Pages

9 Ekim 2022 Pazar

Kitap Yorumu: Malibu'da Son Parti - Taylor Jenkins Reid

 Herkese iyi akşamlar!

Geçtiğimiz hafta müthiş bir kitap okudum! Taylor Jenkins Reid (TJR)'i geç keşfedenlerden biriyim. Önce Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası'nı sonra Daisy Jones ve The Six'i okuduktan sonra yazarın pek hayranı oldum. Fakat geçmişte Yabancı Yayınları'nın bastığı diğer kitaplarını henüz okuma fırsatım olmadı. Güncel kitaplarıyla yola devam ediyorum.

Malibu'da Son Parti, bizde bu yaz, yurtdışında ise geçen yaz yayımlandı. Hem ismiyle hem konusuyla hem de kapağıyla çoook ilgimi çekti. 

Yine bir aile dramı, yine fedakarlıklar, yine ihanetler havada uçuştu. Kitapta bir geçmişi bir de şimdiki zamanı okuyoruz. Yazarın, zaman dilimleri arasında geçişleri mükemmel diyebileceğim kadar akıcıydı. Birden fazla karaktere odaklanıp sahneler hızlı hızlı geçmesi, bana sinematik bir anlatım olarak geçti. O yüzden ba-yıl-dım! Özellikle son sahnelerdeki hızlı ritim, bir sahneden diğerine geçerkenki heyecan iştah kabartan bir okumaydı. Gözlerim deli gibi sayfaları deldi.

Ana karakterimiz aslında Nina Riva. Dört kardeşin en büyüğü, ünlü bir sörfçü ve süpermodel. Zengin, Hollywood'da isim yapmış biri. Riva kardeşleri Jay ve Hud, Kit ise yan karakterler gibi gözükse de hepsinin hikayesi bambaşka bir şekilde birleşiyor. 
Nina kimdir, hayatı nasıl gidiyor derken yazar bizi geçmişe götürüyor ve Nina'nın anne babasını ele alıyor. Nasıl tanıştılar, nasıl evlendiler, babası Mick nasıl ünlü oldu, kariyerini nasıl şekillendirdi, bu dört çocuk nasıl dünyaya geldi gibi çok kapsamlı soruları ele alan bu geçmiş hikayede entrikalar, ihanetler, dramalar eksik olmuyor. Yüksek tempolu bir hikaye sizi bekliyor diyebilirim.

Diğer yandan Nina Riva, bu ününü nasıl kazandığını, anne babasının yaşadıkları olayların kendi üzerindeki etkisini ve günümüzde düzenlediği o BÜYÜK PARTİ'nin amacını anlatıyor. 

Malibu, Ağustos 1983

Aman Tanrım dedim! Çok ama çok etkileyici bir okumaydı benim için. Yolda gidip gelirken okudum ve ilk defa dikkatimin dağılmadığı bir kitap oldu. Tek solukta okudum. Size tavsiyem, ara vermeden bir solukta okuyun. (Çeviri zaten efsane!) İşte o zaman kitabı sindirmek zor olacak. :) Kitabı bitireli 3-4 gün oluyor, anca yazabiliyorum.


TJR ne yazsa okurum modundayım artık. Eski kitaplarını da okuyacağım mutlaka. Bir sonraki kitabı Carrie Soto Is Back, yurtdışında yayımlandı. Carrie karakterini, bu kitapta görüyoruz. Nina'yla bir şekilde yolları kesişiyor ve açıkçası bu kitapta kötü kadın rolünde. Fakat yazar son sahnelerde bu karaktere bir şans vererek kapıyı biraz açık bırakıyor. Carrie'nin hikayesini okumak için sabırsızlanıyorum. Çevirisini beklerim büyük ihtimalle ama bir hafta sonu gözüm dönerse İngilizce PDF'inden de okuyabilirim. Sürpriz. :)

Gönül rahatlığıyla bu kitabı size öneriyorum ey kasabalılar! 
Haftaya, canımın ta içi Cassandra Clare'in Demir Zincir kitabının yorumunda görüşmek üzere!

Kocaman sevgiler, öpücükler:
Jane

2 Ekim 2022 Pazar

Kitap Yorumu: I'm Glad My Mom Died (Annem Öldüğü için Memnunum) - Jennette McCurdy

 Herkese merhaba!

Artık sonbahar yüzünü gösterdiğine göre hem sakin okumalara hem de yazılara devam diyerek Ekim ayının ilk yazısını sizinle paylaşıyorum.

Eylül ayında okumayı düşündüğüm listeden bir kitabı okumayı başardım!!! (Alkış seslerinizi duyuyorum. Dokuz kitap okurum falan diyordum ama elbette bir tane okuyabildim ve yeni bir tanesine de başladım.) Aslında arada başka kitaplar okudum, bir de hala çevirisini bitiremediğim bir kitap var elimde. Bu ayın ortasında hepsini sıfırlayıp elimde ne var ne yok Kasım'a bomba gibi hazırlanacağım.

Gelelim I'm Glad My Mom Died'a. İsmini görünce insan bir yadırgıyor. Kim annesinin ölümünden memnun olur ki? Belki de bu isim seçimiyle ilgi çeken, iCarly'den tanıdığım Jennette Mccurdy (Sam)'in yazdığı otobiyografi kitabını İngilizce olarak okudum. Türkçe hakları satıldı mı, hangi yayınevi yayımlayacak bir bilgim yok ama Türkçeye çevirilirse mutlaka okuyun diyeceğim kitaplardan biri oldu.

320 sayfalık bir kitapta ne anlatmış olabilir merakıyla başladım kitaba ve her gün yolda gidip gelirken okudum. Her okuduğum bölümde gözlerim pörtledi, daha neler olacak acaba derken daha beter şeyler okudum. Buna rağmen Jennette, inancını hiç yitirmeyip direnerek, zorlu bir savaştan çıkarcasına hayatını düzene sokmayı başarıyor.

Hikaye, ta en başından başlıyor. Jennette kimdir, kaç yaşında ünlü olmak için yollara düştü, iCarly yıldızı olana kadar neler yaşadı ve perde arkasındaki tüm gerçekleri dürüstlükle anlatıyor. Özel hayatındaki hassas olayları bile.

Ailesindeki en baskıcı insan tahmin edebileceğiniz üzere annesi. Çok küçük yaşlarda Jennette'e ve üç erkek kardeşine katı kurallar getirerek büyütüyor ama özellikle Jennette'nin kız olması sebebiyle ayrı bir üstüne düşüyor. Güzelliğini kullanarak zorla yetenekli olmaya zorluyor ve Hollywood-Nickelodeon yollarına sürüklüyor. 

Annesi ve Jennette 

  Normal bir okul hayatı da yaşamayan Jennette, annesini o kadar çok seviyor ve hayallerini gerçekleştirmek için o kadar çabalıyor ki bir süre sonra tüm kontrolü annesine bırakıyor. Ne yiyeceğini, ne giyeceğini, kimlerle görüşeceğini, hangi kurslara gideceğini, hangi senaryolara çalışıp kimi yağlayacağına kadar tüm hayatına hakim oluyor.

İşte, genel olarak Jennette'nin 8-9 yaşından başlayıp annesinin vefatına kadar süren hayatının özetini okuyoruz. Spoiler olmaması adına çok detay vermek istemiyorum ama çokça istismar, zorbalık ve özgüven kaybedici olayların olduğunu söylemek isterim. Aile sırları da ayrı bir etki yaratıyor. Son ana kadar Jennette, annesine saygısını kaybetmiyor ve son nefesini verene kadar yanında kalıyor.

Jennette ve Miranda

Çok, çok etkinlendiğim gerçekler vardı. Okurken empati kurmaya çalıştım ama yok, bu çok farklı bir boyut. Her zaman Disney ve Nickelodeon yıldızlarının çok küçük yaşlarda zor şartlar altında ve uzun saatlerde çalıştırılması, ünlü olmak adı altında korkunç istekleri yapmaya zorlanmaları gibi birçok habere tanık olmuştuk, oluyoruz. Özellikle 2000'lerin başında bu tür haberler çok patlak vermişti. Miley Cyrus'un sigara içmesi, Vannessa Hudgens'ın çıplak fotoğraflarının sızdırılması, ikonik yıldız Britney Spears'ın sınırsız yalan yanlış haberleri gibi liste uzayıp gidiyor. Bu isimlerin yanında Jennette daha gölgede kalmış gibi gözükse de kendini ilk ağızdan anlatarak yalan haberlere engel olmuş oldu.

iCarly'deki rol arkadaşı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Miranda'yla gerçek bir dostluğa sahip olurken Sam & Cat dizisindeki rol arkadaşı Ariana Grande ile çekişmeli ilişkilerini anlatıp kitabın sonunda Ari'ye çok güzel bir teşekkür yazısı sunması da ayrı sempatikti.

Jennette ve Ariana
   Belki duymuşsunuzdur, iCarly'nin yeni çekimleri yapıldı fakat Jennette, Sam karakteriyle bunda yer almadı. Kitapta bundan da bahsedip, "Milyon dolar vereceklerini duymama rağmen her şeyin para olmadığını söyleyerek, reddettim," diyerek halkın kalbini kazanıyor kesinlikle. :) Çünkü annesinin ölümünden ve Sam & Cat final yaptıktan sonra oyunculuğu bıraktığını duyuruyor.

Benim için çoook değişik bir okuma oldu ama iyi ki okudum dedim. Yazı dili zorlamadı, İngilizce okuyabilirsiniz. Hem iCarly izleyicisi olarak hem de kişisel merakımla okumak istemiştim. Çok daha fazlasını buldum.

Güzel bir otobiyografi örneği olmuş. Okuyanlar olursa yorumda buluşalım. :)

Bir sonraki kitabım Malibu'da Son Parti'nin yorumunda görüşmek üzere.

Kocaman sevgiler, öpücükler;

Jane

26 Ağustos 2022 Cuma

Yakın zamanda okumayı planladıklarım / Eylül 2022


 Hellöööö

Bu sefer yepyeni bir yazı dizisiyle geldim. Bu, uzun zamandır aklımdaydı. Aslında hem planlı bir okuma deneyimi olacak hem de önden size haber vererek daha motive olacağımı düşündüm. Ayrıca okuyanlardan yorumlar da gelir, daha çok okuma isteğim olur, bir sohbet oluşur dedim. Detaylar şöyle:

Her ay kaç kitap okuyorum gibi bir düzende gitmeyeceğim fakat yakın zamanda okumak istediğim kitapları sizinle paylaşmak istiyorum. İngilizce ve Türkçe karışık olacak, türde de sınır olmayacak. Birkaç yıldır nadir de olsa kurgu dışı kitaplar okuyorum ve çocuk kitaplarına fena sardım. (Çocuk kitapları için de ayrı bir yazı dizisi olacak.) Uzun zamandır okumayı ertelediğim kitapları öne çekerken yeni çıkan kitaplardan da araya serpmek istiyorum.

Ah bir de yarım bıraktığım ama devam etmek için can attığım seriler var. Açıkçası yazın öyle seri okumalarına giremiyorum. Hazır havalar yavaştan dönüyorken ben de serilerime göz atayım dedim. Yazı başlığında ay belirttim ama elbette bunları Eylül ayında okumam mümkün değil. Sadece listemde dursunlar, gelen yorumlara göre öncelik verebilirim. 

Gelelim listeye. *-* Kitapları neden seçtiğimden de kısaca bahsedeyim. 

 

(Kitap adı, yazar adı / Türk yayıncısı, çevirmen)

Eski Sevgili Mevzuları, Rachel Lynn Solomon / Yabancı Yayınları, Burcu Karatepe: Bu sürpriz bir kitap oldu benim için. Aslında daha önce okumadığım bir yazar ve bu kitabını da çıktıktan sonra keşfettim. Konusu bi hoşuma gitti. Fantastik okumalar arasında iyi gider diye düşünüyorum. Arka kapak yazısı için buraya tıklayın.

Malibu'da Son Parti, Taylor Jenkins Reid / Yabancı, Elif Nihan Akbaş: Taylor Jenkins Reid okumaya pandemide başladım ve bayıldım! Abartmayayım tabii ama yazarın dili ve kurduğu hikayeler çok hoşuma gitti. Elif Nihan'ın da çevirisi su gibi akıyor. Malibu'da Son Parti, pek heyecanla beklediğim kitaptı. Buna direkt başlayabilirim... Bakalım bu sefer nasıl ters köşe yapacak yazar. Arka kapak yazısı

 

Off Campus serisi - Anlaşma, Elle Kennedy / Yabancı, Hanife Albayrak Çift: Bir Yabancı kitabı daha. (Üst üste denk gelmiş valla.) Bu serinin eski kapakları yüzünden hiçbir zaman dikkatimi çekmemişti. Ama şimdi Yabancı ekibi öyle kapaklar hazırladı ki!!! Konularına bakmadan seriye atlamaya karar verdim. Benim için bir es kitabı olabilir. Fantastik sonrası okumalık gibi. Arka kapak yazısı

I'm Glad My Mom Died, Jennette McCurdy / Simon & Schuster, henüz çevrilmedi: iCarly izleyenler Sam karakteriyle hatırladığımız Jennette'yi tanır. Lise zamanında akşam 7'de deli gibi izlediğim dizilerden biriydi iCarly. O zamanlar onları örnek alsaydım şu an Danla Bilic'i sollamış bir YouTuber olabilirdim... Neyse, şaka bir yana Jennette'nin inanılmaz korkunç bir yaşamı varmış. Kitabın adından da anlayacağınız gibi (Annem Öldüğü için Memnunum) annesiyle ilgili dehşet bilgiler yer alıyor. Birkaç yorum okudum da etkilendim, kitabı okuyunca ne hissedeceğim bilmiyorum. Henüz Türkçeye çevrilmedi, İngilizceden okuyacağım. Çok merak ediyorum, yakında okuyup yorumunu yazarım. Arka kapak yazısı

  

Rahatlama Kitabı, Matt Haig / Domingo, Kıvanç Güney: Bir kurgudışı kitap. Matt Haig'in daha önce iki kitabını okudum. Hem dili hem de kurguları fena değildi, ayılıp bayılmadım ama hoşuma gitti. Bu kitabındaki alıntılar çook hoşuma gitti. Bir kitabı okurken eşlik edebilir. Motive edici, kişisel gelişim tadında bir kitap. Arka kapak yazısı

