Pages

Genç Fantastik Türü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genç Fantastik Türü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mayıs 2020 Perşembe

Kitap Yorumu: Morganville Vampirleri 2 - Ölü Kızın Dansı

Merhabalar

Ay resmen seriye nazar değdirdim. Morganville Vampirleri şöyledir böyledir dedim ikinci kitabı göz devirmekten okuyamadım. Tamam, yine beklentisiz okudum ama şu Claire'yi bir sarsmak lazım. Bu kadar da saftirik olamaz bir insan yav. 

Bu kitapta baya boş yapılmış. Kitabın ismi de olan Ölü Kızın Dansı adlı partiyi bir iki sayfa okuyoruz ve diğer olaylar tamamen farklı bir yönde gelişiyor. Böyle daha ne kadar saçmalayabilir diye okudum. Kitabın sonunda "heh, tam beklediğim gibi bir salaklık yapıyorsun Claire," dedim. Tabii şaşırtabilir de. Yapıyormuş gibi gözüküyor ama son anda olaylar değişebilir.

Bir kere, artık olaylar Morganville kasabasının dışına çıkmalı. Daha esprili karakterler getirilmeli. Aşklar güzel işlenmeli. Claire "16 yaşımdan biraz daha büyüyüm" demeyi; diğerleri de sen daha çocuksun demeyi bırakmalı. Oy, etrafım ergenlerle çevrili resmen. Yine de pes etmeyeceğim! Ara vermeden seriye devam edeceğim çünkü ilerledikçe baya güzelleşiyormuş. Hadi bakalım.

Bu kitaptaki olaylar beni kesmedi ama yerlerinde hiiiç durmadılar. İlk kitabın sonunda vampir avcısı Shane'in babasının geldiği an dehşet bir sahneye şahit olmuştuk. Michael'ı öldürmeye çalışıyordu. Çalışıyordu diyorum çünkü kendisi bir hayalet. Eve'in eski patronu vampir (sonradan öğreniyorlar vampir olduğunu) Oliver, geçmişte Michael'ı vampir yapmaya çalışırken beceremiyor ve bir şekilde hayalet olarak yaşamına (?) devam ediyor. Gündüzleri ortadan kaybolan Michael geceleri ortaya çıktığı için hep "acaba vampir mi" sorusunu kafalarda oluşturuyordu. Shane'in babası da böyle sanıp çocuğun üstüne çullanıyor ama tabii öldürdüm sanıyor.

Sonrasında olaylara diğer vampirler de karışıyor. Kim bizi öldürmeye çalışan bu herif diye. Shane'i de suçlayıp hapsediyorlar. Shane'i kurtarmak için Claire ve Eve ön plana çıkıyor. Zira Michael hem bağlı olduğu evden ayrılamıyor hem de gündüzleri istese de bizimkilere katılamıyor. 

Bir anda karakterler arttı. Okuldaki isimler çoğaldı. O kim he şu mu derken beynim laçka oldu ama toparladım. Zaten çerezlik bir kitap olduğu için onu da okuyayım bunu da derken kitap bitmiş oluyor.

Tek sevdiğim şey, Michael güzel bir karar verdi. Bir sonraki kitabın yorumunda mutlaka bahsederim ama şimdi spoiler olacağı için gülümsüyorum. :) Ve vampirlerin başı Amelie'yi giderek sevmeye başladım. Gizemliliği oldukça hoş.

Fark ettiyseniz hiç alıntı paylaşmadım. Çünkü beni güldüren, eğlendiren hiiiiç bir diyalog geçmedi. Umarım yazar giderek karakterlere daha çok espri anlayışı yükler. Shane'i bir salın da çene çalsın. Özledim çocuğu.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Mayıs 2020 Pazartesi

Kitap Yorumu: Morganville Vampirleri 1 - Cam Ev

Mer-ha-ba!!!

Bu aralar yerimde duramıyorum adeta. Evde olduğum için sanırım eski günlerimdeki formuma kavuştum. Hatta bir süredir hep ertelediğim ve devamını merak ettiğim serilere sardım. Böyle sanki 17 yaşıma geri döndüm. Öyle özgür hissediyorum. :)
Yaş aldıkça sorumluluklar fena artıyormuş cidden. Farkında değilmişim ama çok boğulmuşum bu durumdan. Yaklaşık üç aydır evden çalışıyorum ve hobilerimi rahatlıkla yapabiliyorum. Evcil bir insanım. Dışarı çıkmamak çok koymuyor da şöyle bir ormanda yürüyüş, sahilde kitap keyfi fena olmazdı.

Bendeki kırmızı kapak
Başka konulara dalmadan önce hemen Morganville Vampirleri serisini tanıtmak istiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam serinin ilk kitabı Cam Ev'i 2012 ya da 2013 yılında okudum. O zamanlar kitabın kapağı dehşet kötüydü! O dönemde sahaftan rastgele kitaplar alıp güzel keşifler yapıyordum. Dönüşüm serisi, Ölümcül Oyuncaklar, Sookie Stackhouse hep sahaf ganimetlerimdendir. Eh bu serileri okuduktan sonra Morganville Vampirleri'ni okuyunca yanlarında çok sönük kalmıştı. 

"Onun peşini bırak." Eve'in sesi titriyordu. "O daha bir çocuk."
Brandon, "Hepiniz çocuksunuz," deyip omuzlarını silkti. "Kimse sana hamburger veren ineğin yaşını sormuyor."

Bu seriye başlamayı düşünenler için güzel ve naif bir uyarı yapmak istiyorum. Çerez ama çok eğlenceli bir vampir serisi. Sıfır beklentiyle başlamınız lazım ve bol bol ergen diyalogları okumaya hazırlıklı olmanız lazım. Ben yıllar içerisinde o kadar çok ağır fantastik, distopyalar okudum ki yeter dedim, biraz da kafamı dağıtacak sıradan bir şeyler okumak istiyorum. Bunu seriyi küçümsemek için demiyorum. Tam tersine, küçük görülmesin. Bu seriden umudum da var. Giderek güzelleşeceğine ve blog'ta yorum yazarken çıldıracağıma eminim. :) Bu da tarihe not düşülsün.

Gel zaman git zaman bu seri yeniden aklıma düştü. Nedense Artemis'in genç fantastik seçkilerini çok seviyorum. Kitaplığımda en çok Artemis kitabı vardır. Son birkaç yıldır Türk edebiyatına yoğunlaşsalar da vampir temalı kitaplarda güzel örneklere sahipler. İşte bu yüzden Morganville Vampirleri'ni tekrar okumak istedim. Ara vermeden lüpleteceğim seriyi. 15 kitaplık bir seri olması gözünüzü korkutmasın. Kitapları çekirdek çıtlatır gibi bitirirsiniz. Anlatımı yormuyor, aksiyon bitmiyor ve kitaplar ortalama 300 sayfadan oluşuyor.

"Ben Latince bilmiyorum!"
"Şaka yapıyorsun. Bütün dahiler Latince bilir sanıyordum. Zeki insanların uluslararası dili değil miydi o?"

Gelelim serinin ilk kitap yorumuna. Okurken baya güldüm. Şaşkın bir genç kızımız başrolde: Claire Danvers. 16 yaşını bitirmek üzere ama üniversitede eğitim görüyor ve çok zeki. Biraz yaşının küçüklüğünden ve naif olmasından dolayı hassas bir yapısı var. Bu kitapta en ufak bir şeye ağladığında göz devirmeyin. Sonrasında başımıza kraliçe olursa şaşırmam. Acayip karakterlerle ve kurallarla dolu olan Morganville kasabasında, hiç istemediği ama ailesinin baskısıyla okuduğu bir üniversitede mutsuz olan Claire giderek daha fazla zorbalığa maruz kalınca yurttan ayrılmaya karar verir. Canını zor kurtarır çünkü psikopat Monica ve çetesi kızı neredeyse öldürecekti. 

İlanda Cam Evi'nde bir odanın kiralık olduğunu öğrenince oraya gider. Değişik bir mahallededir. Kimse ne suratına bakıyor ne de normal davranıyordur. Kapıda evin kiracılarından biri olan gotik Eve ile karşılaşır. Sonrasında deli dolu, kanı kaynayan Shane ile tanışır. Evin asıl sahibi Michael ise gündüzleri ortalarda görünmez ama geceleri fırt diye ortaya çıkar. Vampir değil ama başka bir şey. O detayları bu yorumda yazamayacağım, dev spoiler olabilir.

"Lanet olsun Claire. Bir dahakine yeri boylayacağında yanındaki erkeği uyar. Seni tutup kahraman gibi görünebilirdim."

Bu kitapta dört ana karakteri yakından tanıyıp Morganville'deki vampirlerin nasıl çalıştığını, ne aradıklarını, gizemlerini vs. öğreniyoruz. Claire'in vampir olayına ve Michael'ın sırrına aşırı tepki vermemesi hoşuma gitti. Tabii bu üçlünün arasına çabucak karışması biraz göz devirmeme sebep oldu ama dediğim gibi beklentileri sıfırlayalım, o zaman tadı çıkıyor. Şu ana kadar en çok Shane'den keyif aldım. Hem yerinde duramıyor hem ağzı iyi laf yapıyor hem de grubun en renkli karakteri diyebilirim. Eve, buzdolabı gibi bir kız ama eminim ilerleyen kitaplarda onun da duygusal yönlerini göreceğiz. Michael ise adeta alfa bir karakter. Detaylı düşünüyor, ağırbaşlılıkla hareket ediyor ve herkesi çocuğuymuş gibi koruyor. 

İlk kitap olmasına rağmen hareketliydi ve kitabın sonundaki sahne ikinci kitabı hemen okumanızı teşvik ediyor. Şanslı ben, ilk dört kitap elimde şu anda. Çok ara vermeden okuyacağım. *-* 

Bu arada, Instagram'da seriyi paylaştığımdan beri ne çok seveni ortaya çıktı. Bu konuda yalnız olmadığıma çok sevindim. Bir süredir vampir temalı kitap okumuyordum. Bu yıl vampir yılı olsun tekrar. Eski kitapların üstünden ölü toprağı atıyorum ve gün yüzüne çıkarıyorum. Daha durun, aklımda birkaç seri daha var... *şeytani gülüş*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

PS. Meksika fasulyesini bu seride duyup merak etmiştim. Diyorum bu meksika fasulyesi nereden aklıma geldi. Shane'in severek yaptığı bir yemek. :)

28 Mart 2020 Cumartesi

Kitap Yorumu: Cam Şato 3 - Ateşin Varisi

Herkese merhaba!

Yıllar yıllar sonra Cam Şato serisine devam etmeye karar verdim. Çünkü Dex yepisyeni kapaklarıyla devam ediyor seriye. Eh, sonunda hakkını verdiler şu serinin.

Tabii en son serisiyi 2015'te okuyunca neler olduğunu unutmuştum. Üşenmedim ilk iki kitabı tekrar okudum. İkinci kitabın sonundaki heyecanı tekrar yaşadım ve gaza gelip 3-4-5.kitapları alıp ara vermeden seriyi okuyacağıma and içtim. 

İyi halt yedim. Ya beklentim çok yüksekti ya da araya zaman girdiği için üçüncü kitaptan pek zevk alamadım. Karakter yoğunluğu yokmuş gibi yeni karakterler eklendi. Olaylar bambaşka boyuta geçti ve hiç de tahmin ettiğim gibi ilerlemedi. Hayal kırıklığı yaşadım ama bunun geçici bir şey olacağını umuyorum. Çünkü olaylar cidden bambaşka bir boyuta geçiş yaptı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. :(

İkinci kitabın (Karanlık Taç) sonunda Chaol'un planıyla Celaena bir gemi yolculuğuna çıkarılıp Wendlyn'e gönderilmişti. Tabii ikinci kitapta neler olmuştu neler: Nehemia korkunç bir şekilde öldürülmüştü. Celaena aslında Terrasen'in kayıp varisi olduğunu ve gerçek adının Aelin Galathynius olduğunu öğrenmiştik. Bu kadar sırdan ve olaydan sonra müthiş ötesi bir gemi yolculuğu okuyacağımızı sanmıştım ama yanılmışım. :)

Bir anda hayatımıza Rowan girdi. Kendisi bir Fey bir Prens, bir ölümsüz ve savaşçı. Daha da önemlisi; yeşil gözlü! Ama daha ilk sahnelerde onu ketum, huysuz, katı, acımasız ve dik başlı olarak tanıyoruz. Celaena'ya inatla gerçek ismiyle hitap ediyor: Aelin. Sabah akşam antreman yapıp birbirilerine satışıyorlar. (Ne kadar tanıdık sahneler değil mi...) 

Celaena'nın (inatla bu isimle hitap edeceğim bu yorumda) geldiği topraklar teyzesi Maeve'e ait; aynı zamanda Fey Kraliçesi. Süper acımasız ve suratsız bir kadın gerçekten. Tabii onun hikayesini ayrı merak ediyorum. Wyrd Anahtarlarını bulması için yeğenine zorbalık yapan bir teyzeye de empati beslemek elbette imkansız. 

Bu kitabı bir de bir cadının gözünden okuyoruz: Manon Siyahgaga. Bir cadı olmasına rağmen büyü gücünden mahrum kalmış, üç cadı klanın üyelerinden ikincisidir. İntikam için yanıp tutuşsa da anlattığı sahnelerde çok boğuldum. Adeta zorla okudum onun bölümlerini. Ama kesin bir sonraki kitapta bizimkilerine başına çok fena bela olacak. Öyle böyle değil hem de. Çünkü ejderha eğitiyor!!!

Chaol ve Dorian ne boklar yiyor diyecekseniz hemen özet geçeyim: Al birini vur ötekine. :) Bunlardan bir cacık olmayacağına inanmaya başladım. Chaol zaten Celaena'nın sırrını öğrenince pısırık olup hemen kızı gönderdi ve şimdiden onu unutmaya başladı. Hatta arkasından kötü bile konuşur oldu! Dorian ise kendi büyü gücünü iyice keşfedip bunu kontrol etmeyi öğrenmeye çalışıyor. Bir yandan hem Chaol'la didişip hem de beraber işbirlikleri yaparak gizli saklı işlere burunlarını sokuyorlar. Valla Kral baba o burunları cart keser, aman dikkat diyeyim. 

Ama haklarını yemeyeyim. Celaena'nın dönüşü için hazırlık yapıp büyünün tekrar serbest olması için hazırlık yapıyorlar. Tabii en büyük desteği ise yeni karakterden alıyorlar: Aedion Ashryver. Kral'ın çağrısı üzerine Adarlan'a gelen kötü şöhretli Terrasen Generali kendisi. Ve aynı zamanda Celaena'nın kuzeni. Aedion ilk başlarda tam bir baş belası gibi görünüyor. Kaba, sorumsuz, umursamaz, tehlikeli, arkadan iş çeviren biri gibi gözükse de aslında Chaol ve Dorian'ın kurtarıcı meleği rolünde. Celaena'nın ailesi yok edilene kadar beraber büyümüşler ve Kraliçe'nin özel koruması olmak üzere müthiş bir eğitim almış. Bu karakterden çok umudum var, çok!

Daha bahsetmediğim birkaç karakter daha var ama son olarak Sorscha'dan bahsetmek istiyorum. Kral'ın emrinde yaşayan ve çalışan bir şifacı. Ama sıradan bir şifacı değil. Neler olup bittiğini bilen biri ama bunu sır olarak saklamakta da usta. Zamanla Dorian'la dost oluyorlar. Şaşırtmalı sahneleri olacak. Bu da minnak bir spoiler olsun. :)

Aslında karakterlerin üzerinden geçerken genel olarak konuya şöyle bir değinmiş oldum. Celaena, teyzesinin emriyle anahtarları bulmaya çalışırken Rowan tarafından acımasız bir şekilde yeniden eğitiliyor. 
Chaol ve Dorian, Aedion'ın da gelmesiyle beraber gizli kapılar ardında asilerle işbirlikleri yapıp büyünün serbest olması için çalışmalara devam ediyorlar.
Manon cadısı ise kendince hazırlanıyor ama dediğim gibi bu karakter büyük bir yıkım getirebilir. Ejderhası var yahu! Yakar geçer azizim.

Tamam, başta biraz sövdüm ama kitabı elbette heyecanla ve severek okudum. Benim beklentim farklı yöndeydi ama ne olacak diye de sabırsızlanıyorum. Rowan'ı daha yakından tanımak istiyorum ama Chaol'un ve Dorian'ın dönekliğini unutmayacağım... Celaena'yı nasıl hemen unuttular, vay arkadaş.

Dördüncü kitapta aksiyonun hiç durmayacağını umarak yorumu burada sonlandırıyorum.

Ciao adios,
Jane

31 Aralık 2019 Salı

Kitap Yorumu: The Red Scrolls of Magic - Cassandra Clare

Aman efendim, 2019'un son yorumuna hoş geldiniz.

Öncelikle 2020'de blog'uma daha çok özen göstereceğime şimdiden söz veriyorum. Aslında Goodreads'te 2019'da okuduklarıma şöyle bir baktım da baya tarzım dışı şeyler okumuşum. O yüzden blog'a yazmaya üşenmişim sanırım. Başka açıklaması olamaz! Blog hayatında 10.yılı devirdim artık, yazmaya üşenmek değil de yazasım gelmemiş.
Kendime söz; daha çok genç yetişkin okuyacağım, daha fazla İngilizce kitaplar edineceğim ve yarım kalan serilerime devam edeceğim. Mis gibi serilere yıllardır el sürmemişim. 2020'de bomba gibi geliyorum. Açılın, genç yetişkin avcısı Jane geliyor! (Bir zamanlar ayaklı gazete lakabına sahiptim.)

Efenim, beni bilenler bilir Cassandra Clare bok yazsa onu bile okurum. Kadın ne yazsa okuyorum. Sanırım benim tek yazarım o. Hayır, Shadowhunter dünyasından gram bıkmadım! Hayal dünyasını ve yarattığı karakterleri çok seviyorum. Para ve reklam bile işin içinde olsa (ki buna ihtiyacı yok bence) yazdığı her kitabı zevkle okuyorum. Eskiden elimi çeneme yaslayıp, Artemis'in keyfini beklerdim ama yemezler artık. Mis gibi İngiliççem var. <3 Ya PDF'ini buluyorum ya da paraya kıyıp basılı kopyasını alarak okuyorum. (Son iki kitaptır böyle yapıyorum he, havalarıma bak.) 
Karanlık Sanatlar serisinin son kitabı Hava ve Karanlık Kraliçesi kitabını (ki 800 küsur sayfa) İngilizce okuyup, anlayıp, sindirince daha da gaza geldim ve bundan sonra bildiğim yazarları ana dillerinden okuyacağım dedim.
Paris'teyken (büyümüş de şehir şehir geziyormuş dediğinizi duyuyorum) kitapçı gezdim deli gibi ve Red Scrolls of Magic'i görmezlikten gelemedim. Aldım. Şimdi size bu seriden bahsedeyim.
Bir üçleme olacak. 
İkinci kitap "The Lost Book of the White" 2020'de, üçüncü kitap "The Black Volcume of the Dead" ise 2021'de yayımlanacak. Yine odak karakterimiz Magnus Bane olacak. Bane Günlükleri'nden bir tık daha farklı. Bane Günlükleri'nde, Magnus'ın baya gelmiş geçmiş birçok anısını okumuştuk. The Eldest Curses serisinde ise Magnus odaklı tüm Shadowhunter dünyasını okuyoruz.

İlk kitapta, Alec'le ilk kez tatile gidişlerini okuyoruz. Yani planları öyleydi... Kitabı Paris'ten almam ve ilk olayın Paris'te geçmesine ne diyorsunuz? Tanrı benim Cassie'ye daha çok tapmamı istiyor bence. (Töğbest) Konuya döneyim. Evet, Magnus ve Alec'in ilk zamanlardaki hallerine şahit oluyoruz. Bu aslında kurgu içinde kurgu yazılmış bir kitap. Yaşlandıkça bazı şeyleri unuttuğum için hangi kitaptaydı hatırlamıyorum ama sanırım Düşmüş Melekler Şehri'nde, bir ara bu ikili kayboluyordu. İşte tatile gittiği ve olayların farklı bir boyut aldığı zamanı anlatıyor bu kitap. Çünkü Helen ve Aline ilk kez bu kitapta tanışıyorlar ama bu olmamış gibi davranıp, Ölümcül Oyuncaklar'da farklı bir sahnede tekrar yeniden tanışıyorlarmış gibi davranıyorlar. Amaaan, süper beynimi yaktı Cassandra. :( Bir de İngilizce okuyunca what the fuck diyor insan. 
-Sakin ol.- 
Heh buldum! Throwbackler yapmış bol bol. O yüzden bazen okurken "yav biz bunu biliyoruz sanki... aha çaktım köfteyi. Bu tabii ki yaşandı, Cassie geçmişe dönüp bir de buradan anlatıyor olayları." dedim. 

Magnus ve Alec -Malec- rüyalar gibi bir tatil yapacaklarını sandıkları an karşılarına felaket tellalı Tessa çıkıyor. (Canım Tessa :) Her yerde dolanan bir dedikodu var ve herkes buna gözü kapalı inanmakta: Founder of the cult deniyor kitapta yani tarikatın kurucusu. Bu tarikatın detaylarıyla ilgili çok bilgi veremeyeceğim spoiler içerecek ama baya kötücül bir şey ve bunun başında Magnus'un olduğu iddia ediliyor. Magnus ise bunun bir şakadan ibaret olduğunu söylüyor ama o geceki detayları hatırlamaya çalışırken aslında o geceyle ilgili hiçbir şey anımsamadığını fark ettiği an şüpheye düşüyor: Benim miyim o? 
Tatil bir anda cehenneme dönüyor ve Magnus'u avlayanlar ortaya çıkıyor. Bu sırada Magnus da bu tarikatın başındaki elemanı aramak için kolları sıvıyor. 

Ve ta daa, tanıdık yüzler çıksın ortaya. Suratsız vampirlerimiz Raphael ve Lily, coolluktan ölen Catarina, sürpriz isim Johnny Rook (Karanlıklar Sanatı serisinde başrol karakterlerdendi)  Helen Blackthorn ve Aline, telefondan da olsa seslerini duyduğumuz Izzy ve Jace. 
Olaylar Paris, Venedik, Roma ve New York'ta geçiyor. Yeni bir karakter daha geliyor; Shinyun.
Bol romantiklik ve kahkaha içeriyor. Büyülerle ve ilginç bilgilerle dolu bir kitaptı. Sonunda yazar yine küçük bir bomba bırakmış ki nasıl sonuçlanacağını az çok tahmin ediyorum tüm kitaplarını okuduğum için. Yine de heyecanla okudum. Okudum okumasına ama bu kitabın enerjisi bana bir tık düşük geldi sanki... İlk kez bir an önce kitabı bitirmek istedim. Tabii bitince o dünyadan dışarı fırlatılmış gibi hissettim ama hep Malec okumak biraz sıktı beni. İkisiyle de hiç sorunum yok ama Will'i ya da Jace'i okumayı tercih ederim. :)

Kitabın Türkçesi yakında çıkacakmış. Şöyle cila niyetine hızlıca oradan da göz atarım ama genel olarak böyleydi. Ara ve tadımlık bir kitap olmuş diyebilirim. Altını çizdiğim yerler de oldu. Bir alıntıyı özellikle yazıyorum.

"Aşk seni değiştirir. Dünyayı değiştirir. Ne kadar yaşadığın önemli değil, aşkı kaybedemezsin. Aşka güven. Ona güven." -Tessa ve Magnus, bir gölge avcısına aşık olmakla ilgili konuşurken Magnus endişelerinden bahsediyor ve Tessa da hemen damardan giriyor bu alıntısıyla.

Evet geldik sona. 2019 size neler getirdi, neler kattı bilmiyorum ama ben bu yıla söylenerek girdim güle oynaya çıkıyorum. Sıfır beklentilerle yaşadım ve hep olmasa da mutlu sona ulaştım. Canım acıdığında oturup kendime acımak yerine daha da üstüne gidip ders çıkarttım. Daha mutlu oldum. Şöyle dönüp bakınca sırıtıyorum, ilk kez hayatı bu kadar canlı yaşadığımı hissettim. Belki de hayatı ilk kez hayatı bu kadar dibine kadar yaşadığım için okuduğum kitaplardan pek keyif alamadım. 2020'de kendi tarzımdaki kitapları okuyacağım. Yine hayatımı yaşayacağım, her fırsatı değerlendireceğim ve bir kitap karakteri olmayan birine aşık olacağım. İnanıyorum, bu kez başaracağım! Şu ana kadar "Heh senmişsin ruh öküzüm," dediğim adamlar ya evlendi, ya evlenmek üzere ya da kısmetleri başkalarında çıktı. :) Hadi bakalım, 2020'de size enişte getireceğim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 Ocak 2019 Salı

Kitap Yorumu: Queen of Air and Darkness - Cassandra Clare

2019'un ilk blog yazısından herkese merhaba! 😊

Bilerek bu anı bekledim. Gelin, sizi uzun bir yolculuğa çıkarayım.
Efenim, Jane'i inatçı bilir misiniz? Bilmezsiniz ama süper inatçı biriyimdir. Kafama taktığım bir şey ya olacak ya olacaktır. 
Cassandra Clare'e aşık olduğumu bilir misiniz? Eh, bilmezseniz ayıp edersiniz. Zira kendisi benim favori yazarımdır. Bunu artık göğüs gere gere söylüyorum. Eskiden favori yazarlarımı çat çat sayardım ama güvendiğim dağlara kar yağdığı için şu an tek odak noktam Cassie. <3
Hal böyle olunca Karanlık Sanatlar serisinin son kitabı Queen of Air and Darkness için geri sayıma başlamıştım. 4 Aralık'ta çıkan kitaba ulaşmak için affedersiniz ama bir yerlerimi yırttım resmen. Amazon'dan mı sipariş etsem, yurt dışına giden birinden mi istesem, Pandora'ya mı getirtsem derken kitabın pdf'ni internette buldum. (Allah affesin bu korsancılık oluyor ama söz verdim hem Türkçesini hem de İngilizcesini alacağım.)
Pdf'i hemen hem bilgisayarıma hem de telefonuma indirdim. (O sırada gaza gelip Kindle da sipariş ettim ama şansıma tükenmiş... Gelmesini bekliyorum hala.) Sonra bir baktım 921 sayfa! "Jane, iyi güzel İngilizce kitaplar okumaya başladın ama Cassandra'yı okuyabilcen mi?" diye kendi kendime hayatı sorgularken Artemis Yayınları'nın editörüne mesaj attım: Kitabı ne zaman yayımlayacaksınız? Demez mi 2019'in ilk döneminde. Bu bir kaçamak cevaptır! Girdim zorlu bir yola ve iki haftalık bir beyin fırtınasından sağ salim çıktım.
Kendime şunu kanıtlamış oldum: Ben artık dilediğim İngilizce kitabı okuyabilirim. Wohooo, kim tutar beni beee! 😎

Tamam, konuyu toparlıyorum. Canlar, Cassandra Clare canınıza okuyacak. 😏
Kısa bir özet geçeyim: Bu kitap, Karanlık Sanatlar'ın son kitabı. Bir önceki kitap Gölgelerin Lordu'nda olaylar çok pis karışmıştı. Robert Lightwood ve Livia Blackthorn, Annabel tarafından öldürülmüştü. Sanırım, Cassie'nin yazdığı en acımasız sahnelerden biriydi. Queen of Air and Darkness'ta olaylar kaldığı yerden devam ediyor.
Julian ve diğer kardeşleri Livia'nın ölümüyle sarsılıyor. Konsey fena karışıyor. Herkes dağılmış durumda. Kitabın ilk sahneleri cidden ağır bir hava içeriyordu. Herkesin ruh hali çok farklıydı ama her zaman odak noktamız Julian oluyor.

Livia'nın cenazesinden önce Emma'yla yaşadığı yakınlık, sonra çektiği acı sebebiyle Julian bir karar veriyor. Bu kararı açıklamayacağım ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Will Herondale izleri göreceksiniz Julian'da. Espri yeteneği yok ama aldığı kararlarla Will'in yeni versiyonu diyebiliriz.
Julian'ın bu değişimiyle Emma çok zorlanıyor. Nasıl davranacağını da bilemiyor kızcağız. Yine de bu ikiliyi bol bol göreceksiniz. Bu kitapta yaşamadıkları macera kalmıyor. 
Diğer bir yandan yazarımız yine birçok açıdan olayları bize sunmuş. İkizinin ölümüyle Ty de kendince bir şeyler yapmaya kalkışır. Onun yol arkadaşı Kit'ti. Çoğu sahnede Dru da onlara katılıyor. Anlayacağınız, küçükler artık büyümüş ve sorumluluk almaya başlamış durumda. Bu arada Kit'le ilgili bir sır öğreneceksiniz. :)

Tessa ve Jem'le ilgili koca bir gelişme var! Okuduğumda küfretmiş olabilirim. "Ah benim Will'imden ne istedin Cassie!" diye söylenmiş de olabilirim. Oh herkes mutlu ama Will toprak altında. :( Neyse. 
Ay asıl bomba Mark, Cristina ve Kieran üçlüsünde. Yok artık diyeceksiniz. Yani böyle bir şey olmasını ben beklemiyordum. Pek de sevmedim. Mark'ı tokatlamak istiyorum. :D
Bu kitapta bol bol Jace, Clary, Alec ve Magnus da okuyacaksınız. Izzy ve Simon bir görünüp bir kayboldu. Hatta replikleri bile sayılıdır ama Alec'le Magnus'u sık sık göreceksiniz. Hatta çok güzel bir sahneleri de var. :)
Jace-Clary-Julian-Emma dörtlüsünün de birden fazla sahnesi var. Böyle merakla okuyacaksınız.

Şimdi bir sahneden bahsedeceğim. Bunu söylemezsem çatlarım. Çünkü bu sahneden bir kitap bile çıkabilir. Demedi demeyin. Para için insan neler yapmaz. :D Sahne şöyleydi: Bir şey bir şey oluyor *spoiler olmasın diye ne olduğunu yazmıyorum* ve Emma'yla Julian başka bir evrene geçiş yapıyor. (Ah bayılırım böyle geçişlere.) Bu evren, varolan tüm evrenlerin en beteriymiş. Okurken anlamamak imkansız. Bu evrende her şey çok kötü durumda: Sebastian yaşıyor ve hakimiyet onda. Jace onun kölesi durumunda. Clary öldürülmüş. Büyücüler bir hastalığa yakalanıyor ve ya ölüyorlar ya iblise dönüşüyorlar. Magnus da hastalanınca Alec'den kendisini öldürmesini istiyor. Alec, Magnus' öldürünce kendisini de öldürüyor. Livia bu evrende hayatta ve Sebastian karşıtı bir grubun başında yer alıyor. Falan filan. Emma ve Julian başta dehşete düşüyor. Özellikle Jace'i öyle görünce... Bu evrende kısa ama dolu dolu bir macera yaşıyorlar. 
Şimdi bunu niye anlattım size: Bu evreni boşuna yaratmadı Cassandra. Sebastian'ı canlandırması, kötülüklerin baş göstermesi... Kitabın sonundaki cümleyi okuyunca hele diyeceksiniz ki "Sıçtık!" Bence Cassandra Clare çok değişik bir şey planlıyor. Okuduğumuz bu karakterleri bambaşka bir evrende okuyabiliriz. Bir ihtimal... Valla yazarsa ben balıklama atlarım. Efsanevi şeyler ortaya çıkar. :D 
Oh, tamam bunu da anlattığıma göre... Sanırım şimdilik bu kadar. Kitabın Türkçesi çıkınca tekrar okuyacağım, atladığım bir şey var mı diye ama kurgu kafamda cuk oturdu. Taparak okudum. Bayıldım. Hayal kırıklığına uğramadım. Bir kez daha iyi ki Cassandra Clare'in yaşadığı dönemde yaşıyorum dedim. :) 
Enfes bir kitaptı. Beklediğime değmiş. Türkçesi çıkıp, herkes okuyunca daha farklı bir yorum yazabilirim. Bir de genel olarak Cassandra Clare kitapları hakkında bilgilendirme amaçlı bir yazı yazacağım. Serileri hangi sıraya göre okumak lazım, gelecekteki seriler neler, karakter analizleri... Biraz zamanımı alacak ama merak etmeyin 2019'da yayınlayacağım. :) 

2019'un herkese mutluluk getirmesi dileği ile sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Çok yüzeysel anlattım çünkü kitap o kadar kalın ve o kadar çok olay yaşanıyor ki... Hepsi iç içe geçirilmiş bir labirent gibi; bir şey yazsam spoiler olabilir. Spoiler isteyen yazsın, anlatayım hemen. :D Dedikoduya da beklerim. 

30 Ağustos 2018 Perşembe

Kitap Yorumu: Asla Vazgeçme - Rainbow Rowell

Merhabalar

N'abersiniz? Sanki yavaştan havalar soğuyor? Dün akşam üşüdüğüm için uyandım ve burnuma dokundum. "Aaa üşümüşüm valla, en sevdiğim mevsim geliyor sanki," deyip geri uyudum. Bir yaz çocuğu olup da kışı bu kadar sevmek... Ne bileyim, zaten hiçbir zaman normal olduğumu düşünmedim. 
Neyse, konudan sapıyorum yine. Gelelim kitap yorumuna. Efenim, son zamanlarda okumaktan çok keyif aldığım yazarlardan biri de Rainbow Rowell'dır. Şu ana kadar üç kitabını (Eleanor & Park, Fangirl ve Asla Vazgeçme) okudum ve üçünü de ayrı sevdim. Böyle pamuk şeker tadındalar. Yazarın kendisinin de öyle olduğunu düşünüyorum. İsmi bile acayip sempatik değil mi? (Rainbow - Gökkuşağı) 
Asla Vazgeçme'nin değişik bir hikayesi var aslında. Buradaki kurguyu ve karakterleri Fangirl'de okumuştum. Fangirl'deki Cath, Simon Snow adındaki bir kitap karakterinin hayranıdır ve kendince hayran hikayeleri de yazmaktadır. İşte Simon Snow'un hikayesini bu kitapta okuyoruz. Yani yazar kurgu içinden kurgu çıkararak yeni bir kitap yazmış. Tebrikler valla. Büyük yetenek bence ve riskli de... 
Aynı zamanda Harry Potter izleri bol bol göreceksiniz. Hatta direk HP'nin başka bir versiyonu desem yeridir. Simon Snow, Watford Sihirbazlık Okulu'nda seçilmiş bir kişi olarak bilinmektedir. Okuldaki son senesini doyasıya yaşamak isterken başına gelmeyen kalmaz. Oda arkadaşı ve baş düşmanı Baz'ın (Hep bazlama diyesim geliyor ya...) ondan sakladığı sırları ortaya çıkar. En yakın arkadaşı Penelope çok zeki ve her şeye cevap veren bir kızdır. (Çok tanıdık geldi di mi?) Eski kız arkadaşı Agatha ise başta gıcık bir tip olarak gözükse de saftirik biri olduğunu düşünüyorum. 
Kitabı bu dörtlünün ağzından okuyorsunuz. Aslında kurguyu sevdim. Sadece bazen çok karakter olduğu için kafam karıştı. Okudukça her şey kafamda oturdu. Baz'ı ayrı sevdim. 😎 Adeta bir Adrian Ivashkov Jr. modundaydı. Ukala, egoist, bilmiş, gizemli, ağzı iyi laf yapan, güçlü, yakışıklı, varlıklı, zeki... Daha sayayım mı? En sevdiğim erkek tipi. 
Şimdi Baz ve Simon için bir şey diyeceğim ama bu spoiler olur mu bilemedim. Ya da en iyisi okuyunca keşfedin. Ben kitabı okumadan önce spoileri yediğim için olaylar geliştikçe şaşırmadım. Çünkü yazar "bunu" çok güzel gizlemiş. O yüzden öğrenince şaşırabilirsiniz.
Bol gizemli, macera dolu ve esprilerin havada uçuştuğu bu kitabı elbette öneririm. Dediğim gibi, HP izleri çokça var. Ama karakterler bakımından özgün bir kitap.
Rainbow Rowell candır. Bizde çevrilip de okumadığım tek bir kitabı kaldı: Sabit Hat. Zengin olunca alırım, malum para durumları süper düşüşte. :D 
İşte böyle gençler. Kısa zamanda görüşmemiz dileği ile...

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Bu bir seriymiş. İkinci kitap 2020'de çıkacak. Amin... Ne diyeyim?

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kitap Yorumu: Canavarın Çağrısı - Patrick Ness

Merhabalar

2017'nin sonlarına doğru birbirinden çok zıt kitaplar okuyarak kendimi bile şaşırtmaya başlamıştım. Bu yeni alışkanlığım 2018'de de son hızla devam ediyor. Biraz da şuan çalıştığım işimden kaynaklı sanırım. Bazen okumam gereken kitaplar oluyor ve bu yüzden evde Burhan Sönmez'in İstanbul İstanbul'unu okurken işe gidip gelirken metroda Patrick Ness'in Canavarın Çağrısı'nı okumuş olabilirim. Merak etmeyin, beynim yanmadı. La Casa De Papel gibi bir İspanyol dizisine de başlamış olsam da... Anlayacağınız beynimi sürekli meşgul ediyorum ve bundan gayet memnunum. 😃

Ama tabii meselemiz bu değil. Canavarın Çağrısı'na geri dönelim. Evet, şimdi de Çocuk Klasikleri'ne sardım. Ki bu klasiklerin yeri bende her zaman ayrıdır. Nedense yaşım ilerledikçe, çocukluğumda okuduğum ya da okumadığım kitaplara geri dönmeyi seviyorum. Daha bir bilinçli okuyorum. 
Patrick Ness'i ilk kez Canavarın Çağrısı kitabıyla tanımış oldum. Ki yayımlanan başka ünlü kitapları da var. Ama iyi ki açılışı bu kitapla yapmışım dedim. O kadar akıcı, dokunaklı ve anlamlı bir kitaptı ki... Kitabı okurken birkaç kere metroda ineceğim durağı kaçırıyordum. Kitap resmen beni etkisi altına aldı ve cidden bitsin istemedim. Sonunun öyle de bitmesini istemezdim. Paramparça etti beni. İnanılmaz etkilendim. 

Konusundan bahsedeyim. 13 yaşındaki Conor hayatının en zor döneminden geçen bir çocuk. Daha hayatın gerçekleriyle yüzleşemeden annesinin hastalığıyla baş etmek zorunda kalıyor. Her geçen gün gözlerinin önünde annesinin eridiğini gören Conor, buna engel olamadıkça farkında olmadan bir Canavar'ı çağırır. Buradaki Canavar'ı, kitabı okurken siz yorumlayacaksınız. Aslında yazar bir nevi okurlarını kurgusuna davet ediyor. Herkesin Canavar'ı farklıdır. Conor'ın Canavar'ı ise onu korkutmaya gelmemiştir. Gerçeğin ta kendisiyle yüzleşmesi için onu zorlamaya başlar.
Her gece yarısı 12.07'de Canavar ortaya çıkar. Conor başta bunun bir kabus olduğunu ve ondan korkmadığını dile getirse de Canavar, ona gerçekleri söyletmeden ortadan kaybolmaz. 


En acı verici durum ise gerçeği fark ettiği an. Conor'ın yerinde kimse olmak istemezdi bence. Hayal edilmesi ya da empati kurulması zor bir durumla karşı karşıya ve o daha küçücük bir çocuk! İnanılmaz bir kitap.
Canavarın Çağrısı, çok etkilendiğim kitaplar arasında yerini aldı bile. Bu kitabı bir kez daha sakin kafayla okurum kesin. Size de şiddetle öneririm. Çocuk kitabı diyerek ön yargılı yaklaşmayın kesinlikle. Bu kitap, anlayana cidden duygulu bir şeyler katıyor.
Bir de kitaba yorum yapanların bazı yazılarını okudum. Kimileri bazı şeyler yarım kalmış gibi demiş. Ben bir yarımlık göremedim ama kafamda birkaç soru işareti oluşmadı değil. Mesela Canavar'ın her seferinde 12.07'de görülmesi? Sanki yazar biraz geleceğe yönelik bilgi vermiş gibi. Spoiler olacağı için tam detaya girmiyorum.
Kitabı kesinlikle öneriyorum. Filmi de varmış. Az önce fragmanını izledim ve kitaba baya bağlı kaldıklarını görünce izlerim bunu dedim. En kısa zamanda filmi de izleyeceğim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

2 Ocak 2018 Salı

Kitap Yorumu: Kalpsiz - Marissa Meyer

Merhabalar
Herkes 2018 telaşını atlattı mı? Valla ben süper duygusuz girdim bu yıla. 2017'nin darbelerinden sonra koyverdim, hodri meydan dedim. Sürprizlere açığım, dedim 2018'e. Bir de kötü bir yıl yaşandığı zaman o yılın sayısına yüklemek bu cefayı... Aynı şeyi bende yapıyorum ve baya anlamsız geliyor aslında ama n'apalım insanız işte. 👀
Durun, konu bu değildi. Bir kitap yorumu girerken aklım hep diğer yazmak istediğim şeylere gidiyor, sonuç da bu oluyor. Bugün size 2018'in ilk yorumunu yazıyorum. Daha güzel ve dolu dolu bir yorumla giriş yapmak isterdim ama en son okuduğum kitap Marissa Meyer'ın Kalpsiz romanıydı. 
2017 bitmeden önce kitabı okudum fakat yorumunu girmeye üşendim. Bir de kitap bitince durup düşündüm, "Ay Günlükleri serisi ile Kalpsiz'in yazarı nasıl aynı olabilir?" Yazar Ay Günlükleri serisi ile kalbimi fethetmiş, ne yazsa okurum moduna girip Kalpsiz romanına balıklama atlamış ve sonrasında kayaya çakılmış olarak buldum kendimi. Bakın, bunu çok az yazar yaptırabilir. Mükemmel kurgular yazıp da araya çürük kurgular sıkıştırmak... Bilmiyorum. Riskli bir durum. Ben bundan sonra Marissa Meyer'ı balıklama okur muyum, meçhul...
Kitabı çok yerden yere vurdum ama cidden haklıyım. Hele kitabın sonu... (Burada sesim adeta tizleşiyor.) Yani al fırlat. Fırlatma, yak. Seri bir kitabın ilki olsa, tamam ikinci kitabı bekleyelim diyeceğim. Ama tek kitaplık bir kurgu ve inanın bana löp diye bitiyor. O kadar mantıksız ki...
Normalde sevmediğim ya da hakkında olumsuz yorumlar yaptığım kitaplara blog'umda yer vermiyorum ama Marissa Meyer sevdiğim bir yazar olduğu için bu kitabına isyan etmek amacıyla yorum girdim. 
Yazarı bilenler bilir, masallardaki karakterleri kendine göre kurgulamayı çok seviyor. Kalpsiz romanında da Alice Harikalar Diyarında'yı baz almış. Çocukken Alice'i okuduğum için pek kurgusunu hatırlamıyorum ama Kalpsiz'i okurken bazı benzetmeleri yakaladım. Ortada yine bir krallık var. Harikalar Diyarı'nda yaşayan Catherine, bir leydi olmasına rağmen tatlı yapmaya bayılan bekar bir kız. Çay partilerine, Kupa Kralı'nın düzenlediği etkinliklere falan katılırken hep kendi yaptığı tatlılardan götürüyor. Ve halk da bu tatlılara bayılıyor. Adeta sihirli gibiler. Bu yüzden Cath'in de bir hayali vardır. Hizmetçisi ve yakın dostu Mary Ann ile birlikte bir pastane açmak. 
Fakat bu hayallerini askıya almak zorunda kalıyor. Çünkü tıfıl, çocuk ruhlu ve Cath'e hiç hitap etmeyen Kupa Kralı leydimiz ile evlenmek istiyor. Cath dışında herkes bu evliliğe hazır. 
Olaylar böyle ilerlerken bir de Kupa Kralı'nın gizemli soytarısı Jest -Joker- ile Cath tanışıyorlar. Eh, aşk kokusunu alabiliyorsunuz değil mi? Ama Cath bir yandan ailesinin evlilik baskısından kurtulmaya çalışırken bir yanda da Jest'e olan duygularını anlamlandırmaya çalışıyor. 
Kurgu böyle çok toz pempe, şeker kıvamında gözüküyor değil mi? Ama hiç de öyle değil. Ortada bilinmeyen sırlar var; büyü, delilik ve canavarlar da mevcut. Masalsı diyar, karanlıklarla dolu.
Keşke bu kurguyu böyle enfes devam ettirebilseydi, sevgili yazarımız. Ama sonrasında öyle çuvallamış ki... Ben sevmedim. Bazen gereksiz anlatımlar da vardı, bazı gizemleri erkenden çözdüm ve dediğim gibi sonu yüzünden al kitabı yak.
Eğer ikinci kitabı yazmazsa kurgu çok açıkta kalarak bitmiş olacak. Yoksa ben mi anlamadım? Okuyanlardan da yorum bekliyorum. Her şeye rağmen merak ediyorum diyorsanız, okuyun efenim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

6 Aralık 2017 Çarşamba

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 2 - Gölgelerin Lordu


Merhabalar
Dün gece bu yazıyı yazmamak için zor tuttum kendimi. Cassandra Clare'in  yeni serisi Karanlık Sanatlar'ın ikinci kitabı Gölgelerin Lordu'nu dün gece bitirdim ve karanlığa yuvarlandım. -Övgü kısmı- Yazarı cidden ellerim kanayana kadar alkışlamak istiyorum. Neden onu bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha kanıtladı. Clare kesinlikle favori yazarım. Ne yazarsa yazsın ön yargısız okurum. Dünyaya kesinlikle yazar olmak için gelmiş! Hayal dünyasını feci kıskandığım nadir insanlardan biri. Bir gün imza gününe katılmak, onunla delicesine sohbet etmek istiyorum. Bu yazar bir harika dostum. 😍
Kitabı didiklemeden önce bir de çevirmen ve çeviri hakkında yazmak istiyorum. Beril Tüccarbaşıoğlu Uğur'un önünde saygıyla eğiliyorum. Clare gibi kitabını betimlemelere boğan, terimlerle donatan bir yazarın eserini çevirmek cidden ustalık ister. Ki Uğur, Artemis'te okuduğum birçok kitabın da çevirmenidir. Gölgelerin Lordu cidden okunması zor bir kitaptı çünkü yazarın dili ağır ve karakterler çok fazla. Ama çeviri süper akıcıydı. Hiçbir yerde takılmadım. Harikasınız! 😍
Ah, şimdi bayılmadan kitaba geçelim. İlk kitabı okumadıysanız buradan sonrasını okumanızı tavsiye etmem. 👀 Zaten burada ne duruyorsunuz? Geceyarısı Leydisi'ni alın ve okuyun!
Kitap iki kısımdan oluşuyor. Açıkçası ilk kısmını okurken farklı bir yorum oluşmuştu aklımda. "Yani Cassandra canım ciğerimsin ama bu seriyi yazmak için durduk yere bahane aramışsın. Olmasa da olurmuş. Yeni karakterler, eski karakterlerin verdiği tadı vermiyor. Bir de çok kalabalıklar. Amaan neyse, sen yazdıysan tabii okurum," diyordum ki işler sonrasında çok değişti ve kitabın sonunda "Yaaa iyi ki yazmışsın of son kitabı nasıl bekleyeceğiiiiiim!" diye zırlıyordum. Hatta kitabın gidişatını tahmin edip, heyecanım bile kaçmıştı ama ahaha, hayır! Yazar yine ters köşeye yatırdı. Pes!😎

Aşkın kapıyı ne zaman çalacağı belli olmazdı. Ve çaldığında da, onu içeri almamak budalalıktı.

Önceki kitapta dost zannettikleri Malcolm Fade, aslında yıllardır biricik aşkı Annabel Blackthorn'ı diriltmek için büyü malzemelerini topladığını ve bir Blackthorn'ın kanına ihtiyacı olduğunu ve Los Angeles Enstitüsü'nün başında Blackthorn'ların amcası Arthur olmasına rağmen kafayı sıyırdığı için tüm işleri Julian'ın yaptığını da öğrenmiştik. Ve aralarına son anda yeni bir karakter de katılmıştı. Kayıp ve son Herondale dedikleri Kit. Gölgelerin Lordu'nda da aynen kaldığımız yerden devam ediyoruz. Başlarda Jace ve Clary'i de gözüktü. Sonrasında bu ikili ortadan kayboldu ve son kitapta bir bomba patlatarak geleceklerini tahmin ediyorum. Kit, tam bir uyuz Herondale! Başlarda çocuğa çok uyuz oldum. "Yok, ben Gölge Avcısı değilim. Sizden biri asla olmam. Herondale'lar da kimmiş," havasında gezerken bir baktım ikizlerle, Livvy ve Ty, grup olmuş gizli saklı işler çeviriyorlar. Kitapta en çok onların sahnelerini sevdim sanırım. Ergen yaşta olmalarına rağmen hem çok zekiler hem de çok cesurlardı. Bu üçlüden ayrı bir güzel hikaye çıkar. 👊

"Sen hayatta tek bir şeyi takıntı haline getirip ona ulaşamamanın ne demek olduğunu biliyor musun?"

Emma'yı ve Julian'ı tokatlamak istiyorum. Nedense bu ikisini öyle çok sevmiyorum. Böyle her işin başında onlar var. En güçlü ve yenilmez parabatai olarak görülüyorlar. Bir de birbirlerine aşık oldukları için saçma salak davranabiliyorlar. Tamam, parabatai oldukları için aşkları yasak ve böyle bir şey olmamalı. Ama Emma akıllısı, Julian'ı kendinden uzaklaştırmak için Julian'ın kardeşi Mark'la sevgiliymiş gibi oyun oynamalarına ne demeli? Her şeyin içine iyice etti diyebilirim. Sonrasında toparlanıyor olay ama cidden çok gereksiz bir davranıştı. Mark'ı da zor durumda bıraktı. 😔 Mark da garibim resmen tuhaf bir aşk üçgeninde kaldı. Bir yandan Latin güzelimiz Christina'ya yakınlaşmaya çalışırken Vahşi Av'daki 'eski' sevgilisi Kieran olayların içine atlar. Yani anlayacağınız yazar hem karakterleri hem de olayları bir güzel harmanlamış.

"Bütün rüyalar uyandığınızda sona erer."

Okurken beyninizin yanmaması imkansız! Ben kitaba bir gün ara bile vermiştim. Blackthorn'lar çok kalabalık. Bunun üzerine başka karakterler de ekleniyor. Christina'nın eski-yeni sevgilisi Diego, Yüzbaşı ordusu dedikleri, Soğuk Barış yanlısı ve Aşağı Dünyalıları aşağılayan bir grup, Vahşi Av'ın lordu ve Diana'ya abayı yakan Gwyn, kafa göz dalmak isteyeceğiniz Yüzbaşılardan Zara... Daha saymamı ister misiniz? 😄 Bir de Diego'nun kardeşi Jamie ile Julian'ın küçük kız kardeşi, içine kapanık görünen ama fena zeki olan Dru'nun olayları var. Sonunda Diana'nın da sırrını öğreniyoruz. Böyle yazar kitapta o kadar çok olay anlatmış ki birkaçının ucu açık kaldı. Eminin son kitapta hepisinin sonucu göreceğiz ama okurken cidden beyniniz alev alabilir. Sakin kafayla okumanızı tavsiye ederim. 😏

"...Oysa rüzgar eken fırtına biçer."

Seelie ve Unseelie peri olaylarını de es geçmeyeyim. Cassandra'nın dünyasında perilerin sevilmeyen kişiler olduğunu bilirsiniz. Bu kitapta baya deli ediyorlar insanı. Özellikle Unseelie Kral'ını bir kaşık suda boğmak istedim. Ve size şu kadarını söyleyeyim; son kitapta ortalık öyle bir karışacak ki kim hangi tarafta, kim düşman kim dost anlayamayabiliriz. Kitabın sonundaki olay zaten bütün her şeyi komple değiştirdi. Geri dönüşü imkansız ve intikam üstüne intikam alınacağına adım kadar eminim. Hodri meydan!
Son olarak, kitapta bol bol Magnus'u, Alec'i ve çocuklarını göreceksiniz. Magnus zaten favorilerimden. Onu okumak bir ayrıcalıktır. Ve olaylar bir ara Londra Enstitüsü'nde geçiyor. Size bir şeyleri hatırlattı mı? Will-Tess-Jem? Tabii onları görmüyoruz ama hatıralarına rastlayabilirsiniz. Hatta o enstitüde daha önce yaşayan ve tanıdığınız bir karakterin hayaleti bizimkilere musallat bile olabilir. Bu heyecanı kaçırmak istemezsiniz. 😂
Eh, ne diyebilirim? Cassandra Clare beni hayal kırıklığına uğratmadı. Kitabı okurken yorulsam da bu kadının hayal dünyasına kapılmayı, kendimi oradaymışım gibi hissetmeyi, o dünyaya hapsolma isteğimi, karakterlerini analiz etmeyi, inanılmaz maceralarını okumayı delicesine seviyorum. Bence herkes Cassandra Clare okumalı. Sıkıcı, boğucu gerçek hayatımızdan bizi nasıl uzaklaştıracağını çok iyi biliyor. Elimde olsa cidden tüm gün onun hayal dünyasında takılmayı tercih ederdim. Okuyun, okutun canlar!
Bir sonraki maceralarda görüşmek üzere. Yakında zamanda Cassandra Clare hakkında başka bir yazı daha gelecek. 💛
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Ekim 2017 Çarşamba

Kitap Yorumu: Lux 1.5 - Unutuluş / Jennifer L. Armentrout

Merhabalar
Resmen yıllar yıllaar sonra Daemon Black okudum. Unutuluş, Lux serisinin yan kitabı ve ilk kitap Obsidiyen'deki tüm olayları şimdi de Daemon gözünden okuyoruz. Yani anlayacağınız yazar işi biraz ticarete çevirmiş. Ama olsun, ben her şekilde okurum. Eh benim gibiler olduğu için yazarlar böyle 'ekstra' kitaplar çıkarmaya devam edecek.
Neyse efenim. Asıl konumuz kitabın yorumu. Dediğim gibi taa yıllar sonra Lux dünyasına geri dönüş yaptım. Blog'u ilk açtığım zamanlar okuduğum bir seriydi. Ve cidden tam okumam gereken zamanda okumuşum. Şimdi bana çerez gibi gelebilirdi. 😊 O zamanlar deli gibi Daemon da seviyordum. Hoş, hala seviyorum keretayı. O yüzden Unutuluş'u okumak bana baya iyi geldi.
Kurguyu anlatmayacağım. Obsidiyen'in aynısı sadece farklı karakter gözünden okuyorsunuz. Ve tahmin ettiğim gibi çok eğlenceli geçti. Daemon'ı zaten Katy'nin gözünden gayet iyi tanımıştık. Egoist, bilmiş, uyuz, gıcık, öküzün teki ama aynı zamanda aşırı seksi, ağzı iyi laf yapan ve isteyince süt dökmüş kedi gibi olan bir karakter kendileri. Onun gözünden olayları okumak çok daha komediydi. Hatta süper uyuz davrandığı zamanlar aslında neler hissettiğini, bunu neden yaptığını onun ağzından okumak daha tamamlayıcı oldu. Ki seriye devam ettikçe zaten niye kötü davrandığını anlamıştık ama onun zorunlu bir şekilde öyle davranması ve bunu yaparken nasıl zorluklar çektiğini okumak ayrı bir hayranlık bırakıyor.

"Şu kitabı kafana geçirirdim ama bunu yapamayacak kadar çok saygı duyuyorum o kitaba." -Katy

Daemon'ı ve onun dünyasını cidden çok özlemişim! Bundan birkaç yıl önce cidden çok severek okumuştum seriyi. Uzay temalı olmasına rağmen hem çok akıcı hem komik hem de kendine özgü bir kurgusu var serinin. Yazarımıza hayran kalmamak imkansızdı.
Bunun dışında pek diyeceğim bir şey yok. Gecikmeli okudum ama olsun daha iyi oldu. Özlem gidermiş olduk. Kitabı en uygun fiyata bulursanız kapın derim. Yani okuduğunuza pişman olmazsınız. Hatta bence alınıp, okunmalı.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bazı sahneler cidden klişelerle doluymuş. Ama karakterler o kadar eğlenceli ve akıcı ki o klişeli sahneler gözüme batmadı. Ay bu arada Katy'i de özlemişim. Kitap kurdu oluşunu, kitaplarla olan bağını bir de Daemon'ın gözünden okuyun. Bir ara ciddi anlamda kitap olası geldi çocuğun. 😃

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Serinin tüm kitap yorumlarını blog'da bulabilirsiniz. İyi okumalar. *-*

25 Haziran 2017 Pazar

Kitap Yorumu: Ay Günlükleri 4 - Winter / Marissa Meyer


Merhabalar

Herkese iyi bayramlar! Bu bayramda evde olduğuma göre gelsin blog yazıları gelsin bel ağrısı. 😂

Uzun zamandır yorumunu yazmayı ertelediğim Winter'ı sonunda yazıyorum. En güzelini sona saklayayım dedim. 😚 Üşengeçliğimden değil yani. Kesinlikle.

Öncelikle, canlarım, eğer Ay Günlüğü serisini duymadıysanız ya da okuyup yarım bıraktıysanız büyük bir ayıp ediyorsunuzdur. Bu seri benim ilk beş favori serilerime girer. Hem de baya rahat girer. Ki girdi bile. Neyse efenim. Serinin son kitabı olan Winter'ın yorumlarını okumak isteyenleri yazının devamına alalım. Diğer arkadaşlar lütfen en kısa zaman serinin ilk kitabı Cinder'ı edinsin. Zaten her ay mutlaka bir kitap sitesinde 9.90 TL indiriminde oluyor. Almayanları dövüyorlar artık ona göre..

"Kaptan ve yeni mürettebatı sizinle görüşmek istiyor."
"İşte bu!" dedi Thorne koridordan. "Bir gün herkes bana kaptan diyecek.".

Serinin daha ilk kitabında başlayan süper heyecanlı macera size hiç soluk aldırmadan Winter'da da aynen devam ediyor. Öyle ki kitap kalın olmasına rağmen sayfalar su gibi akıp geçiyor. Yazarı görsem beyinlerimizi değiş tokuş ettireceğim. Bu ne kadar etkileyici bir hayal gücü arkadaş! Böyle kendi hayatımdan soğudum bir an. Oradan oraya koşmak, savaşmak, Levana'ya nefretimi kusmak ve Kaptan Thorne'u elde etmek istedim. Ya inanılmaz karakterler yaratmış yazar. Son kitapta özellikle iyice aşina oluyorsunuz. Adeta dostlarınız oluyor bu karakterler. Bu kitapta adından da anlaşıldığı gibi Winter ön planda. Ama yazar her kitapta olduğu gibi diğer karakterleri de çok güzel kurguya oturtmuş. Yani Winter ana karakter gibi gözüküyor ama diğerleri kesinlikle yan karakter görevinde değiller. Bir bütünler. Of, bu hayal dünyasının mükemmelliğini anlatmaya kelimeler yetmez.

Thorne kaşlarını çattı. "Dikkat benim göbek adım. Cesur ve seksiden sonra tabii."
"Patavatsızı da unutma," diye alay etti Cinder.

Biliyorsunuz ki serinin en başından beri Levana baş düşman ve hedefi ise Cinder. Elbette bu savaşta Cinder tek başına değildi. Her bir olaydan sonra çok güçlü dostluklar edindi. Ve en sonunda Cinder-Kai, Scarlet-Wolf, Cress-Thorne ve Winter-Jacin çiftleri bir araya gelerek inanılmaz planlar yaptılar. Her bir sahneyi abartmıyorum büyük bir merakla okudum. Çünkü artık her an her şey olabilirdi. Hikayenin sonuna geliyorduk ve savaşın nasıl biteceği hiç belli değil. Yazarımız acayip sevimli olabilir ama her an bir şeyler yapabilirdi. Thanks God! Hadi size minik spoiler; mutlu sonla bitiyor.

Seri bitiyor bitmesine ama böyle sanki yazar tam devam edecekken 'neyse, diğer kitaba saklayayım' demiş gibi bitirmiş. Tam tadından yenmelikken bitirmiş. 😢 Üzdün ben Marissa!

"Sizi Prenses Winter ile tanıştırayım," diye atıldı Scarlet.
Thorne elini saçlarının arasına daldırdı. "Ne bu ya? Biz istenmeyen prensesler yetimhanesi filan mı işletiyoruz, anlamadım ki."

Ama olsundu. En azından seriyi hiç bozmadı. Karakterler sapıtmadı. Yani bu seride ben gram kusur göremiyorum. Okurken de hiç kusur aramadım. Karakterlerin hepsi mükemmeldi. Ah, Iko'yu unutmamak lazım. Serideki en favori karakterlerimden biridir. Kendisi insan olmayabilir ama tanıdığım en tatlı Android kendisi. 😻

Daha bu seri için ne desem bilemiyorum. Okunması gerekenlerden biri. Hem kurgusu çok ilgi çekici hem de yazarın dili acayip sempatik. Çevirileri de enfes. Tadından yenmeyen bir seri olmuş. Eh, size de okumak kalıyor canlar.

Thorne kıkırdayıp tek kaşını kaldırarak Iko'ya baktı.
"Ben size bir veda öpücüğü vermeyi isterdim kaptan," dedi android. "Ama Majesteleriyle kucaklaşırken birkaç kablom yandı. Bir de sizi öpersem ana işlemcim erir diye korkuyorum."
Thorne ona göz kırptı. "Endişelenmekte haklısın tabii."

Şaka maka bir unutulmaz seri daha bitti. Cinder'la başladık bu maceraya. O yüzden onu özleyeceğim. Iko'nun komikliklerini, Cress'in şaşkınlıklarını, Scarlet'la Wolf'un asiliğini, Kai'nin romantikliğini ama en çok da Kaptan Thorne'u özleyeceğim. Alaycılığı, esprileri, kendinden emin tavırları ve şapşallıkları... Bu seride aşık olduğum kesinlikle Thorne. Baştan söyleyeyim de sonra bozuşmayalım. 😌

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

22 Haziran 2017 Perşembe

Kitap Yorumu: Bane Günlükleri - Cassandra Clare


Merhabalar

Sizde benim gibi Ölümcül Oyuncaklar dünyasını özlediniz mi? Valla ben her geçen gün daha da özlüyorum. Yani, imkanım olsa Cassandra Clare ile kendimi bir eve kapatıp her saniye hayal dünyası hakkında sohbet ederdim. Hal böyleyken çıkaracağı kitapları beklemekle kalıyorum anca. 

Geçen sene çıkardığı Karanlık Sanatlar serisinin ikinci kitabının ülkemizde çıkmasını beklerken uzun zamandır okumayı ertelediğim Bane Günlükleri'ni okudum ve kendimi yumruklayasım geldi. "Canısı neden daha önce okumadın?" 

Cassandra Clare ve iki yazarın daha yazdığı 11 hikaye ilk önce internet üzerinden yayımlanmıştı. Daha sonra bir kitap haline getirilip, basıldı. Ölümcül Oyuncaklar ve Cehennem Makinaları serisinden aşina olduğumuz Magnus Bane'in bilinmeyen yönleri ve daha önce anlatılmamış hikayelerini içeriyor bu kitap. Serileri okuyanlar zaten az biraz Magnus'u biliyorlar. Kendisi biseksüel ve çok çılgın bir yapısı var. Moda uzmanı ve delisi. Partilerin baş elemanı. Ve nerede bela varsa içinde mutlaka yer alır. Bunlar bir yana aslında çok yumuşak kalpli ve sevdiklerine sonsuz değer veren bir karakter. Ve umursamıyormuş gibi görünse de içi içini yer. Yardıma ihtiyacınız varsa Magnus Bane'in kapısını çalabilirsiniz. Tabii belli bir karşılığı olabilir de. 👀

Kaptırılan kalpler iadesi mümkün olmayan birer hediyeydi. 

Gelelim Bane Günlükleri'ne. Hem çok eğlenceli hem hüzünlü hem de 'vay be' dedirten anılarla dolu bir kitap olmuş. Bane'in ilk aşkı ve sonrakileri, Will Herondale ve soyu ile bağlantısı, Peru'ya girişinin yasaklanması, Tessa'yla olan sonsuz dostluğu, yılların vampiri Camille olan dengesiz ilişkisi, baş belası Raphael Santiago ile nasıl tanıştığı gibi bir sürü hikaye var. Elbette Alec Lighwood'la olan ilişkisi de mevcut ki zaten sanırım şu an en çok merak edilen odur. 😈

Ben çok eğlenerek okudum. Yani zaten Magnus süper eğlenceli bir karakter. Onun yaşadığı olaylar ise ayrı bir komik ve eğlenceliydi. Cassandra Clare'in dünyasını seviyorsanız zaten kesinlikle okuyun. 

Ve son olarak... Eğer önceki serileri okumadıysanız -ki o zaman bu karakteri de tanımıyor olursunuz ama her neyse- Bane Günlükleri'ni okumanızı tavsiye etmem. Arada spoiler niteliğinde bağlantılar var. Ona dikkat edin. 👍

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Eylül 2016 Pazar

Kitap Yorumu: Ay Günlükleri 3 - Cress / Marissa Meyer


Merhabalar

Sanırım bu yaz okuduğum en akıcı kitaptı Cress. Hem komik hem heyecanlı hem de cidden müthişti. Eğer hala Ay Günlükleri serisine başlamadıysanız şiddetle ilk kitabı Cinder'ı öneriyorum. Hemen okumaya başlayın. Yazar öyle bir yazıyor ki serinin bir sonraki kitaplarında çıtayı giderek yükseltiyor. Cinder'ı çok severek okumuştum. Bir serinin ilk kitabının olabileceği en iyi kıvamdaydı. Başlangıç karakterleri çok güzel tanıtılmıştı. Hemen ardından Scarlet geliyor. Olaylar bir seviye daha artıyor. Tabii karakterlerde... Scarlet ve Wolf karakterine alışıp, Cinder, Iko, Throne ve Kai karakterlerini daha da çok severken şimdilik son durağımız Cress'deyiz. AMAN TANRIM! Serinin şu ana kadarki en en en iyi kitabıydı. 

Bir önceki kitapta Throne karakterini gözüme kestirmiştim. Bu kadar mı eğlenceli bir karakter olur! Cinder'ın yoldaşı olmakla kalmadı şimdi bir de çapkınlıklara başladı. Bu kitabın ana karakteri Cress. Kendileri aslında şu meşhur Rapunzel. Yazarımızın hayal dünyasında ise Levana'nın sadık Sihirbazı tarafından uzayda bir uyduya hapsedilmiş karakter. Cinder gibi Cress de bir Aylı. İlk doğduğu zaman ailesi tarafından terk ediliyor. (Aslında olay öyle değil ama okuyunca göreceksiniz.) Sihirbaz, Cress'in bazı yeteneklerini keşfedince onu özel hizmetkarı gibi bir şey yapıyor. Cress internet ve teknoloji konusunda bir uzman. Kaldığı uyduda tek uğraşısı bunlar zaten. Sihirbaz tarafından Cinder'ı bulmak için görevlendirilir ama o özgür bir hayat yaşamak için Cinder'a yardım etmeye karar verir. İşte olaylar bundan sonra başlıyor efenim.

Cress'de durumlar böyle iken gelelim diğer ekibe. Cinder, Iko, Throne, Wolf ve Scarlet kendi uydularında diğerlerinden saklanmaya devam ediyorlar. Ama aynı zamanda Kai ile Levana'nın düğün günü yaklaşmaktadır. Onu engellemek için planlar yapılırken Cress ile iletişime geçerler. Elbette arkasından bir sürü sorun gelmektedir.

Dr. Erland'dan da bahsedeyim. Kendileri Cinder'ı keşfeden bir karakter. Daha ilk kitapta onun Prenses Selene olduğunu anlamıştı. Kaçmasına yardımcı olmuştu. Şimdi bir kaçak olarak Afrika'da araştırmalarına devam etmekte ve Cinder ile yoldaşlarının gelmesini beklemektedir. Aslında onunda bir sırrı varmış. Hepsi açığa çıkacak.

Şimdi bir de bu üç kız karakteri karşılaştırmadan olmaz. Cinder'ı ilk okumaya başladığımdan beri çok seviyorum. Nedense çok doğal ve olması gerektiği gibi davrandığını düşünüyorum. O yüzden onunla bir sorunum yok. Scarlet'a da okuduğumdan beri ısınamadım. Nedense hep bir soğukluk var kızda. Sadece aşk insanıymış gibi. Wolf da Wolf. Yemedik canım aa! Cress ise içlerinde en saf olanı. Gerçekten çok saf ve sempatikti. Böyle kollarımın arasına alıp sarılasım geldi. Throne'la ikisi komediydi. Cress çok saf, Throne çok çakal... Gerisini siz düşünün.

"Kaptan," diye mırıldandı. "Ben size aşığım."
"Bunu iki koca günde mi fark edebildin? Dokunuşlarım sihrini yitirmeye başladı galiba." (Cress&Kaptan Throne)

Kitapta bomba üstüne bomba patlıyor. Cidden inanılmaz akıcı bir kitap olmuş. Gözümü kırpmadan okudum. Çevirisi de enfesti. Yani cidden serinin göz bebeği olmuş. :D

Öyle olaylar oluyor ki... Özellikle Throne'a biteceksiniz! Çok komik ve şaşırtıcı sahneler vardı. Bu kitapta Throne'nun yanı sıra Cinder ve Iko karakterlerini daha çok sevdim. Wolf ve Scarlet karakterlerine hala pek ısınamadım. Öyle kenarda dursunlar şimdilik. Sonracığıma... Serinin son kitabına dair bir ipucu vardı. Kraliçe'nin üvey kızı Winter gözüküyor ama bir bilgi vermeyeceğim. Anlaşılan onun hikayesi bambaşka.

Tadından yenmeyen bir kitaptı. Cidden okuduğunuza pişman olmayacağınız bir seri. Özellikle günümüzde istifini bozmayan, sıradanlaşmayan nadir serileri biridir. İyi okumalar!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 1 - Geceyarısı Leydisi


Merhabalarrrr

Yaklaşık bir ay önce sabırsızlıkla beklediğim kitabı okudum! Hatta onu beklerken hiçbir kitaptan zevk alamadım. Son kitap yorumundaki yazıdan anlaşılacağı üzere... Gönlümün Leydisi geldi. Karşınızda Cassandra Clare'den yepyeni bir seri: Karanlık Sanatlar ve serinin ilk kitabı Geceyarısı Leydisi!

Artemis Yayınları'nın önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabı bu kadar erken beklemiyordum açıkçası. Sonra bir baktım benim bebeğim kucağımda... Bayram tatilim boyunca onu okudum. Allah'ım yok böyle bir mutluluk. Cassandra Clare kesinlikle benim yazarım. Benim, benimmm! Adeta susamış gibi içtim, aç kalmış gibi yedim kitabı. Okumaya kıyamamazlık olmadı valla. 800 küsürlük kitabı yayıla yayıla okudum. Zaten her bölümünden ayrı zevk aldım. Müthiş bir kurguyla geri dönmüş Kraliçe. Bayıldım! Cehennem Makinaları ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra çıtaları yükseltmişti. Hayal kırıklığı olmadı valla. Yeni favori serim Karanlık Sanatlar oldu bile!

Yepyeni karakterlerin yanı sıra eski karakterleri de görüyoruz. Az ama o bile yetiyor. Zaten Ölümcül Oyuncaklar'ın son kitabında Emma'yı, Julian'ı ve onun kalabalık ailesini tanımıştık. Orada daha küçüklerdi. Şimdi bu serinin baş kahramanı oldular. Aradan beş yıl geçti. Büyüdüler ve o felaket dolu savaştan sonra ayakta kalmayı başardılar. Los Angeles Enstitüsü'nde koca bir aile olarak yaşarlarken tekrardan esrarengiz olaylar başlar. Şimdi ona değinmeden önce karakterlerden bahsedeceğim.

"Aşk birini görmen demektir." -Julian

Emma Carstrairs adeta Will Herondale'ın küçük kız versiyonu. Kendinden emin halleri. Bildiğini okuyan. Hırslı. İntikamcı. Aynı zamanda rengarenk bir karakter. Zıpzıp yerinde duramıyor resmen.
Julian Blackthorn ise Emma'nın zıttı. Sakin, kontrollü, sorumluluk üstüne sorumluluk alan biri. Küçük yaşta kardeşlerine hem ağabeylik hem de ebeveynlik yapmaya başladığından sanırım çok ağırbaşlı biri. Kendine vakit ayırmaktansa kardeşlerine daha fazla ilgi göstermeyi seçen biri. Aslında çok örnek alınası biri. Kim bu zamanda Julian gibi biri olabilir? Ayrıca Emma'nın parabatai'si. Yani bir de Emma'ya göz kulak olmak zorunda. İşi zor vallahi.

Julian'ın kardeşlerine gelirsek... En büyük ağabeyi Mark periler tarafından kaçırılmıştı. (ÖO son kitabında Peri Halkı, Mark peri kanı taşıdığı için ele geçirip, bir yere kapatmışlardır. Jace ve Clary kurtarmaya çalışmıştı fakat ne yazık ki Mark teslim olmamıştı.) Ablası Helen ise Konsey tarafından başka bir yerde görevlendirilmişti. (Bu arada Helen ve Mark, aslında üveyler. Anneleri bir periydi. Andrew Blackthorn daha sonra Julian'ların annesiyle evlenmiştir.) Geriye minik kardeşleri kaldı. Tiberius, Livia, Drusilla,Octavius. Sıralanış aynen böyle. İnanın bana ilk okuduğunuzda kim neydi falan diyeceksiniz ama sonra alışıyorsunuz. Keretalar sık sık karşımıza çıkıyor.
Yeni karakterler ise daha da eğlenceli ve akılda kalıcı. Emma'nın yapmacık ve geçici sevgilisi Cameron. (Acayip uyuz bir tip.) Enstitü'ye Meksika'dan gelen ve konuşmalarıyla insanı güldüren Christina; LA Enstitüsü'nde çocukların eğitmeni olan Diana Wrayburn. Bir de Julian'ların yarım akıllı bir amcaları var. Arthur Blackthorn. Hmm son bir karakter de Magnus Bane gibi büyücü olan Malcolm. Kitaptaki karakterler böyle. Elbette birkaç tane daha var ama asıl ön planda olanlar bunlar.

"Herkesin korktuğu şeyler vardır, insanın olmanın bir parçasıdır bu." -Emma

Kitabın konusundan nasıl bahsetsem bilemiyorum. Çünkü karmaşık. Eminim bir sonraki kitap çıkmadan önce bu kitabı tekrar okurum. Ama şöyle söyleyeyim. Tüm olaylar birbirleriyle bağlantılı. Yani Cassandra klasik kurgu biçimini uygulamış. Sizi yine ters köşeye yatıracak. Ben birini suçlarken hiç ummadığım bir kişi suçlu çıktı. Ve bu sefer kurgu daha da sağlam. Yani olayların gerçekleşmesi ve gerçekleşme nedenleri çok mantıklı. Bu konuda bir bilgi veremem. Spoiler olur. Tek diyeceğim aksiyon da var. Duygusal bağlar da var. İhanet, hüzün, mutluluk... Ne ararsanız var. Yok yok!

"Çok kahve içiyorsun, yeterince krep yemiyorsun." -Emma
"Umarım bunu mezar taşıma yazarlar." Julian

Bu kitaptaki Parabatai konusuna değinmek istiyorum. Önceki kitaplarda genellikle kız-kız erkek-erkek parabatailer gördük. (Will-Jem, Jace-Alec ve istisna olarak Clary-Simon) Bu kitapta da Emma ve Julian Parabatai. Gerçekten birbirlerini koruyan, değer veren, anlayan... İnanılmaz bir çift. Ama tahmin edeceğiniz gibi bir süre sonra bağları aşka dönüşüyor. Gizli saklı bir şeyler yaşasalar da bunun yasak olduklarını biliyorlar. Parabatai'lerin birbirilerine aşık olması... Ölümden bile beter bir şey. Bunu kitapta öğreneceksiniz. Ve bu yüzden Emma bir şey yapıyor. O kadar can acıtan bir şey ki... Sırf bu yüzden bir sonraki kitabı istiyorum. Julian'ın tepkisini görmek istiyorum. Tanrım! Cassandra bize ve karakterlere acı çektirmeye bayılıyor. Uyuz kadın...

"Aşkın yasak olduğunu bilmek aşkı öldürmez. Daha da güçlendirir." -Tessa

Neyse. Eski karakterlere gelirsek... Sonlara doğru onlar da maceraya katılıyorlar. Kitabın sonunda zaten onlara özel bir sahne var. Cassandra bizim gibi sıkı fanları unutmamış. Valla doyasıya okudum kitabı. Müthişti!

Kitap kalın, evet ama süper akıcı. Gözünüzü korkutmasın. Çeviri de güzeldi. Betimlemeler tam Cassandra tarzındaydı. Sonracığıma... Ben bayıldım. Diğer kitabı sabırsızlıkla bekliyorum!

Bir sonraki kitaplarda görüşmek üzere o zaman. *-*
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane