Pages

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kitap Yorumu: Karanlık Zihinler 3: Ateş Çemberi - Alexandra Bracken


Merhabalar

Bir seriyi daha sonlandırdım. Karanlık Zihinler serisine geçen yaz başlamıştım. Distopya türünü en güzel yansıtan serilerden biri olmaya adaydı. Çünkü cidden ilk kitap enfesti. Okurken adeta büyülenmiştim. "İşte bu... Distopya... Sıradaki kitap..." Böyle etkilemişti beni. Sonra ikinci kitabı Buz Kapanı büyük bir merakla okumuştum. İlk kitap kadar olmasa da o da çok iyiydi. Yeni karakterler resmen ortama renk katmıştı. Ve ikinci kitabın sonunda olaylar yine karman çorman olmuştu. Şimdi ise serinin son kitabı Ateş Çemberi'ni okudum. 587 sayfalık kitabın sadece son 100 sayfasından çok zevk aldım ve şaşkınlıklara uğradım. Yani yazar dolandırmış, gereksiz betimlemeler yapmış. Final kitabı elle tutulur bir şey olsun diye çabalamış ama asıl hünerlerini sona saklamış.

Son sayfaya gelmeden önce kurguda oradan oraya savruluyorsunuz. Ruby ve inanılmaz ekibi yine iş başındaydı. Cole karakterine ba-yı-lı-yo-rum! Liam gibi aşk çocuğu değil ama ayrı bir sempatisi ve çekiciliği var. Stewart kardeşlere kalp kalp. Vida ve Chubs karakterleri zaten serinin en renkli karakterleriydi. Ruby ve Liam'a olan dostlukları inanılmaz güzeldi. Zu'ya gelirsek... Ekibin en küçüğü ve en sevimlisi. Günü kurtaran isimlerden biri diyebilirim. Zaten seriyi sevdiren de bu ekibin üyeleriydi.

Her distopya serisinde olduğu gibi bunda da kurallara uymama, kötü adamlar ve günü kurtaran iyiler vardı. Clancy kötü karakterdi falan ama nedense severdim keretayı. Az biraz uslu dursaydı ekiple çok güzel anlaşırdı. Ama neyseki yazar seriyi cidden güzel bitirmiş. Böyle minik bir kapı bile aralamış. Bakarsınız, parası falan biterse bir ek kitap daha yazar. :D Şaka bir yana hayal gücü güzeldi. Şekillendirmesi biraz boğucuydu ama nedense bu yazarın kaleminde bir çekicilik var. Kitabın geneline bakınca sevdim diyorum. O baştaki dolambaçlı diyaloglar, sahneler aklıma geldikçe de ilk kitap en güzeliydi diyorum. Ki öyle. Bu serinin en iyisi Karanlık Zihinler idi. Tartışmasız.

Aslında seriyi bitirdim diyorum ama okunacak bir kitabı daha var. Karanlığın İçinden adlı kitabından yazarın parça parça yazdığı kısımlar varmış. Liam ile ilgili sanırım. Kitap elimde değil ama okuyacağım. Merak etmiyor değilim.

Son olarak... Distopya tarzını cidden çok seviyorum. Bu seride türünü güzel yansıtanlardan biri. Ama keşke hepsi aynı kalıpta kalmasa ve farklılıklar yaratsalar... Yine de seriyi cidden öneririm. Kurguyu geç karakterleri çok sağlam. Bir şans verin derim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Ağustos 2016 Perşembe

Kitap Yorumu: Karanlık Sanatlar 1 - Geceyarısı Leydisi


Merhabalarrrr

Yaklaşık bir ay önce sabırsızlıkla beklediğim kitabı okudum! Hatta onu beklerken hiçbir kitaptan zevk alamadım. Son kitap yorumundaki yazıdan anlaşılacağı üzere... Gönlümün Leydisi geldi. Karşınızda Cassandra Clare'den yepyeni bir seri: Karanlık Sanatlar ve serinin ilk kitabı Geceyarısı Leydisi!

Artemis Yayınları'nın önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabı bu kadar erken beklemiyordum açıkçası. Sonra bir baktım benim bebeğim kucağımda... Bayram tatilim boyunca onu okudum. Allah'ım yok böyle bir mutluluk. Cassandra Clare kesinlikle benim yazarım. Benim, benimmm! Adeta susamış gibi içtim, aç kalmış gibi yedim kitabı. Okumaya kıyamamazlık olmadı valla. 800 küsürlük kitabı yayıla yayıla okudum. Zaten her bölümünden ayrı zevk aldım. Müthiş bir kurguyla geri dönmüş Kraliçe. Bayıldım! Cehennem Makinaları ve Ölümcül Oyuncaklar'dan sonra çıtaları yükseltmişti. Hayal kırıklığı olmadı valla. Yeni favori serim Karanlık Sanatlar oldu bile!

Yepyeni karakterlerin yanı sıra eski karakterleri de görüyoruz. Az ama o bile yetiyor. Zaten Ölümcül Oyuncaklar'ın son kitabında Emma'yı, Julian'ı ve onun kalabalık ailesini tanımıştık. Orada daha küçüklerdi. Şimdi bu serinin baş kahramanı oldular. Aradan beş yıl geçti. Büyüdüler ve o felaket dolu savaştan sonra ayakta kalmayı başardılar. Los Angeles Enstitüsü'nde koca bir aile olarak yaşarlarken tekrardan esrarengiz olaylar başlar. Şimdi ona değinmeden önce karakterlerden bahsedeceğim.

"Aşk birini görmen demektir." -Julian

Emma Carstrairs adeta Will Herondale'ın küçük kız versiyonu. Kendinden emin halleri. Bildiğini okuyan. Hırslı. İntikamcı. Aynı zamanda rengarenk bir karakter. Zıpzıp yerinde duramıyor resmen.
Julian Blackthorn ise Emma'nın zıttı. Sakin, kontrollü, sorumluluk üstüne sorumluluk alan biri. Küçük yaşta kardeşlerine hem ağabeylik hem de ebeveynlik yapmaya başladığından sanırım çok ağırbaşlı biri. Kendine vakit ayırmaktansa kardeşlerine daha fazla ilgi göstermeyi seçen biri. Aslında çok örnek alınası biri. Kim bu zamanda Julian gibi biri olabilir? Ayrıca Emma'nın parabatai'si. Yani bir de Emma'ya göz kulak olmak zorunda. İşi zor vallahi.

Julian'ın kardeşlerine gelirsek... En büyük ağabeyi Mark periler tarafından kaçırılmıştı. (ÖO son kitabında Peri Halkı, Mark peri kanı taşıdığı için ele geçirip, bir yere kapatmışlardır. Jace ve Clary kurtarmaya çalışmıştı fakat ne yazık ki Mark teslim olmamıştı.) Ablası Helen ise Konsey tarafından başka bir yerde görevlendirilmişti. (Bu arada Helen ve Mark, aslında üveyler. Anneleri bir periydi. Andrew Blackthorn daha sonra Julian'ların annesiyle evlenmiştir.) Geriye minik kardeşleri kaldı. Tiberius, Livia, Drusilla,Octavius. Sıralanış aynen böyle. İnanın bana ilk okuduğunuzda kim neydi falan diyeceksiniz ama sonra alışıyorsunuz. Keretalar sık sık karşımıza çıkıyor.
Yeni karakterler ise daha da eğlenceli ve akılda kalıcı. Emma'nın yapmacık ve geçici sevgilisi Cameron. (Acayip uyuz bir tip.) Enstitü'ye Meksika'dan gelen ve konuşmalarıyla insanı güldüren Christina; LA Enstitüsü'nde çocukların eğitmeni olan Diana Wrayburn. Bir de Julian'ların yarım akıllı bir amcaları var. Arthur Blackthorn. Hmm son bir karakter de Magnus Bane gibi büyücü olan Malcolm. Kitaptaki karakterler böyle. Elbette birkaç tane daha var ama asıl ön planda olanlar bunlar.

