Pages

2 Şubat 2015 Pazartesi

Kitap Yorumu: Kanbağı 5 - Gümüş Gölgeler


Merhabalar...

Ay, şuan çok sabırsızım. Direk konuya girmek istiyorum. Aslında kitabı bitireli üç gün oluyor ama blog'a yazma fırsatım olmadı. Yine de gün içinde ne yazacağıma dair aklımdan birkaç örnek geçti. Ve inanın bana, 2015'in ilk 'en iyi' kitabını okumuş bulunmaktayım. Richelle Mead'e kocaman alkışlar...

Öncelikle şunu belirteyim. Her zaman soruluyor çünkü. Kanbağı serisi, Vampir Akademisi serisinin yan ürünüdür. Yani VA'yı okumadan Kanbağı'na başlarsanız gerçekten ciddi kopukluk yaşarsınız. Önceliği VA'ya verin. Ki gerçekten iki seri de benim favorilerimden. Zaten VA, ilk okuduğum serilerden biri. Yeri çok ayrıdır. O yüzden bunu göz önünde bulundurarak yorumu okuyun ve direk başlayın. :D Ayrıca, serinin önceki kitaplarını okumamışlar için müthiş spoiler vermiş bir kitap yorum yazısı olabilir. Tüm uyarıları okuyup, inatla okumak isteyenler ya da seriyi okuyup, bu kitabı merak edenler hazırsa... Uçuşa hazırlanın canlarım.

Gümüş Gölgeler, serinin diğer kitaplarına göre çok daha farklı, akıcı, romantik ve aksiyon dolu bir kitap olmuş. Hatta şaşırtmalı bölümler bile vardı. Çok kısa bir zamanda okudum ve pişman değilim. Zaten okurken öyle sarıyor ki bırakmak imkansız. Gerçekten serinin en iyisi olmuş. Sanırım yazarımız bu kitabı iyi günlerinde yazmış. :D Aşık oldum desem yeridir. Şöyle de bir şey var ki bu kitabı bazı okuyucular çok sevmiş bazıları hiç sevmemiş... Bilemedim ki. Ben çok sevdim, orası kesin.

Kitabın içeriğine giriş yapıyorum hemen. Önceki kitap gibi Gümüş Gölgeler'de de hem Adrian'ın hem Sydney'in gözünden olayları okuyoruz. Ateşli Kalp'te, olaylar son anda fena karışmıştı. Adrian ve Sydney müthiş bir şekilde aşk yaşarken, Sydney'in cadı (mecazi anlamda) ve fırsatçı, yalakacı kardeşi Zoe'in bu durumu anlayıp, Simyacılara bildirmesi ile dehşet verici bir olayla karşılaşmıştık. Sydney, Simyacılar tarafından ele geçirilip, "Yenileme Programına" konulmuştu. İnanın bana, berbat bir yer.

Adrian. Sırf adı bile onca uzun ve karanlık saati atlatmama yardımcı olmuştu. -Sydney

Kitabın ilk yarısı, Sydney'in Simyacıların o dehşet ortamındaki yaşadıklarını okuyoruz. Neler çekiyor kızcağız. Valla üzüldüm. Sydney'i hala çok sevemiyorum ama güçlü olmasına hayran kaldım. Gerçekten 'beyin yıkama' bölümlerinde iyi direndi. Simyacıların aslında ne kadar kötü ve acımasız olduklarını bu kitapta görmek mümkün. Okurken sinir krizlerine girdim ve resmen Sydney'in acısını paylaştım. Bu bölümler hem heyecan verici hem de sinir bozucuydu. Ama öyle güzel sahneler vardı ki... Sanki gerilim filmi izliyormuşum gibi hissettim. Gerçekten, yazarımız çok başarılı bir şekilde anlatmış. :D Bir daha oturup, sıkılmadan okurum. Sydney'in görünmezlik büyüsüne hayranım. Burada anlatırken tekrar okuyasım geldi bak...

Sydney bambaşkaydı. Onunla aşkı, saygıyı ve beni anlayan bir dostu kaybetmiştim. -Adrian

Adrian'a gelirsek... Tahmin edebileceğiniz gibi mahvoldu. Tam gerçek aşkını buldu derken birden Sydney'i kaybetmesi... Gerçekten mahvoldu. İlk zamanlar umudu vardı. Sydney'i rüyalarında ziyaret edemese bile (simyacılar bunu bir şekilde engelliyor) ısrarla ayık kalıp, denedi. Ama bir ara pes etti ve tam eski haline döndü. Ayyaş ve Partilerin Prensi'ne merhabalar... Resmen dağıttı kendini. Bir ara Saray'a gitti. (VA'daki Saray) Orada birazcık da olsa Rose'u, Dimitri'yi ve Lissa'yı görebilirsiniz. Ama onlar bile Adrian'a engel olamadı. Zaten bir bölümde Adrian'ı sarsıp, tokatlayasım geldi. Neyse ki son anda toparladı ve biricik Adrian'ıma yine sempati besledim. (Ivashkov'una hiç kıyamayan Jane)  Ama gerçekten bu kitapta Adrian'a daha fazla aşık olabilirsiniz. Öyle böyle değil... Çok, çok değişti. Aşık olduğundan sanırım artık sorumluluklarının farkında. Pasif ve saf durumunda değil. Lider konumuna kadar geldi. Resmen kitap karakterimle gurur duyuyorum. Ne günler, ne acılar geçirdik biz onunla... (Gece gece blog yazısı yazınca böyle sarhoş modunda olabiliyorum.)

Kitabın ilk yarısı genelde böyle. Atladığım bir özel durum var mı... Düşündüm de yok. Genel hatları böyleydi. Hem heyecan verici hem akıcı... Ayrı olmaları tabii romantizm'i yok etmemiş. İkisi de birbirine öyle aşık ki... Ne cıvık cıvık ne kopuk. Tam yerindeydi.

Kitabın diğer yarısına gelirsek... Bazıları için spoiler olabilir. O yüzden uyarıyorum. Eğer bilmek istemiyorsanız lütfen burayı atlayın ve son paragrafı okuyun. :D Ama 'zaten az buz tahmin ediyorum, ek bir bilgi daha alayım' diyenler varsa lütfen sohbetimize devam edelim ve çekiştirelim.

SPOILER--- Kitabın ikinci yarısında ise işler bambaşka bir boyut alıyor. Ya aslında normalde böyle bir şey yapmazdım blog yazılarımda. Ama bu bölümleri öyle çok sevdim ki biraz çıtlatmazsam ben çatlayacaktım. 
Belki tahmin edenler olmuştur. -açıkçası okurken ben tahmin etmiştim- Adrian, Marcus, onun ekibi ve Sydney'in tutulduğu yerdeki birkaç kişinin yardımı ile oradakileri serbest bırakırlar. Ve bir kaçış planı yaparlar. Çünkü Simyacılar hiçbir zaman Sydney'in peşini bırakmamaya yemin etmişlerdir. Bu yüzden Adrian ve Sydney son anda farklı bir plan yaparak diğerlerinden ayrılırlar. Resmen, Amerika'yı gezdiler. Oradan oraya kaçtılar. Çünkü Simyacılar her yerde karşılarına çıkıyordu.Bana Mr. and Mrs. Smith'i anımsattılar. Müthişlerdi.  Ama en favori sahnem Las Vegas oldu. Müthiş bir plan yaptılar ve heyecanla okudum. Ya zaten kitabın son 80 sayfası falan hep aksiyon ve romantik doluydu. Hep bir olay vardı. Oraları soluksuz okudum. Ki zaten son 80 sayfadaki bölümlerde 'ay şurayı okuyup, bırakayım' deme gibi bir planınız olmayacak. Bıraktırmıyor kitap. Kitaba aşık olmamın ve 2015'teki okuduğum ilk en iyi kitap dememin sebebi bu bölümlerdi. Oraya bir işaret koydum. Fırsat buldukça okumayı düşünüyorum. 

"...Neden hep aşırı uçlarda geziyorsun?"
"Çünkü hiçbir duyguyu yarım yamalak yaşamıyorum, anne. Özellikle de, aşkta." -Adrian

Tüm içtenliğimle diyorum ki; bayıldım! Ben zaten aksiyon ve romantik seven biriyim. İkisi beraber her kurguyu güzelleştiriyor. O yüzden serideki favori kitabım kesinlikle Gümüş Gölgeler... Hem karakterlerin analizleri, hem kurgudaki gelişmeler ve şaşırtıcı bölümler, hem de aksiyonun ve romantizmin fazla ve dengeli olması kitabı elmas değerinde yapıyor. Beni mahveden, sinir eden hatta bunun bir gün gelip, okuyacağım bir gelişme olacağını bildiğim halde beni yıkan bir sahneyi buradan söz etmek isterdim ama o, kitabın ana spoileri. :D (Bu cümleyi ingilizceye çevirmeye kalksam sanırım üniversiteyi bırakırım.)  Beni çok iyi tanıyanlar aslında tahmin edebilirler. Adrian karakteri benim için çok farklı. İlk sevdiğim erkek karakterlerden biri. O yüzden böyle hassasım. Neyse. Geçelim bunları.

Seriyi okumanız için daha ne diyeyim bilmiyorum. Zaten seriye devam edip, Gümüş Gölgeleri okumakta kararsız kalıyorsanız... Lütfen gidip, alın ve okuyun. Seri bitmek üzere. Son kitap bu ayın 10'unda yurt dışında çıkıyor. Bizde ne zaman çıkar bilmiyorum ama güvenin bana Artemis'e yükleneceğim. :D Bana yardımcı olun da hemen çıkarsınlar. Çünkü kitap heyecanlı ve merak edici bir şekilde bitti. Her zamanki gibi... Yazarımız son darbesini vurmak için final kitabı bekliyor sanırım. Umarım Gümüş Gölgeler gibi müthiş bir şey olur. Beklentimi yükseltti.

Şimdilik bu kadar. Kitap hala aklımda. Yeni kitaplara el süremiyorum onun yüzünden. Ama bir aksilik çıkmazsa minik bir sürpriz yapacağım blog'da. Tembel olmazsam bir de... Neyse.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

1 yorum:

  1. Serinin ilk kitabını az önce bitirdim :) Seriye başlamak için biraz geç mi kaldım ne :D Kanbağı bayağı güzeldi , yazarın seriyi daha da iyiye götürdüğünü bilmek güzel. Ama kapakları berbat ötesi ya. Ben Adrian'ı böyle hayal etmiyorum :(

    YanıtlaSil