Pages

Kanbağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kanbağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2015 Pazar

Kitap Yorumu: Yakut Çember (Son Kitap) - Richelle Mead


Merhaba

Nabersiniz ? Ben böyle yine boşlukta süzülüyorum. Çünkü en bi sevdiğim seri son buldu ve ben de son kitabına balıklamasına atlayıp, bir günden kısa bir sürede bitirdim. Sonra Jane'in beyni haşat oldu, bedeni süzülmeye başladı... Kısacası beynime oksijen gitmiyor şu an. Nasıl biter ya ? Richelle abla dedim, bunu bana yapamazsın! Adrian Ivashkov benim kaderim. Ne demek Sydney Ivashkov, mutlu sonlar, kahkahalar... Bensiz Ivashkov olamaz! Durun saçmalamaya başladım. Dedim size beynime oksijen gitmiyor. Nerede benim besleyicim ?

"Büyük ihtimalle yara izim bile olmayacak. Tüh. Şurada havalı bir iz kalır diye düşünmüştüm." Yüzünün yan tarafına dokundu. "Zaten mükemmel olan elmacık kemiklerimi ortaya çıkarıp erkeksi bir hava katardı. Daha fazla erkeksiliğe ihtiyacım olduğundan değil de..."

Şimdi beni bilen bilir. Kitap karakterlerine süper takıntılıyımdır falan ama Adrian Ivashkov cidden vazgeçilmezim oldu. Onun yüzünden 'yeşil gözlü olmazsa olmaz' dediğim dönemler yaşadım. 'Elmaslar yağdırırım' diyecek kocalar hayal ettim. Espri üstüne espri yapan, hayatı çok da tınlamayan insanları gözledim. Elbette hiçbiri Adrian gibi değildi. Ama bir umut işte, insanlar Ivashkov gibi birini arıyor. (5 yıl sonra koca bir hayal kırıklığı yaşayacak haberi yok)

Adrian Ivashkov'u lise 2'de falan tanımıştım. Vampir Akademisi'ni okuyan bir arkadaşımla dalga geçmiş, sonrasında seriyi silip, süpürmüştüm. Buz Öpücük'te karşımıza çıkan Adrian, o gün bugündür etrafımdaki kızların eniştesi oldu. Sonra seri bitince Richelle abla dedi ki, yan seri yapıyorum baş karakterinde de Adrian var. Beni bu haberi alınca bir hayal edin... Zil takıp, oynamadığım kalmıştı. 2011'de başlayan macera dün son buldu. Koca bir 4 yıl boru mu? Her sene kitapların erkenden çıkması için Artemis'e baskı yapmalarım mı dersiniz, oradan buradan spoiler toplama çabalarım mı dersiniz... 4 yıl boyunca neler yaşadım. Ve sonra enayi gibi dün bir oturuşta son kitabı okudum. Ay bitti. Adrian Ivashkov dönemi bitti mi şimdi ? Edward Cullen dönemin de bile bu kadar isyankar olmamıştım.

Tahmin edersiniz ki bu yorum uzun olabilir. Ivashkov söz konusu. Benim biriciğim bitti. Nasıl koydu bana anlatamam. Bari son kitap yorumunda içimi dökeyim. O kadar yıl sanki gerçekmiş gibi hakkında bissürü dedikodu yaptığım karaktere kolay kolay elveda demem. Rose yüzünden acı çektiğinde Rose'a etmediğim küfürler kalmamıştı. Dimitri'yi küçük görmüştüm. Sydney'le olacaklarını duyunca, çok masum olmasına rağmen Rose'a ettiğim küfürlerden daha beterleri sıralamıştım. Şimdi son kitabı habire Sydney Ivashkov diye okumak... 86 kere bayılmak istiyorum.*

Ama Richelle ablanın hakkını yemeyeyim. Son kitabın da serinin de hakkını verdi. Vampir Akademisi ayrı bir güzeldi. Kanbağı ayrı bir güzeldi. İkisinde de ayrım yapamam. Toplam 12 kitap ama okumaya kıyamazsınız. Ama serinin içinden favorilerinizi seçmek mümkün. Vampir Akademisi'nde Ruh Bağı'nı çok sevmiştim sanırım. Kanbağı'nda ise açık ara farkla Gümüş Gölgeler derim. Yakut Çember de çok güzeldi. Aksiyon da vardı, gizem de vardı, romantiklik zaten eksik değildi ama bir önceki kitap benim gözdem. Yine de Yakut Çember, seriye yakışan bir son olmuş ve süperötesi darbeler vurmuş.

Kitapta olaylar kaldığı yerden devam ediyor zaten. Gümüş Gölgeler'de Adrian, Sydney'i kurtardıktan sonra hızlı bir şekilde evlenip, Simyacılardan kaçmak için Saray'a gelmişler ve Lisa'ya sığınmışlardı. Tam her şey yoluna giriyor derlerken Lisa'nın kardeşi Jill kaçırılmıştı. Falan filan. Bu kitapta ise tahmin edeceğiniz üzere Jill'i aramaya koyuluyorlar. Ama ekstra bir konu daha var. Olivie ve Nina kardeşleri hatırlıyor musunuz ? Onlarla ilgili ilginç ve dramatik bir konu yer alıyor kitapta. Adrian'ın ruh gücü ön plandaydı ve onu sürekli tehlikeye soktu. Sydney ise kendini aştı diyebilirim. İkisi de tam lider rolündeydi bu kitapta. Ve son kitapta tüm ekip bir aradaydı. Rose, Dimitri, Eddie, Neil, Sonya, Lisa, Christian (ki iki kere gözüktü, kayboldu), Sydney'in uyuz babası ve kardeşi Zoe, Bayan Terwilliger, Marcus ve daha hatırlamadıklarım bile. Sürpriz bir isim var. İlk okuduğunuzda dikkat etmeyeceksiniz ama yazar öyle bir bomba bilgi vermiş ki... Sanırım ömür boyu şoktan çıkamayacağım. Beni acayip şaşırttı. Öyle böyle değil. Hatta herkese söyleyip, çıldırtmak istiyorum şu an ama ben iyi bir kızım. Yok size spoiler. :D

Konuyu derinlemesine anlatmayacağım. Çünkü çok fazla şey gerçekleşti ve spoilerle bağlantılı. Ama minik bir şeyden bahsedeceğim. Çünkü alıntıları da ona göre paylaşacağım. Spoiler değil çok. Zaten üstünden geçeceğim öyle. Şey, kitabı okumadan önce birkaç spoiler almıştım. Sydney'le Adrian'ın bebeği ve Rose'la Dimitri'nin bebeği olacak ehehe mutlu aile tablosu gibi şeylerdi. YALAN. Evet, ortada bir bebek var ama bu çiftlere ait değil. Bebekle ilgili olan bölümlere ayrı bayıldım. Adrian'ın, Rose'un, Dimitri'nin ve Sydney'in tepkileri beni öldürdü. Özellikle Adrian'ın tepkileri... İçindeki baba sevgisi ortaya çıktı resmen. Daha 22 yaşında bir de kereta. :D

"Adrian Ivashkov, bebeklere fısıldayan adam." -Rose (Adrian burada bebeğe klasik rock şarkıları söylüyordu.)

Rose bir kahkaha attı. "Ah, bugünleri de mi görecektim? Dimitri Belikov, sert çocukların tanrısı, bir bebek koltuğunu arabaya yerleştiriyor."

... Dimitri bir kahkaha attı. "Rose Hathaway, namlı isyankar, anaç yanını gösteriyor."

...Böylece Dimitri ve ben de bebeğe bakmak durumunda kaldık, ki bu da çılgın bir sitcom ortamı yarattı.

Bunların dışında... Serideki eski isimler karşınıza çıkacak. Bazılarını ilkten hatırlayamadım. Ama yazar her biri hakkında hatırlatıcı bilgiler de yazmayı unutmamış. Seviyorum bu kadını ya. Bir de bu kitapta da yine hem Adrian'ın hem Sydney'in gözünden olayları okuyoruz ama Adrian'ınkiler daha ön plandaydı. Bir bölüm fazla daha anlatmıştı ve bölüm uzunluğu Adrian'ın daha fazlaydı. Resmen Richelle, Al Jane, her şeyi son kitaba sakladım. Adrian ön planda, gönlü keyfi yerinde, bak yüzü de gülüyor daha ne istiyorsun benden demiş. Teşekkürler efenim. Sydney kazığını unutmadım ama. Ehehehe.

Richelle ablamız
Başka da bir şey yok sanırım. Daha anlatırım da spoiler olur ya da saçmalarım falan. En iyisi burada bitirmek. Hoş, bitirmek de istemiyorum. Sanki yazıyı yayınladıktan sonra Ivashkov'u tamamen kaybedecekmişim gibi. -.- Bakın, bu seriyi kesinkes okuyun. Ama Adrian'a yan gözle bakmak yok. Anlaştık mı ? Durun, göz yaşlarım birikmeden yazıyı bitireceğim. Ne diyebilirim ki ? Hem VA serisi hem de Kanbağı serisi diğer vampir kitaplarından çok farklı. Çünkü ekstra eğlenceli, komik, kurgusu sağlam ve şaşırtıcı. Richelle ablaya sevgiler! Canımsın. Bazen Ivashkov'u bize tanıttığın ve anlattığın için yanına gelip, sarılmak istiyorum. Ama para yok. Pasaport yok. Vize desen uzun iş. En iyisi uzaktan öpeyim seni. Saçmalıyorum. Kaçıyorum. 

Sevgiler, öpücükler: Ivashkov'una bağlı bir Jane

Not: Ya son kez bi şey diyeyim mi ? Sanki Richelle bu ekibi kolay kolay bırakmayacakmış gibi geliyor bana. Yakut Çember'in son bölümünü okurken bile sanki devam edecekmiş gibi hisettim. Bakın yazıyorum buraya. Richelle'nin parasının suyu biraz çeksin 'ehehe bu ekibi özlediniz di mi ? alın size yeni yan seri' diye önümüze tüm ekibin olduğu bir seri koyarsa harbi balıklama atlarız. Ben atlarım yani. Üstüne ekstra para vererek hem de!

2 Şubat 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Kanbağı 5 - Gümüş Gölgeler


Merhabalar...

Ay, şuan çok sabırsızım. Direk konuya girmek istiyorum. Aslında kitabı bitireli üç gün oluyor ama blog'a yazma fırsatım olmadı. Yine de gün içinde ne yazacağıma dair aklımdan birkaç örnek geçti. Ve inanın bana, 2015'in ilk 'en iyi' kitabını okumuş bulunmaktayım. Richelle Mead'e kocaman alkışlar...

Öncelikle şunu belirteyim. Her zaman soruluyor çünkü. Kanbağı serisi, Vampir Akademisi serisinin yan ürünüdür. Yani VA'yı okumadan Kanbağı'na başlarsanız gerçekten ciddi kopukluk yaşarsınız. Önceliği VA'ya verin. Ki gerçekten iki seri de benim favorilerimden. Zaten VA, ilk okuduğum serilerden biri. Yeri çok ayrıdır. O yüzden bunu göz önünde bulundurarak yorumu okuyun ve direk başlayın. :D Ayrıca, serinin önceki kitaplarını okumamışlar için müthiş spoiler vermiş bir kitap yorum yazısı olabilir. Tüm uyarıları okuyup, inatla okumak isteyenler ya da seriyi okuyup, bu kitabı merak edenler hazırsa... Uçuşa hazırlanın canlarım.

Gümüş Gölgeler, serinin diğer kitaplarına göre çok daha farklı, akıcı, romantik ve aksiyon dolu bir kitap olmuş. Hatta şaşırtmalı bölümler bile vardı. Çok kısa bir zamanda okudum ve pişman değilim. Zaten okurken öyle sarıyor ki bırakmak imkansız. Gerçekten serinin en iyisi olmuş. Sanırım yazarımız bu kitabı iyi günlerinde yazmış. :D Aşık oldum desem yeridir. Şöyle de bir şey var ki bu kitabı bazı okuyucular çok sevmiş bazıları hiç sevmemiş... Bilemedim ki. Ben çok sevdim, orası kesin.

Kitabın içeriğine giriş yapıyorum hemen. Önceki kitap gibi Gümüş Gölgeler'de de hem Adrian'ın hem Sydney'in gözünden olayları okuyoruz. Ateşli Kalp'te, olaylar son anda fena karışmıştı. Adrian ve Sydney müthiş bir şekilde aşk yaşarken, Sydney'in cadı (mecazi anlamda) ve fırsatçı, yalakacı kardeşi Zoe'in bu durumu anlayıp, Simyacılara bildirmesi ile dehşet verici bir olayla karşılaşmıştık. Sydney, Simyacılar tarafından ele geçirilip, "Yenileme Programına" konulmuştu. İnanın bana, berbat bir yer.

Adrian. Sırf adı bile onca uzun ve karanlık saati atlatmama yardımcı olmuştu. -Sydney

Kitabın ilk yarısı, Sydney'in Simyacıların o dehşet ortamındaki yaşadıklarını okuyoruz. Neler çekiyor kızcağız. Valla üzüldüm. Sydney'i hala çok sevemiyorum ama güçlü olmasına hayran kaldım. Gerçekten 'beyin yıkama' bölümlerinde iyi direndi. Simyacıların aslında ne kadar kötü ve acımasız olduklarını bu kitapta görmek mümkün. Okurken sinir krizlerine girdim ve resmen Sydney'in acısını paylaştım. Bu bölümler hem heyecan verici hem de sinir bozucuydu. Ama öyle güzel sahneler vardı ki... Sanki gerilim filmi izliyormuşum gibi hissettim. Gerçekten, yazarımız çok başarılı bir şekilde anlatmış. :D Bir daha oturup, sıkılmadan okurum. Sydney'in görünmezlik büyüsüne hayranım. Burada anlatırken tekrar okuyasım geldi bak...

Sydney bambaşkaydı. Onunla aşkı, saygıyı ve beni anlayan bir dostu kaybetmiştim. -Adrian

Adrian'a gelirsek... Tahmin edebileceğiniz gibi mahvoldu. Tam gerçek aşkını buldu derken birden Sydney'i kaybetmesi... Gerçekten mahvoldu. İlk zamanlar umudu vardı. Sydney'i rüyalarında ziyaret edemese bile (simyacılar bunu bir şekilde engelliyor) ısrarla ayık kalıp, denedi. Ama bir ara pes etti ve tam eski haline döndü. Ayyaş ve Partilerin Prensi'ne merhabalar... Resmen dağıttı kendini. Bir ara Saray'a gitti. (VA'daki Saray) Orada birazcık da olsa Rose'u, Dimitri'yi ve Lissa'yı görebilirsiniz. Ama onlar bile Adrian'a engel olamadı. Zaten bir bölümde Adrian'ı sarsıp, tokatlayasım geldi. Neyse ki son anda toparladı ve biricik Adrian'ıma yine sempati besledim. (Ivashkov'una hiç kıyamayan Jane)  Ama gerçekten bu kitapta Adrian'a daha fazla aşık olabilirsiniz. Öyle böyle değil... Çok, çok değişti. Aşık olduğundan sanırım artık sorumluluklarının farkında. Pasif ve saf durumunda değil. Lider konumuna kadar geldi. Resmen kitap karakterimle gurur duyuyorum. Ne günler, ne acılar geçirdik biz onunla... (Gece gece blog yazısı yazınca böyle sarhoş modunda olabiliyorum.)

Kitabın ilk yarısı genelde böyle. Atladığım bir özel durum var mı... Düşündüm de yok. Genel hatları böyleydi. Hem heyecan verici hem akıcı... Ayrı olmaları tabii romantizm'i yok etmemiş. İkisi de birbirine öyle aşık ki... Ne cıvık cıvık ne kopuk. Tam yerindeydi.

Kitabın diğer yarısına gelirsek... Bazıları için spoiler olabilir. O yüzden uyarıyorum. Eğer bilmek istemiyorsanız lütfen burayı atlayın ve son paragrafı okuyun. :D Ama 'zaten az buz tahmin ediyorum, ek bir bilgi daha alayım' diyenler varsa lütfen sohbetimize devam edelim ve çekiştirelim.

SPOILER--- Kitabın ikinci yarısında ise işler bambaşka bir boyut alıyor. Ya aslında normalde böyle bir şey yapmazdım blog yazılarımda. Ama bu bölümleri öyle çok sevdim ki biraz çıtlatmazsam ben çatlayacaktım. 
Belki tahmin edenler olmuştur. -açıkçası okurken ben tahmin etmiştim- Adrian, Marcus, onun ekibi ve Sydney'in tutulduğu yerdeki birkaç kişinin yardımı ile oradakileri serbest bırakırlar. Ve bir kaçış planı yaparlar. Çünkü Simyacılar hiçbir zaman Sydney'in peşini bırakmamaya yemin etmişlerdir. Bu yüzden Adrian ve Sydney son anda farklı bir plan yaparak diğerlerinden ayrılırlar. Resmen, Amerika'yı gezdiler. Oradan oraya kaçtılar. Çünkü Simyacılar her yerde karşılarına çıkıyordu.Bana Mr. and Mrs. Smith'i anımsattılar. Müthişlerdi.  Ama en favori sahnem Las Vegas oldu. Müthiş bir plan yaptılar ve heyecanla okudum. Ya zaten kitabın son 80 sayfası falan hep aksiyon ve romantik doluydu. Hep bir olay vardı. Oraları soluksuz okudum. Ki zaten son 80 sayfadaki bölümlerde 'ay şurayı okuyup, bırakayım' deme gibi bir planınız olmayacak. Bıraktırmıyor kitap. Kitaba aşık olmamın ve 2015'teki okuduğum ilk en iyi kitap dememin sebebi bu bölümlerdi. Oraya bir işaret koydum. Fırsat buldukça okumayı düşünüyorum. 

"...Neden hep aşırı uçlarda geziyorsun?"
"Çünkü hiçbir duyguyu yarım yamalak yaşamıyorum, anne. Özellikle de, aşkta." -Adrian

Tüm içtenliğimle diyorum ki; bayıldım! Ben zaten aksiyon ve romantik seven biriyim. İkisi beraber her kurguyu güzelleştiriyor. O yüzden serideki favori kitabım kesinlikle Gümüş Gölgeler... Hem karakterlerin analizleri, hem kurgudaki gelişmeler ve şaşırtıcı bölümler, hem de aksiyonun ve romantizmin fazla ve dengeli olması kitabı elmas değerinde yapıyor. Beni mahveden, sinir eden hatta bunun bir gün gelip, okuyacağım bir gelişme olacağını bildiğim halde beni yıkan bir sahneyi buradan söz etmek isterdim ama o, kitabın ana spoileri. :D (Bu cümleyi ingilizceye çevirmeye kalksam sanırım üniversiteyi bırakırım.)  Beni çok iyi tanıyanlar aslında tahmin edebilirler. Adrian karakteri benim için çok farklı. İlk sevdiğim erkek karakterlerden biri. O yüzden böyle hassasım. Neyse. Geçelim bunları.

Seriyi okumanız için daha ne diyeyim bilmiyorum. Zaten seriye devam edip, Gümüş Gölgeleri okumakta kararsız kalıyorsanız... Lütfen gidip, alın ve okuyun. Seri bitmek üzere. Son kitap bu ayın 10'unda yurt dışında çıkıyor. Bizde ne zaman çıkar bilmiyorum ama güvenin bana Artemis'e yükleneceğim. :D Bana yardımcı olun da hemen çıkarsınlar. Çünkü kitap heyecanlı ve merak edici bir şekilde bitti. Her zamanki gibi... Yazarımız son darbesini vurmak için final kitabı bekliyor sanırım. Umarım Gümüş Gölgeler gibi müthiş bir şey olur. Beklentimi yükseltti.

Şimdilik bu kadar. Kitap hala aklımda. Yeni kitaplara el süremiyorum onun yüzünden. Ama bir aksilik çıkmazsa minik bir sürpriz yapacağım blog'da. Tembel olmazsam bir de... Neyse.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

17 Temmuz 2014 Perşembe

Kanbağı 4 - Ateşli Kalp / Richelle Mead


Bazen kusurlar göze daha sevimli görünür.

Hmm. Nereden başlasam acaba ? Öncelikle, neredeyse bir aydır blog'a hiçbir şey yazmadım. Eğer uzun bir yazı olursa mağdur görün beni. Resmen yazmak için gün sayıyordum. Blog'a yazmaya aç kaldım. :D Bir diğer mevzu ise yorum yapacağım kitap çok fena! Zaten hem yazarına hem serisine hayran olduğum bir kitap... Eh biraz tuhaf bir yazı olacak. Benden söylemesi.

Kanbağı serisini en son geçen yaz okumuştum. Yayınevimiz sağolsun serinin yeni kitabını baya geç çıkardı ve ben de bazı nedenlerden dolayı geç alıp, okudum. İyi ki geç okumuşum! Yoksa yeni kitabı beklerken şekilden şekile girebilirdim. (Yeni kitap bu ay sonunda yurt dışında çıkıyor. Biz de herhalde yeni yılda çıkar!) 

Öncelikle, eğer bu seriyi okumayan varsa direk gidip ilk kitabı alsın. Okumaya kıyamadığım, okudukça elimden bırakamadığım bir seri. Adrian Ivashkov'un başrolde olması zaten gözü kapalı okumama sebep oluyor. Eh bir de Richelle Mead'in müthiş hayal gücü ve komik yazım tarzı da işin içinde. Ama bu kitapta her şey daha farklı. Kitabın geneli karanlık sahnelerden ve romantik dolu sürprizlerden oluşuyor.

Aşk her zaman bir imzaya bağlı olmuyor. Bence seks, değer verdiğin biriyle yapılmalı. Boş ve anlamsız bir şey olmamalı.

Bir önceki kitapta en sevdiğimiz Simyacı Sydney Sage, Simyacılara karşı çıkan bir grupla karşılaşmıştı. Ve onlara destek olmasının en büyük etkini elbette Adrian. Bu kitapta ilişkileri dolu dolu diyebilirim. Okurken kıskançlık krizlerine girdim ama eli mahkum okudum. Hem sevimliler hem uyuzlar... Ne biliyim kızamadım da çok sevinemedim de. :D Hepsi Ivashkov'un suçu ! Onu bir tek kıza bağlı görmek tuhaf oluyor. Neyse, bu kitapta Sydney iyice Simyacılar'ı yerle bir etmenin yolunu bulma çabasındaydı. Bir yandan dibinden ayrılmayan kardeşi Zoe'ya bir şeyler çaktırmamaya çalışıyordu. Diğer yandan arada kaçamaklar yapıp, Adrian'la buluşuyorlardı. Hep bir döngü içerisindeydi. Yeni bir dövme buldu ve uygulamalara başladı. Kız gerçekten zeki ve dediğim dedik biri. Açıkçası bu kitapta Sydney'e hayran kaldım. :D

Adrian'a gelirsek... Beyefendi mutluluktan havaya uçacak durumda. Bir tek kanatları eksik. O kadar mutlu ki artık alkol ya da sigara kullanmıyor. Sydney'le anlaşmaları bu. Ama bunları kullanmaması onda kötü bir etki yapmaya başlar. Biliyorsunuz, her Moroi'nin özel bir gücü olur. Adrian'ın ise ruh gücü var. Ruh'u kullanmak basitmiş gibi görünse de büyük bir sorumluluğu var. Vampir Akademisi serisinde bu yan etkileri görmüştük. Lissa, Ruh'a dayanamayıp kendini kesiyordu. Sonya ise delirmek üzereydi. Bu kitapta ise Ruh'un yan etkilerini Adrian'ın üzerinde görüyoruz. Uyuyamıyor, ölen teyzesinin sesini duyuyor, bitkin düşüyor... Resmen dengesizleşiyor ve karanlık bölüme daha da yaklaşıyor. Açıkçası bu sahneleri okumak dehşete düşürdü beni. Uzaktan Adrian'ı serseri tipli, çapkın, ayyaş ve umursamaz biri gibi görebilirsiniz. Ama onun gözünden okuyunca aslında her şeyin çok farklı olduğunu ve neden böyle yaptığını anlıyorsunuz. Richelle Mead, Adrian'ın gözünden olayları çok güzel bir şekilde aktarmış. Tam hayal ettiğim gibi. O yüzden hiç hayal kırıklığına uğramadım. Tam tersine kitabı sırıtarak okudum.

Kendimi birine bağlayıp dünyadaki bütün kadınları hayal kırıklığına mı uğratacağım ? Ben bu kadar zalim biri miyim?

Elbette olaylar bunlardan ibaret değil. Kitapta baya şeyler oluyor. Ruh'la ilgili de gelişmeler oluyor. Hatta bunun sonucunda Sydney ve Adrian saraya gidiyor. Saraydaki sahneleri okumak, beni eskiye götürdü diyebilirim. VA serisini okuyalı baya oldu ama eski karakterleri görmek, okumak... Ne bileyim sanki eski dostlara kavuşmak gibiydi. Biraz saçma bir cümle oldu ama benim için öyle. Rose, Dimitri, Christian hatta Lissa bile özlediğim karakterlerden biri. :D Bu kitapta onları kısa bir şekilde de olsa gördük ve içim ısındı. 
Kitap fantastik olmasına rağmen macera ya da aksiyon sahneleri yoktu. Şöyle söyleyeyim, son sahnelere doğru heyecan tavan yaptı ve birkaç aksiyon sahnesi vardı. Ki yazar öyle bir hayal gücü kurmuş ki "Eh biraz çıldırın ve sonrasında daha sabırsız olun" mesajını vermiş. Ben çok şaşırmadım son sahneye ya da "çıldırmalık" olaya... Richelle bu. İlla bir dönüm noktası yaratıyor serilerinde. O yüzden merakla yeni kitabı bekliyorum. :D

Sydney'i yüzüne ve saçlarına vuran ışıkta izlerken, insanların güneş için yaratıldığından bir kez daha emin oluyordum.

Bunların dışında... Spoiler vermemek için Sydney'in neler çevirdiğini ya da planlarını anlatmayacağım. Ama Adrian'la yaşadıkları romantik anlardan bahsedebilirim. (Bana işkence gibi gelse de...) 
Serinin başında hatta daha VA serisinde Sydney, bizimkilerden yani Moroi ve Dhampir topluluğundan olabildiğince uzak duruyordu. Daha sonra Adrian'la ve diğerleriyle dip dibe kalınca bu duruma giderek alıştı. Özellikle bu kitapta Sydney'de büyük değişiklikler olduğunu fark edebilirsiniz. Adrian'la geçirdikleri zamanlar cidden çok güzel. Ne çok detaya girip, boğuyor ne de kısa geçiyor. Okurken mest olabilirsiniz. Açıkçası Adrian'ın gözünden böyle romantik sahneler okumak daha da hoşuma gitti. Yazar cidden cuk diye oturtmuş seriyi. Ve bu ikilinin birbirleri için çabaladıkları gözler önündeydi. Sydney her zaman Adrian'ın iyiliğini ve sağlığını düşünüp, durdu. Adrian ise habire "Acaba Sydney'i nasıl mutlu edebilirim?" çabalarındaydı. Hoş, Sydney sadece Adrian'ın varlığı ile mutlu olabilen biri. :D Yani kısacası hem sevimli hemde örnek verici bir çift olmuşlar.

Aşk, karanlıkta bir ateştir. Bir kış gecesi ılık bir nefestir. Sana evinin yolunu gösteren bir yıldızdır.

Kitap elbette Sydney ve Adrian'dan oluşmuyor. Yan karakterlerden kısaca bahsedersem; bu kitapta yan karakter olarak Angeline favorimdi. Kızın anormal hareketleri, davranışları... ne bileyim diyalogları bile komiğime gitti. Gerçekten çok doğal bir karakterdi. Trey'le aralarındaki sorunu bi an önce halledip, beraber olsunlar istiyorum. :D Jill ve Eddie çiftine gelirsek... Son ana kadar birbirlerinden çok uzaklardı ama yazar son sahnede gülümseten bir kurgu yazmış. Artık şu Eddie'nin de yüzü gülsün! :D

Hayal gücümü asla dönemeyeceği bir yere gönderdiğin için teşekkürler.

Son olarak tek söyleyebileceğim şey; muhteşem diyaloglarla dolu dolu olan ve inanılmaz kurgusuyla baş döndüren bu seriye sıkıca bağlanın, sevin, bırakmayın. Favorilerimden biri ve kesinlikle okunmaya değer bir seri. :D

Sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Bu kitapta Sydney'in en sevdiği tatlının baklava olduğunu öğrendim. Adrian sırf baklava için Yunan lokantasına gidiyor. Açıkçası o sırada Abe'nin oraya basıp, "Baklava bir Türk tatlısıdır!" demesini bekledim bile. :D

Not2: Bu kitapta Adrian'daki değişiklikleri fark edebilirsiniz. Mesela eskisi gibi zevk düşkünü ya da elmaslar yağdıran bir adam değil. Maddiyattan önce maneviyatın geldiğini düşünmeye başladı.

6 Ağustos 2013 Salı

Kanbağı 3 - Mavi Büyü / Richelle Mead


    Kitabı bulup, alana kadar canım çıktı. Kitap bitince de canım çıktı. Bir kitap beni ancak bu kadar mahvedebilirdi. Richelle Mead kesinlikle benim azrailim. Kadın, Adrian Ivashkov karakteriyle beni yerle bir edebilir...
"Beni kandırma. Şeye dayanamadığımı biliyorsun..." "Bana mı ?" Dergiyi işaret ettim." Bulmacalara. "
Kanbağı serisinin 3.kitabı Mavi Büyü, yurtdışında Şubat ayında çıkmasına rağmen bizde ancak çıktı ve sonunda okudum. Kitabı okumadan önce yorumları okumuştum. "Eh, bu sefer ayvayı yedim." dedim. Ki daha bu başlangıçmış. Kanbağı'nın 4.kitabı, Vampir Akademisi'nin Kan Sözü kitabının etkilerini oluşturacak cinstenmiş. (Kan Sözü, tüm doğal afetlerden daha büyük yıkım getirmişti okuyuculara.)
"Sen onun kadar kayıp vaka değilsin. Yani Rose konusunda, onun Rus bir gardiyana olan destansı aşkını aşmak zorundaydım. Oysa seninle tek sorunumuz türlerimiz arasındaki birkaç yüzyıllık önyargılar. Benim için çocuk oyuncağı!"

Hazır aklımdayken kitabın konusundan bahsedeyim ; Mavi Büyü, Altın Zambak'ın devamı niteliğinde. Olaylar kaldığı yerden devam ediyor. Adrian, reddedilince Sydney'den uzak durmaya devam eder. Jill ise Adrian'la aralarında ruh bağı olduğu için olan bitenlerden haberi vardır ve o da Sydney'e karşı biraz tavırlıdır. Eddie ve Angeline ise ilişkilerine aynen devam ediyordur. Buraya kadar her şey normal.
" Biliyorsun normal şartlar altında beni yatak odasına davet etmen günümü aydınlatırdı."
Ama bir gece, Bayan Terwilliger (Sydney'in okuldaki tarih hocası ve aynı zaman da kadın büyücü/cadı) tarafından uyandırılan Sydney yepyeni bir olaya adım atar.  [Sydney bir simyacı fakat büyü de yapabiliyor. Bayan Terwilliger bunu öğrenince onun peşini bırakmamış ve Altın Zambak'ta iyice eğitmeye başlamıştı. Her ne kadar bu hoşuna gitmese de Sydney'de büyücülük eğitimine Adrian dışında herkesten gizleyerek yapmaya devam eder.] Bayan Terwilliger'ın aradığı gece ise bir yer belirleme büyüsü yapmıştır. Çünkü Bayan Terwilliger'ın kız kardeşi Veronica kötü işlerin peşindedir. Genç kalmak için genç büyücü kızların canını almaya devam ediyordur. Ama ilerleyen bölümlerde olayların daha karışık olduğu anlaşılır.
" Merak etme. " diye mırıldandı. " Elbise kalacak. " " Ah bu kararı sen mi vereceksin ?" " Evet." "... Bazen ,son noktaya ulaşmadan önce, yolda biraz oyalanmaya değer. "
Kitaptaki bir diğer entresan konu ise yine Altın Zambak'ta karşılaştığımız Işık Savaşçıları topluluğu. Bu Savaşçılar, Strigoileri öldürmeye çalışan bir gruptur. Hatta bu yüzden Sonya Karp'ın başı belaya girmişti. Simyacılar Sydney'i de işin içine katıp bir şekilde halletmeyi başarmıştı ama bu kitapta gördüğümüz gibi işler hiçte öyle gibi değildir. Savaşçılar sadece Strigoileri değil Moroileri de hedefleri haline getirmiştir. Sydney bu durumda eskiden simyacı olan ama şimdi kendi hayatını özgürce yaşayan Marcus'u bulmaya gider. Marcus, yanağındaki simyacı dövmeyi kırarak kendini özgür bırakmıştır. Yanaklarındaki o simyacı dövmeler bir tür mühür gibi bir şey. Sydney'de bir simyacı olmasına rağmen vampirleri benimsemiştir ve o da bu işin içine katılır. Sonrasında işler fena kızışıyor. Ki kitabın sonunda Richelle bombanın ipini çekmiş bile. Bizi 4.kitapta patlamaya hazır bir bombayla karşı karşıya bırakmış. :D
4.Kitabın Kapağı
Adrian hafifçe kıkırdayıp bileğimden yakaladı ve elimi çekip yatak örtüsüne yapıştırdı. " Seni yavaşlatanın ben olacağım aklımın ucundan geçmezdi. "
Bu heyecan dolu olaylar dışından gelelim Adrian'la Sydney durumuna... Yazar daha ilk sayfalar da öyle bir şey yapmış ki "Heyo, işte budur. Bayılıyorum bu kadına." dedim. Sonya Karp'ın düğününe giderken Adrian'la Sydney aynı uçakta karşılaşırlar.(Minik Not: Sonya'nın düğünü sayesinde kısacıkta olsa Rose ve Dimitri'yle karşılaşıyoruz. Ve Rose'un baş belası ve bir o kadar eğlenceli olan babası Abe'yi de gördük. Abe'in Türk olduğunu söylemiş miydim ?) Sonrasında konuşmamaları mümkün değil zaten. Adrian, Sydney'den sinyaller alınca hele hiç peşini bırakmaz. Ivashkov'u neden sevdiğimi bir kere daha anladım.:D Özellikle bu kitapta Adrian'ı sık sık görüyoruz. Sydney'le ayrılmaz ikili oluyorlar. Her konuda Sydney'e yardımcı olup, yanında bitiyor. Eh,bu da yakınlaşmalarını sağlıyor. Her ne kadar Sydney içinden "O bir vampir.Onunla birlikte olamam." deyip beni çıldırtsa da kızı da anlıyorum. Simyacılar, vampirlere karşı katı davranıyorlar. O da böyle görerek büyüdüğü için elinde olmadan uzak durmaya çalışıyor.Hadi ama... Kim Ivashkov'a karşı koyabilir ki ?!
" Seninle öpüşmekle yola gelmek sayılmaz. " Bana uzun ve imalı bir bakış attı. " Öpüşmekle kalmadığımızı hatırlatırım Bayan Hızlı Öğrenen. "
Hemde ne yakınlaşmalar... Okurken şekilden şekile girdim. :D Ah bir de bizimkiler başlarına ufak bir bela alıyorlar. Sydney, Bayan Terwilliger'ın yapmasını istediği büyüyü yapıyor ve karşısına küçük bir ejderha çıkıyor. Bir koruma büyüsü aslında. Bu ejderha gözlerini açar açmaz kimi görürse ona bağlı kalıyor. Ve bilin bakalım bu ejderha ilk kimleri gördü ? :D Evet, Adrian'la Sydney'i şuan anne-babası olarak görüyormuş. Kahkahalardan okuyamamıştım o bölümü.
" Dur bir dakika. Sen şimdi bana ilişkimizin kaderini on beş yaşındaki bir kızın tavsiyelerinin, tek gözlü bir Chihuahua eğitmenin palavralarını ve seni gümüş çatal bıçak takımlarının üzerinde öpmemin mi değiştirdiğini söylüyorsun ?" " Evet aynen öyle diyorum. " " Vay canına. Bende senin kalbini kazanmak zor sanırdım. "
Pekala, bu seriye ilk başladığım zamanlar Sydney'e gerçekten gıcık oluyordum. Özellikle Adrian'la yakın oldukları için. Fakat bu kitapta Sydney'i daha çok sevmeye başladım. Ki zaten onda da bazı değişiklikler vardı. Daha hareketli, cesaretli ve hırslıydı. Hatta okurken bazı yerlerde "Sydney'le ortak yönlerimiz varmış." bile dedim. O yüzden sinir krizine girmedim, kitabı duvara fırlatmadım, okurken somurtmadım. Tam tersi her seferinde sırıttım. :D  Eh kitabın sonlarına doğru birazcık somurtsam da kitap harikaydı ! Richelle'ye gidip sarılasım geldi, böyle bir seri yazdığı için. Kitap dolu doluydu. Hiçbir yerde sıkılmadım, tam tersine acaip eğlendim. Bitirmemek için her gün gıdım gıdım okumaya çalıştım ama elbette bitii. :(
" Palton hala bende. " "Sende kalsın. Başka paltolarımda var." "Palm Springste yün bir palto ne işime yarar ?" "Geceleri üzerine örter beni düşünürsün." "Bana romantik laflar etmemeye söz vermiştin." "Bunun neresi romantik ? Ben sadece bir öneride bulundum. O palto kalındır insanı sıcak tutar diye söyledim. Neden ağzımdan çıkan her lafta başka bir anlam arıyorsun ?" "Öyle bir şey yapmadığımı sen de biliyorsun. " "Inan bana Sage, bazen mahkemeden senin için uzaklaştırma emri çıkarttırmayı bile düşünüyorum. " "Adrian!"
Ve kitabın sonunda, her ne kadar inkar edip, aklındakileri dile getirmemeye çalışsa da Sydney'de Adrian'a karşılık verir. Bizimkiler mutlu mesut bir gün geçirdikten sonra Sydney, kaldığı yurda geri döndüğünde bir sürprizle karşılaşır. Bu sürpriz, Adrian'la olan ilişkisini, Simyacıların planını ortaya çıkarırken yaptığı yasak işleri ve büyücülükteki eğitimini tehlikeye sokabilir. Umarım, gelecek kitapta yazar öldürücü vuruşlar yapmaz. Yoksa bu sefer bana kalp dayanmaz. :D Kitap sonrasında Adrian Şarkısı olarak nitelendirdiğim Give Your Heart a Break ve In Real Life , Hold Up şarkılarını dinledim. Şarkıların sözleriyle Ivashkov uyumluluğu bu kadar olur. :D
" Emin misin ? Çünkü aklıma bir sürü sevgi sözcüğü geldi. Elmalı turtam. Çikolatalı pastam. Akide şekerim. " " Neden hepsi yüksek kalorili yiyecek isimlerinden oluşuyor ? Hem hiç romantik değiller. " "Ne dememi tercih edersin ? Kereviz sapım mı ? Doğrusu bu da bende sıcak duygular uyandırmıyor. "
Öhöm, evet şimdilik bu kadar. Kasım'a kadar Ivashkov'a elveda... o.o
Son bir alıntı ; Belki dolgulu sütyen de alabilirsin. " Çabucak göğüslerime baktı. " Aslında gerek yok. Ama mutlaka topuklu giy. "
" Adrian!"

Sevgiler, öpücükler ; Jane

1 Ağustos 2013 Perşembe

Seri İncelemesi : Kanbağı - Richelle Mead

Yeni kitaplarının çıkmasını beklerken aşırı heyecanlandığım ve kitapları çıktığı zaman da okumaya kıyamadığım, işin içinde Adrian Ivashkov'un baş karakter olduğu Vampir Akademisi'nin yan serisi olan Kanbağı ile tanışmaya hazır mısınız ? Şahsen bu seriye bayılıyorum. En sevdigim kitap karakterini yakından tanıma şansı veren bu seriyi sevmemem imkansız. Sydney Sage'in başlardaki sıkıcı, uyuz anlatımına rağmen daha ilk kitaptan serinin bağımlısı oldum. Evet bu seri Vampir Akademisi'nin mükemmel yan serisi. (Yazının bundan sonrası şuan VA okuyan ya da okumamış olanlar için spoiler olabilir.)
Baş karakterlerimizde ilk Vampir Akademisi-Kan Sözü'nde tanıdığımız Simyacı Sydney Sage, Kraliyet ailesinden ve VA serisinde çok iyi tanıdığımız Adrian Ivashkov, yine VA'dan tanıdığımız gardiyanlardan biri olan Eddie ve Moroi olan Jill var. Serideki olaylar genel olarak bu dört karakter arasında yaşanıyor. Tabii elbette Sydney ve Adrian odak noktalarımız.
Richelle Mead, bu serisinde simyacıları ön planda tutmuş. Vampirlerden çoğu zaman uzak duran ve soğuk tipli olan bu simyacılar, vampirlerin arkalarını toplamakta da ünlüler. (Yani vampirlerin öldürdükleri kişileri ortadan kaldırabiliyorlar.) Sydney Sage'de vampirlere karşı çok katı olan bir ailede büyümüş bir simyacı. Kan Sözü'nde Rose'la karşılaştıklarında ne kadar mesafeli olduğunu görmüştük. İlk başta bu bana çok tuhaf gelmişti ama empati kurunca Sage'i anlayabildim. Yazarımız işte bu nokta da işleri karıştırmaya başlamış. Çünkü serimizde imkansız bir aşk daha doğmak üzere. Adrian Ivashkov bir Moroi (üst model vampir de denilebilir) ve Sydney ise Simyacılıkta ilerleyen bir genç. Eğer bir vampire tutulursa neler mi olur ? Seriyi okudukça felaketleri daha çok ciddiye almaya başlayacaksınız.


Kanbağı : Serinin ilk kitabında biraz durgunluk var gibi gözükse de oldukça akıcı bir kitaptı. Sydney, kardeşini simyacı dövmelerinden uzak tutmak için (simyacıların simgesi yanaklarına yapılan zambak şeklindeki ve altın rengi dövmeler) verilen görevi üstlenmeyi kabul eder. Görevi ise Moroi Jill'i (umarım VA serisini okuyanlar bu yazıyı okuyordur çünkü Jill, Lissa'nın sonradan ortaya çıkan kardeşi) Palm Springs'de güvenli bir şekilde koruması ve hayatına devam etmesini sağlamaktır. Yani korkulu rüyaları gerçek olmuştur : bir vampirle baş başa kalacaktır. Tabii Sage, Jill'le beraber Adrian Ivashkov'un geleceğini bilmiyordur. Ivashkov'la beraber işler daha çok eğlenceli ve karışık bir hal alır. Şahsen ben konusuna bayıldım. Tahmin ettiğim gibi de heyecanlı ve süper eğlenceliydi. Adrian Ivashkov'un olduğu bir kitapta eğlence sınır tanımıyor, bunu kesinlikle bilmelisiniz. Tabii kalbi kırık Adrian her ne kadar kendinden bir şeyler kaybetmediğini gösterse de içindeki fırtınaları Sage görebiliyordur. Bazen rahat tavır halleri Sydney Sage'i çıldırtsa da şimdiden süper ikili oldular diyebilirim. :D Ama kitapta sadece eğlence yoktu. Çözülmesi gereken sırlar ve korunması gereken bir Moroi kızı Jill vardır. Yazar bu seride işleri daha çok karıştırmış. Okudukça ağzım kapan gibi açılmıştı. 
Vampirlerle uğraşması gerekmiyormuş gibi meslektaşlarından birinin sırrını açığa çıkarması gerekiyordur. Çünkü el altından yasak işler yapıyordur. Elbette Simyacı kahramanımız Sydney bu olaya el atar. :D Ama durun. Kitabın son sayfasında çığlık atmanıza, bir sonraki kitaba geçmek için kendinizi parçalamanıza neden olacak bir karakter geliyordur. Dimitri Belikov'a yeniden merhaba deyin ! 









Altın Zambak : Sydney, büyüyle uğraşan, kendi halinde biriyken insanlar ve vampirler arasında bir köprü görevi görmeye başlamıştır. Üniversite hayallerini bir kenara bırakıp Moroi Jill'le Palm Springs'de yaşamak zorunda kalmıştır. Ayyaş ve beş parasız olan, her defasında peşine düşen Adrian'ı unutmamak lazım. Ivashkov ailesi Adrian'dan parayı kesince bizimki parasız kalır ve Sage'in başının etini yemeye başlar. Bu tatlı takılmalar, şakalara ciddileşmeye başlayınca... Evet sonrasını anladınız. Simyacı ve vampir aşkı. Yani imkansız bir aşk. Ama Sydney başkasıyla takılmaya başlayınca ortalıkta imkansız diye bir şey kalmıyor. Adrian, yeniden aşık olmaya başlıyor ve bu sefer kaybetmeye niyeti yok gibi. 
Şok edici bir sır tüm vampir dünyasını yerinden oynatmaya başlar.Dimitri Belikov'un neden geldiğini o zaman anlıyoruz. Beraberinde getirdiği Sonya Karp ve Angeline (Jill'in yeni oda arkadaşı) 'da kitabı daha eğlenceli hale getirdikleri kesin. Adrian ve Sydney dışında bir aşk üçgeni var ki... Gardiyan Eddie, Moroi Jill'e aşık ; Angeline ise Eddie'yi gözüne kestirmiştir. Tabii böyle saf gibi görünse de onların aşk üçgeni de daha sonra alev almaya başlıyor. :D 
Bu kitapta beni etkileyen bir çok sahne vardı. Özellikle Adrian'ın babasıyla Sydney'in tanıştığı bölüm. Mr.Ivashkov'a  ne kadar sinir olduysam Sydney'le bir o kadar gurur duydum. Bunun dışında Adrian'ın Sydney'le zaman geçirmek için yarattığı bahaneler ise okunmaya değer. :D Adrian Ivashkov, aşık olunca bambaşka biri oluyor bunu bir kere daha anladım.










Her ne kadar Sydney Sage'i sevmesem de (Ivashkov yüzünden) Adrian'ın çabalarını, aşk dolu sözlerini eriyerek okumamak mümkün değil. Rose'un yıkıcı etkisinden sonra Sage onu toparlayacaksa bu aşka onayım tamdır. Ama yazarımız işleri karıştırmaya meyillidir. Her fırsatta kazığı Adrian'ın kalbine sokmaya çalışıyor kadın resmen. Ne garezi var bu karaktere anlamış değilim. Eski sevgilisinden etkilenerek mi yazdı da şimdi tüm hıncını benim adamımdan alıyor ? Bir de "Yazmayı en sevdiğim karakter Ivashkov" diyor ama... Bu yaptığını cadılar bile yapmaz Mead ! 


Evet, her neyse. :D VA serisini okumadan da bu seri okunabilir ama anlayamayacağınız bir kaç yer olabilir. Bu yüzden ilk VA serisini okuyun. Anın tadını çıkarın ve yan seriye sonra gömülün. 


Sevgiler,öpücükler ; Jane