Ne Yaptığını Biliyorum, Alice Feeney / Yabancı, Zehra Uzun: Uzun zamandır gerilim kitabı okumuyordum. Yabancı'nın bu kitabı çok sevildi, ters köşe yaptı. Dedim ki bundan geri kalamaaam. Hemen aldım. Romantik komediler arasına sıkıştırırım mutlaka. Arka kapak yazısı

Gilded, Marissa Meyer / Feiwel and Friends, henüz çevrilmedi: Benim canım Marissa Meyer'ım. <3 En son Ay Günlükleri serisini okuyup onu en tepede bırakmıştım. En sevdiğim fantastik kadın yazarlardan biri. Ve şu an harika bir seriye başlamış!!! Henüz Türkçeye çevrilmeyen (çok yakında geliyor diye duydum, Ephesus'tan) Gilded, peri masallarının en gıcık, en uyuz ve bir o kadar en çekici karakterini, Rumpelstiltskin'i anlatıyor!!! En son Once Upon A Time izlerken ölüp bitiyordum bu karaktere. Şimdi bir kitapta yer alması, hele de Marissa Meyer'in hayal gücüyla okuyacağımız için çok heyecanlıyım. İngilizcesi elimde, çevirisi beklemeden başlarım sanırım. Arka kapak yazısı

 Manga okumaya başladım desem??? Henüz yolun çok başındayım. Ölüm Defteri serisinin ilk kitabını okudum. Devam edeceğim. Satürn Evleri ve Saga serisi de okuyacaklarım arasında. Başta bilinen serilerle devam etmek istedim. Manga önerileriniz olursa çok ama çoook sevinirim. <3 

  

Bunların dışında Sarah J. Maas ve Jennifer L. Armentrout (Blood and Ash serisi) deli gibi okuyacağım günler çoook yakında. Maas'ın yarım kalan serisine (Cam Şato) devam ederken Hilal Şehri ve Dikenler ve Güller Sarayı serilerine de bulaşacağım. *-* Heartstopper'ın okumadığım 4.kitabını da çabucak lüpletirim. Rapsodi (Martı) ve Haşhaş serisi (İthaki) için sakin bir kafaya ihtiyacım var ama onları da yakında okurum diye planlıyorum.

Benden şimdilik bu kadar. Listem çok kabarık ama şimdilik bunlara odaklanayım dedim. Önerileriniz varsa her zaman kapım açık. <3 

Kocaman sevgiler, öpücükler
Jane

23 Ağustos 2022 Salı

İki yıl aradan sonra... Tekrar merhaba!

Helllöööö!

Ben Jane. Belki hatırlamayanlarınız olur. En son Haziran 2020'de yazı yayınlamıştım. Pandeminin henüz taze olduğu, ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı bilemediğimiz, adeta sudan çıkmış balığa döndüğümüz zamanlar.

Sonra bir anda ne oldu bilmiyorum ama hayatım jet hızıyla değişmeye başladı. Bu sırada ne okuduğum kitaplardan bir şey anladım ne de izlediğim dizilerden. Gecem gündüzüm Survivor olmuştu ve işime odaklanmıştım. Araya hastalıklar, ciddi meseleler, evlilikler (öhöm evet artık başım bağlı, evli bir bireyim) gibi hayatımı üst alt eden (tamamen olumlu bir şeyden bahsediyorum) şeyler oldu. Ama içten içe blog hayatını deli gibi özlüyordum. Velhasıl, işte yine buradayım!!! :D Deli gibi özledim yazı yazmayı, sanki karşımda beni dinleyen birileri varmış gibi dedikodu yapmayı!!! (Dedikodu dedim de Gossip Girl izleyesim geldi onuncu kez falan...)

Bu iki yılda elbette kitaplar okudum fakat hiçbiri için ne yazı yazdım ne de notlar aldım. Blog'da normal yazılar yazmaya devam edeceğim fakaaat aklımda başka şeyler de var. Bu geçtiğimiz süreçte hem Bookstagram camiası hem yayınevlerinin tarzları o kadar değişti ki... Hala her şeyi sessiz sedasız takip ediyorum ve kafamda birkaç şey şekillendi. Tek sorun, bu aralar daha yoğun çalışıyorum. Gündüz ayrı gece ayrı bir işim var gibi. Blog'la düzenli ilgilenebilmem azcık zaman alabilir ama bu sefer ucundan da olsa tutup bırakmamaya yeminliyim.

Evimle işim arasında süper uzun bir yol olduğu için bazen kitap okuyorum bazen de mini diziler izliyorum. Bu aralar Nefret Oyunu (Yabancı) ve Demir Zincir (Artemis) okuyorum. İşim gereği İngilizce bir kitap da okuyorum. (Ay demeyecektim ama söyleyeyim; kitap çevirileri yapmaya başladım fakat isim verirsem gerçek kimliğim BUM olur. Şimdilik bilmeyiverin. Ama güzel bir iş edindim.) O yüzden blog'a dönüşümde öncelikle genel bir yazı yazmak istedim. Kitapları bitirince davullu zurnalı bir yorum yazısı gelecek. Enerjim yenilendikçe de aklımdaki o ŞEYLERİ hayata geçireceğim ve blog biraz daha renklenecek. Belki ara yüzü bile değiştiririz, belli mi olur??? 

Bir de MARVEL filmlerini baştan izlemeye başladık cancağızımla (eşimle). Çok iyi geliyor, sakin, huzurlu hayatımıza bir aksiyon katıyor. :D Yolda gidip gelirken de Heartstopper izlemeye başladım. Güzelim kitapları muzır ve müstehcen ilan edilmesi zaten inanılmaz sinir bozucu bir şeydi... Netflix'teki dizisine el atmamalarına şaşkınım... Neysem. Gelir gelmez cazgırlık yapmayayım.

Şimdilik burada sonlandırıyorum. Bir şeyler bitirebilirsem hafta sonu tekrar burada olurum. Şey diyemiyorum: Her cumartesi yazı gelecek, şu saatte blog'da olun! Biraz ruh halime biraz da yoğunluğuma bağlı olarak blog'a aktif yazılar yazacağım. Dediğim gibi, tam geri döndüm diyebiliriz.

 Instagram'da da aktif olacağım. Oraya da beklerim efenim: @janewampirob


Kocaman sevgiler, öpücükler
Jane

9 Haziran 2020 Salı

Kitap Yorumu: Cam Şato 4 - Gölgeler Kraliçesi

Herrrrrkese merhaba

HIMYM Barney'sinin de dediği gibi Dehşetül-vahşet güzel bir kitap okudum!

Cam Şato serisine tekrar başladığım için çoook mutluyum. Ama tabii üçüncü kitabın yorumunu okursanız azcık hayal kırıklığına uğradığımı görebilirsiniz. Bunun iki sebebi var: Yanlış zamanda okudum ve yazar aniden U dönüşleri yaptı. Okurken hem karakterleri benimsemekte zorlandım hem de bu değişimi kabul edemedim açıkçası. İlk iki kitapta Celaena ve Chaol beraber olacak diye koca bir beklentiye girdim. Üçüncü kitapta yolları ayrılmak zorunda kaldı ve karakterler aniden evrim geçirdi. Ve bu ikili adeta düşman oldu.

Açıkçası üçüncü kitapta birçok karakteri ve Wyrd meselesini hiç ciddiye almamıştım ama Gölgeler Kraliçesi'nde pür dikkat kesildim. Olay üstüne olay oluyor. Hatta birçok olay oluyor. Artık kemik kadro ortaya çıktı diyebilirim.


Öncelikle karakterlerin yorumunu yapmak istiyorum çünkü hemen hemen hepsini eşit derecede görüyoruz. Aelin (Celaena demeyeceğim artık) ve ekibiyle başlayayım. Aelin, yaşadığı tüm olaylardan ağır dersler çıkaran bir karakter olarak inanılmaz güzel bir şekilde ilerliyor. Hata yapıyor mu? Yapıyor ama telafisiyle beraber. Bu kitapta duygularını törpülemiş ve mantıklı hareket eden bir Kraliçe olarak görüyoruz. Okurken hiç de 19 yaşında olduğu aklıma gelmemişti.
Rowan, ahhhh Rowan. Chaol ve Dorian ikisilini katlar, yer bu Fey prensi. Üçüncü kitapta ne kadar ketum ve dik başlıysa, bu kitapta da öyleydi ama duygularını salmış artık. Aelin'in önünde diz çöküp sadık bir prens olacağına dair yemin etmişti. Valla helal olsun, gözümde kalpler çıkarak okudum onun sahnelerini. Saçlarını kestirmesi de pek güzel oldu. Ha şöyle.

Chaol ismini yazarken bile ateş püsküresim geliyor. İlk iki kitapta beyefendiyi severken yazarın da hinliği yüzünden karaktere süper uyuz olmaya başladım. Aniden Aelin'e olan sevgisi yok oldu ve hem kızın arkasından hem de yüzüne karşı "canavarsın" dedi. Ayyy haspam. Sen nesin? Kralın kölesiydin de Aelin sayesinde bir yerlere geldin. Buralarda sansürlü konuşmak istemiyorum ama Chaol'u çekici erkek karakter listemden kovuyorum. Bakalım kendini nasıl sevdireceksin?
Nesyrn, yepisyeni kadın karakterimiz. Okçuluyla gönlümü fethetti. Buz gibi dursa da zeki ve yetenekli biri. Aelin'in her olayında önemli bir konumda yer aldı. Maalesef Chaol'la bir şeyler yaşayacak gibi... Meh.


Aedion ise ekibin en soytarı ve masum ismi bence. Aelin'in kayıp kuzeni. Üçüncü kitabın sonunda Kral'a teslim olmak zorunda kalmıştı. Yavrucuğum ne işkenceler çekti... Aelin onu o zindanlarda bırakır mı hiç? Hemen hokus pokus planları kurdu ve ağzından bal damlayan Aedion'ı kurtardı. Adrian Ivashkov havası alıyorum azcık. Aedion'un babasıyla ilgili de şok edici bir bilgi alacaksınız. Ama en güzeli ise... Ay durun bundan bahsetmeyeceğim ama bu çocuğa aşk ne kadar yakışır di mi?



Lysandra, Aelin'in geçmişinde yer alan bir isim. Çocukluk arkadaşıymış zamanında ama Suikastçılar Kralı Arobynn (bu da ayrı sinir bozucu bir karakter) yüzünden araları fena açılmış. (Aelin'in erkek arkadaşı Sam'in ölümüyle bağlantılı.) Sonrasında kötü yollara düşmüş. Bu bataklıktan çıkamadan tekrar Aelin'le karşılaştılar. Onların sahneleri hem duygusal hem vahşiydi. Lysandra'nın hikayesine çok üzüldüm. Özellikle de yanında korumaya çalıştığı Evangeline ile aralarındaki bağ içimi sızlattı. Hikayelerini okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ve Lysandra ile ilgili bomba bir bilgi var!!!

"Neden ağlıyorsun?" diye sordu Rowan.
"Ağlıyorum," diyerek burnunu çekti Aelin. "Çünkü öyle berbat kokuyorsun ki gözlerim yaşardı."

Şimdi gelelim cadılar meclisine. Bir önceki kitapta sahnelerini okurken çok boğulmuştum. Manon Siyahgaga'nın olaylara girişine gereksiz yere detaylı bölümlerle yormuştu beni yazar. Bu kitapta her şey cuk oturdu. Manon kimmiş, kimlerle çalışırmış, amacı neymiş çözdüm. Yanındaki cadılar ise Asterin (bunun acıklı hikayesi beni benden aldı...), Sorrel ve Vesta henüz ön planda değiller ama Asterin'i bol bol görüyoruz. Bir de Perranth krallığı var. Nereden pırtladı çözemedim ama başındaki adam Vernon ve yeğeni Elide baya olayları karıştıracak gibi gözüküyor. Özellikle Elide'nin Aelin'le bir bağı var. Eminim bir sonraki kitapta her şey açıklanacak.

Son olarak Lorcan'dan da bahsedip kitabın içeriğiyle ilgili yorum yapacağım. Lorcan, Rowan'ın eskiden komutanıymış ama Rowan'ın Aelin'e bağlılık yemini etmesiyle beraber baş düşmanları oluyor. Aslında dost-düşman ikilemesi içerisinde diyebilirim. Zira bazen çıkar ilişkili de olsa yardım ediyor.

Ne çok karakter varmış değil mi? Olaylar da bir o kadar fazla.

Aelin, Kraliçe olduğunu kabul ettikten sonra kayıp Wyrd taşı için yollara düşüyor. Bu sırada Dorian'ın büyü gücünün ortaya çıkmasıyla beraber babası Wyrd yüzüyle onu yönetmeye başlıyor. İçinde bir Wyrd prensi ile yaşayan Dorian, artık bizim bebek yüzlümüz değil. Duygusuz bir robot misali ortalarda geziyor. Chaol ise onu yüzüstü bıraktığı için kurtarma planları hazırlıyor. Fakat suikast yapmaları için listede öncelik vermeleri gereken bir yığın olay var. Ta daaa! Gelsin sayısız yumruklaşma.

Hangi birini anlatsam bilemiyorum. Aelin bu kitapta birçok kişinin hayatını kurtarıyor. Yeni dostlar ediniyor. Bazı şeyleri açıklığa kavuşturuyor ve mutlu sona da ulaşıyor diyebilirim. Ve fakat fırtına öncesi bir sessizlik oluyor kitabın sonunda. Yazar, bu kitapta baştan sona sürekli bir heyecan ve kaos yaratırken son sayfalarda aniden her şeyi durdurup o sessizlikle bir gerginlik yaratıyor. Bunu iliklerime kadar hissettim. Hani korku filmlerinde olur ya; arka fonda adrenalin dolu bir müzik olur sonra o gözümüzü kapattıracak sahnenin yaklaştığını haber veren ses aniden kesilir. İşte öyle bir şey.

Serideki favori kitabım ikinci kitaptı ama şu an bu kitap oldu. Neyini çok sevdin diye sorarsınız... Olayların farklı mekanda geçiyor olması çok hoşuma gitti. Serilerde genellikle başlangıç noktasında ilerler ama karakterler o bölgeden ayrılınca bende bir heyecan oluşuyor. Bu kitapta hiç yerlerinde durmamaları, tansiyonun hep yüksek tutulması ve diyalogların kısa ve net olması bende kitabı okuma isteği oluşturdu.
Beşinci kitapta baya şoklanacakmışım, öyle diyorlar. Hayırlısı. :) Ara vermeden seriye devam edeceğim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane




28 Mayıs 2020 Perşembe

Kitap Yorumu: Morganville Vampirleri 2 - Ölü Kızın Dansı

Merhabalar

Ay resmen seriye nazar değdirdim. Morganville Vampirleri şöyledir böyledir dedim ikinci kitabı göz devirmekten okuyamadım. Tamam, yine beklentisiz okudum ama şu Claire'yi bir sarsmak lazım. Bu kadar da saftirik olamaz bir insan yav. 

Bu kitapta baya boş yapılmış. Kitabın ismi de olan Ölü Kızın Dansı adlı partiyi bir iki sayfa okuyoruz ve diğer olaylar tamamen farklı bir yönde gelişiyor. Böyle daha ne kadar saçmalayabilir diye okudum. Kitabın sonunda "heh, tam beklediğim gibi bir salaklık yapıyorsun Claire," dedim. Tabii şaşırtabilir de. Yapıyormuş gibi gözüküyor ama son anda olaylar değişebilir.

Bir kere, artık olaylar Morganville kasabasının dışına çıkmalı. Daha esprili karakterler getirilmeli. Aşklar güzel işlenmeli. Claire "16 yaşımdan biraz daha büyüyüm" demeyi; diğerleri de sen daha çocuksun demeyi bırakmalı. Oy, etrafım ergenlerle çevrili resmen. Yine de pes etmeyeceğim! Ara vermeden seriye devam edeceğim çünkü ilerledikçe baya güzelleşiyormuş. Hadi bakalım.

Bu kitaptaki olaylar beni kesmedi ama yerlerinde hiiiç durmadılar. İlk kitabın sonunda vampir avcısı Shane'in babasının geldiği an dehşet bir sahneye şahit olmuştuk. Michael'ı öldürmeye çalışıyordu. Çalışıyordu diyorum çünkü kendisi bir hayalet. Eve'in eski patronu vampir (sonradan öğreniyorlar vampir olduğunu) Oliver, geçmişte Michael'ı vampir yapmaya çalışırken beceremiyor ve bir şekilde hayalet olarak yaşamına (?) devam ediyor. Gündüzleri ortadan kaybolan Michael geceleri ortaya çıktığı için hep "acaba vampir mi" sorusunu kafalarda oluşturuyordu. Shane'in babası da böyle sanıp çocuğun üstüne çullanıyor ama tabii öldürdüm sanıyor.

Sonrasında olaylara diğer vampirler de karışıyor. Kim bizi öldürmeye çalışan bu herif diye. Shane'i de suçlayıp hapsediyorlar. Shane'i kurtarmak için Claire ve Eve ön plana çıkıyor. Zira Michael hem bağlı olduğu evden ayrılamıyor hem de gündüzleri istese de bizimkilere katılamıyor. 

Bir anda karakterler arttı. Okuldaki isimler çoğaldı. O kim he şu mu derken beynim laçka oldu ama toparladım. Zaten çerezlik bir kitap olduğu için onu da okuyayım bunu da derken kitap bitmiş oluyor.

Tek sevdiğim şey, Michael güzel bir karar verdi. Bir sonraki kitabın yorumunda mutlaka bahsederim ama şimdi spoiler olacağı için gülümsüyorum. :) Ve vampirlerin başı Amelie'yi giderek sevmeye başladım. Gizemliliği oldukça hoş.

Fark ettiyseniz hiç alıntı paylaşmadım. Çünkü beni güldüren, eğlendiren hiiiiç bir diyalog geçmedi. Umarım yazar giderek karakterlere daha çok espri anlayışı yükler. Shane'i bir salın da çene çalsın. Özledim çocuğu.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

22 Mayıs 2020 Cuma

Kitap Yorumu: Centilmen Piç 2: Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler



Herrrrrrkese merhaba!
(Cemal Can Canseven girişi yapayım dedim.)


Beni katır katur yiyen bir kitabı anlatmaya geldim. 21 gündür o beni dövüyor ben onu yiyorum derken kitap bitti! Aman yarep. Centilmen Piç serisi uzun bir süredir aklımdaydı. Bu yılın başında ilk kitabı okumuştum. Çok iyiydi! Ve kolay bir lokma olmayacağını biliyordum. Fakat serinin ikinci kitabı beni mahvetti. Yanlış anlaşılma olmasın. Çok severek okudum. Böyle okuma açlığımı doyurdu ama çok yordu. Bunun sebebini açıklayacağım.

"Kahretsin."

"Acaba bu haftaki dualarımızı ihmal mi ettik? Yoksa birimiz bir tapınakta falan mı osurdu?"

Öncelikle fantastik, gizem, aksiyon seven herkese öneririm. Ama bu türlerde birçok kitap okumuş, artık beklentisi tavan yapmış okurlara öneririm. Zira ağır bir seri. Okuması, sindirmesi zaman alıyor. Kitabın boyutunu da görünce ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bir oturuşta 150 sayfa gömeyim yapamıyorsunuz. Yani ben yapamadım. Araya 2-3 kitap da kattım. Yoksa kafayı yerdim. Bunun sebebi de seriye özel birçok terimin olması. Özellikle bu kitapta deniz terimleri çoook fazlaydı çünkü kitabın 3'te 2'si denizde geçiyor. Oy babam oy.

İlk kitapta Gri Kral ve baş belası büyücü Şahin ile olan entrika dolu olaylara şahit olmuştuk. Birçok kayıp da yaşanmıştı. Galdo-Calo ikizleri ve Böcek öldürülmüştü. Ekipten geriye Locke ve Jean kaldı. Macera onlarla devam ediyor. Acılarını kalplerine gömdüler ve dev bir hırsızlık yapmak için soluğu Tal Verrar şehrinde aldılar. En korunaklı, en görkemli ve en zengin Günahane'ye giderler ve hırsızlık ortamını yaratmaya başlarlar. Ama yine planlamadıkları şeyler olur. Bu sefer adeta şeytan üçgenine takılıyorlar.

Evet, olaylar üç bela şeklinde devam ediyor.

Birincisinde Requin belasıyla karşılaşıyorlar. Şehrin en güçlü adamlarından biri. Ondan habersiz kuş uçmuyor. Bizimkileri ensesinden tuttuğu gibi kendi işleri için kullanmaya başlıyor. Yardımcısı Selendri ile bu iki zeki ve kurnaz hırsızı dizginlemeye çalışıyor. Verdikleri bir görev sırasında Locke ve Jean kendini başka bir belanın içinde buluyor.

"Biliyor musun Locke," dedi Jean, sohbetvari bir ses tonuyla, "bir yerlerde yalnızca sıradan, basit maceralara atılan hırsızlar olduğuna inanmak istiyorum. Bugünlerde onlardan birkaçıyla tanışıp bu işin sırrını sorsak iyi olacak."

"Herhalde bunun gibi götoşlardan uzak durdukları içindir," dedi Locke, Arhon'u işaret ederek.

İkincisinde ise yaşlı ve sadist planlı Arhon ve sağ kolu Merrain'e esir oluyorlar. Valla bu yakalanma sahneleri çok iyiydi! Adamın planı jilet gibi işledi. Bizimkileri süper hazırlıksız yakaladı ve kendisine bağlamak için onları bir güzel zehirledi. Yaşamaları için belli aralıklarla Arhon'u görüp panzehiri almaları lazım. Arhon'u görmeleri için de elbette onun verdiği görevleri yerine getirmeleri gerekiyor. Locke, adeta arapsaçına dönecek planlar yapıp hem Requin'i hem de Arhon'u ayaküstünde uyutmaya çalışsa da Arhon'un planları çok daha farklıdır. Onları dev bir korsan hırsızlığı için deniz yolculuğuna gönderir.

Birkaç haftalık deniz eğitimi alan Locke ve Jean, kendini denizde bulur. Yanlarında danışacakları bir adam vardır ama olaylar elbette beklenmedik bir şekilde gelişiyor. Vurgun yiyorlar. Kitabın üçüncü ve en eğlenceli ve ağır geçen kısmı ise Kaptan Drakasha, Teğmen Delmastro ve ekibiyle karşılaşmalarıydı. Daha doğrusu dalaşmaları demeliydim. Hem çok komik diyaloglara şahit oldum hem de güzel bir aşk hikayesi okudum.
Ama aksiyon hiç durmadığı için güzel olaylardan çok yine entrika ve savaş sahneleri görüyoruz.

"Sen nereden çıktın böyle?"

"Bu civardan. Ordan burdan. Aslen anamın rahminden," dedi adam, halatları kesmeye devam ederken.

Sonu nasıl bitti derseniz, Locke yine şaşırttı. Hem okurları hem de Jean'i. Böyle Locke'un kıvrak zekasını çok seviyorum. Bu kitapta modunun düştüğü birçok yer vardı ama hep Jean onu ayağa kaldırdı. Şimdi o bir fedakarlık yapıyor ama bakalım sonucunda neler olacak.

Bir de kitabın başında bir sahne var. İnsanı aptala çeviren cinsten bir şey. Kitabın sonlarına doğru o sahnenin aslını okuyoruz. Baya kahkaha attım çünkü Locke gibi şoklanacaksınız. Ne diyeyim, Scott Lynch sağlam bir dünya yaramış, içini güzelce doldurmaya devam ediyor. 

Kitap beni çok yordu a dostlar! Üçüncü kitabı ne zaman okurum bilmiyorum. Bir de havalar güzelleştikçe daha hafif şeyler okumayı tercih ediyorum. Sanırım bir sonraki kitabı sonbaharda okurum. 

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane