Pages

Komedi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Komedi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2017 Çarşamba

Kitap Yorumu: Lux 1.5 - Unutuluş / Jennifer L. Armentrout

Merhabalar
Resmen yıllar yıllaar sonra Daemon Black okudum. Unutuluş, Lux serisinin yan kitabı ve ilk kitap Obsidiyen'deki tüm olayları şimdi de Daemon gözünden okuyoruz. Yani anlayacağınız yazar işi biraz ticarete çevirmiş. Ama olsun, ben her şekilde okurum. Eh benim gibiler olduğu için yazarlar böyle 'ekstra' kitaplar çıkarmaya devam edecek.
Neyse efenim. Asıl konumuz kitabın yorumu. Dediğim gibi taa yıllar sonra Lux dünyasına geri dönüş yaptım. Blog'u ilk açtığım zamanlar okuduğum bir seriydi. Ve cidden tam okumam gereken zamanda okumuşum. Şimdi bana çerez gibi gelebilirdi. 😊 O zamanlar deli gibi Daemon da seviyordum. Hoş, hala seviyorum keretayı. O yüzden Unutuluş'u okumak bana baya iyi geldi.
Kurguyu anlatmayacağım. Obsidiyen'in aynısı sadece farklı karakter gözünden okuyorsunuz. Ve tahmin ettiğim gibi çok eğlenceli geçti. Daemon'ı zaten Katy'nin gözünden gayet iyi tanımıştık. Egoist, bilmiş, uyuz, gıcık, öküzün teki ama aynı zamanda aşırı seksi, ağzı iyi laf yapan ve isteyince süt dökmüş kedi gibi olan bir karakter kendileri. Onun gözünden olayları okumak çok daha komediydi. Hatta süper uyuz davrandığı zamanlar aslında neler hissettiğini, bunu neden yaptığını onun ağzından okumak daha tamamlayıcı oldu. Ki seriye devam ettikçe zaten niye kötü davrandığını anlamıştık ama onun zorunlu bir şekilde öyle davranması ve bunu yaparken nasıl zorluklar çektiğini okumak ayrı bir hayranlık bırakıyor.

"Şu kitabı kafana geçirirdim ama bunu yapamayacak kadar çok saygı duyuyorum o kitaba." -Katy

Daemon'ı ve onun dünyasını cidden çok özlemişim! Bundan birkaç yıl önce cidden çok severek okumuştum seriyi. Uzay temalı olmasına rağmen hem çok akıcı hem komik hem de kendine özgü bir kurgusu var serinin. Yazarımıza hayran kalmamak imkansızdı.
Bunun dışında pek diyeceğim bir şey yok. Gecikmeli okudum ama olsun daha iyi oldu. Özlem gidermiş olduk. Kitabı en uygun fiyata bulursanız kapın derim. Yani okuduğunuza pişman olmazsınız. Hatta bence alınıp, okunmalı.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bazı sahneler cidden klişelerle doluymuş. Ama karakterler o kadar eğlenceli ve akıcı ki o klişeli sahneler gözüme batmadı. Ay bu arada Katy'i de özlemişim. Kitap kurdu oluşunu, kitaplarla olan bağını bir de Daemon'ın gözünden okuyun. Bir ara ciddi anlamda kitap olası geldi çocuğun. 😃

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Serinin tüm kitap yorumlarını blog'da bulabilirsiniz. İyi okumalar. *-*

5 Eylül 2017 Salı

Film Önerileri: Fosforlu Kalemlerle İşaretli Film Listem

Merhabalar

Size son zamanlarda izlediğim ve listeme eklerken fosforlu kalemimle işaretlediğim filmleri önermek istedim. Böyle bir filmi ya da dizi çok severek izlemedikçe ya da 'kesinlikle bir kez daha izlerim' demedikçe önermem. Yani bu yazdıklarım kesinlikle bayıldığım filmlerdir. Önerilerime güveniyorsanız, boş zamanlarınızda izleyin derim. 😈

Öncelik olarak dün izlediğim filmden başlıyorum. Hangi tür film seversin diye sorsanız ilk aklıma gelen aksiyon-komedi olur. Çünkü cidden sağlam aksiyon sahneleri olan ve bir de üstüne beni güldüren filmlere ayrı bir bağımlıyım. Kim oynuyormuş diye bakmadan filmi izlerim. Fragmana göz atmam yeterlidir. The Hitman's Bodyguard da bunlardan biriydi. Dün gece canım çok sıkılınca bir film sitesi açtım. Amacım Baby Driver'ı izlemekti ama internete daha düşmemiş. 😔 Ben de bu filme denk geldim. Fragmanın da bile krize girdim. Üstüne Ryan Reynolds ve Samuel L. Jackson'ın başrollerde olduğunu görünce kimse beni tutamazdı. Film hem acayip komik hem de bazıları aşırıya kaçsa da süper aksiyon sahnelerine sahip. Ay, bir de film Amsterdam'da geçiyor. Nasıl sevmeyeyim? Resmen büyülenerek izledim. Kesinlikle izleyin. Konusundan bahsetmiyorum bile direk öneriyorum. Çünkü; aksiyon-komedi + Amsterdam + Ryan & Samuel ❤ ben.


Şimdi önereceğim film beyin yakabilir. Çünkü film çok kişilikli bir karakteri konu ediniyor. Split filmini izledikten sonra kendinizi bile sorgulayabilirsiniz. Kelimenin gerçek anlamıyla çok değişik ve etkileyici bir filmdi. Ve yine çok sevdiğim oyunculardan biri olan James McAvoy başroldeydi. Ben çok etkilenerek izledim ve bazı sahnelerde tırsmadım da değil. Yanlış hatırlamıyorsam gerçek bir olaydan esinlenilmiş. Yani aslında çoklu kişiliklere sahip insanlar var ve çoğu zaman bu durum iyi yönde olmuyor. Eğer değişik bir şeyler izlemek istiyorsanız kesinlikle öneririm!

Yeri geliyor film izlerken kendimi bir kategoriye sokuyorum. Nasıl mı oluyor? Ya bir oyuncunun tüm filmlerini izliyorum ya aynı tarzda ya da klasik ve eski filmleri izliyorum. Amelia ve Leon (the Professional) filmleri de arka arkaya izlediğim ve mest olduğum iki filmdi. Aslında Leon'u çok küçükken izlemiştim ama hatırlamıyordum. O yüzden tekrar izledim. Kesinlikle unutulmayacak filmlerden biri. Jean Reno ve Natalia Portman ikilisinden etkilenmemek imkansız. Özellikle Portman'ın o yaşlardaki performansı insanın tüylerini diken diken ediyor. Milyon kez bıkmadan izleyebilirim. Leon, aksiyon filmlerini sevmemin kaynağı bile olabilir. Amelia zaten 'daha öncen neden izlememişim' pişmanlığını yaşattı. Bir Paris aşığı olarak bu filmi daha önce nasıl izlemem?! Audrey Tautou'yu bu filmle tanıdığıma da çok memnunum. Artık onun filmlerini de izleyeceğim. Ve tüm içtenliğimle söylüyorum ki Amelia'yı çok severek ve etkilenerek izledim. Bazen izlediğim filmler çok boş geliyor ve zaman kaybı yaşatıyor. Ama bu iki film kesinlikle zamanımı daha da dolu dolu hale getirdi. İzlemeyeni taşlıyoruz! 😍

Biraz da modern zamanda geçen ama eskiler tarzında olan bir film önereceğim: La La Land. Bu yıl Oscar'ları toplayan ve hakkında çok konuşulan filmlerden biriydi. Açıkçası Oscarlı filmler izleyeceğim diye kendimi kasan biri değilim. İşin içinde Emma Stone ve Ryan Gosling olduğu için ve müzikal tarzda olduğu için izlemek istedim. Ve tam bir aşk insanı olarak filmi izlerken mest oldum. Aşk dolu biriyim ama sonu acıklı, dram ya da böyle kalp kırıcı bir şekilde biten her şeyi de severim. Böyle boğazımı düğümleyen, yatağıma kıvrılıp hayallere dalmamı sağlayan her şeyi severim. Böyle de cins bir insanım. Sanırım bu yüzden La La Land'i çok sevdim. Filmi izledikten sonra kendi etrafımda dönerek dans edesim gelmişti. Kesinlikle tüm ödülleri hakkediyor. Ve müzikal hayranlığımı daha da arttırdı. İzleyin canlar. Yerinizde duramayacaksınız. 😘

Ve şimdi de genel bir şey diyeceğim. Tüm bu filmlerin soundtracklarını kesinlikle dinleyin. Ben filmlerin müziklerine ayrı ilgi duyarım. Çünkü bence filmleri tamamlayan özelliklerden biri de çaldıkları şarkılardır. İstinasız bu yazdığım tüm filmlerin müziklerine göz atın. Özellikle La La Land'in bir ara bağımlısıydım. Onu dinlemeden ne ödev yapabiliyordum ne de çeviri. Yani gerisini siz düşünün... Filmleri izledikçe, müzikleri de dinledikçe yorumlarınızı bekliyorum. 👀

Not 1: Uzun zamandır film önerisi yapmamışım. Halbuki ben izlediklerimi yazdım sanıyorum. 😔 Bir sonraki film önerisi yazısını çok bekletmeyeceğim.

Not 2: Aksiyon-Komedi tarzında önerileriniz varsa tamamen açığım! Ah bir de animasyon. Instagram'dan da buradan da mail üzerinden de önerebilirsiniz. 👊

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Haziran 2017 Pazartesi

Yabancı Dizi Önerisi: Sense8 (Şiddetle Önerilir)


Merhabalar

Bazen 'keşke tamamen unutsam da ilk defa izliyormuşum gibi yine izleyebilsem' dediğiniz diziler var mı sizin de? Benim elbette var. Hatta beni çok iyi tanıyanlar Lost ve Fringe'ın bende yerinin çok ayrı olduğunu bilirler. Merlin, Prison Break gibi vazgeçemediğim dizileri hiç dile bile getirmiyorum. Anlayacağınız dizi listem baya uzun.

Size şimdi son zamanların çok keşfedilmemiş ama enfes bir kurgusu olan diziden bahsedeceğim. Ah, bir de bu enfes diziyi iptal ettiler. İnanabiliyor musunuz? Durun, ona da geleceğim.

Sense8'i duymuş muydunuz? Netflix'te yayımlanan 2 sezonluk bir dizi. Normalde yeni diziye başlamayacaktım. Ama sonra Instagram'da PuCCa ve eşinin bu diziyi izlediğini gördüm. Ki PuCCa'nın zevkine hayranımdır. Ondan görerek ben de başladım. İlk bölümü izledikten sonra beynim hafiften alev aldı. Gram bir şey anlamadım. Ama yarım bırakır mıyım? O göz var mı bende! Ben ki Fringe'ı çözmüş ve aşık olmuş insanım. Neyse efenim. Dizinin kurgusundan bahsedeyim.

Sekiz farklı karakter var. Sekizi farklı yerlerdeler. Hatta ikisi dışında diğer tüm altı karakter bambaşka ülkedeler. Ama birbirlerine bağlılar. Yani süper ötesi bir bilim kurguyu içeriyor dizi. Şöyle; Londra'da olan kızımız bir anda kendini Berlin'de ya da Hindistan'da ya da Amerika'da bulabiliyor. Sadece sekiz kişiden biri onu görebilir. Yani bu sekiz kişi birbirlerini farklı ortamda görebilir, temas kurabilir. Diğer insanlar ne görüyor ne duyuyor. Of düşünsenize ne maceralar ortaya çıkıyor. Mesela Koreli bir kadın var. Kadını öldürmeye geliyorlar ve tam o sırada diğerlerinden yardım istiyor. Alman bir tane asi bir adam var. Süper dövüşüyor. Sonracığıma Amerikalı taş bir bebek de polis o da çok iyi koruyor kendini. Hintli bir kadın var, tıpçı, yaralanmalarda yardımcı oluyor. Ve daha ne yeteneklileri var. Benim öyle bir ekibim olsa değil yardım çağırmaya altın gününe  dedikodu yapmaya çağırırdım.. Eee, konuyu saptırmayayım.

Konuyu tam anlatamamış olabilirim. Diziyi çok güzel kavradım ama anlatması biraz zor. Dizi konusunda bana güveniyorsanız kesinlikle izleyin. Yani elimde olsa etrafımdaki insanları bir odaya kapatıp bu diziyi izletirdim. O derece dehşet-ü-l vahşet bir diziydi. İki sezondan oluşuyor. Özel bölüm de dahil toplam 24 bölümcük. Yani ben üç günde bitirdim. Diziyi adeta yedim bitirdim. 

Ben izlerken başka bir arkadaşım da başladı. Muhabbetin dibine vurduk. "3.sezonu nasıl bekleyeceğiz yaaa" derken Netflix bir açıklama yaparak diziyi iptal ettiklerini, 3.sezonun olmayacağını söylediler. Neymiş efendim çok masraflıymış. Tamam 7 farklı ülkede diziyi çekmek zordur. Hele o aksiyonlu sahneler baya zorluyordur ama bunu göze alıp da başladınız sonuçta. 3.sezona gelince mi dank etti masraflı olduğu. Hayır yani çok gereksiz diziler devam ediyor da böyle kalite kokan bir dizi nasıl kenara itilir. Allah'ım umarım başka bir kanal keşfeder de o devam ettirir. Yemin ederim bu haberi aldıktan sonra kim bir şey dese, "Ya ama Sense8'i bitirmişler," diyerek suratımı asıyorum. Ve Sense8'ten sonra hiçbir dizi tat vermemeye başladı. O kadar etkileyiciydi ki. Ne ararsanız var.

Aksiyon dolu sahneler, hem çekici hem çelişkili aşklar, çıkar ilişkisi olmayan dostluklar, LGBT, müthiş aksanlar ve soundtrack. Dizide çalan her şarkıyı indirdim. Hele bir tanesi var! Kesinlikle dinleyin ve şu sahneyi de izleyin.


Eh bir de aykırı bir dizi. Evet, bilim kurgu bir konusu var. Aksiyonlu sahnelerde soluğunuz kesiliyor. Ama gerçek hayattan kesitler de sunuyor. Siyaseti eleştiren bir tarafı da var. LGBT temalı olması da hem destek görüyor hem de bazıları tarafından beğenilmiyor. Oysaki öyle güzel işlemişler ki konuyu. Meksikalı iki erkeğin ilişkisi gözünüze itici gelmiyor. Ya da bir erkeğin kadına dönüşerek bir kadınla ilişki yaşaması size mantıksız gelmiyor. Günümüzde artık bu kabul edilebilir bir şey. Sonuçta hepimiz insanız. Seçimlerimiz, kararlarımız bize ait ve kimliğimizi oluşturan faktörler. Kimse kimseyi eleştiremez ya da yargılayamaz. İşte Sense8 bunu adeta içinize işliyor. Farklılığı sevdiriyor ve kötü bir yanı olmadığını gösteriyor.

Ne diyebilirim ki? İyi ki karşıma çıkmış ve izlemişim. İyi ki böyle bir yapım yapmışlar. İyi ki bu oyuncuları seçmişler. Ve iyi ki bu şarkıyı dizide çalmışlar. Şu an hayatımın şarkısı "What's up" kesinlikle!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Bakın çok ciddiyim. İzlediğinize pişman olmayacaksınız! Eee bazı sahneler çok açık olabilir. Rahatsız olanlar o sahneleri atlayabilirler. Game of Thrones izleyen nesiliz çok da şeey etmez bizi bence. Bol kahkahalı, nefes kesen dizi sizi bekliyor! 

22 Haziran 2017 Perşembe

Kitap Yorumu: Bane Günlükleri - Cassandra Clare


Merhabalar

Sizde benim gibi Ölümcül Oyuncaklar dünyasını özlediniz mi? Valla ben her geçen gün daha da özlüyorum. Yani, imkanım olsa Cassandra Clare ile kendimi bir eve kapatıp her saniye hayal dünyası hakkında sohbet ederdim. Hal böyleyken çıkaracağı kitapları beklemekle kalıyorum anca. 

Geçen sene çıkardığı Karanlık Sanatlar serisinin ikinci kitabının ülkemizde çıkmasını beklerken uzun zamandır okumayı ertelediğim Bane Günlükleri'ni okudum ve kendimi yumruklayasım geldi. "Canısı neden daha önce okumadın?" 

Cassandra Clare ve iki yazarın daha yazdığı 11 hikaye ilk önce internet üzerinden yayımlanmıştı. Daha sonra bir kitap haline getirilip, basıldı. Ölümcül Oyuncaklar ve Cehennem Makinaları serisinden aşina olduğumuz Magnus Bane'in bilinmeyen yönleri ve daha önce anlatılmamış hikayelerini içeriyor bu kitap. Serileri okuyanlar zaten az biraz Magnus'u biliyorlar. Kendisi biseksüel ve çok çılgın bir yapısı var. Moda uzmanı ve delisi. Partilerin baş elemanı. Ve nerede bela varsa içinde mutlaka yer alır. Bunlar bir yana aslında çok yumuşak kalpli ve sevdiklerine sonsuz değer veren bir karakter. Ve umursamıyormuş gibi görünse de içi içini yer. Yardıma ihtiyacınız varsa Magnus Bane'in kapısını çalabilirsiniz. Tabii belli bir karşılığı olabilir de. 👀

Kaptırılan kalpler iadesi mümkün olmayan birer hediyeydi. 

Gelelim Bane Günlükleri'ne. Hem çok eğlenceli hem hüzünlü hem de 'vay be' dedirten anılarla dolu bir kitap olmuş. Bane'in ilk aşkı ve sonrakileri, Will Herondale ve soyu ile bağlantısı, Peru'ya girişinin yasaklanması, Tessa'yla olan sonsuz dostluğu, yılların vampiri Camille olan dengesiz ilişkisi, baş belası Raphael Santiago ile nasıl tanıştığı gibi bir sürü hikaye var. Elbette Alec Lighwood'la olan ilişkisi de mevcut ki zaten sanırım şu an en çok merak edilen odur. 😈

Ben çok eğlenerek okudum. Yani zaten Magnus süper eğlenceli bir karakter. Onun yaşadığı olaylar ise ayrı bir komik ve eğlenceliydi. Cassandra Clare'in dünyasını seviyorsanız zaten kesinlikle okuyun. 

Ve son olarak... Eğer önceki serileri okumadıysanız -ki o zaman bu karakteri de tanımıyor olursunuz ama her neyse- Bane Günlükleri'ni okumanızı tavsiye etmem. Arada spoiler niteliğinde bağlantılar var. Ona dikkat edin. 👍

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

26 Ocak 2016 Salı

Kitap Güncellemeleri 1 - Oradan Buradan Topladım Geldim


Merhabalarrr

Bir buçuk aydan fazladır buralarda yokum. Aslında varım da yokum. Kimler neleri okumuş, hangi yazılarım gün içerisinde çok okunmuş onun takibini yaptım ama yazı yayımlamadım. Arada bana geliyorlar. Blog'u geç insanlardan bile bıkıp, uzaklaşıyorum. Öyle bir dönemdeydim o yüzden okuduğum kitapları paylaşmadım ve hakkında dedikodular yapmadım. Şimdi yeni bir şey oluşturdum. Yine kesin bana aralarda böyle gelirler. Kitap Güncellemeleri başlığı altında kitapları toplu şekilde yorumlayacağım. Zaten eskisi gibi uzun uzun yorum yapmıyorum. İstisna kitaplar dışında. :D Eh, onlar da en özelleri olur büyük ihtimalle. 

İlk güncellemede beş kitap yazacağım. Şu an okuduğum kitap Eleanor & Park. Bitmek üzere ve cidden çok akıcı gidiyor. Belki ona apayrı bir yazı hazırlarım.

2015'in sonuna doğru iki kitap okudum. 2016'da ise üç kitabı arka arkaya yuvarladım. Goodreads'te meydan okuma etkinliğine katılmadım çünkü bu sene kaç kitap okuyacağım sürpriz olsun istiyorum. :D

Ruh Öküzüm - Lauren Morrill (Pegasus Yayınları): Bu kitap ilk çıktığından beri hep ilgi alanımdaydı. Çünkü adı çok fena ilgimi çekmişti. Ruh öküzüm... Allah'ım dedim, kesin benim kafadan bu kurgu. Ben de deli gibi ruh öküzümü arıyorum. Bu kitap kesin eğlenceli dedim. Evet, baya akıcıydı ve okutturdu kendini ama ergen yaşta karakterler beklemiyordum. Bazı hareketleri çocukça geldi. (Jane yaşlandı tabii) Ama bazı yerlerde güldüm, eğlendim. Süperötesi bir kitap değil ama çerezlik tadında. İki gencin çok zıt kutuplarda olup, nasıl birleştiğini anlatıyor. Kız karakterde kendimi görmedim desem yalan olur. Asosyal. Burnunu kitaplardan çıkarmayan. Hayatı lay lay lom yaşamak isteyip ama çok ciddiye alan bir tip. Ama durun bir dakika. Bu benim iki yıl önceki halimdi. :D Şaka bir yana. Romantik komedi ve çerezlik bir kitap arıyorsanız, öneririm. ( 3/5)

Gölgeler - Paula Weston (Yabancı Yayınları): Çok önceden sahaftan almıştım bu kitabı. Melek kurgulu serinin ilk kitabı. Ve sayın okuyucular, kesinlikle okuyun! Çok gizemli ve esrarengiz bir kitaptı. Böyle okurken cidden neler olacağını merak ettim. Erkek karakterimizle kız karakterimiz aslında düşmanlar. Ve kız karakter baya önemli biri ama bir hafıza kaybı sonucunda her şeyi bambaşka hatırlıyor. Taa ki Rafa gelip, her şeyi Gaby'e hatırlatana kadar. Hoş, hala hatırlamadığı şeyler  var ve cidden heyecanlı gidiyor. Seriye devam etmek için sabırsızlanıyorum ama üçüncü kitap çıkana kadar ikinci kitaba dokunmak yok. Ve elbette, okuyun. Okutun! (5/5)


Dublin Caddesi - Samantha Young (Dex Yayınları): Bakın bu kitabı okumak aklımda yoktu. Sonra aşırı derecede romantik bir şeyler okumak istedim. Kendimi bu kitapta buldum. E-kitap olarak okuduğum için sayfaların nasıl geçtiğini anlamadım ve bir günde bitti. Öyle aham şaham bir kurgusu yok. Romantiklik var ama dibi yok. Aşina olduğum sahneler, diyaloglar falan vardı ama severek okudum. Grey'in hafif haliydi. Çerezlik bir kitap. Bu türe alışkın değilseniz bu kitapla güzel bir başlangıç yapabilirsiniz. (4/5)



Olasılıksız - Adam Fawer (April Yayınları): Orta son sınıftayken bu kitap öyle ünlüydü ki... Otomatikman benim de okuma listeme girmişti. Ama taa o zamandan bu zamana okuma fırsatı bulamadım. Karşıma çıktığında da almayı düşünmedim hiç nedense. Sonra geçenlerde okulun kütüphanesinde kendimi kaybederken bunu ve Empati'yi gördüm. Düğmeye basılmış gibi ikisini kucağıma aldım ve eve getirdim. İkisini arka arkaya okudum. Ve evet, beynim adeta içmiş gibiydi. Özellikle Olasılıksız'a bayıldım. Ben böyle şans, kader, olasılık, felsefi karışımı şeyleri ve entrikalarını çok severim. Dershanedeki felsefe hocamın da etkisi var. Öyle şeyler anlatırdı ki ders çıkışında 'ben yaşıyor muyum ya' derdim. Dünyanın görülmeyen özelliklerine ayrı bir merakım var. Olasılıksız hem kurgusuyla hem de mantıklı açıklamalarıyla kafamdaki bazı soruları ortadan kaldırdı. Kurgu çok sağlam. Biraz ağır. Terimsel kelimeler var. Bazen felsefenin dibine vuruyor. Ama öyle güzel öyle baş döndürücü ki... Bu alana ilginiz varsa okuyun. Kitaplıkta durmalı bu kitap. Yazarı ayakta alkışladım. Karakterleri tanıtma süreci, hepsinin ayrı hikayesi ve nasıl bir araya geldiklerini anlatma süreci... Oh be dedim, kitaba doydum. :D Kısacası, aşık oldum. (5/5)

Empati - Adam Fawer (April Yayınları): Empati, Olasılıksız'ın daha da ağır hali ama genel hatları benzer. Bu sefer Empati yeteneği ön planda. Yazar bazı gerçekleri açıkça işlemiş kurgusunda. Ve sanki bilim kurgu filmi izliyormuş gibiydim. Kurguyu karışık ama öyle tatmin edici anlatmış ki... Detaylarda neler gizliymiş neler. Kitabın sonlarında her şey ortaya çıkınca böyle ağzım açık kaldı. Ondan sonra kafamı toparlayamadım. Kendimi dışarı attım birkaç gün üst üste. :D Bu kitapları çok sakin kafayla okuyun. Benden uyarması. (4/5)

İşte, buralarda yokken bu hayaller alemindeydim. Şimdi tatildeyim bakalım ilerleyen zamanlarda birkaç paylaşım yapabilirim. 
Hepinize iyi tatiller. Dedikodulardan eksik etmeyin beni de.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

8 Aralık 2015 Salı

Kitap Yorumu: Ateş Serisi 2 - Kan Ateşi / Karen Marie Moning


Merhabalar

Yine Barrons'ın sırlarını çözemediğim bir Ateş Serisi kitabı daha bitti. Ama bu seriyi seviyorum. Her ne kadar Kan Ateşi, ilk kitap Karanlık Ateş gibi aynı kurguya sahip olsa da hem eğlenerek hem de sıkılmadan okudum. İlk kitapta kurguya özel terimler birden çok gelmişti. Yeni bir dünya. Bilinmeyen kelimeler, yaratıklar falan. Ama bu kitapta çok aşina oluyorsunuz. Kurgu daha da oturdu şu an. Ve artık Barrons'u çözme zamanı!

Ama elbette bu kolay değil. Barrons insan mı Fae mi canavar mı... Ne acaba derken kafayı yememek elde değil. Tabii bu kitapta bir tık açılıyor. Hatta şaşırdım. "Aaa Barronscuğum sen yapar mıydın böyle şeyler ?"

Kan Ateşi'nde Mac & Barrons ikilisi yine Sinsar Dubh peşindeler. Başları yine beladan çıkmıyor. Mac, artık tamamen başka biridir. Tabii hala pembe delisi ama siyahlara bürünmüş durumda. Alina'nın katilini unutmuş değil. Ve gerçek ailesi hakkında bilgiler öğrenmeye başladı. Sidhe Kahinleriyle tanıştı ve onlar hakkında da bilgiler aldı. Özellikle 13 yaşındaki Dani'yi şimdiden sevdim. Serinin ilerleyen bölümlerinde daha çok göreceğimizi umuyorum. 

"Bir şey soracağım, IYCGM ve IYD kim?"
"Bayan Lane o numaraları yalnızca ölürken arayın, ölmek üzereyken aramanız gereken iki numaradır o. Ve sakın ölmeden aramayın yoksa ben gelip kendim sizi öldürürüm."

Ve bu kitapta Barrons biraz daha uysaldı sanki. Bayan Lane'lere devam etti ve etekleri tutuşunca hemen Mac'lere geri dönüyor kereta. :D Hmm ama kitapta bir bölüm var. Mac'in izni olmadan ona bir şey yapıyor. Harbi ben bile sinir oldum. Ama sonra da iyi ki yapmış diyeceksiniz. Dengesizleştiriyor bu adam yahu.

Bir de V'lane karakteri var. Kendisi bir prens ve Seks-Ölüm Fae'si. İlk başlarda Mac'i korkutuyordu ama sonrasında iş birliği bile yaptılar. Mac'in isteklerini yerine getirmeler falan. Kızı bir saatliğine almış ama tam bir ay ortada yok gözüküyordu. Mac geri döndüğünde Barrons'un yüz ifadesini bir hayal edin bence. Okurken kahkaha attım orada.

Bir anda ona bir yumruk attım, kafası arkaya doğru gidip geldi.
B-"Mutlu musun şimdi?"
M-"Canın acıdı mı?"
B-"Hayır."
M-"Tekrar vurabilir miyim?"
B-"Hayır git kendine bir kum torbası al."

Hmm. Bunların dışında hemen hemen her şey aynı. Barrons, buzlar prensi havasındaydı. Mac vikvik konuştu ve aklından delicesine sorular geçti. Kitabın sonlarına doğru Sinsar Dubh'u buluyor. Ama ne olduğunu biz henüz göremiyoruz. Sanırım üçüncü kitap bomba gibi bir kurguyla gelecek. 

Son olarak diyeceğim şu ki; hem özgün bir fantastik kurguya sahip olup hem de sırlarla dolu karakterler olmasına rağmen aralarındaki diyaloglar bu kadar komik ve eğlenceli olan bir seri okumadım sanırım. Galiba ?

Sonraki kitapta görüşmek üzere!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

4 Aralık 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer 3 - Zümrüt Yeşil


Merhabalar

Bir serinin daha sonuna geldik. Ama hemen belirteyim. Sonu beni tatmin etmedi. Evet, şeker gibi bir seri. Süper akıcı. Çok severek ve gülerek okudum. Ama sonu böyle sanki devam edecekmiş gibi löp diye bitti. Yazar sonunu pek toparlamamış, kurguyu dağınık bırakmış. Neyse, elimizdekiyle idare edeceğiz.

Bu yorumu okuyorsanız zaten ilk iki kitabı okumuşsunuzdur. Son kitaptan çok beklentiniz olmasın. Beklentisiz okuyun. Ben çok heves yaparak okudum sonra çakıldım. :D Ama sevdiğim bir seri oldu. Favorim ya da en iyi serim diyemem. Ama iyi ki almışım dedim.

Serinin son kitabında Gwen ve Gideon yine bol bol zaman yolculuğu yaptı. Bazı soru işaretlerini kafamdan sildiler. Xemerius'un her sahnesine abartısız güldüm. Kesinlikle serideki tek favorim kendisidir. :D Sırf onun için seriyi okuyun diyeceğim valla. Bunların dışında çok şaşırtıcı bir bilgi ortaya çıktı. Tabii ben bunu biliyordum ama siz okurken baya şaşıracaksınız. :D Yazarın, seriyi okurken yaptığı en büyük ters köşe işlemi buydu sanırım. Çünkü serinin geneli pamuk şekeri gibi. Kusurlar yok, heyecan tavan yapmıyor, salya sümük ağlatmıyor. Ne bileyim, böyle mutluluk fışkırıyor. Seriyi şeker yapan bunlar.

Ama dediğim gibi kitabın sonunda açık kapı bırakmış. Belki ileride yazar sürprizler yapabilir. :D 

Son kitaba dair söylenecek pek bir şey yok şu an aklımda. Güzeldi, kahkaha atarak okudum. Karakterlerle aram da iyiydi. Gözüme batan ve beni rahatsız eden bir şey yoktu. Hayatımda okuduğum en sorunsuz seriydi sanırım. :D 

Kısa kitap yorumumu Xemerius'un bir sözü ile kapatmak istiyorum. Bu cümlesi, tüm gıcık olduğum insanlara gelsin ! (Hoş, göremeyecekler ama olsun. İçimde kalmasın.)

"Tanrım," diye inledi. "Eğer bir televizyon programı olsaydın, seni anında kapatırdım."

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Kocaman not: Serinin ilk kitabının filmleri internette mevcut. Seriyi okumayı bitirdiyseniz, izleyebilirsiniz. Mesela ben ilk fırsatta izleyeceğim. *-*

30 Kasım 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer 2 - Safir Mavi


Merhabaaa

Ya ama ben burayı delicesine özledim. Öyle böyle değil. Elim boş gelmemek için de gereksiz bir şey yayınlamak istemedim. O yüzden kitabımı okudum, aklımda şekillendirdim her şeyi ve geldim. Bendeniz, vizelerden sağlam çıkan, günde üç kere notlar açıklanmış mı diye üniversite sitesine hücum eden ve aynı zamanda sosyal olup, kitap okuyan Jane. Tekrardan aranızdayım efenim.

Hem de tanıdık bir seriyle. Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer'i fena sevdim. O yüzden araya başka kitaplar koymadan direk Safir Mavi'yi okudum. Hatta şu an siz bu yorumu okuyorken ben Zümrüt Yeşil'i yarılamış bile olabilirim. :D Çünkü dün akşam ikinci kitap biter bitmez üçüncü kitaba başladım. Sebebi basit; dehşet'ül vahşet bir şekilde bitti. (How I Met Your Mother - Barney dilinden bir kelime.) 

İlk kitap da neymiş diyeceksiniz. Safir Mavi uçurdu beni. Tamam, aksiyon yok. Ama kitap o kadar akıcı ki... Gerçekten sayfaların ne ara değiştiğini anlamıyorum. Diyaloglar, olayların gelişmeleri falan çok anlaşılır gidiyor. Tek sorun şu zaman polemiği idi benim için ama kitabın sonunda ve son kitapta her şey yerine oturdu. Yazar çok derinlemesine düşünmüş ve olaylara çok takılı kalırsanız, benim gibi bir süre duvara boş boş bakıyor olabilirsiniz. :D 

Gelelim Safir Mavi'de neler oluyor. İlk kitabın sonu nasıl bittiyse hemen oradan devam ediyor. Gwen ve Gideon, zamandaki yolculuklarında karşılaştıkları Paul ve Lucy'den sonra olaylar iyice karışıyor. Çünkü, biliyorsunuz Paul ve Lucy son kronografı ortadan kaldırmak ve onun altındaki sırrı açığa çıkarmak istiyorlar. Bunun için de Gwen'le Gideon'un kanı lazım. O olaylar karışık. Hiç değinmiyorum. Çünkü bir sürü karakter ismi ve farklı zamandaki olaylar var. Onlardan söz edersem hem spoiler olur hem de yorum uzar da uzar. Asıl konu şu; Gwen ve Gideon yine zaman yolculukları yapıyorlar. Geçmişteki bazı şeyleri ön plana alıyorlar ve Kont'un davetlerine katılmak zorundalar.

Bunların dışında yeni bir karakter geldi. Daha doğrusu hayalet bir iblis. Xemerius'u takdim ediyorum size; kendisi acayip komik, çenebaz, her yere girip çıkabilen ve sadece Gwen'in gördüğü hem sinir bozucu hem de sevimli bir hayalet. Resmen seriye bambaşka bir renk katmış. Onu okurken sırıtmadan edemiyorum. :D Hayalet Robert'tan bile daha çok sevdim. Gwen ilkten ondan kurtulmaya çalıştı ama sonra öyle bir dost oldular ki... Gwen'in ekstra gözleri oldu desem yeridir. Çünkü Gwen için etrafta ajanlık yapıyor, dedikoduları topluyor ve gözcülük yapıyor. Böyle bir ufaklık istemez miydiniz ?  Okurken bayılacaksınız. Benden söylemesi.

"Çok ilginç," dedim.
"Öyle mi dersin ? Eğer öyleyse bunun tek nedeni, olayları sana son derece eğlenceli bir tarzda özetlemiş olmamdır." -Xemerius

Gelelim Gideon ve Gwen ilişkisine. Alın, vurun beni. Çok sevimliler ama bazen de uyuzlar. Ama karakterlerin yaşlarına bakınca davranışları normal geliyor. Gwen tam 16 yaşındaki ergen bir kız gibi. O yüzden hareketleri gözüme çarpmıyor. Ama Gideon... O eriten yeşil gözlerine rağmen bazen beni sinir ediyor. Ama seviyorum keretayı. :D Çok çakal ve zeki. Ve başı büyük bir belada. Tatlı bela diyelim...

Bakalım atladığım bir şey var mı... Yok valla. Bu seriyi okumadan size ne kadar 'şeker' tadında bir kurgu olduğunu anlatmam imkansız. Sizi zorlamayan, tam tersine eğlendiren ve özgün konulu bir seri. Çevirisine mest oldum. Süper akıcı. Eh, ne diyeyim. Okumaya devam.

Bu hafta içi sağ salim çıkarsam hem serinin son kitap yorumu hem de farklı bir kitap yorumu gelebilir. Hazır kışla beraber soğuklar da geldi. Kahvemle, kitaplarımla günleri öldüreyim diyorum. Ne dersiniz ?

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

9 Kasım 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer 1 - Yakut Kırmızı


Merhabalar...

Bu aralar buralarda pek aktif değilim ama her şeyi gözetliyorum, merak etmeyin. Mesela, ders aralarında Instagram'a girip kimler fuara gitmiş, kimler fuardan hangi kitapları almış, hangi kitaplar ön planda, hangi kitaplar yeni çıktı, yayınevlerindeki indirimler neler ve daha bir sürü dedikodudan haberdarım. Bedenim Safranbolu'nda olabilir ama ruhum İstanbul Kitap Fuar'ında!

Bakmayın böyle enerjik olduğuma. İçim kan ağlıyor. Görünmez olmak istiyorum bu aralar. Neden mi ? Miss gibi bir seriye başladım ama devam edemeden araya vizeler giriyor. Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer'den bahsediyorum. Bu seriyi o kadar uzun zamandır merak ediyordum ki... Öyle böyle değil. Geçenlerde seriyi set halinde aldığımda kendime inanamadım. Kutuyu elime alıp, "sen benim misin ya, ne kadar şeker bir serisin sen, okumaya kıyamam ben seni" diye aşk yaşıyordum. Cidden aşık oldum. Kapak ve sayfa tasarımlarına, kurgusuna, karakterlerine... Sabırsızlıkla beklediğime değmiş valla.

Bu yoğunluktaki son kaçamağım Yakut Kırmızı oldu. Yorumlamaya bile kıyamadım. (Elbette üşendi.) Şaka bir yana cidden beklentilerimi karşıladı ama elbette gözümden kaçmayan birkaç şey vardı. Hemen dedikodunun dibine vuruyorum.


Serinin isminden de anlaşılacağı gibi olaylar farklı zaman dilimlerinde gelişiyor. Zaman yolculuğu yapabilen gençlerimiz var. Bunlardan biri on altı yaşındaki Gwendolyn. Londra'da ailesiyle beraber yaşıyor. Hatta gıcık bir ailesi var. Gıcık diyorum çünkü gerçekten okurken sinir ettiler. Niye mi ? Bu ailede on iki zaman yolcusundan biri olma adayı olan biri var. Gwen'in kuzeni Charletto olduklarını sanıyorlar ama elbette tahmin ettiğiniz gibi Gwendolyn'dur. Baya olaylar oluyor. Bunun sonucunda ailesine baya gıcık olacaksınız. Neyse, efenim. Çok detaylara girmeyeceğim ama kurgu biraz kafanızı karıştırabilir. En özet halinde şöyle diyeyim; Gwendolyn ve bir diğer zaman yolcusu Gideon (yeşil gözler, omuzlara gelen saçlar ve göz devirici hareketler kalp ben) bir görev nedeniyle geçmişe gidiyorlar. Ama önlerine her defasına bir engel çıkıyor. Ve zamanda yolculuk etmek de öyle kolay bir şey değil. Düşünsenize, buradan aniden kaybolup, 1950'lerin Londra'sının ortasına löp diye çıkıyorsunuz. İnsanların tepkilerini hayal edin. Ya da belki de bir yangının içinde belireceksiniz. Ya da tam savaşın ortasında... Böyle sorunlar olmasın diye de bir çözümleri var. Ama işte bu çözümden dolayı geçmişte bir karışıklık olmuş ve şimdi de o sorunu çözmeye çalışıyorlar. Kahramanlarımız Giden ve Gwendolyn. Aralarındaki uyum şahane. Valla bak. Zıtlaşmalar, göz devirmeler, ters cevaplar, açıklarını kollamalar... Bayıldım! :D

Konunun geneli böyle ama okumadan olmaz elbette. Her karakterden bahsetmedim ki şimdi aklıma geldi. Gwendolyn, etrafta kimsenin göremediği hayaletleri görebiliyor. Robert isminde bir hayalet var. Şimdiden favori karakterim oldu. Sırf onun için bile okuyun derim. :D Gerçekten Gwen'in hayaletlerle konuşması ayrı bir komedi oluyor.

Sonracığıma... Zaman konulu kurguyuları sevdiğim için serinin ilk kitabını sevdim. Bazen gereksiz diyaloglarla karşılaştım. Ama kitap süper akıcı. Cidden. Yazarın hayal dünyası ilginç ve sürükleyici. Hele Yakut Kırmızı öyle bir bitti ki ikinci kitap gözümün önünde adeta "gel beni oku" diyor ama ne yazık ki kendimi kaptıramam.

Son olarak, bu seriyi Alman bir yazar yazmış. İlk kitabın filmi de mevcut internette. Fragmanını izledim ve filmi de izlemeye karar verdim ama tüm seriyi okuduktan sonra izleyeceğim.
Şimdilik bu kadar. Sıradaki kitap ne olacak bilmiyorum. Bekleyelim bakalım.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane 

18 Ekim 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Ateş Serisi 1 - Karanlık Ateş / Karen Marie Moning


Merhabaaa

Size müthiş kitaplarla döneceğim demiştim. İlki geliyor şimdi. Ve bu blog'taki 200.yazım olacak. Ne ara o kadar yazı yazdım, ben de bilmiyorum. :D Ama nedense içim kıpır kıpır. Kaldığımız yerden devam edelim.

Uzun bir zamandır Ateş serisine başlamak istiyordum. İlk üç kitabı Epsilon Yayınevi'nden çıktı. Sonraki kitapları Artemis Yayınevi üstlendi. Şuana kadar beş kitap yayınlandı. Fakat ilk iki kitabın basımları tükendi. Ya benim gibi pdf bulup, okuyacaksınız ya da yine benim gibi sahaf sahaf gezip kitapları bulacaksanız. (İkinci kitabı buldum sadece.)

İlk kitabı pdf olarak okumama rağmen iki gün içinde bitirdim. Ki cidden e-book formatında okumayı sevmiyorum. Ama bu seri için katlandım. Valla ne olduğunu anlamadan kitabı bitirmiştim. Tamam, itiraf ediyorum bazen sıkıldım. Çünkü yazar kendi dünyasını yaratmış. Yani bilinmeyen isimler, terimler, yeni türler falan derken okurken odaklanmam zor oldu ama kitabın sonlarına doğru her şeyi olmasa da kavrıyorsunuz kurguyu. O yüzden kitabı yorumlarken bazı şeyleri atlayacağım. Nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Tek net anladığım Fae adı verilen değişik yaratıkların olduğu. Farklı türleri var. Ve bu yaratıkları görebilen, baş edebilen bir baş kadın karakterimiz var: Mac. Kendileri çok renkli, geveze ve inatçı bir karakter. Pembe rengine takıntısı var. Süslenmeyi seviyor, vücudundan memnun. Kendi kendine çok konuşuyor. Belaları üstüne çekmekte bir numara. Ben kitabı okuduktan sonra şu sonucu çıkardım: Sookie x 4 + pembe = Mac olmuş yani. O yüzden kadın karakteri baya sevdim. :D Jericho Barrons adında esrarengiz bir de erkek karakterimiz var. Yazar bu erkek karakter üzerinde çok mu çok çalışmış. Öyle ki hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Nedir, kimdir, kimlerdendir, neyi sever, nerelidir falan hiçbir özel bilgisi bilinmiyor. Mac'e kitap boyunca Bayan Lane diyor. (Sadece bir kere Mac dedi onda da...neyse spoiler) Ona öyle hitap etmesi beni deli etti. Çünkü o 'Bayan' kelimesi aralarına kalın bir sınır çiziyormuş gibi. 

Dış görünüş olarak Mac cidden alımlı ve güzel bir kadın. Yeşil gözlü, sarışındı şimdi esmer oldu gibi, hatlı falan. Barrons ise nasıl desem... Uzun siyah palto ve kırmızı gömlekler giyen, çekici bir suratı olan, gece rengindeki gözleri... Bazı hareketlerini yazar öyle bir tasvir etmiş ki Sercan'ın dediği gibi "Mahsun Kırmızıgül, İsmail Yk" aklınıza geliyor. :D Ama bazı sahnelerde adeta Matrix gibi. Bir hava bir hava... Alev buralar hep.

Serinin ilk kitabı olmasına rağmen severek okudum. Aklımı baya karıştırdı. (Ölümcül Oyuncaklar'da da öyle olmuştu şimdi bağımlısıyım.) Yazar cidden başka yerde okumadığınız bir dünya yaratmış. Hayal gücüne hayran kaldım. Eminim ki diğer kitaplarda daha da uçuşa geçecek.

Kitabın genel konusu ise şu; Mac, Dublin'de okuyan kardeşi Alina'nın esrarengiz ölümünü araştırmak üzere Dublin'e gidiyor. Ne yapacağını, nereden başlayacağını bilmeden öylece dolanırken bir kitapevine girer ve kardeşinin telefonda ona sesli mesajla bıraktığı ve anlamını bilmediği kelimenin anlamını orada çalışan bir bayana sorar. Bu soru sonrasında tamamen hayatı değişir. Girdiği kitapevi Barrons'a aittir. Yanında çalıştırdığı kadın Fiona hemen Barrons'u çağırır ve sonrasında olaylar tamamen karışır. Mac, aslında kim olduğunu, kardeşinin katilinin kim olduğunu ve daha önce keşfetmediği, fark etmediği yeni dünyayı tanır. Eli kana bulaşır, başına bir sürü bela gelir, Barrons'la didişir. Ve en sonda da gerçekten şaşırtıcı bir şey öğreniyor. Söylemeyeceğim. Nokta. :D

Olaylar hep arka arkaya sıralandı. Yazar dikkatinizin dağılmasına izin vermeden kurguyu ilmik ilmik işlemiş. Yarattığı özel kurgu dışında çok komik diyaloglar da yazmış. Öyle ki kitabı bitirdim ama hala o sahneler aklıma geldikçe kahkaha atıyorum. Özellikle bir tanesinde nedense kendimden geçtim.

Neyse ki, Sidhe-kahini içgüdülerim harekete geçmiş ve yaratık beni havalandırdığı anda iki elimle birden göğsüne vurabilmiştim. Ama maalesef, aynen o şekilde donmuştu; eli saçımda ve ben havada sallanır vaziyetteyken.
''Barrons,'' diye çaresizce seslendim. ''Neredesin?''
''İnanılmaz,'' dedi tam tepemden gelen aksi bir ses. ''Tasarladığım bütün olası senaryoları düşünüyorum da, bu hiç aklıma gelmemişti.''

Mac ve macerları diyeceğim bu alıntılara. :D Cidden çok komik ikili oldular. Barrons ne kadar ciddiyse Mac o kadar umursamaz ve çocuk gibi. Kitabın sonu da zaten 'sırt sırta verdik, bu yola baş koyduk' tarzında bitti. İkinci kitabı okumak için çok beklemeyeceğim. Siz de bu seriyi okumak için çok beklemeyin canlarım. Pdf bulamayanlar ulaşsın bana ben ikisini de yollarım. *-*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

14 Ekim 2015 Çarşamba

Kitap Yorumu: Maddox Serisi 2 - Tatlı Yalan / Jamie McGuire


Merhabaaa

Hazır çok enerjiğim Türkçe'yi de unutmadım bari blog'a yazayım dedim. Söylediklerimde ciddiyim valla. Haftanın ilk dört günü bana Türkçe'yi unutturuyor. İngilizce hadi neyse de Rusça ruhumu emiyor. Ben de dilimizi unutmamak için kitap okuyorum. :P Kendimi nasıl da teselli ediyorum ama. Cidden halimi görseniz gülersiniz sanırım. İngilizce dersinden çıkıp, yabancı dizi izliyorum. Rusça dersinden çıkıp kitap okumaya devam ediyorum. Böyle diller karıştı. Artık kekelemeye, kendi dediğimi anlamamaya başladım. Sonum hayırlı olsun. Amin.

Gelelim kitaplara... Ya yeni yıl gelmeden müthiş kitaplar yorumlayacağım. Birkaç sürprimizim de olabilir ama benim tembelliğime ve zamanıma bağlı. :D Bunları düşündükçe kendi kendime heyecan yapıyorum. Neysem. Sıradaki kitaba geçeyim. Çünkü anlatmak için sabırsızlanıyorum.

Öncelikle bu seriyi bilmiyorsanız hemen Tatlı Bela, Ayaklı Bela, Belalı Düğün, Tatlı Sır ve hemen ardından bu kitabı okuyun. Sıralama bu şekilde. Spoiler yemeyiniz.

Maddox erkeklerini severim, bilirsiniz. Bayadır favorilerim arasındalar. Yeni kitapları çıktı mı almak için sabırsızlanırım falan. Ama bu kitabı yani Tatlı Yalan'ı özel olarak bekledim. Çünkü Thomas Maddox bir FBI özel ajanı. Ayaklı Bela'da bu bilgiyi öğrenince 'hemen bana Thomas'ı verin' demiştim. Çünkü cidden FBI konulu her şeyi seviyorum. Ve o gün geldi. Kitabı okudum bitirdim. Ve bir şey diyeyim mi ? Travis'den sonraki favorim Thomas oldu. Tatlı Sır'da Trenton'ı da sevdim. Çok komik, hayat dolu bir Maddox. Ama Thomas bana daha bir tık önde geldi. Sanırım mesleğinden dolayı. 

Maddox serisinde, önceki kitapta Trenton ve Camille çiftini okumuştum. Kitabın sonundaki sürpriz böyle ağzımı açık bırakmıştı. Camille, meğersem gizliden gizliye Thomas'la berabermiş. Falan filan derken her şey ortaya çıkmıştı ve Trenton'la Camille olmuştu. Thomas da kalbi kırık San Diego'ya işine dönmüştü. Ve sonrasındaki olaylar Tatlı Yalan'la devam ediyor.

Bu seferki kadın karakterimiz Liis. Kendisi de bir FBI ajanı. Onun görevi daha çok çevirmenlik. Terfi etmek için elinden geleni yapan biri. Geçmişinden kurtulmak için ve özel istekle bir işe çağırıldığı için San Diego'ya gelir. Elbette onu çağıran Thomas'tır ama Thomas, Liis'i işe başlamadan önce kim olduğunu falan hiç bilmez. 
Tanışma sahneleri ve sonrasındaki olayları anlatmamam en iyisi sanırım çünkü spoiler olabilir. :D Okurken baya gülebilirsiniz. Aslında ilk başları çok klişe geldi. Gözlerimi devirerek okudum ve 'bu kitap bitmeyecek sanırım' dedim ve avcumu yaladım. Valla müthiş bir kitaptı. Maddox erkeklerin bir arada olduğu sahneleri özellikle ikizlerden Taylor'ın olduğu sahneleri kahkaha atarak okudum. Bu kadar mı hem kaba hem sempatik olurlar. Thomas, onlara göre biraz daha ağır başlı ama onun çekiciliği yetiyor zaten. *salya akıntıları*

"Aşk, tahminler ya da davranışsal belirtilerle ilgili değildir. Sadece olur ve senin, onun üstünde bir kontolün yoktur."- Thomas

Tahmin edersiniz ki Liis ile Thomas arasında bir şeyler olacak ama kitabın son sayfasına kadar hep tartıştıkları bir konu var: "Thomas, henüz Camille'yi unutmuş değil."
Gerçekten öyle. Bazen beni de sinir etti ama birini unutmak o kadar kolay olmasa gerek. Liss de öyle mıymıy bir kız değil. Mesleğine aşık, ağzı laf yapan, inatçı ve kendinden emin biri. Thomas'la öyle güzel bir baş ediyor ki... Ayakta alkışladım. 

Bunların dışında yan karakterleri ve ofisteki ortamlarını çok sevdim. Liis, gelir gelmez hemen kanka yaptı kendine. Val. Kadın çok komik. Onunla ilgili bir bilgi öğreneceksiniz. İnanamadım. :D Kitap hem komik hem olaylı hem de aşkla ilgili biraz dramlı ama seriye yakışan bir Maddox kitabı olmuş. Severek okudum. Maddox erkeği bu. Boru mu...

İşte böyle. Fırsat buldukça okuduğum, bana göre çok komik bir kitaptı. Seriye devam ediyorsanız kesinlikle okuyun. *-*

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

20 Eylül 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Yabancı - Melissa Landers


Merhabaaa
Ya böyle müthiş kitaplar okudukça kendimle gurur duyan bir insanım. Neden böyleyim, bilmiyorum ama her zevkle okuduğum kitap bittiğinde gülümseyerek arkama yaslanıp, "iyi ki kitaplar var be. hayat bana güzel" diyorum. Öyle ama. Çünkü çok sıkıcı bir hayatım var. Çoğunlukla asosyal bir insanım. Ruh halim çok dengesiz olduğu için en iyi zamanlarım kitap okurken oluyor. O yüzden tam gaz kitap okumaya devam diyorum!

Bu ayın bir diğer akıcı kitabı Go!Kitap'tan çıkan Yabancı oldu. Geçen sene fuarda almıştım. Okumayı hep erteledim. Gelen yorumlarını da takip ettim ama çoğunluk pek sevememiş, basit bulmuş falan filan. Ya ben nedense çok sevdim. Bana çok akıcı, komik ve zevkli geldi. Ya da en son bu tür bir şey okuduğumda fena sıkıldığım için bu tarzı yansıtan bir kitap görünce ona dadandım. Evrenin Ötesi üçlemesini bu yaz okudum, biliyorsunuz. Yabancı'yla birkaç ortak noktaları vardı. Uzay gemisi, farklı ırklar, başlarında lider olması ve klonlanma şeysi. Okuduğum üçlemede olaylar giderek sıkıcılaşmış hatta üçüncü kitabı burada haksızlık olmasın diye yorumlamamıştım. Ama bu tür kurgu Yabancı'da çok güzel işlenmiş. Evet, yazar basite kaçmış. Aksiyon ve süper heyecan verici sahne yok. Çok basit bir dili var. Uzay terimleri geçmese realistik kurgu derdim ama değil. Ve eminim ki serinin ilerleyen kitaplarında çok seveceğim şeyler olacak...
Kitabın arka kapak yazısını okursanız kitabı almaktan vazgeçebilirsiniz ama yapmayın. Cidden. :D Ben hiç konusuna aldırmadan aldım. Valla memnun kaldım. Kitabın kapağı çok anlamlı ve çok güzel bence. Bakıp bakıp, sırıtıyorum anlamsızca. :D

Ama gelelim konusuna. Cara adında kızıl saçlı,mavi gözlü bir kız karakterimiz var. Okulunda birinci, en yakın arkadaşa -Tori- ve bir erkek arkadaşa -Eric- sahip. Değişik ve aslında komik bir ailesi var. Ve hayalleri var. Bunun için gezegenler arası öğrenci değişim programına dahil olur ve L'eihrli bir genci evinde ağırlamaya hazırlanır.Bunun hem avantajları hem de dezavantajları vardır. L'eihrli halkı dünyada çok merak ediliyor ama aynı zamanda nefret eden bir grupta var. Cara bunların arasında boğuşurken bir yandan Aelyx'i tanımaya çalışıyor ve memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Kitabın genel hatları bunlar.

Ama cidden çok komik diyaloglar ve şaşırtıcı gelişmeler oluyor. Aelyx'in birçok hareketine güldüm. Kendisi dil konusunda uzman olduğu için dünyaya gelmeden önce bir haftada konuşulan dili öğreniyor ve ülkenin tüm gelmişini geçmişini araştırıyor. Ama beklenmedik şeylerle karşılaşıyor. Mesela dünyadaki en lezzetli şeyleri sevmiyor. Pizza ve çikolata sevmeyen bir insan düşenemiyorum! (Tamam, Aelyx bir insan değil ama bir canlı da düşünemiyorum!) Bazı şeylere çok komik tepkiler verdi. Kitabı bu yüzden baya sevdim. :D

Ama tabii eksik yanları ve göz deviren sahneleri vardı. Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız ama benim okurken umrumda olmadı. Çünkü genel olarak sevdim. İlk kitap olmasına rağmen gayet akıcı bir anlatıma sahipti. Bir şans verin derim.

Bir sonraki kitabı İşgalci'yi büyük ihtimal fuarda alırım. Kitabı okursanız, yorumunuzu bırakın. Ve en büyük tavsiyem; sakın ama sakın uzaylı öküzümüz Daemon ile bu seriyi karşılaştırmayın. Cidden. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

15 Eylül 2015 Salı

Kitap Yorumu: Sookie Stackhose 5 - Ölüler Ölüsü


Merhabaa

Ya Sookie keşke gerçek bir karakter olsa. Nedense onu okumayı çok seviyorum. Diğer kadın karakterlerden çok farklı, bence. Çok doğal, içten, sakar, belaları mıknatıs gibi kendine çeken, ufak tefek ama çekici bir yanı olan, komik düşüncelere sahip ve acayip dengesiz bir karakter. Erkekler konusunda öyle yani. Bir öyle bir böyle. Özellikle bu kitapta dört erkek arasında gidip geldi resmen. Bi dur dedim. Ama kızamıyorum da. Bill dışındaki diğer erkekler cidden etkileyici. *-*

Ehem. Neyse. Asıl konuya döneyim. Nedense bu serinin 3.kitabından sonra olaylar çok durgunlaştı. Cadı Ölüsü de lay lay lom geçmişti. Ölüler Ölüsü de öyleydi. Azıcık aksiyon, hareket vardı. Bol gizem vardı. Birden fazla olay gerçekleşti ama sonrasında hepsi toparlandı. Ki bu da diğer kitaba konu malzemesi sunmuş. 

Bir önceki kitapta Sookie'nin abisi Jason ısırılmıştı ve Panter Adam olmuştu. Yani o da artık şekil-değiştiricilerden biri. Ama birileri şekil-değiştiricileri hedef haline getirmiş ve ilk fırsatta onları öldürmeye çalışıyor. Sookie her zamanki gibi kendini olayların içinde buldu. Okurken bazen bunaldım bazen heyecanlandım ve özellikle sonlara doğru zevkle ve heyecanla okudum. Ama süper gıcık olduğum şeyler vardı. Bkz;

  • Eric, koskoca vampir di mi ? İlk dört kitap boyunca yere göğe sığdıramadım onu ama bu kitapta resmen süzme salaktı. Güçsüzdü. Böyle nasıl desem Eric, Eric değildi. Bir şey oluyor mesela, olay bitiyor o zaman geliyor. Sookie'yi koruması gerekirken ortalarda olmuyor. Saçma salak davrandı. Ay nasıl sinir etti beni. Yazar resmen Eric'in karizmasını çizdirmiş. Eski Eric'i istiyorum ben! 
  • Beni bilen bilir bu seride taa en başından Bill'e uyuzum. Öyle böyle değil. Sookie'nin ilk aşkıydı ve gitti kızı aldattı. Aldattığı yetmezmiş gibi hala yüzsüz yüzsüz kızın karşısına çıkıyor. İstenmeyen ot gibi adam. Oradan buradan fırlıyor. Bu kitapta her ortaya çıktığında kalbine kazık sokmak istedim. Bi git allasen. 
  • Sookie. Annem sen ne içtin ? Aklı beş karış havada. Eric'le arasına mesafe koyup, Bill'e yeşil ışık yakmalar falan... Alcide'e laf sokup, sonra yakınında durmalar. (Ki Alcide'yi çok severim.) Gözünün önündeki düşmanı görmeyip, millete 'laf sokacam şimdi ehehe' modunda olmalar. Sarsmak istedim okurken.
"...Franklin çok eski kafalı biri."
Bunu söyleyen, hayatının en mutlu günleri öldürmek, tecavüz etmek ve bir yerleri yağmalamakla geçmiş savaşçı bir Viking olunca söylediği şey gerçekten çok anlamlıydı.

Bu gıcık olduklarım dışında kitaptaki diyaloglara bayıldım. Çok komik karakterler var. Hani şey gibi. Karakter aslında ciddi bir şekilde konuşuyor ama söyledikleri size komik geliyor. Anlatabildim mi kendimi ? :D Bu serinin mizah anlayışı da böyle işte.

Sonlar doğru yeni bir karakter geldi. Quinn. Oy maşallah dedirten cinsten. Kendisi şekil değiştirici. Kaplan oluyormuş. Hayal gücünüzle buradan siz devam edin. :D Quinn yüzünden sıradaki kitabı hemen alacağım. Umarım bol aksiyon falan olur. Eric kendine gelmiştir. Sookie artık başını belaya sokmaz. Bill sonsuza kadar yok olur. Alcide musmutlu olur. Falan filan.

Her şeye rağmen seriyi hala çooook seviyorum. Böyle kucağıma alıp, sevesim geliyor. Cidden Sookie gerçek olsaydı. Süperötesi dedikodu yapılır o kızla. :D

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Ağustos 2015 Cuma

Kitap Yorumu: Gece Avcısı 7 (Son Kitap) - Mezardan Uyanan


Merhabaaa

Ya, bu aralar eski karakterlere elveda diyorum. Hem pişmanlık duyuyorum hem de ben sanki evladı en iyi üniversiteyi kazanmış anneler gibi gururlanıp, "bu kereta da bitti, neler yaşadık be" diyorum. Sıcaklardan olsa gerek...

Ama cidden Bones'a veda etmek hem eğlenceliydi hem de beklediğimden daha fazla üzüldüm ya. Çünkü serinin son kitaplarına doğru artık isyan ediyordum, "bitsin, yazar hep aynı maratonda devam ediyor" diye söyleniyordum. Hatta bu son kitabı da seri bir an önce bitsin diye aldım. Ama bitince de bir tuhaf oldum. Bones bu ya. İlk okuduğum zaman lise 2'deydim. İlk kitabı o kadar çok sevmiştim ki ikinci kitap için bir öğle yemeğini atlatıp, aç bir halde parayı kitaba yatırmıştım. :D Pişman mıyım ? Yoo, serinin ilk iki kitabı hala benim için favorim. O yüzden söylensem de bu seriyi seviyorum. Favorilerim arasında. Bones&Cat çiftine bayılıyorum. Hala Ian konusunda yan seri ya da kitap istiyorum. Frost, duy beni. Para bitince n'apcaksın annem ?

Tamam şimdi biraz ciddi olayım. Serinin bir önceki kitabında Madigan'ın büyük bir bela olacağını tahmin etmiştim. Tahminler doğru millet. Öyle böyle değil. Sanırım en büyük düşmanlarından biriydi Madigan. (Bu kötü karakter, Cat'in amcası Don'ın eski iş ortağıydı.) Mezardan Uyanan, cidden hem kitabın adını yansıtmış hem de serinin final kitabına yakışır bir kurgu olmuş. Yazar sanki durmuş durmuş son anda hünerlerini göstermiş. Yerim bu kadını.

"Beni özledin mi, Kedici?"
Bu sorunun kulağa ahlaksızca gelmesini nasıl sağladığını bilmiyordum, ama bunu yapabiliyordu.

Madigan ile ilgili bir sürü şey öğreneceksiniz. Bunları öğrenirken ve bunlarla mücadele ederken Bones ve Cat tüm dostlarından hatta eski düşmanlarından bile yardım alıyorlar. Tyler (aşırı komik ve eşcinsel medyum), Marie (Cat'le Bones'u önceki kitaplarda fena uğraştıran Vudu Kraliçesi), Bones'un dostları; Ian (ya yerim bu adamı, favori yan karakterim), Spade&Denise (bu çifti seriyi okuyanlar çok iyi bilir), Vlad (minnacık gözüküyor bizim modern Dracula), Mencheres&Kira (en kıl olduğum çift herhalde) ve Cat'in tuhaf dostları; Tate (Bones'un bir numaralı düşmanı), Dave, Cooper ve Juan. Yani seride gördüğümüz hemen hemen tüm karakterleri final kitabında göreceksiniz. O yüzden bu kitabı cidden çok sevdim. Zaten 1.5 günde okudum. Gerisini siz düşünün...

Şimdi kitaptaki olaylardan bahsedeceğim ama ne anlatırsam anlatayım okurken şok olmanıza engel olamayacak. Yazar bu kitapta sizi iki kere üst üste şaşırtacak. Ve hazırlıksız olacaksınız. Okurken resmen diken üstündeydim. Ve açıkçası birazcık Şafak Vakti'ni (Alacakaranlık'ın final kitabı) hatırlattı bana. Yani siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ama okurken aklıma o kitap geldiyse, demek ki biraz benzerlik vardır. Neyse. Olaylar dediğim gibi Madigan'ın sırları açığa çıktığında durdurulamaz bir hal alır. Bones ve Cat hiç mi hiç yerlerinde durmazlar. Okurken başım döndü. Aksiyon tavandı. Romantizim elbette vardı. Kahkaha işi Ian'a verilmiş. Her zamanki gibi. Özellikle bir cümlesi beni gerçek anlamda kırdı geçirdi.

Ian tepemizdeki haça alaycı bir şekilde baktı.
"Dua et de birileri dinliyor olsun, kanka, yoksa Charles geldiğinde hepimizi si-"
Ian'a kötü kötü bakarak, "Sinirli olduğunu göreceğiz." diye araya girdim.

Kitabın sonu da tam istediğim gibi bitti. Yazar zaten Cat'le Bones'u tekrar göreceğimizin sinyalini vermiş. Çok özlemeyeceğiz sanırım. Ama bir şey canımı sıktı. Bunu ne yazık ki söyleyemem, spoiler olur. Cat ve Bones'la ilgili. Aman, okuyun işte. :D

Gece Avcısı da bitti iyi mi! Onlarla beraber yaşlandım resmen. Cat, nereden nereye geldi. Vampir avlarken vampir olan asi kadın. Bones da sert kabuğunu birazcık kırdı. Karakterlerin gelişimini böyle heyecanla, aksiyonla okumak... Ne bileyim duygulandım şimdi. Ama bana 'hangi seri bol aksiyonlu' diye sorsanız bu seriyi söylerim. Yok böyle bir aksiyon.

Daha fazla duygusallığa bağlamadan kaçar ben. Bones, Cat'le beraber olduğuna göre Ian'ı sahiplenebilirim. *-*

Sevgiler, öpücükler: Jane

16 Ağustos 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Yakut Çember (Son Kitap) - Richelle Mead


Merhaba

Nabersiniz ? Ben böyle yine boşlukta süzülüyorum. Çünkü en bi sevdiğim seri son buldu ve ben de son kitabına balıklamasına atlayıp, bir günden kısa bir sürede bitirdim. Sonra Jane'in beyni haşat oldu, bedeni süzülmeye başladı... Kısacası beynime oksijen gitmiyor şu an. Nasıl biter ya ? Richelle abla dedim, bunu bana yapamazsın! Adrian Ivashkov benim kaderim. Ne demek Sydney Ivashkov, mutlu sonlar, kahkahalar... Bensiz Ivashkov olamaz! Durun saçmalamaya başladım. Dedim size beynime oksijen gitmiyor. Nerede benim besleyicim ?

"Büyük ihtimalle yara izim bile olmayacak. Tüh. Şurada havalı bir iz kalır diye düşünmüştüm." Yüzünün yan tarafına dokundu. "Zaten mükemmel olan elmacık kemiklerimi ortaya çıkarıp erkeksi bir hava katardı. Daha fazla erkeksiliğe ihtiyacım olduğundan değil de..."

Şimdi beni bilen bilir. Kitap karakterlerine süper takıntılıyımdır falan ama Adrian Ivashkov cidden vazgeçilmezim oldu. Onun yüzünden 'yeşil gözlü olmazsa olmaz' dediğim dönemler yaşadım. 'Elmaslar yağdırırım' diyecek kocalar hayal ettim. Espri üstüne espri yapan, hayatı çok da tınlamayan insanları gözledim. Elbette hiçbiri Adrian gibi değildi. Ama bir umut işte, insanlar Ivashkov gibi birini arıyor. (5 yıl sonra koca bir hayal kırıklığı yaşayacak haberi yok)

Adrian Ivashkov'u lise 2'de falan tanımıştım. Vampir Akademisi'ni okuyan bir arkadaşımla dalga geçmiş, sonrasında seriyi silip, süpürmüştüm. Buz Öpücük'te karşımıza çıkan Adrian, o gün bugündür etrafımdaki kızların eniştesi oldu. Sonra seri bitince Richelle abla dedi ki, yan seri yapıyorum baş karakterinde de Adrian var. Beni bu haberi alınca bir hayal edin... Zil takıp, oynamadığım kalmıştı. 2011'de başlayan macera dün son buldu. Koca bir 4 yıl boru mu? Her sene kitapların erkenden çıkması için Artemis'e baskı yapmalarım mı dersiniz, oradan buradan spoiler toplama çabalarım mı dersiniz... 4 yıl boyunca neler yaşadım. Ve sonra enayi gibi dün bir oturuşta son kitabı okudum. Ay bitti. Adrian Ivashkov dönemi bitti mi şimdi ? Edward Cullen dönemin de bile bu kadar isyankar olmamıştım.

Tahmin edersiniz ki bu yorum uzun olabilir. Ivashkov söz konusu. Benim biriciğim bitti. Nasıl koydu bana anlatamam. Bari son kitap yorumunda içimi dökeyim. O kadar yıl sanki gerçekmiş gibi hakkında bissürü dedikodu yaptığım karaktere kolay kolay elveda demem. Rose yüzünden acı çektiğinde Rose'a etmediğim küfürler kalmamıştı. Dimitri'yi küçük görmüştüm. Sydney'le olacaklarını duyunca, çok masum olmasına rağmen Rose'a ettiğim küfürlerden daha beterleri sıralamıştım. Şimdi son kitabı habire Sydney Ivashkov diye okumak... 86 kere bayılmak istiyorum.*

Ama Richelle ablanın hakkını yemeyeyim. Son kitabın da serinin de hakkını verdi. Vampir Akademisi ayrı bir güzeldi. Kanbağı ayrı bir güzeldi. İkisinde de ayrım yapamam. Toplam 12 kitap ama okumaya kıyamazsınız. Ama serinin içinden favorilerinizi seçmek mümkün. Vampir Akademisi'nde Ruh Bağı'nı çok sevmiştim sanırım. Kanbağı'nda ise açık ara farkla Gümüş Gölgeler derim. Yakut Çember de çok güzeldi. Aksiyon da vardı, gizem de vardı, romantiklik zaten eksik değildi ama bir önceki kitap benim gözdem. Yine de Yakut Çember, seriye yakışan bir son olmuş ve süperötesi darbeler vurmuş.

Kitapta olaylar kaldığı yerden devam ediyor zaten. Gümüş Gölgeler'de Adrian, Sydney'i kurtardıktan sonra hızlı bir şekilde evlenip, Simyacılardan kaçmak için Saray'a gelmişler ve Lisa'ya sığınmışlardı. Tam her şey yoluna giriyor derlerken Lisa'nın kardeşi Jill kaçırılmıştı. Falan filan. Bu kitapta ise tahmin edeceğiniz üzere Jill'i aramaya koyuluyorlar. Ama ekstra bir konu daha var. Olivie ve Nina kardeşleri hatırlıyor musunuz ? Onlarla ilgili ilginç ve dramatik bir konu yer alıyor kitapta. Adrian'ın ruh gücü ön plandaydı ve onu sürekli tehlikeye soktu. Sydney ise kendini aştı diyebilirim. İkisi de tam lider rolündeydi bu kitapta. Ve son kitapta tüm ekip bir aradaydı. Rose, Dimitri, Eddie, Neil, Sonya, Lisa, Christian (ki iki kere gözüktü, kayboldu), Sydney'in uyuz babası ve kardeşi Zoe, Bayan Terwilliger, Marcus ve daha hatırlamadıklarım bile. Sürpriz bir isim var. İlk okuduğunuzda dikkat etmeyeceksiniz ama yazar öyle bir bomba bilgi vermiş ki... Sanırım ömür boyu şoktan çıkamayacağım. Beni acayip şaşırttı. Öyle böyle değil. Hatta herkese söyleyip, çıldırtmak istiyorum şu an ama ben iyi bir kızım. Yok size spoiler. :D

Konuyu derinlemesine anlatmayacağım. Çünkü çok fazla şey gerçekleşti ve spoilerle bağlantılı. Ama minik bir şeyden bahsedeceğim. Çünkü alıntıları da ona göre paylaşacağım. Spoiler değil çok. Zaten üstünden geçeceğim öyle. Şey, kitabı okumadan önce birkaç spoiler almıştım. Sydney'le Adrian'ın bebeği ve Rose'la Dimitri'nin bebeği olacak ehehe mutlu aile tablosu gibi şeylerdi. YALAN. Evet, ortada bir bebek var ama bu çiftlere ait değil. Bebekle ilgili olan bölümlere ayrı bayıldım. Adrian'ın, Rose'un, Dimitri'nin ve Sydney'in tepkileri beni öldürdü. Özellikle Adrian'ın tepkileri... İçindeki baba sevgisi ortaya çıktı resmen. Daha 22 yaşında bir de kereta. :D

"Adrian Ivashkov, bebeklere fısıldayan adam." -Rose (Adrian burada bebeğe klasik rock şarkıları söylüyordu.)

Rose bir kahkaha attı. "Ah, bugünleri de mi görecektim? Dimitri Belikov, sert çocukların tanrısı, bir bebek koltuğunu arabaya yerleştiriyor."

... Dimitri bir kahkaha attı. "Rose Hathaway, namlı isyankar, anaç yanını gösteriyor."

...Böylece Dimitri ve ben de bebeğe bakmak durumunda kaldık, ki bu da çılgın bir sitcom ortamı yarattı.

Bunların dışında... Serideki eski isimler karşınıza çıkacak. Bazılarını ilkten hatırlayamadım. Ama yazar her biri hakkında hatırlatıcı bilgiler de yazmayı unutmamış. Seviyorum bu kadını ya. Bir de bu kitapta da yine hem Adrian'ın hem Sydney'in gözünden olayları okuyoruz ama Adrian'ınkiler daha ön plandaydı. Bir bölüm fazla daha anlatmıştı ve bölüm uzunluğu Adrian'ın daha fazlaydı. Resmen Richelle, Al Jane, her şeyi son kitaba sakladım. Adrian ön planda, gönlü keyfi yerinde, bak yüzü de gülüyor daha ne istiyorsun benden demiş. Teşekkürler efenim. Sydney kazığını unutmadım ama. Ehehehe.

Richelle ablamız
Başka da bir şey yok sanırım. Daha anlatırım da spoiler olur ya da saçmalarım falan. En iyisi burada bitirmek. Hoş, bitirmek de istemiyorum. Sanki yazıyı yayınladıktan sonra Ivashkov'u tamamen kaybedecekmişim gibi. -.- Bakın, bu seriyi kesinkes okuyun. Ama Adrian'a yan gözle bakmak yok. Anlaştık mı ? Durun, göz yaşlarım birikmeden yazıyı bitireceğim. Ne diyebilirim ki ? Hem VA serisi hem de Kanbağı serisi diğer vampir kitaplarından çok farklı. Çünkü ekstra eğlenceli, komik, kurgusu sağlam ve şaşırtıcı. Richelle ablaya sevgiler! Canımsın. Bazen Ivashkov'u bize tanıttığın ve anlattığın için yanına gelip, sarılmak istiyorum. Ama para yok. Pasaport yok. Vize desen uzun iş. En iyisi uzaktan öpeyim seni. Saçmalıyorum. Kaçıyorum. 

Sevgiler, öpücükler: Ivashkov'una bağlı bir Jane

Not: Ya son kez bi şey diyeyim mi ? Sanki Richelle bu ekibi kolay kolay bırakmayacakmış gibi geliyor bana. Yakut Çember'in son bölümünü okurken bile sanki devam edecekmiş gibi hisettim. Bakın yazıyorum buraya. Richelle'nin parasının suyu biraz çeksin 'ehehe bu ekibi özlediniz di mi ? alın size yeni yan seri' diye önümüze tüm ekibin olduğu bir seri koyarsa harbi balıklama atlarız. Ben atlarım yani. Üstüne ekstra para vererek hem de!