Pages

23 Kasım 2014 Pazar

Kitap Yorumu: Meleğin Düşüşü - Susan Ee


Selam Millet !

Size müthiş ve sürükleyici bir kitap tanıtacağım. Bu yazıyı yazmak için o kadar heyecanlıyım ki... Belki bazılarınız abarttığımı düşünüyor olabilir ama hayır! Uzun zamandır böylesine şaşırtıcı, gerçekçi ve akıcı bir kitap okumamıştım. En azından fantastik seriler arasında...

Meleğin Düşüşü kitabını keşfetmem baya geç oldu. Dex yayınlarından çıkmasına rağmen çok okunan bir kitap değil sanırım. Çünkü benim ilgimi çekmemişti. Taa ki Saklama Kabı'nın vlog'unu izleyene kadar. Eren, kitabı ballandıra ballandıra anlatmış. Ben de konusunu beğenince hemen listeye ekledim. Ve şansa bakın ki fuarda 9TLcikti. :D İlk kitabı kaptım ama ikinci kitabı hangi kafayla almadım, bilemiyorum. Şuan ikinci kitap için ölebilirim! Sonraki kitap alışverişimde Kıyamet Sonrası direk sepete eklenecek !

Kitap, meleklerle ilgili. İnanın bana Becca Fitzpatrick'in Düşmüş Melekler serisi gibi değil. (Oradaki Patch karakterine sonsuz öpücükler.) Bu kitap daha gerçekçi ve etkileyici. Dünyayı melekler ele geçirmiş durumda. Hem de bizim sandığımız gibi iyi melekler değil. Hepsi, vahşice insanları katlediyor ve küçük çocukları kaçırıyorlar. Dünya, artık eskisi gibi değil. Teknoloji ölmüş durumda, herkes yaşamak için ya kaçıyor ya saklanıyor. Bunlardan biri de Penryn ve ailesi. Penryn, saldırıların başlamasından sonra kafayı yemiş annesini ve tekerlikli sandalyeye mahkum kız kardeşini korumak için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. 

Bir gün yine ailesiyle kaçarken bir melek sürüsü görür. İçlerinden bir meleği ortalarına almışlar, kanatlarını koparıyorlardır. Penryn, ailesini kurtarmak için kendini ön plana atar fakat kız kardeşini bir melek kapar ve kaçar gider. O sırada ne yapacağını bilemeyen Penryn, yaralı meleğin yanına gider. Eğer onu iyileştirirse, kanatlarını saklarsa ona yardım edeceğini düşünür ve olaylar böylece başlamış olur.

Penryn, inatçı mı inatçı ve aynı zamanda çok güçlü bir kız. Hem fiziksel olarak hem ruhsal olarak. Annesi, cidden kafayı yemiş bir kadın. Ne yapacağı belli olmuyor. Kız kardeşi deseniz zaten ayaklarını kullanamıyor, Penryn'e bağlı bir küçük kız. Bunlar yetmiyormuş gibi normal yaşamları ellerinden alınmış ve yaşam mücadelesi vermek zorunda kalmışlar. Kısacası, Penryn hem örnek alınanacak biri hem de hayran verici bir karakter. Kitabı okurken aklıma Uyumsuz'dan Tris ve Açlık Oyunları'ndan Katniss geldi. Bu iki karakteri çok mu çok seviyorum. İçlerine Penryn'i de ekleyin. Çünkü inanılmaz ilham verici bir karakter !

Yaralı melek, Raffe'den bahsedeyim. Aslında bahsedilecek pek bir bilgi yok. Bu kitapta sadece çok minik bilgiler öğrendim onun hakkında. Bunları burada paylaşırsam, kitabı okumanızın bir anlamı kalmaz. Ama şunu diyebilirim ki, hislerini, duygularını ve ne düşündüğünü belli etmeyen biri. Dışarıdan soğuk biri gibi görünebilir ama komik bir mizah anlayışı da var. Raffe'yi sevmemi sağlayan özellikleri bunlar. :D Yani ben sevdim. Tamam, soğuk falan ama ne bekliyorsunuz ki? O da kendi dünyasından ve kanatlarından koparılmış bir melek. Açıkçası onun gözünden olayları okumak isterdim. Neler hissettiğini, düşündüğünü, planlarını ve geçmiş yaşamını okumak fena olmazdı. Belki yazar ileride böyle bir şey yapabilir. :D Moda oldu bu durum zaten.

"Bazen, karanlıkta sendelerken güzel bir şeylere çarparız."

Bu ikilinin maceralarına gelirsek... Penryn, Raffe'yi iyileştirir ama aynı zamanda suçlu muamelesi yaparak onu hep bağlar. Tabii bu meleğe işlemez. :D Çok komik ve eğlenceli sahneleri vardı. Raffe'ye sinirlendikçe kanatlarını yoluyordu, onu sehpaya bağlıyordu ya da kavga ettikleri zaman sırtındaki yaraları hedef alıyordu. Yani kızımız Penryn çok çok fena biri. :D (Yürü be kızım!) 
Tabii bunlar işin komik yanları. Asıl amaçları Penryn'nin kız kardeşini kurtarmak. Bu yüzden Kuş Yuvası'na gitmeleri lazım. Bunlar yola çıktıkları zaman yine diğer meleklerle karşılaşırlar. Raffe, Penryn'e kaçmasını söyler ama bizim deli kız melek kılığına girmiş bir şekilde melekleri korkutmaya çalışır. Sanırım kitapta en çok güldüğüm sahne buydu. Kesinlikle okumalısınız. :D O sahneyi, otobüs yolculuğumdayken okumuştum. Öyle bir kahkaha attım ki milletin şaşkın bakışlarına maruz kaldım. :D 

Yine yola devam ettikleri zaman bu sefer Direnişçiler ile karşılaşırlar. Başlarında Obi diye bir adam var. İlkten bu ikiliye suçlu gözüyle baktılar ama sonra aralarına kattılar. Direnişçiler arasında Dee-Dum adında erkek ikizler vardı. Kitaba çok güzel renk katmışlar. :D Çok komikler, zekiler ve fenalar. Daha sonra Penryn, onlarla bir anlaşma yaparak oradan da sağlam bir şekilde ayrılırlar ve Kuş Yuvası'na varırlar. Bundan sonrasını anlatmayacağım. Çok şaşırtıcı, itici ve gerçekten mide bulandırıcı sahneler vardı. Bunlar bana işlemedi tabii.(Fringe ve The Walking Dead izlemiş bir insanım arkadaş.) Çok vahşet verici şeyler. Yazar öyle gerçekçi anlatmış ki sanki okumuyorum da izliyormuşum gibi hissettim. Hatta çoğu sahnelerde resmen olayları yaşadım. Birileri acı çekiyor, sanki ben de acı çekiyormuşum gibi hissettim. Kısacası, Susan Ee çok mu çok yetenekli bir yazar. Hayal gücüne, anlatım tarzına hayran kaldım.

Ama ne yazık ki yazarın tek serisi bu şimdilik. Serinin ilk iki kitabı ülkemizde çıktı. Üçüncü kitap Mayıs 2015'te çıkıyor. Dex'in bizi çok bekletmeyeceğini varsayarak sabırla bekliyorum. Ki daha ikinci kitabı okumadım. :( Ah, bir de seri beş kitaplık. Son iki kitap ne zaman çıkar, bilinmiyor.

Bunların dışında... Çok güzel kurgulanmış, süper akıcı bir kitabı size takdim etmekten gurur duyarım. :D Bazı yerleri cidden çok eğlenceliydi. Raffe'nin yara bandını nasıl kullanacağını bilmemesi, kedi mamasını gösterip,"bu yenilebilir bir şey mi" diye sorması... Penryn'in çılgın ama komik savunma taktikleri... Her şeyi ile mükemmeldi. Raffe dışında bir de Uriel adlı melekle karşılaşacaksınız. Nedense onu da sevdim. Umarım ilerleyen kitaplarda daha çok karşımıza çıkar. Ve romantik sahneler beklemeyin. Bu çift sonuçta karşılıklı olarak düşmanlar. Öyle ki meleklere, insan kızlar yasak. (Bu konuyla ilgili Penryn bir espri yapıyor, akıllara zarar. :D) Ama kitabın sonunda minik sürprizler görebilirsiniz. Ah, kitabın sonu demişken... Çok merak verici bir şekilde bitti. Biri lütfen ikinci kitabı üstüme fırlatsın.

"...Ama ateşle oynamak baştan çıkarıcıdır."

Ciddi ciddi bu seriye aşık oldum. Penryn karakteri çok sevdim. Raffe'yi daha da merak eder oldum. Eminim ki ikinci kitap çok fena olacak.

Şimdilik bu kadar. Gelecek kitaba kadar kendinize iyi bakın. Kitabı inceleyin ve mutlaka alın derim.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

21 Kasım 2014 Cuma

Hayallerin Gerçekleşmesi: Demi Lovato Konseri


Bu yazıya nasıl başlasam, nasıl anlatsam, hatta yayınlasam mı diye kara kara düşündüm. Yaşadığım duyguları, hayalimin gerçekleştiğini anlatmak çok mu çok zor. Hele ki hala şoktan çıkamamışken.

Herkesin hayalleri vardır. Benimkiler o kadar çok ki bazen cidden imkansız geliyor. Ki Demi Lovato konseri de bunlardan biriydi. Şimdi Demi Lovato deyince, insanlar bir duraksıyor. Bir kısmı tanımıyor, bir kısmı ergen olarak görüyor bir kısmı da "Haa, şu Disney yıldızı, hastalığı falan vardı" diye biliyor. Nasıl biliyorsanız bilin ama yanlış biliyorsunuz. :D 

Kendisi Disney'de ünlenmiş olabilir ama şuan dünya starları arasında. 22 yaşında olduğu için ergen gözüyle bakılıyor ama Britney Spears ve Justin Timberlake'i örnek göstererek, onlarda Disney yıldızıydı ve 20'li yaşlarda ünlenmişlerdi. Yani ergen laflarını bir geride bırakın. Hastalık konusuna gelirsek... Herkes de olabileceği gibi onda da bipolar bozukluk vardı. Üstüne bir de çok erken yaşta ünlenip, büyük sorumluluklar edinince psikolojik olarak çökmüştü. Yaklaşık dört sene önce rehabilitasyona yatırılmıştı. Sonrasında geri dönüşümü muhteşem oldu. 

Albümlerinden, canlı performanslarından ya da diğer bütün hayatından söz etmek isterdim ama merak edenler zaten inceleyecektir. Tek diyebileceğim, kesinlikle konserine gidilmeli. Çoğu genç şarkıcının aksine, konserlerinde ekstra bir çaba göstermiyor. Dansçı olsun, şu olsun falan... Sadece sesiyle ve çaldığı müzik aletleriyle hayranlarına çok güzel bir gece sunabiliyor. Zaten her zaman dediğim gibi, konserlerde sadece ve sadece şarkıcı olmalı. Dansçları göz boyamaca olarak görüyorum. (Beyonce'un ekibi dışında.)

Demi Lovato'yu ilk olarak Camp Rock'da izlemiş, Remember December şarkısını dinleyerek sevmiştim. Özellikle Camp Rock'daki performansları çok hoşuma gitmişti.O gün bugündür feci bir hayranıyım. Hem de öyle böyle değil. :D İnternetteki tüm konser videolarını izleyip, ezberlemiş biriyim. Şarkılarını ezberledim dememe gerek yok sanırım ? Hal böyle olunca, her konser videosunda içim içimi yiyordu. Neden buraya gelmiyor ?

Bir ara hırs yaptık, konserleri organize eden birkaç yere mail attım. Geri dönüş olmadı. Bekledim. Sonra ilk Dünya Turuna çıkacağı haberi verince yerimde duramadım, yine mailler attım. Tahmin ettiğiniz gibi cevap gelmedi. Artık hiç ümidim yokken, geçen yaz internette bir fotoğraf paylaşıldı. Maçka'daki Küçükçiftlik Parkı'nda "DemiWorl Tour 16.Kasım.2014 - İstanbul" afişleri asılmış. İlk gördüğümde harbiden inanmadım. O kadar imkansız geliyordu ki... Ciddi ciddi inanamadım. O sırada çalıştığım için param da vardı. Konser gerçekten olacaksa, direk maaşımı bilete yatıracaktım. O ara bir karışıklık oldu. Bilet alamadım. Tüm tribünler kapılmış, en ön ayakta bilet fiyatı ise 500TLcik. :D O parayı konsere versem, annem diyecek para nereye gitti. Hayır veririm vermesine ama ayakta olup, önde yer kapmaca olayı var bir de... Jessie J konserinden tecrübe ettiğim için yine bekledim. Bekledim. Ve bekledim. Artık ümidim kesildi. Yok bilet alamayacağım falan. Ama içim içimi yiyor. Çünkü şöyle de bir özelliği var. Amerika turu bitiyor, Avrupa turu başlıyor ve ilk konserini bizde verecek. Öyle özel bir an ki...

Kasımın ilk haftasındayız. Bir yandan ilk vizeye çalışıyorum bir yandan İstanbul'a gitme planları yapıyorum. Fuara gideceğim, konsere gidersem param kalmaz kitap alamam. Fuarı iptal edeyim. Ama kitap alamam. Konsere gitmesem... Dur, gidip camdan aşağı atlayayım. Diye böyle kendimi yiyip bitirirken, aniden internete girdim. Mal mal facebook'ta dolaşıyorum. Biletix kocaman bir reklam yayınlamış. Ek biletler satışa çıktı diye. O an öyle dalmışım ki yazıyı geçtim. Sonra durdum, geri sayfaya döndüm. Demi World Tour ! Haa, öyle mi. Hemen siteye giriş. Ek tribün koltuklarını görmemle en yakın arkadaşımı aradım. Böyle böyle, ne diyorsun ? (Konsere kimle gideceğim olayı daha da karışıktı.) Hadi alalım dedik. Birkaç sorun çıktı ama olay halledildi ve son paramı konser biletine yatırmış oldum.

Bileti alınca bir mutluluk patlaması yaşadım. Yerimde duramıyorum. Ama sonra konser alanına gidene kadar ben de bir durgunluk oluştu... Yorgunluktan da olabilir. Geçen pazar günü ilk fuara gittim. Oranın altını üstünü getirdim. Ülker Arena'ya gidene kadar canımız çıktı. Metrobüs, minibüs derken iyice pestil oldum. Ve resmen son anda arenaya varıp, içeri girdik. Allah'ım, o nasıl bir kalabalık! İğne atsanız yer düşmez o derece. Çığlıklar, Demi diye bağırmalar... İnsan ister istemez onlara ayak uyduruyor. Yani daha önce de konserlere gittim ama böyle bir ortam görmedim. En iyisilerdi. Ben bile gururlandım. Müthişti.

Ve çığlıklar giderek artarken ilk Demi'nin ekibi çıktı. Sanki Demi çıkmış gibi çığlık çığlığa herkes ki ben bile çıldırdım. Ekibini o kadar benimsemişim gibi karşımda görünce inanamadım. Haa, şunu söylemeden geçemeyeceğim. İyi ki tibünden bilet almışım. Orta kısımdakiler hem sıkışmışlar, hem sahneyi görmeye çalışıyorlar hem de bizden fazla para verdiler. Ben mi ? Ah, ben onlardan daha az para verdim, sıkışmadım, yüksekteydim ve sahneyi müthiş bir şekilde görüyordum. Eğildikçe, sahneye daha da yakınlaşıyordum. Az daha zorlasam Demi'yi tutacaktım falan. :D Şaka bir yana, karlı olan biz tribündekilerdik.

Ekibine geri dönüş yapıyorum. Hepsi iyi güzel de içlerinden biri kalbimi çaldı. Zaten videolarda izlerken gözüme kestiriyordum ama karşımda canlı kanlı görünce çıldırdım. Gitaristlerinden biri olan Steve, bizimle ciddi ciddi ilgilendi. El salladı, bize dönük çaldı ve habire gülücükler, el hareketleri... Bir ara gözümü ondan alamadım. :D Bir sarılsaydım, iyiydi falan...

Asıl olaya geliyorum. Demi'nin sahneye çıktığı kısma. O an kulaklarım sağır oldu. Cidden. Sadece gözlerim sağlamdı. Onun geldiğini, sırıttığını, herkese selam verdiğini ve direk şarkıya başladığını gördüm. Ama hangi şarkıya başladı, ilk birkaç saniye algılayamadım. Çünkü cidden kulaklarım sağır oldu. Onun sesini hiç duyamadım. Really Don't Care şarkısıyla açış yapmış. :D Sonradan algıladım. Rap bölümünü biz söyledik. Eminim çok şaşırmıştır. İngilizce rap söylemek, her Türk'ün yapabileceği bir şey değil, bence. Neyse. Sonrasında olaylar çok hızlı gelişti. Arka arkaya en sevilen ve hit olan şarkılarını söyledi. Özellikle ben Nightingale, Got Dynamite ve Catch Me şarkılarını merakla bekliyordum. Hatta her canlı videosunu izlediğimde "Bunları canlı dinlemeden ölmeyeceğim" diyordum. Şükürler olsun, bu dileğim ve hayalim gerçekleşti. Tam istediğim gibi söyledi. Zaten o şarkıların performanslarını izlerken kendimden geçtim. Catch Me'de bir bölümü Istanbul olarak değiştirince millet iyice coştu. Arka arkaya canlı performanslarını izledikçe kafayı yiyecektim. En en en büyük hayallerimden biriydi ve gerçekleşti. Onu izlerken cidden algılayamadım. Belki gözümde çok büyüttüm ama olan buydu. Habire bizim tarafa geldi, mikrofonu uzattı, el salladı, işaret etti. İnanılmazdı. Rüyadaydın deseler inanırım. Çünkü şuan hala konserine gittiğime inanamıyorum.

Açılışı gibi kapanışı da süper eğlenceli bir şekilde bitirdi. Neon Lights şarkısını daha da sever oldum. Gider ayak bizi fena coşturdu. Ve sonra teşekkürler edip, gitti. Biz şok! İnanamadım bittiğine. Çünkü sadece 1 saat 10 dakika olmuştu. Ekibi gitmeden önce biraz oyalandı ama en sonunda gittiler. 

Canlı performanslar, Demi'nin sempatiklikleri, eğlenmeler falan çok iyiydi ama çok olumsuz şeyler de vardı. Konserin kısa sürmesinin nedeni konserden sonra arenada maç varmış. Ondan kısa sürmüş deniliyor. Kesin bir açıklama yapılmadı. Eğer böyleyse... Eh, ne diyeyim. Türkiye'de konser izlenilmez.

Bir diğer sinir bozucu olay ise sahneye habire bir şey fırlatılması. Arkadaşım, sen oraya eğlenmeye gitmişsin. Kızın kafasına, gözüne, ayağına bir şey fırlatmaya gitmedin. Demi bir yandan şarkı söylüyor bir yandan attıkları şeyden kaçıyor. Bir ara fırlatmayın demiş. Sonra korumalar, sahneye fırlatılan şeyleri topladı. Konser bitiminde Steve, bir şeyi hayranlara geri fırlattı. Olaya bak. Bildiğin saçmalık.
Türk hayranı ile Meet and Great

Meet and Great'e katılmadım ama çok özensiz davranmışlar, öyle duydum. Sarılmak yasakmış. Sohbet etmek de yokmuş. Fotoğraf çektirip, hayranları uzaklaştırmışlar. Yani saçmalamışlar da saçmalamışlar. Millet oraya para vererek gidiyor, tam karşılığı alamadan geri dönüyor. Burada sanatçıyı suçlu bulmuyorum. Kim organize ettiyse sorumluluk tamamen onun. Her şeyi ayarlaması lazımdı.

Bunları geçiyorum. Anlatmak istedim çünkü ülkemizde hiçbir şeye özen gösterilmiyor. Param fazla olsa cidden yurt dışına gider, konserleri oradan izlerim. Paranın karşılığını alıyorsun en azından.
Ama olay bu değil. Bunlar gözüme battı ama hayalim gerçekleşti. Demi Lovato'yu gördüm, dinledim, izledim. Artık gönül rahatlığı ile konserlerini izleyebilirim. Çünkü ben de oradakilerden biriyim. :D Ki kendisi, bir daha geleceğinin sinyalini vermiş. 

Yazarak hislerimi tam anlatmak imkansız. Bir hayalimi daha gerçekleştirmiş oldum. Hala inanamasam da... Şimdi şöyle yazıya bir göz attım da baya uzun olmuş. Sonuna kadar okuduysanız ne mutlu bana. Teşekkürler. :D Anlatmak istedim. Bazı özel anlarımı, paylaşmak istediğim bazı olaylarımı blog'da yazmayı seviyorum. Umarım -ki bunu tüm içtenliğimle söylüyorum- en çok istediğiniz hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Umudunuz hep olsun. Son ana kadar. Son saate kadar belki de. Hayallerinize sımsıkı sarılın. İşte o zaman hayatın tadı çıkıyor.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

Not: Fuardan aldığım kitap posterleri güvenlik geçişinde elimden alındı. Cırladım, isyan ettim ama posterlerimi bir kenara koyup, çıkışta alırsın dediler. Çıkışta kuzu kuzu gidip, aldım. Bööö korumalara.

Not2: Konserde ünlü kişiler de varmış, sonradan öğrendim. Dizüstü Edebiyatı Prensesi Pucca ve ünlü oyuncu Berna Laçin de konserdeymiş. Hatta Berna Laçin, çok mu çok güzel bir yazı hazırlamış. Merak edenler okusun derim. Demi Lovato Konseri

Bir Fuar Daha Geldi, Geçti


Selam Millet !

Bu aralar blog'da paylaşılacak yazılar arttı ve ben de zaman bulup, hepsini yayınlamaya çalışıyorum. :D O yüzden en son okuduğum Avcı kitabı yorumu geç geldi. Peh, zaten benim için çok güzeldi diyemem. Neyse. Yeni kitaplara geçiş yapıyorum.

Her sene olduğu gibi bu senede kitap fuarı için aşırı heyecan yaptım. Her fırsatta listeye yeni kitaplar ekledim. Alamayacağımı bilsem bile onlarla bir liste yapmak bile eğlenceliydi. :D Eh bir de bu sene fuara gelip, gelemeyeceğim kesin değildi. Üniversiteyi istediğim bir şekilde kazanınca kendimi Safranbolu'nda buldum. İstanbul'la arası pek yok aslında. Zaten fuar içinde baya para biriktirmiştim. Sonra tam fuar zamanı araya başka bir plan girdi. (Konser. Onun yazısı da gelecek.) Ona para yatırınca bir baktım elimde para kalmamış. Fuara gidebilecek miyim falan diye kara kara düşünürken artık dayanamadım ve fuarın son günü kendimi Tüyap'a fırlattım.

Fuara gitmek bile eğlenceli. O metrobüste yer kapmalar, köprüden geçerken insanlara çarpmak falan... Fuarın içine girince kalbim tekledi. :D Neden bu kadar heyecan yapıyorum, bilmiyorum. Belki de bir arada o kadar kitap görünce kendimi kaybediyorumdur. Gezilecek çok yer vardı ama ilk Dex standına uğradım. Müthiş indirimleri olduğundan değil, bir kenara 9TL'lik bazı kitapları koymuşlar. Orada Meleğin Düşüşü vardı. Onu aldım bir tek. Lux serisinin son kitabı Direniş bana masum masum baktı ama %20 indirimle o kitabı alamazdım. Dalga geçer gibi. :D Yani Dex'de hiç güzel indirim yoktu. Arka planlarına aşık oldum. Onun fotoğrafını çekip, oradan uzaklaştım.

Sonra Go! Kitap'ı gördüm. O standa zaten gidecektim. Çünkü yıllardır tanıdığım biri vardı. Beyaz Balina yayınlarından Nesrin ablam. Daha 11-12 yaşlarındayken Beyaz Balina'yı keşfetmiştim. Sonra internetten forumlarına katılmıştım. İlk kitabımı onlardan kazanmıştım. Hatta Nesrin abla ile o kadar çok konuşuyordum ki hem benim hem de kardeşimin doğum gününde kitap yollamıştı. Beni o kadar etkilemiş ki hala unutamıyorum o anları. :D Yani Beyaz Balina ve Nesrin abla benim için çok ayrı. Her sene fuara gittiğimde yanına mutlaka uğrarım. Bu sene de gittim ve çok güzel haberlerini aldım. Beyaz Balina, çocuklara ağırlık veren bir yayınevi. Geçen sene de Arkadya yayınevini açmışlardı. Arkadya da yetişkinler için bir yayınevi. Asıl bomba ise bu sene! Go!Kitap tam biz gençler için. Zaten daha ilk kitaplarında adlarını duyurdular. The 100 kitabını duymayan var mı ? Türkiye'de bir ilk yaparak kitap kapaklarını mıknatıslı yaptılar. Bir ara baya gündemdeydi kitap. Aslında hala öyle. Instragram'da falan hep kitabın fotoğraflarını görüyorum. Ben de hemen onu istedim. İlk basımı bitmek üzereymiş, sona kalanlardan verdi. Ve bir de yeni çıkardıkları Yabancı var. Onu da aldım. Daha çıkaracak çok güzel kitapları varmış. Bu müthiş haberleri alınca daha da mutlu oldum. :D The 100'ün her çeşit ayracını ve iki çeşit posterini de aldım. Ah o posterler... Başıma bela olacaklardı. (Gelecek yazımda anlatacağım.) Oradan musmutlu bir şekilde ayrıldım. :D

Sonra Martı yayınlarına gittim. Adamlar her sene fuarda müthiş ötesi indirimler yapıyorlar. Hepsini alasım geldi ama param yoktu, o yüzden uzaktan bakmakla yetindim. Asıl şokumu Artemis standında yaşadım. Öylesine gideyim dedim, yeni çıkan kitaplar gelmemiştir diye düşündüm. Ki Kanbağı serisinin 5.kitabı gelmemişti. Amaaa Cassandra Clare'in Gölge Avcısı El Kitabı gelmiş ! Hem de ciltliydi. Kalp krizi geçirecektim. Param yok ya hep böyle anlara denk gelirler. Bir de o an nasıl bir heyecan yaptıysam, Artemis'in Ilgın ablası orada oturmuş, bana gülümsüyordu. 32 diş sırıttım, Cennet Ateşi Şehri'nin ayracını aldım ve oradan ayrıldım. :D

Pegasus'un üç ayrı standı vardı. Hepsini tek tek gezip, Ölümcül Kaçış'ın fiyatını sordum. Belki farklı bir fiyat söylerler de alma şansım olur diye. Yok anam, hepsi 19TLcik dedi. Kitabı elime almamla bırakmam bir oldu hep. Ama bir ara Pegasus standında baya takıldım. Çünkü tanıdık bir yüz gördüm. Kitap sayfalarından tanıdığım Duygu da oradaydı. Pegasus standında görevde olduğunu biliyordum. Hemen gittik, sohbet muhabbet falan. Baya sohbet ettik cidden. Gece Evi serisini çekiştirdik. Yeni yaptırdığı kitaplığına olan aşkımdan söz ettim. :D Cidden çok güzel bir kitaplık yaptırmış. Kitaplar hakkında, fuardaki indirimler hakkında falan konuştuk. Baya baya takıldık. Saklama Kabı blog'unun sahibi de oradaydı. Vlog'larından söz ettik. Güzel sürprizleri olacakmış, takipte kalın. 

Sonra Doğan Egomant'a koştum. Normalde o yayınevinden bir kitap almazdım. Ama hem Percy Jackson'a başladım hem de benim çok ama çok merak ettiğim bir kitabı onlar çıkarmış. Cassandra Clare ve Holly Black'in ortak çalışması olan Demir Yıl, orijinal kapakla ülkemizde ilk kez fuarda yayınlandı. Ben bunu duyarım da yerimde durur muyum ? Kitabı aldım. Yazı boyutu büyük olsa da Cassandra bu, boru mu ? :D Aşık oldum kitaba. Daha okumadım. Birkaç olumsuz yorum da gördüm ama büyük bir zevkle başlayacağım o kitaba.


Epsilon, Ephesus, Pena, Yabancı gibi bazı yayınevlerine hiç bakmadan geçtim. Hem istediğim türde kitaplar yoktu hem de fiyatlarda pek bir değişiklik yoktu. 

Hmmm. Aklıma başka fuar anısı geliyor mu ? Tanıdık yüzlerle tanıştım. Kitap sayfaları sağolsun birçok kitapkurduyla tanışmış oldum. Liseden beri arkadaş olduğum, sempatik insan dediğim biricik dostumla karşılaştım. :D O gün o kadar çok insanı görüp, tanıştım ki bir ara başım döndü. Her geçen sene fuar daha da eğlenceli olmaya başladı. Ama bu sene çok fazla takılamadım. Zamanım kısıtlıydı. Ön Okumalar'dan Buket'le karşılaşmak çok istedim. Çünkü onunla tanışmayı çok istiyorum. Blog hayatında örnek aldığım nadir insanlardan biri. :D Fuarda görüşemedik ama telefonda baya konuştuk, en kısa zamanda onunla da buluşacağım.

İşte böyle. İyi kötü geçti. Çok heyecanlandığım gibi mükemmel değildi ama eğlenceli ve etkileyici insanlarla tanıştım, karşılaştım ve sohbet ettim. Bunlar bile benim için yeterli. :D Bazı şeylerde hayal kırıklığına uğramadım değil ama olacak o kadar. Yayınevlerinin indirimlerine diyecek lafım yok. Cimriler. :D İnternetten kitap almaya devam... Sahafları gezemedim diye üzüldüm. Fuarın en gizli hazineleri onlar. Artık gelecek sene iki günümü fuara ayırıp, sahafları alt üst edeceğim.

Şimdilik bu kadar. Umarım gelecek sene fuarda görüşürüz.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

18 Kasım 2014 Salı

Kitap Yorumu: Melez Sözleşmleri 5 - Avcı


Bir serinin daha sonuna geldik millet! Melez Sözleşmeleri serisinin 5. ve final kitabı Avcı çoktan bitti ama ancak yorum yapabiliyorum. Sebebini ilerleyen zamanlarda blog'da görebilirsiniz. :D

Melez Sözleşmeleri'ni okumama vesile olan kişi Yorumbazz'ın sahibi Büşra. İlk kitabı okumam için bana yollamıştı. Ben de o zamanlar ilk üniversite sınavıma hazırlanıyordum. Son sınav zamanı "artık yeter, çalışmayı bırakıyorum ve bu kitabı okuyorum" diyerek Melez'e başlamıştım. Herkes gibi bana da biraz Vampir Akademisi'ni hatırlatsa da yalayıp yutmuştum kitabı. Cidden çok akıcı bir dili vardı ilk kitabın. 
Sonrasında kitap fuarına gittiğimde devam kitaplarını aldım. Okudum. Allah'ım dedim. İlk üç kitap nasıl güzel gidiyor. Bir de şansıma ben bu serinin kitapları çıksın diye gün saymadım. Hep çıktıktan sonra okuma fırsatım oldu. O yüzden kafam da rahattı. Neyse. İlk üç kitapta cidden seriyle aşk yaşadım. Güldüm, eğlendim, şaşırdım, heyecanlandım falan derken geldik son iki kitaba. Apollyon ve Avcı. İsimleri bile ne güzel di mi? Serinin kitap kapaklarıyla ayrı bir aşk yaşıyorum zaten. Ama içerikleri mahvetti beni. Serinin son iki kitabı hayal kırıklığı. Zaten Apollyon yorumumda bahsettim. Sürünerek okudum. Sıkıcı, boğucu, gıdım gıdım ilerleyen bir kitaptı. Bitince bir oh çektim ve sonrasında kitap okuyamaz oldum. Hadi son kitap diye diye Avcı'ya başladım. Apollyon'da nerde kaldıysak, oradan devam etmiş yazar. Sabırla oku oku oku derken çattt Seth karakteri geldi. O an kitap çok hızlı bitti. Ve şunu anladım ki bu seriyi götüren, sevdiren karakter Seth imiş. O olmayınca kitap bomboş. Cidden. Durgun, ciddi, boğucu... Seth bir geldi kahkahalar havada uçuştu. Kitap da doğal olarak çabuk bitti.

Diyeceğim o ki seri ilk üç kitaptan sonra bozdu. Ama tabii siz sevebilirsiniz, sevmiş olabilirsiniz. :D Ben Seth'i çok sevdiğim için son iki kitabı sevemedim.

Avcı yorumuna gelirsek... Artık açık açık en büyük düşmandan, Ares'den bahsedebilirim. :D Apollyon'da Alex, Savaş Tanrısı Ares'den feci bir dayak yemişti. Bir ara öbür dünyaya gidip geldi resmen. Uyandığında ise cidden berbat bir haldeydi. Savaş başlamıştı ve bunu sonlandırmaları lazım. Alex, her zamanki inatçılığı ile "ben iyiyim millet, hadi savaşalım" modunda olup savaşa hazırlanmaya başladılar ama bir sorun vardı. Ares'i kimse yenemez. Adam Savaş Tanrısı! Ve ufak tefek olan Alex ona baş kaldırmayı planlıyor. Komik olma, Alex dedim okurken. O da bunu anlamış gibi Hades'den yardım almaya gidiyor.
 Ama ondan önce Seth'e değinmek istiyorum. Seth kitabın ortalarına doğru geri dönüyor. Herkes şaşırmış durumdaydı. Çünkü Alex ve Seth'in yanyana gelmesi demek dünyanın sonu demek. :D Ama bir şey olmuyor. Aiden tarafından biraz hırpalanıyor ama Alex ona inanıyor ve Seth artık doğru yolda! 
Bu süper üçlü (?) Hades'in yanına gidip, büyük bir yardım istiyorlar. Titan Perseus'u serbest bırakmasını istiyorlar. Mitolojiye ilginiz varsa ne kadar büyük bir iyilik istediklerini anlayacaksınız. :D Ve Hades de bir söz karşılığında Perseus'u serbest bırakır.
Bundan sonrasını şöyle anlatayım; savaş başlamadan önce Perseus'la olan sahneler çok komikti. Apollo ve Seth kadar eğlenceli ve bir o kadar güçlü bir karakter. Bizimkilere şaşırtıcı derecede yardım ediyor. Savaş başlıyor, bitiyor falan ama sonu şaşırıtıcıydı. Kitabı okumadan önce bazı yorumlarda hep "of sonu çok fenaydı, Seth'in fedakarlığı mahvetti beni" falan demeler... Sabırla okudum. Kitabın son sayfasını okuyup da bitirdiğimde "Oh bitti. Nefret ediyorum senden Jenn" dedim. Seth'in fedakarlığına gıcık oldum. Bu fedakarlık sayesinde tüm karakterler musmutlu zaten. Ama tek iyi bir yanı var. Jenn, Seth'in baş karakter olduğu bir seri yazıyor. Avcı'nın sonundaki olay, bu yeni seriye konu oluyor. O yüzden biraz olsun içim rahat. Full Seth okumak istiyorum. :D

Serinin ilk üç kitabını habire okurum ama son iki kitap gözüme görünmesin. Hatta bence yazar Tanrı (3.kitap) kitabıyla seride zirve yapmıştı ama sonra düşüşe geçti. Yan seri olmasa Jenn'i daha da okumazdım. 

Serideki favori karakterimi biliyorsunuz. Seth. Ondan sonra Apollo ve Daecon favorim. :D Aiden ve Alex görmek istemiyorum artık. Ki Alex'i başlarda seviyordum, sonra bilmiş karakterlerden biri oldu, çıktı. Aiden da kafamı karıştırıyordu ama yok yok, bu kadar korumacı, dediğim dedik karakteri sevemem. :D 

Yan seri: Seth!

Bunların dışında... Bu seride yazar çok durduk yere ölümler gerçekleştirmişti. Caleb'in ölmesi falan... Her kitapta kadın birini öldürüyor ama kitaba bir hüzün ya da heyecan katmıyor. Boşa yazıyor o ölümleri. Aynı şey Avcı'da da geçerli. Bir karakteri daha öldürdü. Ben de tepki yok. :D 

Son olarak, seriyi okuduğuma kesinlikle pişman değilim. Yeni okuyacaklar için ilk üç kitabın değerini bilin derim. Aiden sever biri olursanız zaten seriye aşık olacaksınız. Benim gibi Seth'i severseniz ise son iki kitapta sürünüp, yan seri için sevineceksiniz. :D

Yan seri çıkana kadar görüşmek üzere!

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

7 Kasım 2014 Cuma

Tak Tak: İstanbul Kitap Fuarı 2014


Merhaba!

Uzun zamandır bu yazıyı yazmak için sabırsızlanıyordum. Çünkü her sene fuarı iple çekiyorum. Hele bu sene her şey daha karışık. Safranbolu'nda olduğum için gelip gelmeyeceğim belli değildi. Ki gelmek için elimden gelen her şeyi yapardım da. Şans benden yana, fuara ancak ikinci haftasında gidebileceğim. Aslında gidip gitmeme konusunda kararsızım. Çünkü paramı bir şeye yatırım yaptım. Konser. Demi Lovato konserine bilet aldım! O yüzden şuan cidden beş parasız geziyorum. :D Fuara gitsem bile öyle ortamı görmek için, yeni kitapları yakından incelemek için, bol bol ayraç toplamak için ve yayınevinde çalışan tanıdıklarımı ziyaret etmek için gideceğim. :D Gitmek için çok bahanem var. İstanbul'da olup da gitmezsem cidden kendimi asarım.

Eheeem, neyse. Fuardan bahsedeyim. Her sene olduğu gibi yine Beylikdüzü'nde gerçekleşecek. En kolay ulaşım metrobüs. Metrobüs maceraları bile bir farklı oluyor. :D 3 senedir gidiş gelişlerde neler yaşıyorum bir bilseniz... Hele alınan o kitapların taşıma süreci... Kendimi unuturum, onları unutmam arkadaş!

Fuarda, hemen hemen tüm yayınevilerini bulmak mümkün. Aklıma gelenlerden birkaçını söyleyeyim: Pegasus, Artemis, Epsilon, DEX, Ephesus, Yabancı, Martı, Okuyanus, Beyaz Balina, Arkadya, Altın... Liste uzar gider. İstanbul Kitap Fuarı sitesine girerek, tüm listeye ulaşabilirsiniz.

Fuardaki kitap fiyatlarına gelirsek... Daha önceki fuarlara göre bir sonuç çıkarırsam açıkçası pek bir indirim olmuyor. Özellikle Pegasus, Artemis, Epsilon ve DEX gibi ünlü kitapları yayınlayan yayınevleri toplu kitap almadığın sürece aman aman bir indirim yapmıyorlar. Tabii müthiş indirim yapanlar da var. Özellikle Martı Yayınları bu konuda çok bonkör. :D Yine de her standı gezin ve nerede nasıl indirim var, göz atın. Ah bir de, alacağınız kitapların listesini mutlaka yapmışsınızdır. Kitapların internetteki fiyatlarını yanına yazın ve fuardaki fiyatlarıyla karşılaştırma yaparak alın. İnanın bana bu çok işe yarıyor. Ben mesela okuoku.com sitesindeki fiyatlara bakarak fuarda elemeler yapıyorum. Boşuna para harcamayın. Değmez. Deneyimlerimden söylüyorum. :D 


Tabii fuara gidip, hiç kitap almayın demiyorum. Ben bile bu beş parasız halimle illa ki bir kitap alacağım. :D

Bir de, sadece stantlara takılıp, kalmayın. Ara koridorlarda sahaflar oluyor. Mutlaka uğrayın. Ben aradığımı pek bulamıyorum, çünkü uzun süre dolanmıyorum ama oralara da göz atmanızı tavsiye ederim.

İmza günlerine gelirsek... Bu sene imza günleri çok renkli olacak kesinlikle. En önemlisinden başlayalım. İki sene önce Tess Gerritsen gelmişti ve sempatik yazarımız tekrardan geliyor. Hem de neredeyse fuar boyunca orada olacak. İmza günü tarihlerini yine aynı şekilde Fuar sitesinde bulabilirsiniz.
Türk yazarları da fuarı renklendiriyor. Sıkı takipçisi olduğum Selvi Atıcı da bu sene ilk defa imza gününe katılacak. Fuarın ikinci günü orada olacak ve ilk kitabı Kimliksiz'i imzalayacak. Benim yerime de onunla sohbet edin! Daha birçok Türk yazar geliyor, listeye göz atın.

Böyle işte. Fuar, çok farklı bir ortam. İnanılmaz bir etkinlik. Tüm kitapseverleri bir arada görmek insanı musmutlu ediyor. O yüzden ne olursa olsun gitmeyi düşünüyorum. Bir, iki saat bile takılsam benim için kardır. Özellikle de Pegasus Yayınları'ndan Sevinç Abla'yı görmeyi ümit ediyorum. Ziyaret edeceğim o kadar mükemmel insanlar var ki... Büyük ihtimalle 15 Kasım'da fuara gideceğim. Her şey kesinleşsin, Twitter'dan ve Ask.fm'den duyuracağım. Aynı zamanda gidersek, gelenlerle tanışmak ve ayaküstü sohbet etmek isterim. Tabii o kalabalıkta birbirimizi bulabilirsek. :D



Sorularınız varsa seve seve cevaplarım. Yukarıdaki listeler, alınacak kitapları içeriyor. Elbette bunları zamanla alacağım. Olumlu-olumsuz yorumları bekliyorum.

Kocaman sevgiler, öpücükler: Jane

2 Kasım 2014 Pazar

Kitap Yorumu: Son Söz Aşkın - Julia Quinn


Umut bile edemeyeceğin şeyleri dilersen yalnızca hayal kırıklığı yaşarsın.

Biri beni zaman makinesine bağlasın ve 1800'lü İngiltere'sine yollasın. Buna çok mu çok ihtiyacım var.

Tarihi aşk romanları okumayı özlemişim. Cidden. Özellikle Percy Jackson'dan sonra romantik bir şeyler istiyorum diye resmen dört döndüm. :D Ve kendimi Julia Quinn'in Bridgerton serisinde buldum. Ki bu seriyi çok seviyorum. İlk iki kitap çok güzeldi. Büyük bir aileden oluşan (4 kız ve 4 erkek olmak üzere 8 tane Bridgerton kardeş ve Dul Lady Bridgerton) Bridgerton serisinin 3.kitabında ise Benedict başrolde. Anthony ve Daphne'nin kitaplarında Benedict'i okurken açıkçası pek ilgimi çekmiyordu. Sessiz, sakin, kendi halinde bir karakterdi. Ama inanın bana, hiç de göründüğü gibi biri değil.

Tam bir peri masalı tadında roman bekliyor sizi. Julia, gerçekten gitmiş Kül Kedisi masalını almış ve kendi hayal gücü ile harmanlayıp, iç çektiren bir tarihi aşk romanı yazmış. Böyle okurken eridim, romantik sahneler hiç mi hiç sıkmadı. Tam tersine, okudukça aşık olasım geldi. Yok mu bana da bir Bridgerton ?

Kız bir adım ileri attı ve Benedict, o zaman hayatının sonsuza dek değiştiğini anladı. 

Kitaptan bahsedeceğim ama nasıl anlatsam bilemedim. Benedict'i çok farklı şekilde göreceksiniz. Hem de öyle böyle değil. Nasıl desem, feci aşık, korumacı, bambaşka bir Bridgerton erkeği. Kabul ediyorum, bazen çok sinir etti beni. Eski yıllarda sosyete hayatı nasıldı ya da evlilik süreçleri nasıl gelişiyordu bilmiyorum ama bazı konularda Benedict'i boğazlayasım geldi. :D

Şanslı kızımız ise Sophie Beckett. Aslında pek şanslı biri değil. Annesi, doğum sırasında ölüyor ve Sophie, Kont olan babasına gönderiliyor. Fakat Kont, asla onu kızı olarak kabul etmiyor. Herkese evlatlığım diyerek bu sırrı gizliyor. Sophie, kabul edilmemesi dışında belli bir süre çok güzel hayat geçiriyor. Ama bir süre sonra Kont, başkasıyla evleniyor ve Sophie o günden sonra hizmetçi gibi görülüyor. Üvey annesi Araminta, tam dayaklık bir kadındı. Okudukça dövesim geldi kadını. :D Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Benedict ile Sophie'nin yolları nasıl kesişiyor diye soruyorsanız, üstün körü anlatacağım. Bir gün Lady Bridgerton, evinde maskeli balo düzenliyor. Sophie de gizli saklı bu baloya katılıyor ve şans eseri Benedict'le bir araya geliyorlar. Aralarında inanılmaz bir bağ oluşuyor ama Sophie sonra ortadan kayboluyor. Bir hizmetçi, Bridgerton'la beraber olamaz ! Bu anlayışı yüzünden iki yıl hiç görüşmüyorlar. Benedict'in aklı onda kalıyor ama kim olduğunu bilmediği için arayıp, bulamıyor. Gel zaman, geç zaman tekrar karşılaşırlar ama Benedict, Sophie'yi gördüğünde onun maskeli balodaki kadın olduğunu bilmez. Karşısındaki sıradan, yardıma muhtaç bir hizmetçidir. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Bir gün bir yabancıyken ertesi gün hava, su kadar vazgeçilmez olmuştu.

Bundan sonrasını anlatamam. Okumanız lazım. Öyle çelişkili ve heyecanlı bir ilişkileri var ki okurken hem sinir krizlerine girdim hem de mest oldum. :D Bir yandan Sophie'ye kızıyorum, maskeli balodaki kadın olduğunu söylesin diye... Bir yandan Benedict'e sinir oluyorum nasıl tanımazsın diye... Bu düşünceler sayesinde kitap çok akıcı oldu. Elimden hiç bırakasım yoktu. Okula gitme vaktim gelmiş, ben hala oturup, "Ah bir bölüm daha okuyacağım" modundaydım. Ve bitirirken hızımı alamadım, tüm gün oturdum ve doyasıya okudum. :D

Çok güzel aşk yaşıyorlar be! Benedict, resmen Sophie için ölecek. Hem birbirlerine belli etmemeye çalışıyorlar. Hem de kaçamak bakışlarla birbirlerini gözetliyorlar. Özellikle Benedict, hiç umulmadık zamanlarda ortaya çıkıyordu. Ama en favori bölümüm, Sophie'yi hatırladığı yerdi. Yazar öyle mantıklı ve etkileyici düşünmüş ki o sahneyi, tekrar tekrar okudum.

Bir erkeğin kendini sevdiği kadına sadece bir kere ifade etme şansı olurdu ve bunu mahvetmek istemiyordu.

İşte böyle. Tarihi aşk romanların değişik havasını, kıskandıracak cinsten olan aşklarını seviyorum. Elbette gerçek olamayacak kadar mükemmel oluyorlar ama okumaktan kendimi alamıyorum. Tarihi aşk sevmeyen ya da hiç okumamış birileri varsa başlangıç olarak bu seriyi öneriyorum. Julia Quinn'i gözü kapalı okuyabilirsiniz. Sıkmıyor, baş ağrıtmıyor. Tam tersine tarihi aşk'ları sevdiriyor.

Sıradaki tarihi aşk romanım elbette yine Julia olacak. Serinin dördüncü kitabında Colin Bridgerton yer alıyor. Yıllardır bu anı bekliyorum diyebilirim. En merak ettiğim ve en favori Bridgerton karakterim o. :D İstanbul'a döndüğümde bavula atılacak ilk kitap o.

Şimdilik bu kadar. Yakında Safranbolu maceralarımı anlatan minik bir yazı yazabilirim. Ve elbette yaklaşan İstanbul Kitap Fuarı hakkında da yazı yazacağım. Fuarda birilerini görsem fena olmaz. :D

Kocaman öpücükler, sevgiler: Jane