Pages

26 Mayıs 2015 Salı

Kitap Yorumu: Karanlık Zihinler - Alexandra Bracken


Merhaba!

Direk konuya girmek istiyorum. Karanlık Zihinler ile evlenebiliyor muyuz ? Okuduğum en iyi distopyalar arasına girdi bile! Distopya türüne aşığım. Bundan sonra zaten gözüm kapalı okurum bu türü. Karanlık Zihinler beni büyüledi. Kusursuz kurgu, boş yere trip atmayan ve aklı başında olan bir kız karakter, ergence hareketler sergilemeyen kendinden emin erkek karakter ve elbette ortamı renklendiren diğer iki karakter... Kesinlikle başucu kitabım olabilir. Kitapla bu aralar fena aşk yaşıyoruz. Bitmesin dedim bitti ama beni de bitirdi. Çok güzeldi be!

Benim gibi bu kitaba geç başlamayın. Ben baya beklettim. Her yerde fotoğrafını görmeme rağmen sonra alırım diyordum. D&R mağazalarında şuan 10 TL indiriminde. Maalesef Safranbolu'nda D&R olmadığı için alamıyorum diye üzülüyordum. Sonra Parodi Yayınları'ndan rica ettim. Ve işte, bu güzel bebek şuan ellerimde. Nasıl mutluyum. Nasıl teşekkür etsem yayınevine bilemedim. *-*

Kitaba kritik sınav zamanında başladım. O yüzden ilk üç gün elimde süründü ama sonra... Hele dün resmen elimden bırakamadım. Konusu hem değişik, hem ilgi çekici hem de olayları sinir bozucu bir hale dönüştürebilecek şekilde gelişiyor. Kitabı bitirmek için sabırsızlanmayın. Sonunda kafayı yiyebilirsiniz. Hem buruk bir gülümseme hem de 'eyvah, nolcak şimdi' modunda bırakıyor sizi. Ve duyumlarıma göre ikinci kitap Haziran ayında çıkıyormuş. 

En parlak zihinler, en karanlık olanlardır

Bu Distopya dünyasında olaylar biraz daha karışık. Dünyada çocukları etkileyen bir salgın hastalık oluşuyor. Bu hastalığa kapılan çocuklar ya ölüyorlar ya da bazı özel yeteneklere sahip oluyorlar. Ama bu özel yetenekleri, yetişkinler tarafından birer tehdit olarak algılanıyor. Ve Başkan Gray'in önderliğinde Psi Özel Kuvvet oluşturuluyor. (Psi, Yunan alfabesinde bir harf imiş. Kitabın kapağındaki şekil.) Bu Psi Grubu, hastalanan çocukları ya zorla alıkoyuyorlar ya da zaten aileleri tarafından teslim edilmiş oluyorlar. Ki bu da en acı kısmı sanırım. Ailenizin sizden korkup, sizi başkasına verdiğini bir hayal edin ? Rehabilitasyon görünümündeki bir hapishaneye gittiğinizi düşünün ? İnanılmaz dehşet bir şey. Çocuklar gittikleri yerde bir teste sokulup, sınıflandırılıyorlar. Beş renk grubuna ayrılıyorlar. Maviler, telekinezi; Yeşiller, üstün zeka; Sarılar,elektrik oluşturma ve kontrol etme; Kırmızılar, ateş oluşturma ve kontrol etme; Turuncular, zihin kontrolü. (Bilginin kaynağı: Kutsal Yorumcu)


Bu sınıflandırmaya giren çocuklar uzun bir süre orada tutuluyor. Bunlardan biri de Ruby. 10.yaş gününde yeteneğini farkında olmadan ailesinin üstünde kullanıyor ve çok acı bir şekilde (kitabı okuyunca gerçekten etkileneceksiniz) o da diğer çocukların yanına gidiyor. Tam 6 yıl boyunca orada kalıyor. Test sırasında yine ister istemez yeteneğini kullanıyor ve kendini Yeşil grubuna dahil ettiriyor. Ama kızımız aslında bir Turuncu. Hem de en tehlikelisinden. İnsanların zihinlerine girebiliyor, elinde olmadan insanların anılarını görüp, onları silebiliyor. Ve bu, onun en büyük şanssızlığı ve gücü. 

Ruby, 6 yıl aradan sonra yine Thurmond'daki kampında verilen işi yaparken birden 'Beyaz Gürültü' dedikleri siren çalmaya başlar. Bu siren genellikle çocuklar yeteneklerini kullandıklarında, birbirlerine bakıp konuştuklarında ya da kural dışı bir şey yaptıklarında çalıyor. Ve Ruby'i pek etkileyen bir şey olmamasına rağmen o gün onu etkiler ve bayılır. Ama aslında bu bir oyundur. Bu siren, saklanan Turuncuları ortaya çıkarmak için ayarlanmıştır. Ruby tam yakalanacakken içerideki doktorlardan biri Cate, onu ve başka bir çocuğu kaçırma planları kurar. Eh işte bundan sonrası... Çok mu çok fena.

"... her son bir başlangıçtır. Bir zamanlar sahip olduklarını geri alamasan da onları arkanda bırakabilirsin. Yeniden başlarsın. En baştan."

Ruby, aptal bir kız değil. O yüzden kendince planları vardır. Aslında biraz da aceleye gelen planlar. Böylece kendini başka bir kaçak grubun içinde bulur. Liam, Zu ve Chubs'a merhaba deyin! Bu gruba bayılacaksınız. Elbette ilkten Chubs, Ruby'e hiç güvenmiyor ve resmen sözleriyle işkence çektiriyor. Liam ise onların başındaki lider gibi bir şey. Zu, en küçükleri ve Sarı grubundan. Konuşamamasına rağmen kitapta sizi güldürecek ve hüzünlendirecek. Bu grubun hikayesi ise bambaşka. Bir şekilde kamplarından kaçmayı başarırlar ama onları takip edenler var. Ve kaçarlarken birkaç arkadaşlarını da kaybetmişler. Ellerinde arkadaşının mektubu var. Bu mektup için Kaçak Çocuk'u arıyorlar. Kaçak Çocuk, kitapta oldukça ünlü biri. Kamplardan kaçan, askerleri yenebilen nadir çocuklardan biri ve kaçan çocuklara da yardım ettiği söyleniliyor. Bir şekilde Ruby, Liam, Chubs ve Zu yollara düşerler ve cidden birbirinden inanılmaz maceralara sürüklenirler. Çok mu çok güzeldi. Bence. Ve kitabı okurken kimseye güvenmeyin. Herkesin kendi çıkarı var. Yeteneklerden yararlanmak isteyen mi dersiniz, para için çocukların yerlerini söyleyenler mi dersiniz... Etrafınız hainlerle dolu olacak.

Son olarak karakterlerden söz edersem... Ruby'i çok sevdim. Bu kitapta bile ondaki değişimi görebilirsiniz. Kitabın ilk yarısında her an saldıraya uğrayacakmış gibi kırılgan dursa da ilerleyen zamanlarda kendinden emin olup, grubunu korumaya başladı. Çok dramatik olaylar yaşamasına rağmen aklı başında davranıyor ve tam bir lider olacak türde. Liam ise... Çok sevdim bu çocuğu. Etrafındaki herkesi korumaya çalışıyor, herkesin derdine ortak olmaya çalışıyor ve yaşadıkları ortamın 'korkunçluğu' düşünülürse oldukça komik biri. Özellikle bir bölümde Ruby'e bir şaka yapıyor ki... Hem Ruby hem de ben çıldırma noktasına geldik ama sonra baya güldüm. :D Chubs'a ilk başta uyuz olabilirsiniz. Aslında haklı olarak Ruby'e güvenmiyor ama çok acımasız davranıyor. Sonrasında kardeş gibi oluyorlar ve inanın bana Chubs'a çok güleceksiniz. Ortamı renklendiren karakterlerden biri. Zu ise kırılgan bir kız çocuğu. Kitabı okurken onu kollarımın arasına alıp, sıkıca sarılmak istedim. Grubun en miniği ve en akıllısı. Bu grup çok iyi cidden.

Daha ne diyebilirim, bilmiyorum. Kitabı çok sevdim. Benimsedim. Ve merakla ikinci kitabı bekliyorum. Kitaplığımda en üst köşeyi kapacak. Bazı bölümleri tekrar tekrar okuyacağım. Gidin, okuyun. Daha anlatmadığım bir ton şey var. Özellikle kitabın sonu sizi mahvedecek!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Mayıs 2015 Perşembe

Kitap Yorumu: Cam Şato - Sarah J. Maas


Merhabalar...

Sizin oralarda çok sıcak mı ? Vallahi, ben burada -Safranbolu'nda- bildiğiniz yanıyorum. Denize girmeden, sezonu açmadan karardım. Tembeldim, sıcaklar yüzünden daha da tembel oldum. O yüzden blog'a da pek uğramaz oldum. Esen bir yer gördüm mü direk uzanıyorum. Şuan esen bir yer bulduğum için rahat rahat yazıyorum. Çünkü bu kitabı bir an önce yorumlamak ve ikinci kitaba geçmek istiyorum!

"Son derece yargılayacısın."
"Yargılarda bulunmuyorsan akla ne gerek var?"
"Peki ya insanları aklının acımasız yargılarından sakınmayacaksan kalbe ne gerek var?"

Cam Şato, ülkemizde hakkettiği değeri bulamayan kitaplardan biri. Ama eğer Instagramınız veya Goodreads hesabınız varsa bu serinin ne kadar çok hayranı olduğunu görebilirsiniz. Ben de biraz o yüzden heveslendim ama ilk kitabı almam tamamen tesadüf olmuştu. Geçen yaz (evet taa geçen yaz) D&R'ın 5 TL'lik indiriminden almıştım. Tabii sonra serinin ne kadar ünlü olduğunu görünce ikinci kitabı gözüm kapalı aldım. Ve sonunda kitabı okudum. İstediğim türdeydi, hayal etmeyi sevdiğim bir kurguydu, karakterleri de sevdim. Yola devam!

Cam Şato, adının hakkını veren bir kitap olmuş. Kitap, ünlü suikastçı Celaena'nın yakalandıktan sonraki hayatını anlatan bir kitap. Öncesinde neler olduğunu, neler yaptığını ve neden yakalandığını bilmiyoruz. Aslında bilebiliriz. Cam Şato'dan önce novella'lardan oluşan bir kitap var ama ülkemizde çıkmadı. İngilizce alıp, okuyabilirsiniz ancak. (Yazın bunu yapacağım. Kafaya taktım.) Bu kitapta ise olaylar olaylar ve olaylar. Tek yapmanız gereken sabırla okumak.

Serinin ilk kitabı. Elbette ilk önce yazar, hayal dünyasını tanıtmış. Celaena Sardothien Adarlan'ın en ünlü suikastçısıdır. Ama elbette kimse onu fiziksel olarak görmemiştir. Bu da onun için bir avantajdı. Ama ne yazık ki bir ihanetten dolayı yakalanır ve Endovier'da tutsak edilir. Bir yılın ardından Prens'ten Kral'ın yaveri olması için teklif alır ama bu elbette bu kadar kolay değildir. Çeşitli yerlerden gelen suçlular ve savaşçılarla birlikte bir yarışmaya dahil olmalı ve eğer kazanırsa dört yıl boyunca yaver olduktan sonra tamamen özgürlüğüne kavuşacaktır. Eğer kazanamazsa geldiği yere, hapishaneye geri dönecektir. Celaena ise çok zeki bir kız olduğu için teklifi kabul eder. Taa ki riskli bir oyunun içinde olduğunu anlayana kadar.

"Başka bir silah seç. İlginç bir şey olsun. Beni terletecek bir şey, lütfen."
Celaena ince kılıcını yerden alıp, "Diri diri derini yüzüp, göz kürelerini ayağımın altında ezdiğimde eper terleyeceksin," diye mırıldandı.
"İşte aradığımız ruh bu."

Klasik kitap yorumu buydu. Şimdi kendimce yorum yapacağım. Olaylar zaten bundan sonra başlıyor. Kitabın kurgusu Krallıklar, hizmetliler, balolar, yakışıklı Prens, centilmen ve soğuk görünümlü muhafız, güçlü ve iradeli bir kadın. Yani ortaya enfes bir tarihi aşk, distopya ve olağanüstü kurgu karışımı bir şaheser ortaya çıkar. O yüzden ben bayılarak okudum. Cidden tam benim istediğim gibi anlatılmış. Karakterler tam sevdiğim özellikte. Prens Dorian, Adrian Ivashkov'un daha narin ve eski yıllarda yaşan versiyonu gibiydi. Komik ve ağzı laf yapan, zengin, yakışıklı.... Daha ne diyeyim ki. :D Muhafız Kıtası Yüzbaşısı (amma uzun isim değil mi) Chaol ise bizim Dimitri gibi. Kendini işine adamış, gereksiz yere pek konuşmayan, duygularını belli etmeyen ama yeri geldiğinde açılan bir karakterdi. Celaena aşk üçgenine düşerse kızmayın. Kız haklı. Adaylar çok fena rakipler. Üstelik Dorian'la Chaol dostlar. *Gözlerimi deviriyorum* Durum vahim.

"Umarım bir dahaki görüşmemize kadar niteklikli bir şeyler okursun."
Chaol odadan çıkarken havayı kokladı. "Umarım bir dahaki görüşmemize kadar sen de bir banyo yaparsın."

Cam Şato'yu çok sevdim. Eğer benim tarzımı seviyorsanız zaten bayılacaksınız. Celaena, küçük yaştan beri eğitildiği için öyle çıt kırıldım kız karakterlerden değil. Kendinden emin, kendini koruyan, ağız dalaşına hiç çekinmeden giren, nerede nasıl davranacağını çok iyi bilen baya güçlü bir kız. Fiziksel gücü yanı sıra olağanüstü güçlerle ilgili bir şeyler olacak gibi. Her ne kadar Krallıkta büyü yasak olsa da eminim serinin ilerleyen kitaplarında çok heyecanlı bir şeyler olacak. :D

Bunların dışında... İlk kitap olduğu için her şeyden bahsedemiyorum. Ama emin olun seveceksiniz. Ben sevdim. Siz neden sevmeyeceksiniz ki? :D Eski zamanlarda geçen kurgulara merakınız varsa, bu kitapta karşılığını alırsınız zaten. Karakterler de gayet iyi ve eğlenceli.

Şimdilik bu kadar. Mayıs bitmeden yine buralardayım. Şuan zaten çok mu çok merak ettiğim bir kitabı okuyorum. Blog'un sol üst köşesinde görebilirsiniz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

15 Mayıs 2015 Cuma

Film Önerisi: Öfkeliyim ama Hızlıyım da...


Niye daha önce bana 'Jane, Hızlı ve Öfkeli serisini izledin mi? Ne! İzlemedin mi? Hemen kitabını bırak, kelime çalışmayı kes ve serisiyi izle.' demediniz. Niye kimse bu seriyi izleyip, izlemediğimi sormadı. Yani, soran oldu ama çok geç sordu. Neyse ki son filme yetiştim ve sinemada keyfini çıkardım. Tabii bunlar yaklaşık bir ay önce falan gerçekleşti.


Olay şöyle; bir ay önceydi sanırım, Hızlı ve Öfkeli 7 vizyona girdi. En yakın arkadaşım (aynı zamanda oda arkadaşım ve kız kardeşim bile diyebilirim) tutturdu bu filme gidelim diye. Hiç umursamadan 'izlemedim' dedim. İyi ki demişim. İzlememi söyledi. Aslında çok ısrar etmedi ama o ne zaman 'şunu izle' dese yerimde duramam. Çünkü film zevkine güveniyorum ve seviyorum. Sonrasında ilk altı filmi indirdim. Özenerek. HD, alt yazılı ve eksiksiz. Sonra başladım izlemeye. Tam üç gün boyunca film serisini izledim. Artık bir süre sonra o ekiple beraber yatıp, kalkmaya başladım. Üç gün de bile ekibi çok sevdim. Habire taklitlerini yapıp, kendi kendime gülmeye başladım. Ve sonra beklenen an geldi. Sinemaya gitme zamanı!


Şimdi ezmek gibi olmasına ama İstanbul'da film izlemek ayrı Safranbolu'nda izlemek apayrı... Hepimiz öğrenciyiz. Yeni bir şeyler yapmak için tüm fırsatları kullanıyoruz. Sinema da bunlardan biri. O yüzden Safranbolu'nda sinemaya gitmeyi daha çok seviyorum. Özellikle böyle sabırsızlıkla beklenen filmler olunca ayrı bir zevkli oluyor. Filme gittiğimiz gün de son seansa gidelim dedik. Son seans olmasına rağmen hatta film vizyona gireli neredeyse iki hafta olmasına rağmen sinema salonu full doluydu. İğne atsanız, bulamazsınız tabirini gerçekleştirdik. Biz de kalabalık gitti. İşte o zaman filmin daha da eğlenceli olacağını anladım. İyi ki de izlemişim dedim. Herkes serinin delisi.

Her ne kadar seriye geç başlamış olsam bile bu hayran grubuna kendimi ekledim. Çünkü (abartmıyorum) her filmi çok manyak bir şey. :D Özellikle benim gibi aksiyonu, komikliği ve romantikliği bir arada seviyorsanız zaten bu film serisi tam size göre. Bunların yanı sıra aileyi, dostluğu ve iyi-kötü kavramını öyle güzel yansıtıyorlar ki... Kesinlikle boş bir film serisi değil. Önceden bu seriye karşı ön yargılıydım. Çünkü ortaokulda bu seriye deli gibi hayran olan biri vardı. Çocuk her avatarına araba resmi koyup, 'hızlı ve öfkeli' yazıyordu. Artık oradan mı gıcık kaptım bilmiyorum ama nedense filmin sırf araba yarışından oluştuğunu zannettim. O gün bugündür seriden uzak durdum. Araba yarışlarını severim ama tüm seri boyunca katlanamam falan modundaydım. Geçen sene de başrol oyuncularından Paul Walker'ın öldüğü haberini okuyunca daha da uzaklaştım seriden. Ama sonra... Son filmdeki Paul için yapılan sahne... Abartmıyorum tam 1 aydır 'See You Again' şarkısını aralıksız dinliyorum. Çok kötü oldu be.

Bunların dışında film serisi hakkında ne yorum yapsam bilemiyorum. Tek tek filmleri anlatmayacağım. Konular süper bağlantılı. Birini izleyip, diğerini atlayamazsınız. Mesela ben 3.filmden nefret ettim. Çünkü sevdiğim ekipten hiç kimse yoktu. Resmen ergenlerden oluşan bir ekip vardı ama paşa paşa izledim. Sonraki filmleri izleyince arada bağı öğrendim ve kısa çaplı bir şok yaşadım. Yani filmleri atlayarak kesinkes izlemeyin. 3.filmi bile. Maalesef.

Filmdeki ekibe bayılıyorum. Brian elbette göz bebeğimiz ama Brian'ın kankası Roman'a hele harbi bayılıyorum. Serideki en favori karakterim o sanırım. Özellikle son filmde kırdı geçirdi bizi. :D Sırf o adam için bile seriyi baştan izlerim. Roman sayesinde 2.film favorilerim arasında. Ama diğer filmlere haksızlık edemem. Her filmde giderek kendilerini geliştirmişler. Gerek kurgu olarak gerek kadro olarak... Bak şimdi böyle yazınca en baştan izleyesim geldim. Hepsi bilgisayarımda kuzu kuzu duruyorlar. Can sıkıntısında açıp, izleyebilirim.

Bu yazıda ne kadar şey söylersem söyleyeyim bu seriye az bile kalır. İçinizde izlemeyen varsa kesinlikle otursun, izlesin ve bana gelsin. Dedikodu yaparız. Bayılacağınıza eminim. Sizi sıkmayan, tam tersine içine çeken ve aynı zamanda şaşırtan bir kurgusu olan Hızlı ve Öfkeli'ye yumulun. Geç kalmış olabilirim, niye daha önce izlemedim diye kendime öfkeli de olabilirim ama aynı zamanda hızlıyım. 2017 Nisan'da görüşürüz sinemada!

Son olarak şu iki video'yu izleyin derim. Şarkıların da bağımlısı olacaksınız. We Own It & See You Again

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

7 Mayıs 2015 Perşembe

Kitap Yorumu: Kuşatma ve Fırtına - Leigh Bardugo


Merhabalar

Aslında bu yazıdan önce çok eğlenerek yazdığım ve yayınlamak için sabırsızlandığım bir film önerisi yazım vardı. Fakat onu daha sonra saklıyorum. Şimdilik. Şuan, biraz erken davranarak Gölge ve Kemik'in ikinci kitabı olan Kuşatma ve Fırtına'yı ön plana aldım. İkinci kitap da elimde olduğu için dayanamadım ve kısa sürede okudum. Nedense bu dünyayı ve yazarın yarattığı kurguyu sevdim. Mükemmel değil ama beni gerçek hayattan koparan bir seri. O yüzden maceraya kaldığımız yerden devam edelim.

İlk kitabın yorumunu yaparken elbette bazı şeyleri atladım. Spoiler olur diye. Şimdi burada her şeyi anlatabilirim. :D Alina ve Malyen'i anlatmıştım. Karanlıklar Efendisi'nin kötü bir karakter olduğunu gönül rahatlığı ile anlatabilirim. İlk kitabın sonunda Alina'ya ilk büyütecini vermişti ve onu kendine bağlamaya çalışmıştı. Bir takım olaylardan sonra Alina ve Malyen kaçmış ve artık kaçak bir hayat sürmeye başlamışlardı. Eh, bu o kadar kolay değil. Çünkü Alina bir Güneş Elçisi. Hayranları çok. Yeteneklerinden yararlanmak isteyen çok. Tek yapması gereken kimseye güvenmemek. Bu da pek mümkün değil.

"İğneyi ona batırıyorum, kan senden akıyor."

İkinci kitapta, olaylar nerede kaldıysa aynen devam ediyor. Malyen ve Alina kaçak bir hayat sürerken tekrardan Karanlıklar Efendisi ile karşılaşırlar. Ama bu sefer daha sinirli ve yaralıdır. Çünkü en son Alina onları Karanlıklar Diyarı'nda diğer kötü yaratıklarla (adlarını şuan hatırlamıyorum) baş başa bırakmıştı. Fakat bu sefer olaylar farklı bir boyut alır. Karanlıklar Efendisi, Alina ve Malyen'i bir gemide tutsak etmektedir ve bir diğer büyüteç için iz sürmelerini ister. Geminin kaptanı, ikizler ve birkaç karakterler daha olmak üzere yeni isimlerle karşılaşıyoruz. 

Kitabın şaşırtıcı yönleri vardı. Ki ben bunu çok mu çok sevdim. İlk kitapta Kral'ın oğullarından sadece söz edilmiş. Büyük oğlu, içip boş boş dolaşan biriydi. Küçük oğlu ise yıllardır etrafta görülmemişti. Evet, şimdi küçük oğlunu yani Nikolai'yi görmek mümkün. Kendileri hem yakışıklı hem güçlü hem ukala hem de çok çakal biri. Tam benim sevdiğim karakter türünden. :D Okurken zaten hep onun sahnelerinde güldüm. Alina'yı ve Malyen'i deli ediyor. Ama aynı zamanda çok zeki. Alina'nın planları ile kendi planları arasında ortak yönler var ve bu sayede hep bir arada oluyorlar. İnanın bana, kitap boyunca Nikolai'yi arayacaksınız. Kitaba apayrı bir renk katmış. Karanlık yönleri çok olan bu kitapta Nik resmen gök kuşağı görevini üstlenmiş.

"Ne düşündüğünü biraz daha iyi saklamayı öğrenmezsen hayatta sarayda barınamazsın. Buz gibi suyla dolu bir kazana oturmuş gibisin. Ağzını kapat." 

Bunların dışında öyle aham şaham olaylar yok. Küçük isyanlar oluyor, Alina tuhaf halüsinasyonlar görüyor. Malyen'le bir iyiler bir kötüler. Açıkçası aralarındaki ilişki dengesiz ve kendileri hala çocukça davranıyorlar. İlk kitapta biraz da olsa Malyen'i seviyorken bu kitapta tamamen gözümden düştü. Belki de Nik'in gelmesi de olabilir. :D Tüm karakterleri sollamış. Alina'yı anlamak mümkün değil. Bir yaptığı diğer yaptığına uymuyor. Bu kitabın kurgusuna göre daha sağlam bir kız karakter okumak isterdim. 

Kitabın sonunda elbette merak edici bir son var. Ama bu kitaptan pek bir şey beklemeyin. Sanırım yazar tüm hünerlerini final kitabına saklamış. Son kitaptan ümidim var. Onu da hemen okuyup, seriyi bitirmek istiyorum. Sanki bu seriye ara verirsem tamamen kopacakmış gibi. Ama yine de dediğim gibi serinin ayrı bir tarzı, okutan bir tarafı var. Şans verin her kitabına.

Üçüncü kitabı elime alana kadar okunacak çok kitap var. Özellikle sonraki kitabım için çok heyecanlıyım. :D İnternette baya araştırdım. Yurt dışında çok sevilen ama ülkemizde pek ilgi görmeyen bir seri olmasına rağmen nedense şimdiden sevdim. Yakında üç yazı birden gelecek. Tembelliğimi bir kenara bırakıp, süper ötesi zaman yaratır yaratmaz....

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

5 Mayıs 2015 Salı

Kitap Yorumu: Kurtlara Söyle Eve Döndüm


Mayıs ayından herkese merhabalar !

Şaka maka yine yaz geldi. Ki benim pek sevdiğim bir mevsim değildir. Nisan ayında takılıp, kalmayı tercih ederim. O yüzden sıcak havalarda genellikle evde takılırım. Bu süre zarfında kitaplar nasıl bitiyor, anlamıyorum. Kurtlara Söyle Eve Döndüm de bunlardan biriydi. Neredeyse 1 hafta önce okudum. Biraz sindirip, öyle yorumunu yapmak istedim. Ve işte başlıyoruz.

Kurtlara Söyle Eve Döndüm -kısacası KSED diyeceğim- normalde gözüme çarpıp, okuyacağım bir kitap değildi. Ama başta SaklamaKabı olmak üzere birçok blogger bu kitabı övünce ve Instagram'da paylaşımları artınca ben de bu akıma dahil oldum. İndirimden faydalanıp, kitabı kaptım ve sonunda okudum. En azından 'okumadım, nasıldı acaba' demeyeceğim. 

Kitaptan beklentim o kadar yüksekmiş ki okuduktan sonra 'hmmmmm' dışında pek bir yorum yapamadım. Kitap hakkında yorumları görseniz... Elbette çok seveni vardır ama ben 'aşırı' abartıldığını düşündüm. Kitap güzel miydi ? Evet. Kurgusu, karakterlerin mizah anlayışları, verilmek istenen ders... Bunu güzel ve okunulur bir kitap haline getirmiş. Ama 'mutlaka okuyun!' ya da 'okumazsınız çok şey kaçırırsınız' da demem. Sadece şans verin ve okuyun derim. Çünkü bazı yerleri çok ama çok anlamlıydı. Hayatın gerçeklerinden kesitler okuyorsunuz ve okudukça daha çok farkına varıyorsunuz. Çünkü şöyle de bir şey var ki başımıza gelmediği sürece trajedileri anlamak imkansız hale geliyor. Anlık hüzüntü ve kısa bir süre için sizi o ana sokuyor ama sonra unutulup, gidiliyor. Bu kitapta ise döngünün hep içindesiniz. Okurken başımın üstünde hep kara bulutlar varmış gibi hissettim. O ortamında içinde yer almışım da uzaktan olayları izleyip, daha çok boğulduğumu hissettim. İşte kitap bana bunu verdi. Belki de bundan sonra AIDS'i daha ciddiye alacağım.

"Bazen ortalıkta dolaşıp bu zamanabırakılmış orta çağdan gelen bir çocuk gibi davranıyorum. Bu yüzden de etrafımdaki her şey tuhaf, yeni ve saçma görünüyor, tamam mı ?" -June

Kitabın konusu AIDS hastalığı üzerine kurulu desem yeridir. June Elbus, yaşıtlarına göre sıradışı bir genç kızdır. Orta Çağ meraklısı, farklı giyim tarzı olan ve gerçekten diğerlerine benzemeyen bir kız. Düşünce tarzı, verdiği kararlar, konuşmaları... June'ı sevdim. Mizah anlayışı, yaşına göre olgun ve ilgi çekici biri. Aynı zamanda AIDS olan dayısı Finn'e çok bağlıdır. Son zamanlarını hep onunla geçirir. Finn, ölmeden önce June'un ve ablası Greta'nın bir portresini çizer. Çünkü o aslında ünlü bir yazardır. Eşcinseldir ve aynı zamanda ölümcül hastalığa bulaşmıştır. Bunlar spoiler değil. Kitaba başladıktan hemen sonra göreceksiniz.

"Portren çizildiği zaman nasıl görüneceğine bir başkası karar veriyordu. Seni nasıl görmek istiyorsa öyle çiziyordu. Ama fotoğraf makinesi, düğmesine basıldığında her nasıl görünüyorsan onu yakalıyordu." -June

 Ama asıl konu Finn öldükten sonra ortaya çıkan Toby ile başlıyor. June'un ailesine göre Finn'in katili Toby'dir. Hastalığı o bulaştırmıştır. Yani istenmeyen kişi. Ama bu June'un ilgisini çeker. Finn'i ondan başkası kim bu kadar çok sevebilir ? Kim onun hakkında June'dan daha fazla şey bilebilir. June'un bilmediği her şey Toby'de gizlidir. Ve bu da onu daha gizemli kılar. Kitap, June'la Toby'nin baştaki çekingen hallerini ve zamanla dost olma süreçlerini akıcı ama aynı zamanda gizli bir şekilde hüzünle anlatıyor. Sanki her an ağlama modunda oluyorsunuz. İki laflarından biri Finn. Finn'nin sahneleri çok az ama June ve Toby sayesinde o karakteri çok iyi tanıyorsunuz. Seviyorsunuz. Ve öldüğü için üzülebilirsiniz bile. 

"Romantik olmak demek her zaman güzel olan şeyleri görmek istiyorsun demektir. İyi olan şeyleri. Hayatın acı gerçeklerini görmek istemediğini, her şeyin sonunda yoluna gireceğine inandığın anlamına gelir." -Finn

Ama depresyonda olan bir tek June'la Toby değildir. June'ın ablası Greta'ya dikkat edin. İlkten çok cadaloz gelebilir. Ama onun da aklına takılan, üzüldüğü noktalar var. Kitabın sonlarına doğru her şey ortaya çıkıyor. Ama dikkatinizi vererek okuyun. Bu kitabı okuyacaksanız eğer ona ayrı bir zaman yaratın. Her gece birkaç bölüm okumakla olmuyor maalesef. Değişik, doğru yerlere parmak basan ve ilginç bir aşk hikayesini konu edinmiş yazarımız. İlk romanı. Umarım başka romanlarını da okuruz.

"Belki yıllarca Toby'nin ya da Finn'in yarısı kadar iyi bir insan bulmayı bekleyerek senelerce yalnız kalacaktım." -June

AIDS hastalığı hakkında insanların neler düşündüğünü az çok biliyoruz. Kitap bunu çok güzel yansıtmış. Ve bu konuda June'a hayran kalmamak mümkün değil. Okuyun ve görün derim.

Kitap hakkında başka neler söylesem bilemiyorum. Çok ama çok beklentileriniz olmasın. O zaman daha çok seveceksiniz. Ve ön yargılarınızı alıp, gidecek.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane