Hadi toplanıp, ağlayalım kızlar. -.-

15 Mayıs 2015 Cuma

Film Önerisi: Öfkeliyim ama Hızlıyım da...


Niye daha önce bana 'Jane, Hızlı ve Öfkeli serisini izledin mi? Ne! İzlemedin mi? Hemen kitabını bırak, kelime çalışmayı kes ve serisiyi izle.' demediniz. Niye kimse bu seriyi izleyip, izlemediğimi sormadı. Yani, soran oldu ama çok geç sordu. Neyse ki son filme yetiştim ve sinemada keyfini çıkardım. Tabii bunlar yaklaşık bir ay önce falan gerçekleşti.


Olay şöyle; bir ay önceydi sanırım, Hızlı ve Öfkeli 7 vizyona girdi. En yakın arkadaşım (aynı zamanda oda arkadaşım ve kız kardeşim bile diyebilirim) tutturdu bu filme gidelim diye. Hiç umursamadan 'izlemedim' dedim. İyi ki demişim. İzlememi söyledi. Aslında çok ısrar etmedi ama o ne zaman 'şunu izle' dese yerimde duramam. Çünkü film zevkine güveniyorum ve seviyorum. Sonrasında ilk altı filmi indirdim. Özenerek. HD, alt yazılı ve eksiksiz. Sonra başladım izlemeye. Tam üç gün boyunca film serisini izledim. Artık bir süre sonra o ekiple beraber yatıp, kalkmaya başladım. Üç gün de bile ekibi çok sevdim. Habire taklitlerini yapıp, kendi kendime gülmeye başladım. Ve sonra beklenen an geldi. Sinemaya gitme zamanı!


Şimdi ezmek gibi olmasına ama İstanbul'da film izlemek ayrı Safranbolu'nda izlemek apayrı... Hepimiz öğrenciyiz. Yeni bir şeyler yapmak için tüm fırsatları kullanıyoruz. Sinema da bunlardan biri. O yüzden Safranbolu'nda sinemaya gitmeyi daha çok seviyorum. Özellikle böyle sabırsızlıkla beklenen filmler olunca ayrı bir zevkli oluyor. Filme gittiğimiz gün de son seansa gidelim dedik. Son seans olmasına rağmen hatta film vizyona gireli neredeyse iki hafta olmasına rağmen sinema salonu full doluydu. İğne atsanız, bulamazsınız tabirini gerçekleştirdik. Biz de kalabalık gitti. İşte o zaman filmin daha da eğlenceli olacağını anladım. İyi ki de izlemişim dedim. Herkes serinin delisi.

Her ne kadar seriye geç başlamış olsam bile bu hayran grubuna kendimi ekledim. Çünkü (abartmıyorum) her filmi çok manyak bir şey. :D Özellikle benim gibi aksiyonu, komikliği ve romantikliği bir arada seviyorsanız zaten bu film serisi tam size göre. Bunların yanı sıra aileyi, dostluğu ve iyi-kötü kavramını öyle güzel yansıtıyorlar ki... Kesinlikle boş bir film serisi değil. Önceden bu seriye karşı ön yargılıydım. Çünkü ortaokulda bu seriye deli gibi hayran olan biri vardı. Çocuk her avatarına araba resmi koyup, 'hızlı ve öfkeli' yazıyordu. Artık oradan mı gıcık kaptım bilmiyorum ama nedense filmin sırf araba yarışından oluştuğunu zannettim. O gün bugündür seriden uzak durdum. Araba yarışlarını severim ama tüm seri boyunca katlanamam falan modundaydım. Geçen sene de başrol oyuncularından Paul Walker'ın öldüğü haberini okuyunca daha da uzaklaştım seriden. Ama sonra... Son filmdeki Paul için yapılan sahne... Abartmıyorum tam 1 aydır 'See You Again' şarkısını aralıksız dinliyorum. Çok kötü oldu be.

Bunların dışında film serisi hakkında ne yorum yapsam bilemiyorum. Tek tek filmleri anlatmayacağım. Konular süper bağlantılı. Birini izleyip, diğerini atlayamazsınız. Mesela ben 3.filmden nefret ettim. Çünkü sevdiğim ekipten hiç kimse yoktu. Resmen ergenlerden oluşan bir ekip vardı ama paşa paşa izledim. Sonraki filmleri izleyince arada bağı öğrendim ve kısa çaplı bir şok yaşadım. Yani filmleri atlayarak kesinkes izlemeyin. 3.filmi bile. Maalesef.

Filmdeki ekibe bayılıyorum. Brian elbette göz bebeğimiz ama Brian'ın kankası Roman'a hele harbi bayılıyorum. Serideki en favori karakterim o sanırım. Özellikle son filmde kırdı geçirdi bizi. :D Sırf o adam için bile seriyi baştan izlerim. Roman sayesinde 2.film favorilerim arasında. Ama diğer filmlere haksızlık edemem. Her filmde giderek kendilerini geliştirmişler. Gerek kurgu olarak gerek kadro olarak... Bak şimdi böyle yazınca en baştan izleyesim geldim. Hepsi bilgisayarımda kuzu kuzu duruyorlar. Can sıkıntısında açıp, izleyebilirim.

Bu yazıda ne kadar şey söylersem söyleyeyim bu seriye az bile kalır. İçinizde izlemeyen varsa kesinlikle otursun, izlesin ve bana gelsin. Dedikodu yaparız. Bayılacağınıza eminim. Sizi sıkmayan, tam tersine içine çeken ve aynı zamanda şaşırtan bir kurgusu olan Hızlı ve Öfkeli'ye yumulun. Geç kalmış olabilirim, niye daha önce izlemedim diye kendime öfkeli de olabilirim ama aynı zamanda hızlıyım. 2017 Nisan'da görüşürüz sinemada!

Son olarak şu iki video'yu izleyin derim. Şarkıların da bağımlısı olacaksınız. We Own It & See You Again

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

25 Nisan 2015 Cumartesi

Kitap Yorumu: Gölge ve Kemik - Leigh Bardugo



Yeni karanlık bir dünyaya hazır mısınız ? Ben varım diyorsanız, Gölge ve Kemik'in dünyasına adım atın. İlk kitap olmasına rağmen esrarengiz kurgusu sizi içine çekecek.

Evet, bu kadar reklam kokan cümleleri bir kenara bırakıp, bilindik Jane yorumuna geçiyorum. Gölge ve Kemik'i açıkçası indirimde diye almıştım. Hatta ikinci kitabı da gözüm kapalı almıştım. Neyse ki hayal kırıklığına uğramadım. Gerçekten, serinin ilk kitabı olmasına rağmen Gölge ve Kemik'i çok sevdim. Akıcı ve sürükleyici bir şekilde kısa sürede bitirdim. Değişik, karanlık ve dediğim gibi ilgi çekici bir tarafı var. Özgün bir konuya sahip ve ben bu konuyu nasıl anlatsam şuan bilemedim.

Kafanız karışabilir. Çok normal. Ben okurken ilkten hiçbir şey anlamadım. Sonra birkaç şey yerine oturdu. Yazar, kendi hayal dünyasını oluşturmuş. Zaten kitabın başında bazı terim açıklamaları ve bir harita var. Kitap tamamen hayal ürünü. Kurguda geçen yer isimleri falan hep yazarın hayal dünyası. Ama etkilenmedim diyemem. Güzel düşünmüş ve aktarmış. Benden tam puan alır.

"Çok tuhaf," dedim bir süre sonra."Oysa güzelliğin her zaman insanın hayatını kolaylaştıracağını sanırdım."

Konuya gelirsek... Kitap Alina Starkov adındaki bir kızın gözünden anlatılıyor. Alina, cılız mı cılız bir kız. Aynı zamanda yetim ve tek yakını Malyen Oretsev. Malyen de yetim. Zaten beraber büyüyorlar, aynı yerde kalıyorlar. Resmen her şeyi beraber yaşıyorlar. Kitabın başında bunların küçüklük zamanlarından minik bir kesit var. Yetim olmalarına rağmen bazı özel yetenekleri var. 

Aradan yıllar geçiyor ve Alina'nın anlattığı bölüme geldiğimizde kızın haritacı olduğunu ve Malyen'in de bir izci olduğunu öğreniyoruz. Alanlarında çok iyiler. Malyen ağırbaşlı, fena yakışıklı (çoğu soylu kız gözüne kestiriyor) ve gerçekten izcilikte yetenekli biri. Alina ise cılız olmasına rağmen biraz cazgır biri. Çenesi hiç durmuyor. Her şeye bir cevap. Ağzında laf hazır. Bir o kadar da aşık. Malyen'e elbette. Ama henüz bir şey beklemeyin. Spoiler.

Gölge ve Kemik, eski zamanlarda geçiyor havası veriyor. Öyle de olabilir. Teknolojiye ait hiçbir şey yok. Tarihi aşk okuduysanız aslında ne demek istediğimi anlayacaksınız. Her tarihi kurguda olduğu gibi burada da normal kesim ve özel kesim var. İşte bu özel kesime Grisha deniliyor. Bunlar özel yetenekleri olan insanlar. Grisha'lar da kendi aralarında sınıflara ayrılıyor ama bu konuya detaylı girmeyeceğim. Kitabın içinde açıklamalarıyla beraber var. 
İnsanların Grisha olup olmadığını belirlemek için bir test var. Hemen her çocuk bu teste sokuluyor. Alina ve Malyen de teste girmiş ama geçememişlerdi. Ama bir şeyi gözden kaçırmışlar. Alina hiç de göründüğü biri değil ve bunun da farkında değildir.

"Bir şeyleri istemek," diye fısıldadı, "bizi zayıf kılar."

Grisha'ların konusuna adım attığıma göre Karanlıklar Efendisi'nden bahsedebilirim. Kendisi, Kral'dan sonra en yetkili kişi ve adından da anlaşıldığı üzere karanlığı yönetebiliyor. O da fena yakışıklı, yürüyen karizma ve sadece ismiyle bile insanları etkileyebiliyor. Alina ile karşılaşmaları çok uzun sürmedi. Volcra adı verilen düşmanlar tarafından saldırıya uğruyor Alina, Malyen ve diğer topluluklar. Bunun sonucunda Alina birden kendini Karanlığın Efendisi'nin karşısında buluyor.

Sonrasındaki olaylar cidden okunmaya değer. Zaten karşılaştıklarından sonraki bölümlere bayıldım. Kitap bir açılıyor ki... Şaşırtmalı sahneler vardı. Bazı şeyler tam oturmamış ama kitabı okurken hiç göze batmıyor. Bence. Serinin ilk kitabı olmasına bağlıyorum bu eksiklikleri. Yine de kesinlikle şansı hakkeden bir seri. Ben severek devam edeceğim. En bi' sevdiğim kurgulardır böyle tarihi, esrarengiz ve ormanda geçen kurgular. Saraylar, entrikalar, saraydaki yaşam ve oradaki insanlar... Oradaki insanlar demişken saraydan sadece Genya'yı sevdim. Alina'nın yeni dostu diyebilirim. Ki kitapta tek sevebildiğim karakter de Genya. Alina'ya pek ısınamadım. İleriki kitaplarda nasıl olur, bilemem. Malyen'i de sevdim. Sağlam karakterlerden. Karanlığın Efendisi önünde eğiliyorum zaten. Her şeye rağmen.

Kitabın sonu merak edici bitiyor. İkinci kitap da elimde. :D Ehem, ne zaman okurum bilmiyorum ama yakında yorumu gelirse şaşırmayın. Şimdilik bu kadar.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

13 Mart 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Dört: Bir Uyumsuz Koleksiyon Kitabı - Veronica Roth


"...asıl amaç korkusuz olmak değil. Bu imkansız. Asıl amaç, korkularını kontrol etmek, onlardan bağımsız düşünebilmek."

Koca alkışlar bana gelsin lütfen. Bu aralar kitapları jet hızıyla bitiriyorum. Aslında bunun bir sebebi de kitapların ince olması. Ama önemli olan hızlı bitiriyor olmam, değil mi ? :D Okunacak o kadar müthiş kitaplar var ki artık zaman kaybetmeden elimdekileri sindire sindire okuyup, hiç bekletmeden diğerine geçiyorum. Ve elbette bir yandan yorumlarını yazıyorum ki aklımda daha çok kalsınlar. Balık beyinli ben, beni çok etkilemediği sürece bir süre sonra kitabı unutabiliyorum. Gerçekten.

Gelelim sıradaki kitaba. Bir Uyumsuz koleksiyon kitabı olan Dört'ü yaladım, yuttum resmen. İnce olmasına rağmen dolu doluydu ve seriyi özlediğimi farkettirdi. Kitabın kapağına, adına (Dört uğurlu rakamımdır), içeriğine bayıldım. Ve ülkemizde çıkmasına şaşırdım. Bu yüzden Artemis'e bir teşekkür etmek lazım. Her serinin yan kitapları çıkmıyor ne yazık ki...

Öncelikle şunu belirteyim. Uyumsuz serisini okumadan sakın bu kitaba atlamayın. Müthiş spoiler yersiniz. Hani, Four'u çok seviyorum diye bu kitabı önceliğe alma gibi bir hata yapmayın. Aman diyeyim...

Kitap 7 bölümden oluşuyor. Bölümlere göre yorum yapacağım ve Four hakkında kısa bir dedikodu da yapabilirim.

Transfer, Four'un Fedakarlık'ta olduğu zamanları anlatıyor. Uyumsuz serisinde onun hikayesinin bir kısmını okumuştuk. Cani babası Marcus, karısı onları terk ettikten sonra oğluna her fırsatta şiddet uyguluyor ve berbat bir hayat yaşamasını sağlıyor. Tobias-Four, bu bölümde hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak çok zayıf biri. Annesiz kalması ve cani bir babanın yanında yaşaması sonucu oldukça sessiz sakin ve ürkek biri. Ama Seçim Töreni'ne kadar. O da Tris gibi büyük bir adım atarak Cesurluk bölümüne transfer olur.

"Yeni bir adım var. Yani artık yeni biri olabilirim."

Çömez bölümünde ise adı gibi çömez bir Four'u karşımızda buluyoruz. Eğitmeni Amar'ı daha çok sık görebilirsiniz. Eric'i, Zeke'i ve Shauna'nın ilk zamanlarını göreceksiniz. Ki gerçekten eğlenceli sahneleri vardı. Tobias, korku seanslarındaki başarıları sayesinde yeni bir isim edinir. Four. Çünkü onun sadece dört korkusu vardır. Ki bu diğerlerine göre büyük bir başarı. Four ismi sayesinde gerçek kimliğini saklayıp, yeni bir hayata daha sıkı bir adım atmaktadır. Ayrıca Eric'le aralarındaki sorunun nasıl başladığını bu bölümde daha çok kavrayacaksınız. Four'un ilk defa ne zaman Uyumsuz olduğunu öğrendiğini, ilk dövmesini yaptırışı ve başarılarının çoğunu bu bölümde doyasıya okuyacaksınız. Yazarımız çok güzel düşünmüş ve bize Four'u daha detaylı anlatmış.

"Bir topluluğa katılmak, çömezlik dönemini atlatmaktan çok daha fazlasıdır." -Amar

Oğul kısmı ise Four'un bilmediği gerçeklerin ortaya çıktığı sahne. Kuralsız'ın sonunda sanırım ilk defa Four'un annesini görmüştük. Hatta orada görene kadar ölü sanıyorduk ama aslında Four onun ölü olmadığını biliyordu. İşte bu bölüm Four, annesini ilk ne zaman gördüğünü ve aralarındaki ilişkiyi detaylı anlatan kısım. Ve bu bölümde aynı zamanda Cesurlarla Bilgelerin iş birliği yaptığını, bir şeylerin planlandığını fark ettiği sahneler var. Aslında serinin ana konusu asıl bu bölümde başlamış oluyor. Four, en başından beri bir şeylerin olacağını sezmiş ve hazırlıklara başlamış bile.

"Yaralarım iyileşirken, sonsuza kadar kaybolmadan bana hatırlatacak bir şeyim olsun istiyorum. Yaralar böyledir, daime her yere seninle taşırsın."

Hain bölümü ise en sevdiklerim arasında. Çünkü bu bölümde Four artık bir eğitmendir. Yani Tris'in geldiği zamanı anlatıyor. Bu kısım aslında Uyumsuz'dan bazı bölümlerin parça parça Four'un gözünden okumamızı sağlamış. Bazı olayların kamera arkasını okumak gibi oldu benim için. O yüzden baya sevdim. Her ne kadar Uyumsuz'da sert, asi ve somurtkan bir Four görsek de aslında hiç de öyle değilmiş. İçi içini yiyen, kırılgan ve bazen kendine güveni olmayan bir Four'u karşınızda bulacaksınız. Kimse mükemmel değil ki.

Son 3 bölümde ise Uyumsuz'dan bazı sahneleri tamamen Four gözünden okuyoruz. "İlk Atlayan- Tris!", "Dikkatli ol, Tris" ve "İyi görünüyorsun, Tris" başlıkları altında kısa kısa bölümler okuyabileceğiniz bir final yazısı.

Kitabın geneli güzel, akıcı ve minnacık şaşırtmalarla dolu. Ya da sadece ben şaşırmışımdır. Four'u Yandaş'tan sonra sevmemeye başlamıştım ama bu kitap bir nebze olsun olayları topladı. Bu seriyi okuduysanız zaten Dört'e gömülün. Kitaplığınızda olmalı. Özellikle seriyi benim gibi özlediyseniz...

Bu seri hakkında bir daha yorum yazısı yazar mıyım bilemiyorum. Yazarımız yazarsa okuruz tabii ama şimdilik seri bitti. Gelecek hafta Kuralsız vizyona giriyor. Koşa koşa gideceğim. <4

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

10 Mart 2015 Salı

Kitap Yorumu: Lux 5 ve Final Kitabı - Direniş


"Kitaplardaki Erkek Arkadaşlar Daha İyidir."

Merhabalar...

Bu yazıyı yazmak benim için çok zor olacak. Şimdiden belirteyim yani. Nasıl zor olmasın ki... En bi sevdiğim karaktere elveda diyorum. Final kitabını okumak için baya bekledim ve zaten çabucak bitti. Bu seriyle o kadar çok şey yaşadım ki... Bir kere bu seriye başlamam bir sürprizdi. En yakın arkadaşım yılbaşı hediyesi olarak Obsidyen'i almıştı. Hayatımın en büyük şokunu o zaman yaşamıştım çünkü böyle bir hediye beklemiyordum. Zaten sonrasında seriyi arka arkaya okudum. Obsidyen, Oniks, Opal, Köken... derken ve Direniş. Ne çabuk geçti zaman yahu. Lise sonda okuyordum bu seriyi ve şimdi üniversitedeyim. Kendimi yaşlanmış hissettim.

Neyse, duygusallığı bir kenara bırakıp serinin final kitabından bahsetmek istiyorum. Her yazımda belirttiğim gibi seriyi okumadıysanız hemen ilk kitabı kapın. Sık sık önerdiğim serilerden biridir Lux. Gerçekten okunmayı ve kitaplığınızda yer almayı hakkediyor. Benden söylemesi. 

Serinin dördüncü kitabı Köken, cidden çok fena bir yerde bitmişti. Açıkçası ben bu kitaba kadar nasıl dayandım, bilemiyorum. Ve inanın bana öyle güzel devam etmiş ki sanki ara vermeden okumuşum gibi hissettim. Köken'in sonunda Daemon ve kardeşleri, diğer taraftan gelen Luxen'lara karşı koyamamış ve onların tarafına geçmişlerdi. Katy, Beth, Luc ve Archer ise öylece kala kalmışlardı. Olaylar aynen şöyle devam ediyor; dünya  Luxen'ların istilasına uğramıştır ve distopya tarzı bir yaşam başlamıştır. Katy de zaten sık sık bu kavramı dile getiriyor. Direniş, hem genç fantastik -uzay- hem de distopya tarzında olmuş. İnsanlar yaşam mücadelesi veriyorlar, Luxen'lardan kaçıyorlar ve gerçekten korkunç olaylar yaşanıyor. Bazı sahneler Meleğin Düşüşü'nü anımsattı bana. Ve bu hoşuma gitti. *Kaşlarını oynatan Jane hayal edin.*

Kitapta olaylar yine hem Daemon'ın hem de Katy'nin gözünden anlatılıyor. Katy'nin grubu Luc'un güvenilir bir evinde kalıyorlar. Luc ve Archer'ı bu kitapta bol bol okuyacaksınız. Ve inanın bana bundan çok zevk alacaksınız. :D Yani, yazar resmen döktürmüş. Okurken o kadar çok eğlendim ki habire geri dönüp aynı yerleri okudum. Ve elbette yeni yöntemimle kitaptaki çoğu bölümü işaretledim. Müthiş bir şey çıktı ortaya. :D 

"Bu dünyadaki, herhangi bir dünyadaki herhangi bir şeyin sana karşı aşkımdan daha güçlü olacağını mı düşündün?" -Daemon

Daemon'ın tarafı ise tam bir muamma. Yeni karakterler vardı ama şuan cidden isimlerini hatırlamıyorum ve kitabı açıp, bakmaya üşendim. Neyse, adı lazım olmayan karakterler elbette kötü ve cani Luxen'lar. Aralarında sürpriz Köken'ler de olabilir. (Köken olayını hatırlıyorsunuz, değil mi? Hani Daemon gibi bir Luxen'in Katy gibi bir Melez'le çiftleşmesi sonucu ortaya çıkacak olan süper yetenekli bir bebek. Luc ve Archer en güzel örnekleri.) Buna çok değinmeyeceğim. Spoiler olabilir. Ama şunu bilin ki Daemon gayet kendinde. Yani kendini Luxen kardeşlerine (?) kaptırmamış. Aynı şekilde Dawson da öyle. Çünkü akıllarında Katy ve hamile Beth var. Odaklanacakları kişilere sahip oldukları için onlar normaller fakat Dee için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kafayı sıyırmış ve bizimkileri öldürmeye çalışan bir Dee ile karşı karşıyasınız. Dikkatli olun!

"Tam şu anda Avengers fena olmazdı."
"Boşver. Bize Loki lazım," diye cevabı yapıştırdı Daemon.

Kitapta çok olay oluyor. Bunları detaylı anlatmak isterdim ama şöyle bir düşündüm de hepsi spoiler niteliğinde. Ama birkaç şey çıtlayabilirim. Lux'ların baş düşmanı Arum'ları yakından tanıma imkanınız olacak. Ki zaten buna ait bir kitap da var. *Saplantı, bu kitapta da adı geçen Hunter ve Serena'nın hikayesini anlatıyor. Bu karakterleri Direniş'de göreceksiniz. Onlar da ayrı sevilesi tipler. :D Arum'ları daha çok sever oldum. Cidden. Hele başlarındaki adama bayıldım. Göbeğine şap şap vurup, sırıtmak istedim. *Ne hayal ama...*

"Hunter mı?"
"Hunter."
"Hani şu senin kulüpteki geri zekalı mı?" 
"Hmm. Orada iki geri zekalı vardı, biri de sendin."
(Luc ve Daemon arasındaki diyalog)


Arumlar dışında elbette Luc'a ve Archer'a bayıldım. Zaten severek okuduğum karakterlerdi. Hatta seriye sonradan katıldılar ama sanki taa en başından beri varlarmış gibi hissettirip, kendilerini sevdirdiler. Şu Luc'a cidden bayılıyorum. :D Kitabı okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ve kitapta Archer'la Daemon'ın komik ve kahkaha attıran diyaloglarını okuyunca bu seriye ne kadar aşık olduğunuzu anlayacaksınız.


Olayları anlatamadığım için serinin nasıl bittiğine dair bir yorum yapamayacağım. Ama şunu belirteyim, tam hayal ettiğim ve tahmin ettiğim gibi bitti ve bu durum hoşuma gitti. Zaten Katy, hem sevdiğim hem de örnek aldığım bir karakter. O yüzden bu mutlu sonda onun istediği hayatı yaşadığını görmek mutlu etti beni. Bir de şöyle bir şey var. Bu seride sizi sıkan bir aşk üçgeni yok. Daemon ve Katy var. Onları zor duruma sokan olağanüstü olaylar var ama sinir bozucu bir durum yok. Daemon, Katy'i saçma sapan şeyler yüzünden kıskanmıyor, söylenmiyor ya da ne bileyim saçma bir hareket yapmıyor. Katy de öyle. Daemon gibi yakışıklı birini kapmış tabii ama öyle güzel ilişkilerine devam ediyorlar ki cidden imrendim. O yüzden bu serinin her karakterini seviyorum. Uçuk halleri yok, can sıkan hareketleri yok. Her şey tam yerli yerinde. Örnek verici şeyler bile var.

"O ağaca sarılsa bile kıskanırsın sen." dedi Archer.
"Böyle de ilgi düşkünüyümdür." -Daemon

Lux serisini kim ne derse desin seviyorum ve bence herkes okumalı diyorum. Genç yetişkin kitabı deyin, ergen kitap deyin ne derseniz deyin bence bu türün en iyi örneği ve saçma sapan bir kurgusu yok. Daemon'dan sonra başka bir uzaylıya aşık olabilecek misiniz merak ediyorum. :D Şaka bir yana, uzay temalı bir seri okuduğum için hala şaşkınım ve yazarın önünde eğiliyorum. Uzay temalı bir seriyi bu kadar eğlenceli, akıcı, komik ve akılda kalıcı bir şekilde yazdığı ve bize sunduğu için. Jenn, gerçekten yetenekli ve hayal gücü renkli bir karakter. En azından bu serisinde öyle olduğu gözüküyor. *göz kırpmalar*

Son olarak... Belki her yazımda 'kitap yorumu' dışına çıkıyorum ama elimde değil. Bu kitaplar benim gözümde sadece 'okunmayı bekleyen ve okunduğu zaman biten kitaplar' değiller. Her fırsatta hepsinden bahsediyorum, haklarında konuşuyorum ve sanki gerçek birileriymiş gibi onlar hakkında dedikodu yapıyorum. Ve bu seriyi özel kılan en önemli şey ise Katy karakteriydi. Onu çok sevmem dışında bana ilham vermişti. Seriye ilk Ocak 2013'te başladım ve Mayıs 2013'te bu blog'u açtım. Daha öncesinde de bir blog'um vardı ama bu blog'un çok farklı bir amacı vardı ve Katy sayesinde oldu. Lux'un bir kız karakteri olması dışında o bir kitap kurduydu, asosyaldi, blog'u vardı ve daha ülkemizde yeni gelişen bir olay olan vlog, onun bir hobisiydi. Hoş hala vlog çekecek kadar kendime güvenim yok ama bu blog'u açma cesaretini Katy'de buldum. Bir karakter olabilir ama şuan burada bu zamanda bu konumda olmama ilham olan kişi de o. Karakter deyip geçmeyin. Hayatınıza bir sihir katabilir. Yeter ki 'içtenlikle' okuyun kitaplarınızı.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Çok önemli bir not: Yazarımızın The Walking Dead'e ve Supernatural'a olan hayranlığı beni benden alıyor. Bu yazar kesinlikle bizden biri millet! Sarılın, bırakmayın.

Diğer bir önemli not: Çok duygusallığa bağlamak istemedim yukarıda ama buraya meraklılar için yazacağım. Daemon Black'i çok fena özleyeceğim. Onun gıcık esprilerini, öküzlüğünü, romantik hallerini, şapşal ve güldüren mimiklerini... Komple Daemon'ı özleyeceğim işte. Yeşil ve enfes gözlerinden bahsetmiyorum bile. Şey, bu kadar. Yazı cidden bitti. XO

13 Şubat 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Duman ve Kemiğin Kızı - Laini Taylor


"Bir varmış bir yokmuş, bir melekle bir şeytan birbirine aşık olmuş. Ve hikayenin sonu hiç iyi bitmemiş."

Bu yıl, kitaplar konusunda şanslıyım sanırım. Çünkü arka arkaya çok eğlenceli, akıcı ve beni gerçekten etkileyen kitaplar okudum. Hatta Gümüş Gölgeler'den sonra bir ara toparlanamadım. Kitaplığıma gidip gelip, son 80 sayfasına göz attım. Ama sonra... Safranbolu'na dönüş yolunda Duman ve Kemiğin Kızı'nı elime aldım. İşte maceramız böyle başladı, efsanevi kitapla. *-*

Önceki yazılarımı okuduysanız, bu kitabı baya bir ucuza aldığımı biliyorsunuzdur. Hatta şimdiden söyleyeyim; Macro Centre'dan ya da Migros'dan hemen gidin alın. Hazır indirimde, yararlanın. :D

Okuması çok eğlenceli olsa da anlatılması zor bir kitap. Çünkü daha önce buna benzer bir kurgu okumadım. Çok özgün, meraklandırıcı ve çıldırtıcı bir kurgusu var. Ve kitabın ilk yarısı başka, diğer yarısı bambaşka. Gerçekten, kitabın yarısına gelince sanki başka bir kitaba geçmişim gibi hissettim. O yüzden iki bölüm şeklinde anlatacağım. İkinci bölüm spoiler olabilir, okumak istemeyenler atlasınlar.

Karou, aslında sıradışı bir kızdır ama hayatını normal yaşamaktadır. Normal bir okula gidiyor, resim sanatıyla ilgileniyor ve Prag'da yaşıyor. En yakın arkadaşı Zuzana ile vakit geçirip, eski sevgilisi Kaz'dan kurtulmaya çalışmaktadır. Evet, bunlar onun normal hayatı. Ama asıl yaşamı, kapının diğer tarafında. Sihirli dünya olarak görebileceğiniz bu yerde Karou'nun çok farklı bir ailesi var. Elbette gerçek ailesi değiller (gerçek ailesi ile ilgili bilgi yok) ama Karou, kendini bildi bileli onlarla yaşıyor ve Brimstone için ayak işleriyle uğraşıyor. Kim bu Brimstone? Çok değişik bir yaratık. Yarı insan- yarı hayvan vücuduna sahip bir Kimera'dır. Karou'a verdiği görevler ise belirlediği yerlerden diş toplamasıdır. Her diş karşılığında Karou'ya dilekçik vermektedir. Bu dilekçikler, sizin minik dileklerinizi gerçekleştirebilir. Mesela Karou'nun çok komik dilekleri oluyor; Kaz'ı sinir etmek için onu kaşındırması, gıcık olduğu kızın kaşlarını orman gibi yaptırması, en sevdiği mekanda en sevdiği masanın dolu olduğunu görünce oradakilerin kaldırılması gibi komik dilekler dileyen bir kız. Ama en güzel dileği, saçlarının mavi olması. Evet, Karou diğer kız karakterlerden farklı olduğunu bu saçları sayesinde de kanıtlamış oluyor. Uzun, mavi saçları var. Vücudunun bazı bölümlerinde ilginç dövmeler var ki bunların bir anlamları da var. Özellikle avuçlarının içindeki göz şeklindeki dövmeleri.

"Dilekler sahtedir. Umut gerçektir. Umut, kendi sihrini yaratır."

Kitabın en güzel yanlarından biri neydi, biliyor musunuz? Karou, ayak işleri için bir yerlere giderken sihirli gecitleri kullanıyordu. Öyle güzel yerler vardı ki...( İstanbul ve Türk adları da geçiyor.) Zaten kitap sayesinde Prag'ı iyice merak eder oldum. Fas'ı da çok güzel anlatmış. (Bu bölümde cami sahnesi de var.) Okurken gerçekten etkileniyorsunuz ve büyülü bir hayatta yaşamak istiyorsunuz. Kitabı okurken nedense sanki fantastik bir bilgisayar oyunun içindeymişim gibi hissettim. Hayal edilmesi kolay ve eğlenceli, okuması zevkli... Ne diyebilirim ki. Şuana kadar anlattıklarım kurgunun sadece çeyreği!

Ve tabii her kitapta olduğu gibi bunda da kötü bir karakterimiz var. Karou ve bu sıradışı hayatı devam ederken bir yandan da birileri, geçit kapılarının üzerine yanık el izi bırakmaya başlar. Brimstone ve ekibi (İssa, Yasri, Twiga) bu durumu ciddiye alırlar ama iş işten geçmiştir. Büyük bir savaş başlamak üzeredir. Bundan habersiz olan Karou ise Fas'ta bir melek saldırısına uğrar ve işte o zaman hayatındaki kocaman soru işaretli olan bölümleri öğrenmeye başlar. Ve inanın bana, bundan sonrası inanılmaz etkileyici ve şaşırtıcı.

Yazının bundan sonraki kısma, kitabın *spoiler* olabilecek tarzındaki bilgilerden oluşuyor. Kitabı merak ediyorsanız okuyun derim. Bir zararı olmaz ama benim gibi ketum iseniz lütfen okumayın. :D 

Akiva, bir melektir. Kimeralar -yani şeytanlar- onun bir numaralı düşmanıdır. Çok sıradışı bir görüntüsü var. Ve gerçekten çekici bir karakter. Okurken ağzınızın suyu akabilir. :D Akiva'yı, Karou'ya saldırdığı zaman tanıyacaksınız. İlk başta soğukkanlı bir katil melek olarak gözükebilir ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Zaten Akiva da bunun farkındadır ve nedenini bilmediği bir şekilde Karou'yı kafaya takar ve takibe alır. Ve aslında bu bölümlerde bir şeyler -kötü bir şeyler- olur ve Karou savunmasız kalır. Bundan sonraki olaylar Prag'da geçmiyor. Yazar bizi bir zaman makinesine fırlatıp, geçmişe götürüyor. İşte bu bölüm, anlatamayacağım kadar güzellikte ve masalsı.

Prag'daki olaylar hem eğlenceli hem de konuya ısınmamız konusunda akıcı bir dildeydi. Hatta okurken kafanız feci karışabilir. Yeni kavramlar, yeni isimler... Merak etmeyin, kitabın sonunda hepsi yerine oturuyor ve kitaba aşık olduğunuzu anlayacaksınız. Kitabın ikinci yarısı ise gerçekten fantastik ve masalsı bir dünya. Başka bir kitap okuyor gibi hissedeceksiniz. Öyle güzel öyle masum bir hikaye var ki... Çok etkiledi beni be. Kitabı milyon kez okumaya hazırım! Anlatamıyorum ama cidden okuduğum hiçbir şeye benzemiyordu. Favorilerime elbette girdi.


"Artık çok geç olduğu halde uzun zamandır istediğin bir şeye kavuşmaktan daha acı bir kader olabilir mi?"

Romantik kısmından bahsetmiyorum bile. Hani belki bu yorumu okurken, "Ya Karou ve Akiva beraber olacak işte. Bıla bıla..." diyebilirsiniz ama inanın bana geçmişteki o masum ve çekici aşk masalını okuduktan sonra diğer kitaplardaki aşklar faso fiso gelecek. Benden demesi. :D

Ve kitabın her bölümünde şaşıracaksınız. Bilinmeyen şeyler bir bir ortaya çıktığında şoka gireceksiniz. Yazar, olayları öyle güzel birbirine bağlamış ki bir ara durup, "Ya harbiden bu kurguyu nasıl yazmış? Nasıl hayal etmiş ? Ya da gerçekten böyle bir yer mi var? Orada yaşamış falan sonra Karou'nun yaptığı gibi bizi kandırmaya mı çalışmış, fantastik bir hikaye diye..." düşündüm ve kafayı yiyecektim. Kurgunun özgünlüğünden dolayı fena kıskandım. Fantastik dolu bir dünya ve peşinizden sizi de sürüklüyor. Hiç çırpınmayın, bu akıntıya alışacaksınız.

Karakterlere gelirsek... Tüm karakterleri sevdim. Sinir bozucu eski sevgili Kaz'ı bile! Karou'ya zaten hayran kalacaksınız. Gelmiş geçmiş en iyi kız karakterlerden biri. Güçlü yapısı, kıvrak zekası, inatçlığı, inancı... Her şeyi ile kendine hayran bıraktıran ve kendini sevdiren bir karakter. Kurguyla süper uyumlu olmuş. Ben çok mu çok sevdim. :D

Kitap hakkında diyecek çok şey var da spoiler olmasın diye burada bırakıyorum. Gerçekten fantastik dolu bir kitap istiyorsanız Duman ve Kemiğin Kızı tam aradığınız kitap. Favorilerimden biri oldu artık. İkinci kitap da çıkmış. Son kitap için ne kadar bekleriz, bilemiyorum ama inanın bana Artemis'e baskı yapacağım!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Okurken her karaktere hatta her hareketli sahnelere dikkat edin. Kitabın sonundaki olayları kavramanıza çok yardımcı olacak. İnanın bana, ikinci kitap için çıldıracaksınız. Benim gibi. -.-

7 Ocak 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Harry Potter ve Felsefe Taşı


"Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir."

Selam Kitap Kurtları !

Yeni yıla güzel bir şekilde başladım. Harry Potter okudum sonunda. 2014'ün son gününde elime kitabı aldım. Tam başladım, çok iyi gidiyor derken erkenden eve gitme kararı aldım ve öyle böyle derken kitaba devam edemedim. Ama dün elime aldım ve anında bitti. Filmlerini birçok kez izlemiş olmama rağmen kitabın tadı bir başkaydı.

Şimdi şöyle de bir şey var. "Aaa Harry Potter okumadın mı ? Herkes okumalı. Okumalısın hemen!" gibi yorumlar aldım, okudum ve bu sohbete birçok kez tanık oldum. Bir kere, Harry Potter'ı herkes okuyor diye okumayın. Bu bir gösteriş değil. Tıpkı, Metallica dinlemedikleri halde Metallica tişörtleri giyen topluluk gibi... Harry Potter'ı "okumalıyım" zorunluluğu ile elinize aldığınız an zaten her şey biter. Tamam, okunulması gereken serilerden biri. Bunu herkes okuduğu için değil, sağlam ve müthiş bir kurgusu olduğu için söylüyorum. Zaten bu nedenle kitaplarını okumamıştım. Eğer öncesinde okusaydım, diğerlerine ayak uydurmak için okumuş olurdum. Ama şimdi merak ettiğim için ve artık kitaplığımda yer almalarını istediğim için okumaya başladım.

Küçükken hem sinemada hem de evde filmlerini izledim. Hala da izlerim bıkmadan. Ama hiçbir zaman Hogwarts mektubu beklemedim. Elime sopa alıp, onu değnek sanarak Abrakadabra'lar yapmadım. Beni okuma alışkanlığına bu seri başlattırmadı. Filmlerinin ya da kitaplarının çıkmasını beklemek zorunda kalmadım. Yani Harry Potter hiçbir zaman hayatımın büyük bir parçası olmadı. Ama şimdi bunun boşluğunu yaşıyorum işte.

Kitabı da okurken şunu anladım ki ne olursa olsun kitaplar her zaman daha farklı ve çekici geliyor. Harry Potter filmlerini bayılarak izlerim. O yüzden kitabı okurken biraz çekindim. Acaba aynı tadı alır mıyım diye. İnanın bana, kitap daha da eğlenceliydi. Haa, şöyle de bir şey oldu. Filmi ilk izlediğim için kitabı okurken hayal gücüm sıfırdı. Karakterleri okurken gözümün önünde hep Rupert'ın Emma'nın ve Daniel'in küçüklük halleri vardı. Aynı şekilde sahneler de öyleydi. Yani filmi okuyormuşum gibi hissettim. O yüzden diyorum ki her zaman ilk kitabı okuyun. Kendi hayal gücünüzle harmanlayın kurguyu. Sonra filmi izleyin. İşte o zaman filmde hayal kırıklığı yaşayıp, kitabın daha tatlı olduğunu anlayacaksınız.

Yine de kitabı bayılarak okudum. Özellikle dün akşam resmen uçtum. Koltuğa bir kuruldum, bir baktım kitap bitmiş. Çok güzeldi be! Kurguyu bilmeme rağmen heyecanla ve zevkle okudum. Ron'la Hermione'in atışmalarını okumak daha da eğlenceliydi. Ki zaten seride en favori iki karakterimdir. Özellikle Ron'u ayrı bir seviyorum. :D

Bu kitabı okurken de Hogwarts'da olmayı istediğimi anladım. Kim istemez ki ? Gizemli ve eğlenceli bir yer. Harry gibi komik ve cesaretli dostluklar da bulundu mu Hogwarts'a bağlayın beni. :D Sonradan gelmiş, Hogwarts'ı istiyor bu Jane de diyebilirsiniz. Ama zaten bir kere okuduktan sonra o okulda olmak isteyeceksiniz. Peron Dokuz Üç Çeyrek'de görüşmek üzere... falan dermişim. :D 

Neyse. Burada elbette konuyu anlatmayacağım. Filmleri izlemeyen kalmamıştır. Ki çoğunuzda kitapları okumuşsunuzdur. Bu yazıdaki amaçlarım neler kaçırdıklarım ve neler hissettiklerim. 
Harry Potter'a karşı hep soğuktum çünkü bazı hayranları bıktırmıştı. Özellikle de iki yıl önceki Twilight - HP çatışmaları beni fena etkilemişti. :D Şimdi çok çocuksu geliyor ama her iki film serisini de seviyor olsam da karşılaştırmalardan dolayı HP'den uzak duruyordum. Şimdi her şeyin canı cehenneme diyorum. (Şey, bu aralar fazla Amerikan filmleri izliyorum da...) İlk kitabı okudum ve çok çabuk bitti bile. İkinci kitap da elimde. (Kaşları mutluluktan havada Jane) Ne zaman okurum bilmiyorum. Açıkçası arka arkaya okuyup, seriyi hemen bitirmek istemiyorum. Ama araya çok da mesafe koymam. :D Harry'nin ve tayfasının diğer maceralarını okumak için sabırsızlanıyorum.

İlk kitap hakkında konuşmak isterim. Ask.fm'e gelin. Doya doya Harry Potter sohbeti yapmak istiyorum. :D 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Harry Potter için çocuk kitabı diyorlar ya... Tanrım. Daha da bir şey demiyorum. Açıp, bir okusunlar. -.- (Atarlı Jane)

1 Aralık 2014 Pazartesi

Kitap Yorumu: Magisterium 1 - Demir Yıl

  
Magisterium'dan herkese merhabalar !

Uzun zamandır bu kitabı merak ediyordum. Çünkü en favori yazarım olan Cassandra Clare, yazar arkadaşı Holly Black ile beraber yazdı bu kitabı. Ve yepyeni bir seriye adım atmamı sağladılar. Tamam, konusu belki oradan buradan alınmış gibi olabilir. (Bkz: Harry Potter, Percy Jackson) Ama son sayfalardaki şaşırtıcı kurgu, seriye ısınmamı sağladı. Cassandra'nın yeni dünyasına hoşgeldiniz!

Cassandra & Holly

Bu kitaptan bahsederken sanki sadece Cassandra yazmış gibi davranıyorum. Ama elimde değil. Holly Black'i hiç okumadım. Açıkçası Cassandra'yla ortak iş yapana kadar da ilgimi çeken bir yazar değildi. O yüzden sanki seriyi Cassandra yazmış gibi hissediyorum. Ama Holly Black'a sonsuz saygım var. Bu kitaptan sonra yazarı araştırıp, bizde çıkan kitaplarını inceleyeceğim kesinlikle! 

Gelelim kitabın içeriğine. Baş karakterimiz Callum Hunt, henüz 12 yaşında. Annesi, o doğduktan sonra ölmüş. Babasıyla yaşayan ve okulda haylazlık yapmadan duramayan bir çocuk. Aynı zamanda büyücü. (Gözünüzü devirip, HP aklınıza gelebilir.) Ama büyücü olarak yetiştirilmemiş. Çünkü babası Alastair, onu büyücülerin içinde olmasını istemiyor. Ama Magisterium'un her sene yaptığı sınava girmesine engel olamaz. Tek seçeneği, Call'ın başarısız olmasını sağlamak.
Magisterium, büyücülerin eğitildiği yer. İlk yıllarına Demir Yıl deniliyor. Sırasıyla; Bakır Yıl, Bronz Yıl, Gümüş Yıl ve Altın Yıl olarak devam ediyor. Anlaşıldığı gibi serinin kitap adları bunlar olacak ve beş kitaptan oluşacak. Konuya devam edeyeyim. Callum, sol bacağından sakat biri. Yani sınavı geçememe olasılığı yüksek. Ki babası, sınav öncesi ona başarısız olmasını, büyücülerin kötü olduklarını ve onlardan biri olmamasını tembihliyor. Her şey yolunda gözüküyor. Callum, sınava giriyor. Her şeyi berbat yapıyor. Hatta bir ara kendisinden bile utanıyor. O derece. Artık seçilmeyeceğini düşünüp, rahatlıyor. Ve Ustaların çıraklarını seçtiği bölüm geliyor. Usta Rufus, ilk iki çırağını seçiyor. Tamara ve Aaron, sınavda en yüksek puan yapan çocuklar. Ve sonra bilin bakalım kim seçiliyor. Callum Hunt! Ondan sonra işler karışıyor millet. :D

Olaylar olaylar olaylar... Ne anlatsam spoiler olur. Ama kurgusu çok hoşuma gitti. Başlarda biraz sıkıldım çünkü konuyu kavramaya çalışıyordum. Bir de okul nedeniyle doğru düzgün okuyamıyordum. Ama sonra kurgu yerine oturdu, karakterleri tanıdım,her şey akıcı gidiyor derken yazarlar son sahnelere doğru resmen bombaları patlatmışlar. Şok üstüne şok yaşadım ve okurken resmen izliyormuşum gibi hissettim. Çok güzeldi be ! Gerçekten güzel düşünülmüş. Açıkçası diğer kitapları büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum. Ama ne yazık ki her sene bir kitap çıkaracaklarmış. Yani bu demek oluyor ki yeni kitap, gelecek sene çıkacak. Hoş, ne kaldı şurada değil mi ? :D Ama beklemek zor olacak. Çünkü gerçekten heyecan verici, meraklandırıcı sorularla bitti kitap. Bir daha oturur, okuyabilirim. O derece benimsedim.

Kitabı okumadan önce de hakkında baya yorumlar okudum. Harry Potter'a çok benzetenler var. Çakması demişler adamlar. :D Bilemiyorum çünkü Harry Potter'ı okumadım, izledim. Ama bomba haberim var. Hayırsever biri (adeta melek) Harry Potter serisini getiriyor bana. Şuan ilk iki kitap elimde. Ve okuyacağım. Yaşım kaç olursa olsun. Kesinlikle bu türleri çocuk türü olarak görmüyorum. Hatta tam tersine merak ediyorum. Percy Jackson'la başladım. Demir Yıl ile devam ediyorum. Sırada Harry Potter var! Onu okuyunca, çakması olup olmadığını göreceğim. Ama yine de ben sevdim. Beni sardı mı sardı. Ya zaten Cassandra Clare ne yazsa okurum. Abartmıyorum. Bebek bakımıyla ilgili de bir şey yazsa okurum. Hayal gücüne, anlatım biçimine, yarattığı karakterlere bayılıyorum. Cehennem Makineleri ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra bu seri bir tuhaf geldi. Alışmışım tabii Gölge Avcılarına falan. Karşılaştırma yapmayın. Hayal kırıklığına uğrarsınız. :D Bu serisi, bambaşka bir hayal gücü. Yine de hoşuma gitti. Karakterlerin yaşı küçük ama marifetleri büyük. Okurken zaten o minik detayı fark etmiyorsunuz.

Gelelim karakterlerin özelliklerine. Gıcık tipler de var. Hırslı, komik ve şaşırtıcı karakterler de... Callum Hunt, meraklı ve yerinde duramayan biri. Gizli saklı işler çok yapıyor. O, her gizli iş yaptığında ben heyecanlanıyorum yakalanacak diye. :D O yüzden bu muzurluğunu sevdim.
Tamara, hırslı ve kendinden emin bir kız. Zaten sınavda baya yüksek puan alıyor. Elinden gelen her şeyi yapıyor. Bilmiş biri gibi görünebilir ama yavaş yavaş ısınmaya başladım ona.
Aaron, geleceğin yakışıklısı. Bence. :D O sinyalleri aldım nedense. Hem zeki hem çekici bir tarafı var hem de sürpriz bir özelliği var. Okuyunca şaşırabilirsiniz. Burada söyleyemem. Çünkü kitabın ana konusunu anlatmış olurum. Bunu yapmak istemiyorum. Kitaptaki detayları okuyunca görün. İlk kitabın yorumunda bahsedersem, okuyunca bir heyecanı kalmaz. İlk okurken kafanız karışabilir ama sayfalar ilerledikçe her şey yerine oturuyor. Ki zaten ikinci kitap çıkıp, okuduktan sonra yorumunu yaparken ilk kitabın tüm detaylarını anlatacağım. :D

Daha birçok karakter var. Ustalar çok var. İsimlerini karıştırıyorum. Bi, Usta Rufus'u ezberledim ve tanıdım çünkü bizimkilerin Ustası. :D Adamdan gizlilik akıyor resmen. Gelecek kitaplarda neler ortaya çıkacak kim bilir. Diğer çocuk karakterlerden Jasper, Drew ve Celia'yı göz önünde bulundurun. :D No spoiler!

Immm, kitap hakkında başka ne söyleyebilirim... Söylenecek çok şey yok. :D Şaşırtıcı, gizemli ve merak uyandırıcı bilgiler çok. Yazarlar alt yapıyı çok güzel hazırlamışlar. Serinin ilerleyen kitapları bomba gibi olacak. Cidden sabırsızlanıyorum. Seriyi çok mu çok sevdim. Daha ilk kitaptan!

Son olarak, Doğan Egmont'a kocaman teşekkürler. Bu kitabın ülkemizde çıkacağını hiç düşünmüyordum. Instagram'da Türkçe versiyonu görünce küçük bir kalp krizi geçirdim. Ve fuarda adeta üstüne atladım. İlkten alsam mı almasam mı diye kararsız kaldım. Ama, boşverin. Cassandra ve kankası Holly bu! Kesinlikle okuyun. Okutun.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Doğan Egmont, okur mu bilemiyorum ama yazmak istedim. Kitabı iyi ki çıkardınız ama biraz daha özen gösterin bir dahakine. Çeviri müthiş. Ama kitabın yazıları kocaman. Okurken rahatsız oldum. Ve sayfaları incecik. Okurken yırtılacak diye ödüm patladı. Yazıları biraz küçültüp, sayfaları daha normal yaparsınız musmutlu olurum.