"Herkesin korktuğu şeyler vardır, insanın olmanın bir parçasıdır bu." -Emma

Kitabın konusundan nasıl bahsetsem bilemiyorum. Çünkü karmaşık. Eminim bir sonraki kitap çıkmadan önce bu kitabı tekrar okurum. Ama şöyle söyleyeyim. Tüm olaylar birbirleriyle bağlantılı. Yani Cassandra klasik kurgu biçimini uygulamış. Sizi yine ters köşeye yatıracak. Ben birini suçlarken hiç ummadığım bir kişi suçlu çıktı. Ve bu sefer kurgu daha da sağlam. Yani olayların gerçekleşmesi ve gerçekleşme nedenleri çok mantıklı. Bu konuda bir bilgi veremem. Spoiler olur. Tek diyeceğim aksiyon da var. Duygusal bağlar da var. İhanet, hüzün, mutluluk... Ne ararsanız var. Yok yok!

"Çok kahve içiyorsun, yeterince krep yemiyorsun." -Emma
"Umarım bunu mezar taşıma yazarlar." Julian

Bu kitaptaki Parabatai konusuna değinmek istiyorum. Önceki kitaplarda genellikle kız-kız erkek-erkek parabatailer gördük. (Will-Jem, Jace-Alec ve istisna olarak Clary-Simon) Bu kitapta da Emma ve Julian Parabatai. Gerçekten birbirlerini koruyan, değer veren, anlayan... İnanılmaz bir çift. Ama tahmin edeceğiniz gibi bir süre sonra bağları aşka dönüşüyor. Gizli saklı bir şeyler yaşasalar da bunun yasak olduklarını biliyorlar. Parabatai'lerin birbirilerine aşık olması... Ölümden bile beter bir şey. Bunu kitapta öğreneceksiniz. Ve bu yüzden Emma bir şey yapıyor. O kadar can acıtan bir şey ki... Sırf bu yüzden bir sonraki kitabı istiyorum. Julian'ın tepkisini görmek istiyorum. Tanrım! Cassandra bize ve karakterlere acı çektirmeye bayılıyor. Uyuz kadın...

"Aşkın yasak olduğunu bilmek aşkı öldürmez. Daha da güçlendirir." -Tessa

Neyse. Eski karakterlere gelirsek... Sonlara doğru onlar da maceraya katılıyorlar. Kitabın sonunda zaten onlara özel bir sahne var. Cassandra bizim gibi sıkı fanları unutmamış. Valla doyasıya okudum kitabı. Müthişti!

Kitap kalın, evet ama süper akıcı. Gözünüzü korkutmasın. Çeviri de güzeldi. Betimlemeler tam Cassandra tarzındaydı. Sonracığıma... Ben bayıldım. Diğer kitabı sabırsızlıkla bekliyorum!

Bir sonraki kitaplarda görüşmek üzere o zaman. *-*
Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Sürpriz Gelişmeler Yükleniyor...


Merhabalar...

Ya resmen blog'umu çok özlemişim. Sımsıkı sarılacağım o derece... İki aydır başıma gelmeyen kalmadı. Bilgisayarım beni yarı yolda bıraktı. Beni beni Jane'i... Ben bilgisayarsız nasıl Jane olurum!!! Şu an kardeşimin yepyenisi bilgisayarından yazıyorum. Ona yeni alındı yani bana değil... Neysem. Öyle mutlu haberlerim var ki şu an bilgisayarsızlık hiçbir şey.

Neredeyse 1.5 aydır yoktum çünkü stajımı tamamlıyordum. Bünye sabahları kalkmaya, 9 saat çeviri yapmaya, bu yetmezmiş gibi akşamları staj defteri için özel haber çevirisi yapmaya hiç alışkan değil. Daha kendime yeni geldim. Gelir gelmez blog'a yazmaya başladım. Stajımı bir yayın evinde yaptım. Şimdi hangisi olduğunu söylemeyeceğim. Gıcıklığından değil, ne olur ne olmaz diye. Ama baya bilindik bir yayın evi ve 6 haftalık stajımda baya deneyim kazandım. Gerçekleştirdiğim hayallere bir tik daha attım. *-* 

Düzenli bir şekilde kitap okuyamadım. Bayram tatilinde Geceyarısı Leydisi'ni okudum. Ona apayrı bir yorum yazısı gelecek zaten. Bunun dışında ön okumalarını çevirdiğim kitapları yarım bırakmamak için orijinal dillerinde okuyorum. Bir tane bitmek üzere. Baya da güzel. Bitince yorum yazacağım.

Gossip Girl bitti. Bu dizi efsane gençler. Kim ne derse desin... Yıllar önce yarım bırakmıştım ama iyi ki şimdi devam etmişim dedim. Bu yaşımda izlemek daha iyi oldu. Her şey cuk oturdu. :D Ve yılın bombası: Game Of Thrones'a başladım. Yediğim tüm spoilerlere rağmen... Okulda ve iş yerinde o kadar çok muhabbeti döndü ki artık başlıyorum gençler dedim. Şu an 4.sezondayız. Dedikleri kadar varmış. Ölen ölene... Her bölümde ağzım açık kalıyor. Ben böyle dizilere alışkın değilim. Kim ölse bir şok bir üzüntü... Tabii bir karakter hariç :D Ay bunun da ayrı muhabbetini yapacağım.

Sıradaki asıl bomba... Bunu uzun zamandır duyurmak için sabırsızlanıyorum ama bir aksilik çıkacak diye üç buçuk atıyordum. Daha yeni yeni bu habere alıştım. İnanın bana son ana kadar da inanamayacağım. Ehem, biricik Jane'niniz Erasmus'u kazandı. Ekim'de Polonya yolcusu. Kaçış biletlerini hala hazırlama sürecinde. Pasaport çıkarttığımda bile "Ben hala gideceğime inanamıyorum," diyordum. Sonra biliyorsunuz ülkemizde bir darbe girişimi oldu. O zaman cidden "Ahaa lanetliyim kesin," dedim. Cidden hala gideceğime inanamıyorum. Türkiye dışında bir yere gitmek bana hep imkansız geliyordu. Erasmus süreci bende adeta "silik" durumda. Kendime gelmem için o uçağa binmem lazım. O zaman dank edecek her şey... Erasmus için ayrı bir bölüm açacağım. Aslında ayrı bir blog açacaktım. Sonra dedim ki, "Saçmalama. Jane varken nasıl başka bir blog! Seni tanıyanlar bu macerana ortak olsun." O yüzden blog'da Ekim sonrası Erasmus ağırlıklı olacak. Zaten bunun için de apayrı bir yazı yazacağım. Bu yazıda şöyle bir genel göz atmak istedim konulara. Ve yazmayı cidden çok özledim. *-* Dur konu dağılmasın. O Erasmus bölümündeki yazılarda merak ettiğiniz her şeye yetişeceğim. Başımdan geçen her şeyi anlatacağım. (Daha gitmeden milyon sorunla uğraştım, uğraşıyorum.) Ve sosyal medyadan uzak durmaya çalışsam da bu süreçte hepsini devreye sokacağım. İstesem de Instagram'dan kopamadım. Snapchat açıp, nasıl kullanacağımı bilemediğim için silmiştim. Şimdi onu öğreniyorum. Zamanı gelince linklerini vereceğim. İsteyen oradan da takip eder. Ask.fm her daim var. O göz bebeğim... 

Bunların dışında böyle işte. Jane oraya buraya savruluyor ama geri döndüğü yer hep blog oluyor. *-* Jane olmayı, blog'a yazmayı çok seviyorum. Umarım sizleri de sıkmıyorumdur. Hoş, şu ana kötü bir tepkiyle karşılaşmadım. Hatta staj döneminde bir tatlı takipçiyle mailleştik. Önerdiğim serileri okuyor ve karşılıklı yorumlaşıyoruz. Yani ben ulaşılmaz biri değilim. Hiçbir zaman da öyle olmak istemedim. Burnu hava biri değilim. Bir soru bin defa aynı şekilde sorulsa da bıkmadan cevaplarım. Çekinmeyin, sorun, ısrar edin. :D Gizlim saklım da yok diyeceğim ama var aslında. Ailemde kardeşim dışında kimse Jane'i bilmiyor. Arkadaş çevremde de çok nadir biliyorlar. Ve genellikle onlarla Jane üzerine konuşmam. Jane buraya ait. Gerçek hayatımla karıştırmam. 

Ve konu böyle uzar. Ehem. Gelecek günlerde enfes yazılar gelecek. Süprüzler de olabilir. *-* O zamana kadar kendinize cici bakın.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane